7 Haziran 2017 Çarşamba

Juan Goytisolo’nun Osmanlı’nın İstanbul’u (1989) Eseri Hakkında

Firdevs Eskin
Yazarın Kimliği ve Çalışmasının Ana Hatları

Juan Goytisolo (1931, -)  son dönem İspanyol edebiyatının önde gelen kalemleri arasındadır. Romancı ve şair kimliğinin yanında çağdaş bir gezgin niteliğine de sahiptir.  Yazarın eserlerine de sirayet eden ve en önemli yönlerinden biri de Doğu ve İslam kültürlerine olan ilgisi ve merakıdır. “Gönüllü sürgün” olarak adlandırılan Goytisolo, bu alakasını o kadar üst seviyeye taşımıştır ki günümüzde Marakeş’te, kendi ülkesinin dışında yaşamaktadır.


Yazarı incelememiz açısından önemli ve ayrıcalıklı kılan yönlerinden biri de alışıldık Batılı önyargılardan tamamıyla uzak, tersine Batı’daki çarpık Müslüman-Doğulu imgesini ortadan kaldırmaya çalışan ve bu gayretini ortaya koyduğu eserlerine yansıtan bir kimse olmasıdır.

Türkçe’ye Osmanlı’nın İstanbul’u adıyla kazandırılan eseri bu bağlamda Goytisolo’nun hakikat temelli yaklaşımını en usta şekilde metne dönüştürdüğü çalışmalarından biridir diyebiliriz. 1989 yılında İspanya’nın önde gelen yayınevlerinden Planeta’nın isteği üzerine “kültürlü gezginler/turistler” için hazırlanan bu eser, ilk bakışta sıradan bir gezi kitabı gibi gözükse de yazarın derinlikli bakışı ve alışıldık oryantalist klişelerle hesaplaşma gayretleri sebebiyle oldukça önemli bir çehre kazanmaktadır.

Kitap müstakil denemelerden oluşmakla birlikte, tüm denemeleri bir arada tutan genel bir İmparatorluk ve İstanbul imgesi inşa etme fikri kendisini sürekli hissettirir. Konular parça parça işlenmiş olsalar da hepsini bir arada değerlendirdiğimizde bütüncül bir yaklaşım ve İmparatorluk başkenti tablosu ortaya çıkmaktadır.

Eserdeki denemelerin geneline baktığımızda göze çarpan hususlardan biri hem makro hem de mikro olguların mercek altına alınmasıdır. Bir taraftan saray hayatı, devlet yönetimi, Osmanlı’nın kurumları, İmparatorluğun çöküş sebepleri vb. konular işlenirken diğer yandan yazarın projeksiyonu İstanbul sokaklarına inmektedir. Sokak satıcılarından kahvehanelere, dinî azınlıklardan şehrin eğlence hayatına dek farklı konular bütünsel bir perspektifle keşfe çıkılmaktadır.

Yazarın Bakış Açısı ve Oryantalizmle Hesaplaşması

Eserin “İstanbul: Kentsel Metin” başlıklı ilk denemesi yazarın manifestosu niteliğindedir. Aynı zamanda bir “Giriş” niteliğinde olan bu denemede Goytisolo, yazının sınırlarını aşan bir perspektifle hareket ederek oryantalist literatürün kapsamlı bir eleştirisi yapılır. Edward Said’in Oryantalizm adlı eserinde vurguladığı görüşlerin de sağlaması niteliğindedir bu bölüm. Yazara göre XVI. yüzyıldan İmparatorluğun son yıllarına dek İstanbul ve halkı üzerine kaleme alınan metinler Batılı zihin tarafından Doğu dünyasına yakıştırılmış söylencelerin etkisi altındadır ve hakikat düzleminden oldukça uzakta kalmaktadır. Bu bakımdan şu satırlar oldukça dikkat çekicidir:

