Yazarın Kimliği ve Çalışmasının
Ana Hatları
Juan Goytisolo (1931, -) son dönem
İspanyol edebiyatının önde gelen kalemleri arasındadır. Romancı ve şair
kimliğinin yanında çağdaş bir gezgin niteliğine de sahiptir. Yazarın eserlerine de sirayet eden ve en
önemli yönlerinden biri de Doğu ve İslam kültürlerine olan ilgisi ve merakıdır.
“Gönüllü sürgün” olarak adlandırılan Goytisolo, bu alakasını o kadar üst
seviyeye taşımıştır ki günümüzde Marakeş’te, kendi ülkesinin dışında
yaşamaktadır.
Yazarı incelememiz açısından önemli ve ayrıcalıklı kılan yönlerinden biri
de alışıldık Batılı önyargılardan tamamıyla uzak, tersine Batı’daki çarpık
Müslüman-Doğulu imgesini ortadan kaldırmaya çalışan ve bu gayretini ortaya
koyduğu eserlerine yansıtan bir kimse olmasıdır.
Türkçe’ye Osmanlı’nın İstanbul’u adıyla
kazandırılan eseri bu bağlamda Goytisolo’nun hakikat temelli yaklaşımını en
usta şekilde metne dönüştürdüğü çalışmalarından biridir diyebiliriz. 1989
yılında İspanya’nın önde gelen yayınevlerinden Planeta’nın isteği üzerine
“kültürlü gezginler/turistler” için hazırlanan bu eser, ilk bakışta sıradan bir
gezi kitabı gibi gözükse de yazarın derinlikli bakışı ve alışıldık oryantalist
klişelerle hesaplaşma gayretleri sebebiyle oldukça önemli bir çehre
kazanmaktadır.
Kitap müstakil denemelerden oluşmakla birlikte, tüm denemeleri bir arada
tutan genel bir İmparatorluk ve İstanbul imgesi inşa etme fikri kendisini
sürekli hissettirir. Konular parça parça işlenmiş olsalar da hepsini bir arada
değerlendirdiğimizde bütüncül bir yaklaşım ve İmparatorluk başkenti tablosu
ortaya çıkmaktadır.
Eserdeki denemelerin geneline baktığımızda göze çarpan hususlardan biri
hem makro hem de mikro olguların mercek altına alınmasıdır. Bir taraftan saray
hayatı, devlet yönetimi, Osmanlı’nın kurumları, İmparatorluğun çöküş sebepleri
vb. konular işlenirken diğer yandan yazarın projeksiyonu İstanbul sokaklarına
inmektedir. Sokak satıcılarından kahvehanelere, dinî azınlıklardan şehrin eğlence
hayatına dek farklı konular bütünsel bir perspektifle keşfe çıkılmaktadır.
Yazarın Bakış Açısı ve
Oryantalizmle Hesaplaşması
Eserin “İstanbul: Kentsel Metin” başlıklı ilk denemesi yazarın
manifestosu niteliğindedir. Aynı zamanda bir “Giriş” niteliğinde olan bu
denemede Goytisolo, yazının sınırlarını aşan bir perspektifle hareket ederek
oryantalist literatürün kapsamlı bir eleştirisi yapılır. Edward Said’in Oryantalizm adlı eserinde vurguladığı
görüşlerin de sağlaması niteliğindedir bu bölüm. Yazara göre XVI. yüzyıldan
İmparatorluğun son yıllarına dek İstanbul ve halkı üzerine kaleme alınan
metinler Batılı zihin tarafından Doğu dünyasına yakıştırılmış söylencelerin
etkisi altındadır ve hakikat düzleminden oldukça uzakta kalmaktadır. Bu
bakımdan şu satırlar oldukça dikkat çekicidir:
“Dört yüzyıl süreyle Avrupalılar Konstantinople’a Doğu dünyasına yakıştırılmış klişelerle ve basmakalıp imgelerle
donanmış olarak ayak bastılar: kafalarında Osmanlı despotluğuna ve İslam
bağnazlığına ilişkin önyargılarla, Galland’ın çevirdiği Binbirgece Masalları’nın acayip bir karmaşasıyla. Sonuçta, örneğin
1800’lerdeki gezginlerin anlattıkları, daha önce Tavernier, Chardin, Lucas,
Tournefort ya da Niebuhr gibi yazarların anlattıklarına pek bir şey
eklemeyecekti: çünkü despotun hayaleti, çevresindeki sessizlik, Harem
entrikaları ve yeniçeri zulümleri öyle vazgeçilmez klişeler olmuşlar ki,
olaylar ne denli yalanlarsa yalanlasın, hep öylece geçerli sayılmışlar. (…)
Böylelikle, İstanbul salt basmakalıp görüntülerden oluşan bir koleksiyona, Türk
insanı da yöresel renkleri yansıtan baskı resimlere indirgeniyor.”