“Dört yüzyıl süreyle Avrupalılar Konstantinople’a Doğu dünyasına yakıştırılmış klişelerle ve basmakalıp imgelerle donanmış olarak ayak bastılar: kafalarında Osmanlı despotluğuna ve İslam bağnazlığına ilişkin önyargılarla, Galland’ın çevirdiği Binbirgece Masalları’nın acayip bir karmaşasıyla. Sonuçta, örneğin 1800’lerdeki gezginlerin anlattıkları, daha önce Tavernier, Chardin, Lucas, Tournefort ya da Niebuhr gibi yazarların anlattıklarına pek bir şey eklemeyecekti: çünkü despotun hayaleti, çevresindeki sessizlik, Harem entrikaları ve yeniçeri zulümleri öyle vazgeçilmez klişeler olmuşlar ki, olaylar ne denli yalanlarsa yalanlasın, hep öylece geçerli sayılmışlar. (…) Böylelikle, İstanbul salt basmakalıp görüntülerden oluşan bir koleksiyona, Türk insanı da yöresel renkleri yansıtan baskı resimlere indirgeniyor.”

            Yazar tarafından açıkça belirtildiği gibi bütün bir oryantalist literatür gerçekte olan tablo onları ne kadar yalanlarsa yalanlasın, önyargılı yazarların birbirlerini pekiştiren klişeleriyle inşa edilmiştir. Bu öyle bir hal almıştır ki –onun cümleleriyle söyleyecek olursak; “yazılı kanıtın zorba gücü karşısında kişisel görüş ya da doğrudan deneyim pek cılız kalmıştır.” Gerçekte olan Osmanlı-İstanbul imgesi kitaplarda yer alan imgeye yenik düşmüştür. Bu tespitleri tüm sarahatiyle ortaya koyduktan sonra Goytisolo olabildiğince hakikat temelli bir bakış açısıyla konusunu irdelemeye başlamaktadır.

            Harem

            Bugüne dek oryantalistler tarafından Osmanlı’ya dair en çok rağbet gösterilen konu olan Harem, kitaptaki önemli başlıklardan biridir. Burada Goytisolo’nun yukarıda betimlediğimiz nesnel tavrı kendisini oldukça açık biçimde göstermektedir. Oryantalist anlayışın tasvir ettiği Harem’le herhangi bir alakası yoktur Goytisolo’nun anlattığının. Aksine Lady Montagu’den hareketle Batılı araştırmacılar ve seyyahların çarpıtmalarını yalanlar. Şöyle der sözgelimi: “Lady Montagu’nün yinelemekten bıkmadığı bir konu var: Harem öyle gezginlerin anlattığı gibi, efendilerinin kaprisine ve zevkine boyun eğen kadınların kapatıldığı bir hapishane değildir; tersine, kadınların mahremiyetini koruyan, erkeklere yasak bir bölgedir.”

            Eşcinseller ve Köçekler

            Yine Harem gibi Batılı seyyahlar ve Oryantalistler tarafından hep istismar edile gelen konulardan biri olarak eşcinsellik ve köçeklik olguları da Goytisolo’nun üzerinde durduğu meselelerdendir. Buradaki duruşu da yine aynıdır. Şimdiye dek yapılan çarpıtmaların mesnetsizliği alttan alta vurgulaması bir yana, bunun zihinsel arka planına dair de önemli bir tespitte bulunur şu satırlarda:  
“Avrupalı’nın Türklerdeki eşcinsellik ve oğlancılık olgusuna bakışı artık genelden özele, padişahın sarayından en iğrenç sefahathanelere aktarılmıştır. Hem Avrupa’daki edebiyat modalarının gelişiminden, hem gezgin yazarların değişik yapılarından kaynaklanan bu değişim, aynı zamanda Batı toplumunun dönüşümünü ve Osmanlı’yı değişik biçimde algılayışlarını yansıtmaktadır: Osmanlı artık askeri gücünün zayıflamasıyla ürkütücü bir düşman olmaktan çıkmış, salt merak nesnesine dönüşmüştür.”