Yazar tarafından açıkça belirtildiği
gibi bütün bir oryantalist literatür gerçekte olan tablo onları ne kadar
yalanlarsa yalanlasın, önyargılı yazarların birbirlerini pekiştiren
klişeleriyle inşa edilmiştir. Bu öyle bir hal almıştır ki –onun cümleleriyle
söyleyecek olursak; “yazılı kanıtın zorba gücü karşısında kişisel görüş ya da
doğrudan deneyim pek cılız kalmıştır.” Gerçekte olan Osmanlı-İstanbul imgesi
kitaplarda yer alan imgeye yenik düşmüştür. Bu tespitleri tüm sarahatiyle
ortaya koyduktan sonra Goytisolo olabildiğince hakikat temelli bir bakış
açısıyla konusunu irdelemeye başlamaktadır.
Harem
Bugüne dek oryantalistler tarafından
Osmanlı’ya dair en çok rağbet gösterilen konu olan Harem, kitaptaki önemli
başlıklardan biridir. Burada Goytisolo’nun yukarıda betimlediğimiz nesnel tavrı
kendisini oldukça açık biçimde göstermektedir. Oryantalist anlayışın tasvir
ettiği Harem’le herhangi bir alakası yoktur Goytisolo’nun anlattığının. Aksine
Lady Montagu’den hareketle Batılı araştırmacılar ve seyyahların çarpıtmalarını
yalanlar. Şöyle der sözgelimi: “Lady Montagu’nün yinelemekten bıkmadığı bir
konu var: Harem öyle gezginlerin anlattığı gibi, efendilerinin kaprisine ve zevkine
boyun eğen kadınların kapatıldığı bir hapishane değildir; tersine, kadınların
mahremiyetini koruyan, erkeklere yasak bir bölgedir.”
Eşcinseller
ve Köçekler
Yine Harem gibi Batılı seyyahlar ve
Oryantalistler tarafından hep istismar edile gelen konulardan biri olarak
eşcinsellik ve köçeklik olguları da Goytisolo’nun üzerinde durduğu
meselelerdendir. Buradaki duruşu da yine aynıdır. Şimdiye dek yapılan
çarpıtmaların mesnetsizliği alttan alta vurgulaması bir yana, bunun zihinsel
arka planına dair de önemli bir tespitte bulunur şu satırlarda:
“Avrupalı’nın Türklerdeki eşcinsellik ve oğlancılık
olgusuna bakışı artık genelden özele, padişahın sarayından en iğrenç
sefahathanelere aktarılmıştır. Hem Avrupa’daki edebiyat modalarının
gelişiminden, hem gezgin yazarların değişik yapılarından kaynaklanan bu
değişim, aynı zamanda Batı toplumunun dönüşümünü ve Osmanlı’yı değişik biçimde
algılayışlarını yansıtmaktadır: Osmanlı artık askeri gücünün zayıflamasıyla
ürkütücü bir düşman olmaktan çıkmış, salt merak nesnesine dönüşmüştür.”
Dinî Azınlıklar
Osmanlı İmparatorluğu’nun dünya tarihi içerisindeki konumunu ayrıcalıklı
kılan yönlerinden biri de bünyesinde bulundurduğu diğer azınlıklara karşı
tutumudur. İmparatorluk kelimesi sömürge manasına gelen “imperial” kelimesinden
türemiştir. Tarih sahnesinde yer alan imparatorlukların da genellikle
bünyelerine kattıkları milletler üzerinde dönüştürücü/asimile edici, kısacası
sömürgeci tavırları hep görüle gelmiştir. Ancak Osmanlı’nın farklılığı burada
ortaya çıkmaktadır. Goytisolo da bu konudaki yorumlarıyla yine Batılı
paradigmadan ayırır kendisini:
“İslamlık aynı zamanda hem ahlaksal hem toplumsal bir
davranış yasasıdır. Dışsal kuralların titizce yerine getirilmesini sağlamak
amacıyla yaptırımlar öngörür. İlkelerinin benimsenmesi ihtiyat ya da
ikiyüzlülük sonucu olabilir, ama sonuçta kişiyi diğer insanların kıskanç
gözetiminden korur. Üç kitap dininin bir arada var oluşu, herkesin
başkasınınkine saygı gösterdiği ortak bir alan yaratır. O kılgısalcı tutum
Türklerde bağnazlık görülmeyişini ve Müslümanların kendi dinselliklerini
yaşamak için izledikleri ruhsal yolların çeşitliliğini açıklamaktadır.”
Yazarın eşcinseller ve harem
konusundaki nesnel tavrı burada da kendisini göstermektedir. Osmanlı idaresi
kendi inanışlarına mensup olmayan dinî azınlıkları da hiçbir zaman dışlamamış,
onların birer asli unsur olarak kendi yaşamsal alanlarını oluşturmalarına imkân
sağlamıştır.
Osmanlı
İstanbul’unda Gündelik Hayat
Yazarın İstanbul üzerine gözlemleri arasında gündelik hayata dair
başlıklar öne çıkmaktadır. “Osmanlı Çevreciliği” başlığı altında Goytisolo uzun
uzadıya İstanbul halkının doğayla ve hayvanlarla kurduğu ahenkli iletişime
dikkat çeker. Sözgelimi şehir sokaklarındaki çocuklar Avrupa’daki gibi
“kuşların birer doğal” düşmanı değildir. Aksine kuşlara “gözleri gibi
bakmaktadırlar.” Yazarın diğer gezginlerden hareketle aktardığı hususlar
arasında evler inşa edilirken sokak hayvanları düşünülerek yapılan su yalakları
ve kuş saraylarıdır. Bir Batılı için çok yabancı ve dikkat çekicidir bu ince
ayrıntılar. Günümüzde Yeni Cami çevresindeki kuş sürülerini örnek göstererek bu
görüntünün o günlerden kalma bir miras olduğuna da dikkat çekiyor.
Goytisolo’nun gündelik hayata dair açtığı başlıklardan biri de “Boğaziçi
Kayıkçıları”dır. Kayıkçılar birer güçlü kuvvetli Doğu erkeği kimlikleriyle
burada ön plana çıkarılmaktadırlar.
Özellikle 19. yüzyılda yolu İstanbul’a düşen gezginlerin kayıkçılar
hakkındaki satırlarına bu bölümde uzun uzun değinilir. Öte yandan günümüzde
artık bu kayıkçıların var olmamalarına rağmen onları andıran kimi portrelerin
varlığına da dikkat çekilir.
Yazarın Osmanlı İstanbul’undaki gündelik hayat tablosunda sakalar,
berberler, çalgıcılar ve güreşçiler de yer almaktadır. Bu meslek gruplarına tek
tek değinilmektedir. Bu gruplar yazar tarafından otantik bir çerçevede
betimlenmektedir. İstanbul’un meşhur yangınları ve Tulumbacılar da yazarın
üzerinde durduğu ve teferruatlı bilgi verdiği konular arasında yer almaktadır.
Mezarlıkların toplumsal ve gündelik yaşamadaki özgün yerine de
dikkatlerini yönelten Goytisolo, Batı’yla yaptığı karşılaştırmalar üzerinden
önemli tespitlerde bulunur. Ona göre İslam âleminin Hristiyan âlemine göre
ölümle ilişkisi doğal ve sadedir. Bundan dolayı mezarlıklar da doğal yaşamın
birer parçası haline gelmişlerdir. Çoğu İslam şehrinde olduğu gibi burada da
mezarlıklar gezmeye veya hava almaya gidilen yerlerdir. Ayrıca Cuma ve
bayramlar gibi mübarek günlerde halkın “ölüleriyle buluşmaya” gittiği
belirtilmektedir. Nitekim ölüler burada Avrupa’daki gibi “dondurucu bir
yalnızlığa” terk edilmezler. Diğer yandan mezarlıklar imar ediliş biçimleri
itibariyle de son derece canlı ve estetik mekânlardır. Ölümün soğukluğu buraya
yansımamıştır. İslam inancında ölümden sonra hayatın devam edeceğine dair
inanış itibariyle buralar asla yaşanan hayattan kopmamışlardır Batı’da olduğu
gibi.
İktisadi Hayat
“Esnaflık Düzeni” başlığındaysa özellikle lonca sistemine dikkat
çekilmektedir. Loncaların işleyişleri ve kuruluş amaçları hakkında bilgiler
veren yazar, kimi loncalarda gayrimüslimlerin de yer alıyor olmasını
vurgulamaktadır. Bunun yanında kimi
önemli tespitleri de vardır: 17. yüzyılda ekonomik bunalıma ve siyasal
iktidarın zayıflamaya başlamasına karşın esnaflık düzenli lonca sistemi
sayesinde herhangi bir aksaklığa uğramadan işleyişini sürdürmüştür. Buna karşın
yazara göre lonca sistemi aynı zamanda aşırı gelenekçi bir anlayışı ortaya
çıkarmış, yeni tekniklerin kullanımına engel olmuş ve bu sebeple kimi alanlarda
geri kalınmasına sebep olmuştur. Rekabetin olmaması ve yapılan reformların bu
oturmuş sistem sayesinde dirençle karşılanması daha büyük krizlerin yaşanmasına
sebep olmuştur uzun vadede. Çünkü üretim için gerekli teknik yenilenme
sağlanamamıştır.
Ticaret hayatı konusunda yazarın dikkatlerini yönelttiği bir diğer alan
da Kapalıçardı’dır. Kitapta özel bir başlık açılmıştır buraya. Günümüzde de
hâlâ yabancıların dikkatini en çok cezbeden mekânlardan biri olan çarşı,
sokaklarıyla, dehlizleriyle, tüm renkleriyle şehir içerisinde ayrı bir şehirdir
yazara göre. Ticari konumunun ötesinde aynı zamanda renkli ve büyülü havası
onun dikkatini çekmiştir. Kapalıçarşı’nın işleyişi hakkında da ayrıca
tafsilatlı bilgiler verilmektedir.
Eğlence Hayatı
Goytisolo İstanbul’un eğlence hayatına da epey yer vermektedir eserinde.
“Galata Geceleri”, “Kağıthane Çayırı”, “Kahvehaneler, Lokantalar, Kutsal
Olmayan Eğlenceler” gibi başlıklar altında Osmanlı İstanbul’unun eğlence hayatı
hakkında gözlemler aktarılır. Bu
bölümlerde yazar yine olabildiğince nesnel bir tavır sergiler. Özellikle
Pera/Galata çevresinin birer eğlence mekânı olarak öne çıkması üzerinde
durulur. Buralarda vur patlasın çal oynasın bir hayat sürülmektedir. Kağıthane
çayırı ve kahvehane, lokanta vb. diğer eğlence yerleri ise daha ölçülüdür.
0 yorum:
Yorum Gönder