Dinî Azınlıklar

Osmanlı İmparatorluğu’nun dünya tarihi içerisindeki konumunu ayrıcalıklı kılan yönlerinden biri de bünyesinde bulundurduğu diğer azınlıklara karşı tutumudur. İmparatorluk kelimesi sömürge manasına gelen “imperial” kelimesinden türemiştir. Tarih sahnesinde yer alan imparatorlukların da genellikle bünyelerine kattıkları milletler üzerinde dönüştürücü/asimile edici, kısacası sömürgeci tavırları hep görüle gelmiştir. Ancak Osmanlı’nın farklılığı burada ortaya çıkmaktadır. Goytisolo da bu konudaki yorumlarıyla yine Batılı paradigmadan ayırır kendisini:

“İslamlık aynı zamanda hem ahlaksal hem toplumsal bir davranış yasasıdır. Dışsal kuralların titizce yerine getirilmesini sağlamak amacıyla yaptırımlar öngörür. İlkelerinin benimsenmesi ihtiyat ya da ikiyüzlülük sonucu olabilir, ama sonuçta kişiyi diğer insanların kıskanç gözetiminden korur. Üç kitap dininin bir arada var oluşu, herkesin başkasınınkine saygı gösterdiği ortak bir alan yaratır. O kılgısalcı tutum Türklerde bağnazlık görülmeyişini ve Müslümanların kendi dinselliklerini yaşamak için izledikleri ruhsal yolların çeşitliliğini açıklamaktadır.”

            Yazarın eşcinseller ve harem konusundaki nesnel tavrı burada da kendisini göstermektedir. Osmanlı idaresi kendi inanışlarına mensup olmayan dinî azınlıkları da hiçbir zaman dışlamamış, onların birer asli unsur olarak kendi yaşamsal alanlarını oluşturmalarına imkân sağlamıştır.


            Osmanlı İstanbul’unda Gündelik Hayat
           
Yazarın İstanbul üzerine gözlemleri arasında gündelik hayata dair başlıklar öne çıkmaktadır. “Osmanlı Çevreciliği” başlığı altında Goytisolo uzun uzadıya İstanbul halkının doğayla ve hayvanlarla kurduğu ahenkli iletişime dikkat çeker. Sözgelimi şehir sokaklarındaki çocuklar Avrupa’daki gibi “kuşların birer doğal” düşmanı değildir. Aksine kuşlara “gözleri gibi bakmaktadırlar.” Yazarın diğer gezginlerden hareketle aktardığı hususlar arasında evler inşa edilirken sokak hayvanları düşünülerek yapılan su yalakları ve kuş saraylarıdır. Bir Batılı için çok yabancı ve dikkat çekicidir bu ince ayrıntılar. Günümüzde Yeni Cami çevresindeki kuş sürülerini örnek göstererek bu görüntünün o günlerden kalma bir miras olduğuna da dikkat çekiyor.

Goytisolo’nun gündelik hayata dair açtığı başlıklardan biri de “Boğaziçi Kayıkçıları”dır. Kayıkçılar birer güçlü kuvvetli Doğu erkeği kimlikleriyle burada ön plana çıkarılmaktadırlar.  Özellikle 19. yüzyılda yolu İstanbul’a düşen gezginlerin kayıkçılar hakkındaki satırlarına bu bölümde uzun uzun değinilir. Öte yandan günümüzde artık bu kayıkçıların var olmamalarına rağmen onları andıran kimi portrelerin varlığına da dikkat çekilir.

Yazarın Osmanlı İstanbul’undaki gündelik hayat tablosunda sakalar, berberler, çalgıcılar ve güreşçiler de yer almaktadır. Bu meslek gruplarına tek tek değinilmektedir. Bu gruplar yazar tarafından otantik bir çerçevede betimlenmektedir. İstanbul’un meşhur yangınları ve Tulumbacılar da yazarın üzerinde durduğu ve teferruatlı bilgi verdiği konular arasında yer almaktadır.

Mezarlıkların toplumsal ve gündelik yaşamadaki özgün yerine de dikkatlerini yönelten Goytisolo, Batı’yla yaptığı karşılaştırmalar üzerinden önemli tespitlerde bulunur. Ona göre İslam âleminin Hristiyan âlemine göre ölümle ilişkisi doğal ve sadedir. Bundan dolayı mezarlıklar da doğal yaşamın birer parçası haline gelmişlerdir. Çoğu İslam şehrinde olduğu gibi burada da mezarlıklar gezmeye veya hava almaya gidilen yerlerdir. Ayrıca Cuma ve bayramlar gibi mübarek günlerde halkın “ölüleriyle buluşmaya” gittiği belirtilmektedir. Nitekim ölüler burada Avrupa’daki gibi “dondurucu bir yalnızlığa” terk edilmezler. Diğer yandan mezarlıklar imar ediliş biçimleri itibariyle de son derece canlı ve estetik mekânlardır. Ölümün soğukluğu buraya yansımamıştır. İslam inancında ölümden sonra hayatın devam edeceğine dair inanış itibariyle buralar asla yaşanan hayattan kopmamışlardır Batı’da olduğu gibi.

İktisadi Hayat

“Esnaflık Düzeni” başlığındaysa özellikle lonca sistemine dikkat çekilmektedir. Loncaların işleyişleri ve kuruluş amaçları hakkında bilgiler veren yazar, kimi loncalarda gayrimüslimlerin de yer alıyor olmasını vurgulamaktadır.  Bunun yanında kimi önemli tespitleri de vardır: 17. yüzyılda ekonomik bunalıma ve siyasal iktidarın zayıflamaya başlamasına karşın esnaflık düzenli lonca sistemi sayesinde herhangi bir aksaklığa uğramadan işleyişini sürdürmüştür. Buna karşın yazara göre lonca sistemi aynı zamanda aşırı gelenekçi bir anlayışı ortaya çıkarmış, yeni tekniklerin kullanımına engel olmuş ve bu sebeple kimi alanlarda geri kalınmasına sebep olmuştur. Rekabetin olmaması ve yapılan reformların bu oturmuş sistem sayesinde dirençle karşılanması daha büyük krizlerin yaşanmasına sebep olmuştur uzun vadede. Çünkü üretim için gerekli teknik yenilenme sağlanamamıştır.

Ticaret hayatı konusunda yazarın dikkatlerini yönelttiği bir diğer alan da Kapalıçardı’dır. Kitapta özel bir başlık açılmıştır buraya. Günümüzde de hâlâ yabancıların dikkatini en çok cezbeden mekânlardan biri olan çarşı, sokaklarıyla, dehlizleriyle, tüm renkleriyle şehir içerisinde ayrı bir şehirdir yazara göre. Ticari konumunun ötesinde aynı zamanda renkli ve büyülü havası onun dikkatini çekmiştir. Kapalıçarşı’nın işleyişi hakkında da ayrıca tafsilatlı bilgiler verilmektedir.

Eğlence Hayatı

Goytisolo İstanbul’un eğlence hayatına da epey yer vermektedir eserinde. “Galata Geceleri”, “Kağıthane Çayırı”, “Kahvehaneler, Lokantalar, Kutsal Olmayan Eğlenceler” gibi başlıklar altında Osmanlı İstanbul’unun eğlence hayatı hakkında gözlemler aktarılır.  Bu bölümlerde yazar yine olabildiğince nesnel bir tavır sergiler. Özellikle Pera/Galata çevresinin birer eğlence mekânı olarak öne çıkması üzerinde durulur. Buralarda vur patlasın çal oynasın bir hayat sürülmektedir. Kağıthane çayırı ve kahvehane, lokanta vb. diğer eğlence yerleri ise daha ölçülüdür.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar