Osmanlı hükümdarı 1. Bayezid 1393’te Memluk elçisi Emir Hüsâmeddîn
Hasan el-Kuckuni’yi kabul etti. Bayezid, Memluk Sultanı Berkuk’un
yolladığı armağanları sunan elçiye kendisinin Berkuk’un “memluk”u, yani
kölesi olduğunu belirtti. Osmanlı tarihinde “Yıldırım” olarak da bilinen
Bayezid, Balkanlar ve Anadolu’daki topraklarını hızla genişletmesine
karşın, 1250’lerden beri kadim İslam topraklarına egemen olmuş ve
“İslamın ve Müslümanların Sultanı” unvanını taşıyan Memluk hükümdarının
dengi değildi ve kendisi de bunu bu ifadeyle kabul ediyordu. Bayezid’den
dört kuşak sonra ise Osmanlı Sultanı 2. Bayezid bir başka Memluk
elçisini kabul etti. 1485’teki bu kabul merasimi, 1393’tekinden çok
farklıydı. Osmanlı divanından biri, Memluk elçisi Emir Canibeg’e “Siz
[Memluklar], Kafir oğulları, kimsiniz ki Haremeyn’e [Mekke ve Medine’ye]
hükmedesiniz? O topraklar, sultanoğlu sultan olduğu [için] bizim
sultanımıza daha uygundur” dedi. Bayezid’in Memluk elçisine tek bir
kelime bile etmemesi bu sözlerden çok daha fazlasını anlatıyordu.
Anlaşıldığı üzere, Memluk sultanının hizmetinde olduğunu belirten 1.
Bayezid’den bu yana Osmanlı ve Memluk hükümdarları arasındaki güç
dengesi neredeyse bütünüyle değişmişti. Osmanlıların güçlerini önceleri
Memlukların yanına, sonra da giderek karşısına yerleştirmeleriyle
meydana gelen bu kayma, kendini en açık şekliyle diplomatik görüşmelerde
belli etmişti. 1360’lardan 1512’ye değin süren dönemde bu iki Sünni
Müslüman devlet arasında neredeyse aralıksız süren görüşmeler hem
rekabete hem de anlaşmaya yönelik bir dizi davranış biçiminin ve dilin
gelişimini sergiler. Bu kitap iki güç merkezi arasındaki diplomasi ağını
inceleyerek, bu gelişimin her devletin imaj yaratma süreçleri ve
tarihyazımı içindeki yerini irdeliyor. Özellikle, Osmanlıların 1517’de
Memluk topraklarını fethetmelerinden önceki son beş yılı kapsam dışı
bırakarak, Memlukların bu ilişkilerin büyük bir bölümünde ideolojik ve
siyasal açıdan Osmanlılardan üstün oldukları fikrini vurguluyor. Cihan
Yüksel Muslu Houston Üniversitesinin tarih bölümünde doçent olarak görev
yapıyor. 2007 ile 2015 yılları arasında Dallas’taki Texas
Üniversitesinde çalıştı. Doktora çalışmasını Harvard Üniversitesinde
Tarih ve Ortadoğu Araştırmaları üzerine yaptı.
Basım Tarihi: 2016
Sayfa
Sayısı: 332
ISBN: 9786051051567
Yazar: Cihan Yüksel Muslu
Çevirmen:
Zeynep Rona
islamtarihi.info
▼
31 Mart 2016 Perşembe
22 Mart 2016 Salı
İslam Klasikleri Serisi (İlk Üç Buçuk Asır)
Ankara Okulu Yayınları
Türkiye’de
İslamcılığın serencamı ilginç aşamalar geçiriyor. Cumhuriyetin ilanıyla
başlayan bir kısım yasaklar ve dil devrimiyle gerçekleşen geçmişle
irtibatın kesilmesi, toplumda bir anlamda kıyıda-köşede bulunan hurafeci
İslam algısına ilgiyi artırmış, dolayısıyla yaygınlaşmasını da
sağlamıştı.
1950’lerle birlikte baskıların bir anlamda sona ermesinin ardından toplum savunmacı
bir refleks ile İslam adına doğru olduğunu düşündüğü herşeyi korumaya,
yanlış olduğunu farzettiği her şeyi ise düşman bellemeye hazırdı.
1970’lerin sonuna kadarki süreçte akademik olarak İslam’ın bazı farklı
yorumlarını söylemek “mezhepsizlik, inkarcılık” gibi yaftalarla
İslamcılar tarafından sıkboğaz edilerek bastırılıyordu.
1970’lerde
başlayıp 1990’ların sonuna kadar ki süreç ise Mısır ve Pakistan
menşeli, radikal ve selefi söylemler barındıran eserlerin Türkiye’yi
kasıp kavurduğu yıllardı. İran devrimi ile İranlı bazı müellifler de bu
furyaya eklendi.
1990’ların
sonunda başlayıp etkisi 2010’lara kadar süren “28 Şubat” süreci ise
yeni yeni filizlenen kaynak yönelimini ortaya çıkardı. İslamcılar artık
ikinci el eserler yerine, bizzat kaynağın kendisini görmek ve okumak
noktasına geldiler. Türkiye’de kendini Müslüman addeden ve addetmeyen
her kesimin gerçek İslam’ı öğrenme arzusu ve sonuçta ilk kaynakları
okuma isteği yüksek seviyeye ulaştı.
İkinci
olarak; on yıl öncesine kadar sayısı yaklaşık yirmi(20) olan
ilahiyatlar (yüz)100 rakamını yakaladı, öğrenci adedi ise on yıl
öncesine göre yaklaşık yirmi katına ulaştı. Bu oran lisans üstü öğrenci
sayısını da artırdı. Ancak ne yazıkki öğrenci profilinin ilk kaynakları
okuyabilecek seviyede olmadığı da açıktır. Sayının yükselmesi kaliteyi
getirmedi, kemmiyet keyfiyeti sağlamadı. Bu öğrenci kitlesinin ilk
kaynaklara ulaşabilmesi de kalitenin yükselmesini sağlayacaktır. Yani;
İslamî ilimler alanındaki yükselen ilim talebinin karşılanması ve lisans
üstü çalışmalarda kalitenin yükselebilmesi için ilk kaynakların tercümesi gerekmiştir.
Ankara
Okulu Yayınları bu iki kesimden gelen talebe binaen “İslam Klasikleri”
üst başlığı altında bir projeyi hayata sokuyor. Bu proje ile
“İslami-Kitabiyat” alanındaki kalitenin yükselmesine ve her kesimin ilk
kaynaklara ulaşabilmesine katkı sağlamak istiyoruz.
Bu
projede çerçevemiz öncelikle ilk üç buçuk asırda (bu takvimi ileriki
tarihlerde uzatabiliriz) yazılmış olan eserlerin Türkçe’ye
aktarılmasıdır. Bunu yaparken çok ebadlı(Taberi gibi) eserlerin
yayınından çok, daha az hacimli olup ilk üç buçuk asırda yazılmış olması
ilkesini kendimize esas aldık. Bu amaçla ilk planda 1970’ler ve
sonrasında tercüme edilip yayınlandığı halde, Mısır ve Pakistan’dan
tercüme edilen kitap furyasının gölgesinde kalıp toplumda karşılık
bulmamış bazı eserleri tekrar gözden geçirerek yayınlamayı planlıyoruz.
(bunlar şimdilik 10 kadar eser planlanıyor) Aynı zamanda 30’dan fazla
eseri daha tercüme ettirip yayınlatmak istiyoruz. Bunların tercümeleri
de mütercimlerine ısmarlanmış durumdadır. Şunu da biliyoruz ki; İslam
medeniyeti bilgi patlamasını, Beytu’l-Hikme ile yapılan çeviriler
sonrası yapmıştır.
Eser
listesi her an güncellenebilmekte, yeni eserler katılabilmekle beraber
şimdilik aşağıdaki gibidir…….Hayırlara vesile olması dileğiyle….
Editör: Prof. Dr. Mehmet Azimli
Yayınlananlar
Salim b. Zekvan, (70/689), es-Sire, Çev; Harun Yıldız.
İbnü’l-Kelbi, (204/820), Kitabu’l-Esnam, Çev; Beyza Bilgin.
Çevirisi Bitenler
Cabir b. Zeyd, (93/710), Resail, Çev; Orhan Ateş.
Zühri, (124/741) el-Meğazi, Çev; Muhammet Nur Akdoğan.
İbn İshak, (151/768), Siretü İbn İshak, Çev; Mehmet Şafi Bilik.
Kasım b. Sellam, (224/838), Kitabu’l-Emval, Çev; Cemalettin Saylık.
Ezraki, (250/864), Ahbaru Mekke, Çev; Yunus Vehbi Yavuz.
İbn Kuteybe Dineveri, (276/889), el-Mearif, Çev; Hasan Ege, (Remziye Ege).
Ebu Hanife Dineveri, (282/895), el-Ahbaru’t-Tıval,Çev;Nusr. Bolelli-İbr. Tüfekçi(Zekeriyya Akman)
Yakubi, (294/905), Tarih, Çev; Sedat Seçkin Bozkurt.
İbn Rüsteh, (300/912), Kitabu Alaki’n-Nefise, Çev; Ali Fuat Eker.
İbn Hibban, (354/965), es-Siretu’n-Nebeviyye, Çev; Harun Bekiroğlu.
Çevirisi Yapılmakta Olanlar
Süleym b. Kays el-Hilali, (76/695), es-Sakife, Çev; Muhammed Nur Akdoğan
Seyf b. Ömer, (180/796), Kitabu’l-Cemel, Çev; Sıddık Korkmaz.
Muhammet el-Şeybani,(189/803), Kitabü’l-Hiyel, Çev; Saffet Köse.
İbn Zebale, (199/814), Ahbaru'l-Medine, Çev; Fatih Mehmet Yılmaz.
İbn Zebale, (199/814), Ezvacu’n-Nebi, Çev; Abdurrahman Çırak.
Yahya b. Adem (203/818), Kitabu’l-Haraç, Çev; Muhammet Nur Akdoğan.
İbn Ebi Şeybe, (230/845), Kitabu’l-Meğazi, Çev; Ramazan Önel.
Ezdi, (231/846), Futuhu’ş-Şam, Çev; Ali Dadan.
İbn Habib, (245/859), el-Muhabber, Çev; Adem Apak-İsmail Güler.
İbn Habib, (245/859), el-Munemmak, Çev; Erhan Kayhan.
İbn Abdülhakem, (257/892) Futuhu Mısr ve’l-Mağrib, Çev; Eyyup Tanrıverdi.
İbn Şebbe, (262/876), Tarihu’l-Medineti’l-Münevvera, Çev; Şahin Bal, Bilal Abır.
İbn Kuteybe, (276/889), Uyunu’l-Ahbar, Çev; İrfan Yıldırım, İsmail Araz.
İbn Kuteybe, (276/889), el-İmame ve’s-Siyase, Çev; Cemalettin Saylık.
İbn Tayfur, (280/893), Kitabu Bağdat, Çev; Mustafa Hizmetli.
Ebu Zura ed-Dımeşki, (281/894) Tarihu Ebu Zura, Çev; Edip Akyol.
İbnu’l-Fakih, (290/902), Kitabu’l-Buldan, Çev; H. Avni Güllü
El-Hayyat,(300/912), el-İntisar, Çev; Metin Yıldız
Cehşiyari, (331/942), Kitabü’l-Vüzera ve’l-küttab, Çev; Selahattin Polatoğlu, M. Şirin Aladağ.
Mağribi, (333/944), el-Mihen, Çev; Mehmet Kavşut
Mesudi, (345/956), et-Tenbih ve’l-İşraf, Çev; Mikdat Eser.
Mesudi,(345/956), Mürucu’z-Zeheb, Çev; Hüseyin Güneş, Fatih Duman
Makdisi, (355/966) el-Bed ve’t-Tarih, Çev; Zeki Serdaroğlu
Hamza Isfehani,(360/970) Tarihu Sini Müluku'l-Arz ve'l-Enbiya, Çev; Mehmet Evkuran.
(Yazarı Meçhul), Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Çev; Ahmet Nuri Koca.
İbn Hayyat, (248/854), Tarih, Çev; Abdulhalık Bakır.
İbn Hişam, (218/833), es-Siretü’n-Nebeviyye, Çev; Hasan Ege, Zekeriyya Akman.
Siyer Araştırmaları
Müslümanlar
tarafından tarih boyunca Hz. Muhammed’in (sav) insanlığa tanıtılması
gayesiyle pek çok siyer kaleme almışlardır. Bu çalışmalar günümüzde de
artarak devam etmektedir. Zira Rasûlüllah’ın (sav) hayatına anlama ve
onu örnek almaya ihtiyaç hiçbir zaman sona ermeyecektir. Zamanın ve
şartların değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya
görüşlerinin de farklılık arz ettiği için, asrımız insanına Allah
Rasûlü’nü (sav) örnek sunulabilen bir anlayışla tanıtmak amacıyla yeni
siyer eserleri yazılmalıdır.
Hz.
Peygamber’in (sav) tanıtılmasını hedefleyen siyer kitapları genelde Hz.
Peygamber’in (sav) bütün hayatını ele almakta, sırasıyla onun doğumu,
çocukluğu, gençlik hayatı, risâleti, tebliğ mücadelesi, hicreti, hicret
sonraki Medine’deki faaliyetleri, müşrikler, Yahudiler, münafıklarla
ilişkileri, savaşları, fetihleri, anlaşmalarını nihayet vefatını ele
almaktadır. Bir kısım siyer çalışmaları ise Hz. Peygamber’in (sav)
hayatının herhangi bir kesitini yahut faaliyetlerinin herhangi birini
konu edinerek derinlemesine incelemektedir. Hz. Peygamber’in Yahudilerle
İlişkileri, Huneyn Savaşı, Hudeybiye Barışı, Mekke’nin Fethi, Hz.
Peygamber’in Davet Mektupları, Medine’ye Gelen Elçiler, Veda Haccı ve
Hutbesi gibi başlıklar dar çerçeveli konulu siyer çalışmalarına örnek
olarak verilebilir.
Zaman
zaman ülkemizde Hz. Peygamber’i (sav) ve onun siretini konu alan
sempozyumlar düzenlenmiş, bu toplantılarda sunulan siyer muhtevalı
tebliğler yayınlanmak suretiyle siyer literatürüne kıymetli katkılar
sağlanmıştır. Bazen de gerek akademik, gerekse popüler dergiler müstakil
Hz. Peygamber (sav) sayıları hazırlamak suretiyle siyerle doğrudan veya
dolaylı makaleleri yayınlamışlardır.
Siyer
Araştırmaları başlığıyla hazırladığımız bu çalışma yaklaşık 20 yıla
ulaşan akademik hayatımızda siyer ile ilgili kaleme aldığımız akademik
makalelerin, sunulan tebliğlerin ve siyer muhtevalı yayınlanan
dergilerdeki bir kısım yazıların bir seçkisi şeklindedir. Birbiriyle
konu alakaları dikkate alınarak belli başlıklar altında toplanan
yazıların daha önce yayınlanmış olanları gerek dil ve üslup, gerekse
kaynak bilgisi yönünden tekrar gözden geçirilip bir kısım ilavelerle
yeniden düzenlenmiş, muhtefil zamanlarda yayınlanmış dergi veya
sempozyum kitaplarında dağınık haldeki metinler konu uyumu da gözetilmek
suretiyle belirli bir sunum çerçevesinde bir kitap haline getirilerek
okuyucunun bilgi ve hizmetine sunulmuştur. Gerçekleştirdiğimiz bu
çalışma ilim dünyasına, özellikle de siyer müktesebatına mütevazı bir
katkı sunmayı hedeflemektedir.
21 Mart 2016 Pazartesi
İskenderiye Kütüphanesi'nin Akibeti Üzerine Değerlendirmeler
Mısır’ın
fethinden yaklaşık altı yüzyıl sonra bazı tarihçiler İskenderiye’de
bulunan kütüphanenin halife Hz. Ömer’in emriyle Müslümanlar tarafından
yakıldığını iddia etmişlerdir. İddiaya göre Müslümanlar, asırlardan
beri büyük gayretler neticesinde oluşturulan ve Eski Mısır, Yunan ve
Roma medeniyetlerini içinde barındıran İskenderiye ilim merkezini imha
etmişler ve çok kıymetli kültür hazinelerinin yok olmasına sebep
olmuşlardır. Bu bilginin kaynaklarda yer almasından itibaren ilim
adamları konuyla ilgili bir çok araştırma yapmışlar, meseleyi tartışan
eserler kaleme almışlardır. Konuyla ilgili tartışmalar günümüzde de
devam etmekte, mesele hakkında muhtelif dergi ve gazetelerde yazılar
yayınlanmaktadır. [1]
İskenderiye
Kütüphanesi, Ptolamaios Soter I ve Ptolamaios Philadelphos tarafından
kuruldu. İskenderiye şehrinin kurucusu olan Büyük İskender’in MÖ. 323
yılında ölümünden sonra yaklaşık yirmi yıl süren iç mücadeleler
neticesinde, ülke komutanlar arasında paylaşıldı. Mısır toprakları
Ptolemaios Soter I’in (MÖ. 304-285) yönetiminde kaldı. Mısır’da
Ptolemaioslar hanedanını başlatan Soter I ve onu izleyen Philadelphos
(MÖ. 285-246) ilme merakları sebebiyle İskenderiye’yi dünyanın en ileri
ilim ve kültür merkezi haline getirdiler.[2]
Soter
I, bir taraftan kütüphanenin oluşumunu tamamlamaya çalışırken, diğer
taraftan da Yunanistan etrafında dağılmış vaziyette himayesiz kalan ilim
adamı ve felsefecileri kendilerine büyük imkânlar vadederek Mısır’a
davet etti.[3]
İskenderiye’deki ilim merkezi büyük âlimlerin yetişmesine ve eşsiz
eserlerin yazılmasına zemin hazırladı. Ayrıca bu mekân, Yunan ilminin
İslâm medeniyetine girmesine vesile oldu. Müslümanlar Aristoteles,
Öklides, Hippokrates, Calinos, Ptolemaios gibi filozof, tabip[4]
ve matematikçileri hep İskenderiye kütüphanesi ve bu kütüphane
çevresinde oluşan bilimsel faaliyetler neticesinde tanıma imkânı
buldular.[5]Bir
üniversite kampüsü şeklinde dizayn edilen müze ve kütüphane hocalarıyla
birlikte Helenistik dünyanın en büyük üniversitesi olarak kabul
edilmektedir.[6]
Kütüphanenin
kuruluşu hakkında özet bilgi aktarıldıktan sonra bu tarihî mirasın
Müslümanlar tarafından yakıldığı iddialarının ilk kaynakları,
rivayetlerin tarihi değeri, iddiayı kabul eden veya reddeden ilim
adamlarının görüşleri ve delillerinin değerlendirilmesine geçebiliriz:
Asırlar
boyunca ilim merkezi olma özelliğini devam ettiren İskenderiye
Kütüphanesi’nin, tahribatıyla ilgili kaynaklar pek çok bilgi
vermektedir. Kütüphaneyi M. 642’de (H.21) Mısır’ın fethi sonrasında
yakıldığı haberi ise ilk defa Abdüllatif b. Yusuf b. Ali el-Bağdâdî
(H.629/M.1231)[7], İbnü’l-Kıftî (H.646/M.1248)[8] ve Ebu’l-Ferec Maltî (H.685/M.1286)[9] tarafından rivayet edilmiştir. Bağdâdî’nin bu husutaki rivayeti şöyledir:
“Ana
sütunun etrafında bu direklerden işe yarar bir takım kalıntı dahi
gördüm ki, bunların bazıları sağlam, bazıları kırık idi. Bu direkler
tavanı taşırdı. Ana sütun üzerinde bir kubbe vardı ve bu sütuna istinad
ederdi. Bu mahallin Aristoteles’in ve kendisinden sonra fırkasının ilim
ve fen heyeti tarafından İskenderiye tesis olunduğu zaman inşa edilen
Dâru’l-Ulum olduğunu zannediyorum. Hz. Ömer’in izni ile Amr b. el-Âs’ın
yaktığı kütüphane bunun içinde idi”.[10]
İbnü’l-Kıftî’nin bu konudaki rivayeti daha tafsilatlıdır:
“Nahivci
Yahya (Johannes Philoponos), İskenderiye Amr tarafından fethedildiği
zamana kadar yaşamış idi. Amr, Yayha’nın ilim ve irfandaki mertebesini
bildiği için kendisine mümtaz bir mevki tahsis etti. Yahya’nın, teslisin
hükümsüz kılınması ve alemin sona ermesi hakkındaki mütaalasını
dinleyerek beğendiği gibi, Araplar tarafından o ana kadar bilinmeyen
mantıkî kıyaslar ile hikmetli sözlerine da meftun oldu. Amr b. el-Âs
akıllı, söz anlar, fikir sahibi bir zat idi. Yahya’yı yanına aldı, onu
kendisinden hiç ayırmadı. Bir gün Yahya, Amr’a dedi ki, ‘İskenderiye’yi
bütün gelirleriyle ele geçirdiniz. Bulduğunuz her şeye el koydunuz.
Bunlardan size faydası olanlara karışmak istemem, fakat bir şey var ki,
bunlar Kraliyet Kütüphanesi’ndeki kitaplardır. Bunlar size lazım
değildir, halbuki biz onlara muhtacız.....’ Amr, Yahya’yı dinledikten
sonra Emîrü’l-Müminin Ömer’den izin almadan bu hususta birşey
yapamayacağını söyleyerek meseleyi haliyefe intikal ettirdi. Hz. Ömer,
Amr’a cevaben şöyle bir mektup gönderdi. ‘Beyan ettiğin kitaplar,
Allah’ın kitabına uygun şeyleri havi ise Kitabullah bizi onlardan
müstağni kılmıştır. Allah’ın kitabına aykırı şeyler varsa onlara ihtiyaç
yoktur, bu kitapları yak’. Amr, emir üzerine tüm kitapları İskenderiye
hamamlarına dağıtmaya ve yaktırmaya başladı. O sırada İskenderiye’deki
hamamların miktarını bilirken hatırımdan çıktı. Rivayete göre kitaplar, o
surette ocaklarda altı ay zarfından tüketilmiştir. Bunu işitip hayrete
düşmemek kabil değildir”.[11]
Süryaniler’in
Bar İbrâyâ, batılıların Bar Hebreaus olarak bildikleri aslen Yahûdî
olan ve Hristiyanlığa geçtikten sonra araplar tarafından Ebu’l-Ferec
olarak tanınan[12] Suriyeli bilgin de, süryanice yazmış olduğu tarihinde bu hususta herhangi bir bilgi vermediği halde[13], daha sonra yazdığı Muhtasaru’d-Düvel adını verdiği eserinde muasırı İbnü’l-Kıftî’nin verdiği bilgiyi tekrarlamıştır.[14]
Ebu’l-Ferec’in eseri Latince’ye tercüme edildikten sonra Avrupa’ya
yayılmış, bu vesileyle Müslümanların İskenderiye Kütüphanesi’ni
yaktıkları şeklindeki haber müsteşrıklara malzeme olmuştur.[15] H. 845 (M.1442) yılında vefat eden Hıtat müellifi Makrizî de Bağdadî, İbnü’l-Kıftî ve Ebu’l-Ferec’in iddiasını eserine almıştır.[16]
Osmanlı müelliflerinden Kâtip Çelebi kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakıldığını şu ifadeleriyle dile getirmektedir:
“Hz.
Ömer, Mısır ve İskenderiye’yi aldığı zaman burada bulunan binlerce
kitabın hepsini yaktırdı. Zira öyle olmasa halk, Allah’ın kitabını ve
elçisinin sünnetini korumaktan aciz kalıp, bu yakılan kitaplarla
uğraşacağından İslâmiyetin temelleri bu derece yerleşip pekişmezdi”.[17]
XIX. Yüzyıl araştırmacılarından Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi isimli eserinde daha önce telif etmiş olduğu Yeni Mısır Tarihi
kitabında kedisinin de kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakılmamış
olduğunu ifade ettiğini fakat daha sonra bu fikrini değiştirerek,
kütüphanenin Amr b. el-Âs tarafından yakılmış olduğu kanaatinin
kendisinde daha ağır bastığını söylemektedir. Müellif bu kanaatini
“Mezkur kütüphanenin İslâmiyet’ten önce kısmen yakılmış olduğunu inkâr
etmiyoruz. Lakin bunun bir kısmının İslâmiyet’ten evvel yanması, kalanın
İslâmiyet’ten sonra yanmasına engel teşkil etmez”, şeklinde
delillendirmeye çalışır.[18]
Batılı araştırmacı Parsons, The Alexandrian Library
ismini verdiği eserinde ısrarla İskenderiye Kütüphanesi’nin Müslümanlar
tarafından yakıldığını ifade etmekte, görüşünü, Hz. Ömer’in fanatik bir
dindar olduğu ve Kur’an’dan başka bir kitap tanımadığı fikriyle
kuvvetlendirmeye çalışmaktadır.[19]
Yukarıda
bahsi geçen müelliflerin rivayet ve kanaatlerinden başka, kütüphanenin
Müslümanlar tarafından tahrip edildiğine dair görüşleri ve görüş
sahiplerinin delillerini özet olarak aktarmak istiyoruz:
Kâtip
Çelebi, Müslümanlar’ın İslâm’ı teyid maksadıyla Kur’ân-ı Kerim ve
Hadîs-i Şerifler dışındaki bütün kitapları imha etmeye çalıştıklarını
idda etmekte, İran’ın fethi esnasında orada bulunan kitapların
yakıldığını da buna örnek vermektedir.[20]
Mısır’ın
fethedildiği dönemde düşmandan intikam almak için galip olan kavmin,
mağlup olanların kitaplarını yakmaları yaygın bir adetti. Nitekim
Abdullah b. Tâhir Mecûsîlerin kitaplarını yakmış, Tatar Hülâgü de
Bağdat’ı ele geçirdiği zaman burada bulduğu bütün kitapları imha
etmişti.[21]Benzer
şekilde Haçlı Savaşları sırasında Kont Bertram Trablusşam’ı işgal
ettiğinde şehirdeki kitapların tamamını ortadan kaldırmıştı. İspanyollar
da M. XV. Yüzyılda Müslüman eserlerine karşı Endülüs’te aynı davranışı
yapmışlardır. Yine aynı asırlarda, fatihler fethettikleri yerlerin
mabedlerini yıkıp, orada bulunan kitapları yakmakla, getirdikleri dinin
yeni mekânda daha rahat yayılacağını düşünüyorlardı. Mesela, Gazneli
Mahmud H. 420 (M.1029) yılında Rey şehrini fethettiğinde burada bulunan
felsefeye dair kitapları imha etmişti[22].
Corci
Zeydan, Müslamanlar’ın İskenderiye Kütüphanesi’ne zarar verdikleri
iddiasını pekiştirmek için İslâm tarihinde Müslüman âlimlerinden
bazılarının kendi kitaplarını yaktıklarını söylemektedir. Ahmed b.
Ebi’l-Havarî, ilim tahsilini yaptıktan sonra “Allah’ı tanımak için bana
iyi rehberlik yaptınız. Şimdi gösterileni buldum. Artık delil-rehber ile
uğraşmak abestir” diyerek kitaplarını yakmış[23], benzer şekilde Süfyanü’s-Sevrî de öldükten sona kitaplarının gömülmesini vasiyet etmiştir.[24]
İskenderiye
Kütüphanesi’nin Hz. Ömer’in talimatıyla yakıldığını iddia eden
tarihçilerin, iddiaların dayanak kabul ettikleri hususlardan birisi de,
bu haberi ilk kez iki müslüman tarihçi Abdüllatif Bağdâdî ve
İbnü’l-Kıftî’nin rivayet etmiş olmasıdır.[25]
Yukarıda
zikredilen tüm iddilarla birlikte gerek Müslüman gerekse müsteşrık
olsun, araştırmacıların büyük çoğunluğu İskenderiye Kütüphanesi’nin Amr
b. el-Âs tarafından yakılmadığı kanaatini seslendirmektedir. Özellikle
XIX. yüzyılın ikinci yarısında itibaren İskenderiye Kütüphanesi’ni
Müslümanların tahrip etmediği çeşitli kitap ve makalelerde dile
getirilmiştir.[26] Burada araştırmacıların bu konudaki görüşleri ve delilleri zikredilecektir:
Aslında
İskenderiye Kütüphanesi, Müslümanlar şehri fethetmeden çok önce
defalarca tahrip edilmiştir. Kütüphane ilk büyük tahribatı, Caesar’ın
M.Ö. 47’de İskenderiye’yi ele geçirmesi sırasında görmüştü.[27] Yapılan savaşlar esnasında, sayıları farklı ifade edilmekle beraber, pek çok kitabın yandığı bilgisi kaynaklarda yer alır.[28]
Aulus Gellius, Cassiro Dio, Ammianus Marcellinus ve Orosios gibi eski
tarihçiler ve Gibbon, Samuel Sharpe, George Long gibi modern
araştırmacılar, kütüphanenin büyük bir kısmının Caesar’ın İskenderiye’yi
ele geçirmesi esnasında meydana gelen karışıklıklar sırasında yandığı
hususta hemfikirdirler.[29]
M.S. 217 yılında İmparator Caracalla zamanındaki şiddet hareketleri,
Aemillianus’un isyanı (M.S. 269); Palmyra kraliçesi Zenobia’nın
İskenderiye’yi (MS. 272) de ele geçirmesi ve daha sonra İmparator
Domitius Aurelianus tarafından geri alması sırasındaki karışıklıklarda
da İskenderiye Kütüphanesi önemli derecede tahrip olmuştur. Benzer
şekilde (M.293-296) yılları arasında Diocletianus zamanında meydana
gelen iç isyanların bastırılmasında İskenderiye şehriyle birlikte
kütüphane de zarar görmüştür.[30]
Sigrid Hunke, İmparator I. Valentianus (M.S. 364-375) zamanında
kütüphanenin yağma edilip yakıldığını, oradaki filozofların ise
sihirbazlık ve büyücülük ile itham edilerek takibe uğratıldıklarını
bildirmektedir.[31]
İskenderiye
Kütüphanesi Caesar’ın şehri ele geçirmesi esnasındaki yıkımdan sonra
ikinci büyük tahribata M.S. 391 yılında İmparator Teodosius zamanında
uğramıştır.[32]
Bu dönemde imparator, putperest tapınaklarının kapatılması hususunda
bir emir yayınlamış, emir doğrultusunda İskenderiye’de putperestlerin
merkezi olan ünlü Serapis tapınağı ve burada bulunan kitaplar tahrip
edilmiştir.[33]
Bu yıkımda başrolü İskenderiye patriği Theophilos (M.385-412)
oynamıştır. Hadiseden yaklaşık kırk yıl sonra Miladi V. asrın
başlarında, Gezgin Orosius İskenderiye ziyareti sırasında Serapeion
kütüphanesi raflarını boş gördüğünü bildirmiştir.[34]Bilhassa
kütüphanecilik konusunda çalışmalarıyla tanınan H. J. Vleeschauwer,
Theophilos zamanında kütüphanenin tahrip edildiğini iddia eder. Müellif o
dönemde İskenderiye’nin, Roma Hristiyanlığın’na karşı putperestlik
kültürünün merkezi olduğunu, bu nedenle şehirde bulunan kitapların
fanatik Hristiyan patrik tarafından yakılmasının yüksek bir ihtimal
olduğunu söyler. Ona göre daha sonra Orosius’un kütüphane raflarını boş
bulması bilgisi, buradaki kitapların ya tahrip edildiği, ya da Bizans’a
götürülmüş olduğunu akla getirmektedir. Vleeschauwer, kütüphanenin
tahribini Hz. Ömer’e fatura eden A. Parsons’u da tenkit ederek, onun
Theophilos’u suçsuz göstermek için çaba harcayan, sorumluluğu Araplara
yüklemek isteyen bir fanatik olduğunu söylemektedir.[35]
- Gibbon, o zamanki Hristiyan düşüncesinin, putperestlik inancı ve bilimini kendisine düşman kabul ettiğini, bu nedenle İskenderiye’de devrin bilim ve kültürünü ihtiva eden kütüphanenin M. 391 yılında Piskopos Theophilos tarafından yaktırıldığını söylemektedir.[36] J. B. Bury, Orosios’un burayı ziyaretinde boş raflar gördüğü bilgisine dayanarak kütüphanenin Müslümanlar’ın fethine kadar varlığını sürdüremediğini ileri sürer.[37]Butler de Serapion kütüphanesinin Hristiyanlar tarafından yok edildiğine inanır.[38]Max Mayerhof, M.S. IV. yüzyılın sonlarında İskenderiye’deki kütüphanenin çok zarar gördüğünü ve ortadan kalktığını kabul ederken, Serapeion kütüphanesinin 391’de de yok edildiğini bildirmektedir. Krehl (1825-1901) de kütüphanenin daha önce ortadan kalktığını ve kitapların Costantinapolis’e taşındığını iddia eder. Krehl ayrıca 1878 yılında Floransa’da yapılan IV. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde, İskenderiye Kütüphanesi’nin Müslümanlarca yakılmadığı konusunda bir bildiri sunmuş, bildiride inandırıcı bilgiler aktarmak suretiyle bu haberin asılsız bir efsane olduğunu kanıtlamıştır.[39] S. Hunke 391 yılında İmparator Theodosis’in izni ile Serapeion kütüphanesinin ateşe verildiği ve bu şekilde Hellenistik kültür merkezinin ortadan kaldırıldığına işaret eder.[40]Gustave le Bon ise Müslümanlar’ın Mısır’ı fethetmelerinden önce İskenderiye kütüphanesinin Hristiyanlar tarafından çoktan imha edilmiş olduğunu belirterek, bu hususta kütüphaneyi Amr’ın yaktığı iddialarını ciddiye alarak bunları tekzibe çalışmaya bile gerek olmadığını söylemektedir.[41]
Yukarıdaki
araştırmacıları tasdik eder şekilde G. Furlani, P. Casanova ve Carl
Vendel de kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakılması haberinin tarihî
gerçeklerden uzak olduğunda hemfikirdirler.[42]
İslâm Ansiklopesi’ne “İskenderiye” maddesini yazan müsteşrık Rruvon
Guest, Müslümanların İskenderiye’yi fethettikten sonra ahalinin, teslim
şartlarından istifade ederek şehri terkettiklerini, Arapların onlara hiç
bir surette kötü muamelede bulunmadıklarını belirttikten sonra, “Halife
Ömer’in emri üzerine bu devirde büyük kütüphanenin yakılmasına dair
mahut rivayet tarihi bir vakıa olarak kabul edilemez”, demektedir.[43].
Asrımızda yaşayan ünlü araştırması Bernard Lewis, kütüphanenin
Müslümanlar tarafından yakılması rivayetinin efsaneden başka bir şey
olmadığını, kütüphanenin Müslümanlardan çok önce tahrip edildiğini ifade
etmektedir.[44]
Türk müelliflerden Tâhir Harimî[45], Mehmed Mansur[46], Ahmed Rıza[47], Adnan Adıvar[48], Arslan Terzioğlu[49], Süheyl Ünver[50] ve Hilmi Ziya Ülken[51] kütüphanenin daha önce tahrip edilmiş olduğu için Müslümanlar tarafından yakılmasının mümkün olamayacağını ifade etmektedirler.[52] Mısırlı tarihçi Hasan İbrahim Hasan da aynı görüşü paylaşır.[53]
İskenderiye
Kütüphanesi’nin Amr b. el-Âs tarafından yakıldığı iddiasını ilk kez
ortaya atan Abdüllatif el-Bağdâdî’nin verdiği bilgide gerçeğe uymayan
bazı ifadeler vardır. Onun rivayetinde geçen Büyük İskender’in hocası
olan filozof Aristoteles, iddia edildiği gibi İskenderiye’de değil, M.Ö.
IV. Yüzyılda Atina ve Makedonya’da yaşamıştır. Ayrıca Mousaion’u
İskender değil, Ptolemaios Soter I ve Ptolemaios Philadelphos
kurmuşlardır.[54]
İkinci kaynak İbnü’l-Kıftî’nin verdiği bilgide de hata vardır. Onun
rivayetinde geçen ve Amr’la konuşup ondan kütüphanede bulunan kitapları
isteyen Johannes Philoponos (John the GrAmmârian), İskenderiye’nin
fethinden yaklaşık yüz yıl önce yaşamıştır.[55]Bu
nedenle aynı zamanda yaşamamış iki insanın görüşmesi mümkün olmadığına
göre İbnü’l-Kıftî’nin iddiasının da muteber kabul edilmemesi gerekir.[56]
Burada
şu hususu ifade etmek gerekir ki, İskenderiye Kütüphanesi’nin
Müslümanlar tarafından yakıldığı haberlerini müslüman tarihçilerin
eserlerine almış olmaları, bu bilginin doğru olduğu anlamına gelmez.
İslâm tarihinde birçok müslüman âlimin rivayeti daha sonra gelen
araştırmacılar tarafından tenkit usülleri çerçevesinde reddedilmiştir.
Bianenaleyh Bağdâdî ve İbnü’l-Kıftî’nin rivayetini tereddütsüz kabul
etmek diye bir şey sözkonusu olamaz. Her iki tarihçi çok güvenilen
kişiler olabilir. Fakat kendilerinden asırlar önce meydana geldiği iddia
edilen bir hadiseyi kendilerini destekleyecek bir rivayet senedi veya
delil göstermeksizin aktarmaları onlar için eksikliktir. Çünkü kendileri
bizzat şahit oldukları bir olayı değil, kaynağı belirsiz, dilden dile
dolaşarak kendilerine ulaşan, başkalarından aldıkları bir haberi
eserleride zikretmişlerdir. Bu nedenle bu bilgiyi kayıtsız şartsız ve
hiç bir tenkide tabi tutmadan kabul etmek ilmî bir tavır değildir.
Diğer
taraftan Abdüllatif, İbnü’l-Kıftî ve Ebu’l-Ferec’in rivayetleri
Mısır’ın fethinden yaklaşık altı asır sonra ortaya çıkmıştır.[57]O zamana kadar müslüman olsun, olmasın hiç bir tarihçi bu olaydan bahsetmemiştir.[58]Üstelik
Abdüllatif’den daha önce yaşamış olan iki eski Hristiyan tarihçi
İskenderiye Patriği Eutychius (H.311/M.929) ve Nakyus şehri piskoposu
Yuhanna İskenderiye fethini anlattıkları halde kütüphane meselesine hiç
temas etmemişlerdir.[59]
Miladi XIII. asırda Abdüllatif, İbnü’l-Kıftî ve Ebu’l-Ferec’in
anlattıkları bilgiler Mısır tarihi ile ilgili baş müracaat kaynakları
olan ve Mısır fethiyle ilgili en ince ayrıntıları aktaran İbn Abdilhakem
(H.257/M.870), Belâzurî (H.279/M.892), Ya‘kûbî (H.294/M.897), Taberî
(H.310/M.922) ve Kindî (H.350/M.961) gibi müelliflerin eserlerinde yer
almamıştır.[60]
Corci Zeydan İslâm fetihlerini konu alan yukarıdaki müelliflerin
İskenderiye kütüphanesinden bahsetmemiş olmalarını şöyle izah
etmektedir: “Fikrimize göre, fütûhat yazarları bu hadiseyi
zikretmemişlerdir. Fakat daha sonra İslâmlarda medeniyet ilerleyerek
ilim ve kültür ile uğraşılıp kitapların kıymeti takdir edilince Raşidîn
devrinde bu hadisenin vukunu uzak addederek kitaplardan çıkarmışlardır”.
Yazar bu ifadeleriyle, herhangi bir kaynağa istinad etmeksizin, sırf
kendi kanaatiyle kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakıldığını iddia
etmektedir. Zeydan, kütüphanenin yakıldığı bilgisinin tarihçiler
tarafından kitaplardan çıkarıldığını ileri sürerek, Bağdâdî’ye kadar
gelen bütün Müslüman tarihçileri gerçekleri saklamakla suçlamaktadır.
Müellif, kütüphane meselesinde Müslüman tarihçileri suçlayarak
haklılığını ispat edemez. Çünkü Euthycisus ve Nakyus Papazı Yuhanna da
eserlerinde bu konudan hiç bahsetmemişlerdir.[61] Acaba onlar da mı, bu bilgiyi eserlerinden çıkarmışlardır?
Ebu’l-Ferec’in
rivayetinde kütüphanedeki kitapların altı ay boyunca hamamlarda
yakıldığını bildirilmektedir ki, bu bilgi gerçekten abartılıdır.[62]
Kütüphanenin Müslümanlar tarafından imha edildiğini ısrarla savunan
Parsons bile bu konuya, kitaplarla altı ay hamam ısıtmak gibi doğuya has
masal unsurlarının katıldığını ifade ettikten sonra, sayının aşırı
derece abartıldığını ileri sürerek indirim yapma ihtiyacı duymuş, altı
aylık süreyi yetmiş gün olarak kabul etmiştir.[63]
Altı ay süreyle yanacak kitapların sayısı da yüz binlerle ifade
edilmelidir ki, Mehmet Mansur’un dediği gibi, kâğıt ve baskı
tekniklerinin bulunmasından çok önceki dönemde bu kadar kitabın bir
araya getirilmiş olması da ayrıca anlaşılabilir bir durum değildir.[64]
Burada anlaşılmaz olan diğer bir husus ise Amr’ın kitapları hamam
sahiplerine vermesi meselesidir. Şayet kitapları yakmak isteseydi, işi
hamam sahiplerine havale etmez bizzat kendisi yerine getirirdi. Çünkü
odun niyetine yakıldığı söylenen[65] bu kitapları, ilgililerin cüzî bir para ile hamamcılardan alma ihtimalleri vardı.[66]
Onun bu işin önüne geçmek için her hamamın başına bir asker dikmesi
gerekmekteydi ki, onun bu amaçla ne istihdam edebileceği yeteri kadar
askeri ne de İskenderiye’de altı ay bekleyecek zamanı vardı. Nitekim
İskenderiye fethi tamamlandıktan sonra Amr b. el-Âs halife tarafından
Trablusgarb fethine memur kılınmış, burası de ele geçirildikten sonra
derhal Mısır’ın merkezine geri dönmüş ve ülkenin yeni başkenti olacak
olan Fustat şehrinin imar faaliyetlerine başlamıştır.[67]
Mısır
fatihi Amr b. el-Âs’ın, İskenderiye’yi hâkimiyeti altına aldıktan sonra
halifeye yazdığı mektup, tarihî kaynaklarda yer almaktadır.[68]Mezkur
mektupta İskenderiye’nin zenginliğinden, şehirde bulunan dört bin saray
ve kırk bin yahûdîden bahsedilmiş, fakat kütüphaneden hiç söz
edilmemiştir. Şayet sanıldığı gibi şehirde büyük bir kütüphane o an için
mevcut olsaydı, Amr’ın birçok teferruattan bahsetiği mektupta bu
bilgiyi de vermesi gerekirdi.[69]
Müslümanlar’ın
İslâm’ı teyid maksadıyla Kur’ân’ı Kerîm ve Hadîs-i şerifler dışındaki
bütün kitapları imha ettileri şeklinde bir düşünce aşırı bir iddiadır.[70]
Bu iddiayı dile getiren Corci Zeydan, Müslümanlar’ın İran’ı
fethettikleri zaman orada bulunan kitapları yaktıklarını söylemekte,
iddiasını da sadece, XVII. Yüzyıl Türk bilginlerinden Kâtip Çelebi’ye
dayandırmaktadır. Hz. Ömer zamanında meydana geldiği rivayet edilen bir
olay, o döneme kadar hiç bir kaynakta zikredilmemiştir. Ayrıca doğru
kabul edilse bile bu haberin bütün İslâm fetihlerine teşmil edilmesi ne
kadar uygun olur? Benzer şekilde, Gazneli Mahmud, Abdullah b. Tâhir,
Tatar Hulâgu ve Kont Bertram’ın tasarruflarından yola çıkarak, onlar
girdikleri şehirlerin kütüphanelerini yakmışlardır, öyleyse Amr da
İskenderiye Kütüphanesi’ndeki kitapları yakmıştır şeklinde yanlış bir
kıyas yapmak, ne kadar gerçekçi olur? Çünkü Müslümanlar, İskenderiye’ye
kadar başta Dımeşk ve Kudüs olmak üzere birçok şehrin fethini
gerçekleştirmişler ve tarihçiler ele geçirilen şehirlerin hiç biri
hakkında mabed yıkılması yahut kitap yakılması gibi bir rivayette
bulunmamışlardır.
Parsons’un,
Hz. Ömer’i fanatik dindar bir Müslüman olarak nitelendirip, onun
Kur’ân’dan başka kitap tanımadığı, dolayısıyla İskenderiye kütüphanesini
yaktırdığı iddiasına gelince bu iddia Parsons’un vehminden ve
hayalinden başka bir şey değildir.[71]
Halbuki Hz. Ömer, Kudüs’ü bizzat gelip teslim almış ve Patrik
Sophronius’a şehirde hiçbir şeye dokunulmayacağı garantisini vermiştir.
Hz. Ömer’in dindar bir şahıs olduğu bilinmektedir. Ancak onun bir
fanatik olmadığı bu alanda az çok araştırma yapmış kişiler tarafından
kabul edilir. Hz. Ömer’i fanatik olarak nitelendiren Parsons,
kütüphanenin Amr tarafından yakılması olayının birçok zıt görüşün
mevcudiyetine rağmen bütün müslüman ve hristiyan araştırmacılar
tarafından kabul edildiğini ve bu hususta hiç şüphe olmadığını
söyleyerek bizzat kendi fanatikliğini sergilemiştir.[72] Hz. Ömer’in Kudüs halkına verdiği dokunulmama garantisi, Amr b. el-Âs tarafından da İskenderiyelilere verilmişti.[73]Mısır
fatihi sulh anlaşmasının yapıldığı sırada onlara, götürebilecekleri
herşeyi taşımalarına izin vermişti. Onların bir değil, birkaç kütüphane
taşımaya imkânları vardı.[74]
Zeydan’ın iddia ettiği gibi şayet o dönemde bir ülkeyi istila edenin,
oradaki mabedleri yıkması veya kitapları yakması yaygın olsaydı, bu
muhakkak İskenderiyeliler tarafından da bilinirdi. Bu durumda
İskenderiyeliler ellerindeki kitapların yakılacağını bildiklerinden,
uzun süren kuşatma sırasında çok kıymet verdikleri kitaplarının en
azından bir kısmını gemilerde Konstantiniyye’ye taşıyabilirlerdi.[75] Fakat şehrin fethini anlatan tarihçiler, İskenderiyeliler’in bu hususta herhangi bir girişimlerinden bahsetmezler.
Zeydan’ın
İslâm tarihinde bazı Müslüman âlimlerin kendi kitaplarını yaktıklarını
söylemek suretiyle bu bilgiyi İskenderiye kütüphanesinin Müslümanlar
tarafından yakılmış olduğuna delil göstermesi anlaşılır bir durum
değildir. Zira âlimlerin bu davranışlarındaki niyetleri çok farklıdır.
Onlar, kitapları Allah’ı bulmak için bir vesile olarak kabul etmişler,
amaçlarına ulaştıklarını düşündükten sonra da vesileleri terk etmek
amacıyla kitaplarını yakmışlardı. Üstelik onlar başkalarının değil,
kendi sahip oldukları kitapları imha etmişlerdir. Halbuki Amr
başkalarının kitaplarını yakmakla itham edilmektedir. Bundan dolayı
Zeydan’ın bu kıyasını kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca, sahip olduğu
kitapları yakma yahut öldükten sonra gömülmesini vasiyet etme hadisesi
bir kaç kişiyle sınırlıdır ve genelde âlimlerce tasvip gören bir
davranış değildir. Kitaplar bir şahsın değil, tüm insanlığın menfaatine
yazılmaktadır. Nitekim bu tarz davranışlar, başta İbnü’l-Cevzî
(H.597/M.1201) olmak üzere birçok Müslüman müellif tarafından tenkit
edilmiştir.[76]
Bu
değerlendirmelerin ardından sonuç olarak diyebiliriz ki; İskenderiye
Kütüphanesi Müslümanlar’ın şehri fethetmelerine kadar varlığını ve
fonksiyonunu yitirmiş, hemen hemen tamamen imha edilmiştir. Bu hususta
gerek Müslüman, gerek müsteşrik olsun araştırmacıların büyük bir
çoğunluğu ittifak halindedirler. Binaenaleyh Müslümanların şehri
fethettikleri zaman bütün kitapları yaktıkları düşüncesini taşıyan
müelliflerin fikirleri, şayet bir art niyetten kaynaklanmıyorsa, o
zaman yanlış bilgilenme neticesinde ortaya çıkmıştır, diyebiliriz.
Rivayetler zorlanarak, Müslümanlar İskenderiye’deki kütüphaneyi yaktılar
denilse bile, o döneme kadar kütüphanede zaten çok az kitap kaldığı
için, Müslümanların, asırların kültür ve geleneğini yansıtan bir
medeniyet merkezini yok ettikleri düşüncesi aşırı bir iddia olacak ve bu
düşünce, gerek Hz. Ömer, gerek şehri fetheden Amr b. el-Âs, gerekse de
tüm Müslümanlara büyük bir haksızlık anlamına gelecektir.
[1]
Burada meselenin güncelliğini ortaya koyan bir kaç örnek sunmak
istiyoruz: Aylık kitap ve eleştiri dergisi Virgül’ün Ekim 1997’de çıkan
ilk sayısında Siben Özbudun, İskenderiye Kütüphanesi başlıklı yazısında
İskenderiye Kütüphanesi’nin çeşitli dönemlerde geçirdiği tahribatı
aktarmakla birlikte bu kıymetli hazineye son darbenin Hz. Ömer’in
emriyle vurulduğunu, bunu Müslümanlar’ın bağnazlığı ile
açıklanabilineceğini ifade ederek bu insanlık birikiminin bağnazlığın
tahripkâr eğilimine kurban edildiğini ileri sürer. (Özbudun, Sibel, İskenderiye Kütüphanesi,
Virgül, sy. 1, Ekim 1997, s. 65-66). Özbudun’un iddiasına ilk cevap
Yeni Şafak gazetesinde yazdığı bir makaleyle (bu makale müellifin Sarp Yokuşu Tırmanmak
adlı kitabında yayınlanmıştır.) İlhan Kutluer’den gelir. Kutluer,
İskenderiye Kütüphanesi’nin akıbetinin Özbudun’un iddia ettiği gibi
olmadığının Doğu ve Batı’da yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya
konulduğunu ifade ettikten sonra, bizim de bu araştırmada kullandığımız
bazı kaynaklardan istifadeyle okuyucuları bilgilendirmekte, yazısını çok
sayıda otoritenin yüzyıllar boyunca oluşturdukları görüş birliğine
rağmen, bazılarının gerçekle ilgisi olmayan hükümleri doğru gibi sunmaya
hala devam etmeleri sebebiyle, bu konuda yeni araştırmalara ihtiyaç
duyulduğu tesbitiyle bitirmektedir. (Bk. Kutluer, İlhan, “İskenderiye Kütüphanesi’nin Kültür Belleğimize Yutturulamayan Külleri”, Sarp Yokuşu Tırmanmak,
İstanbul 1998, s. 119-122. Özbudun’un yazısına ikinci tenkit, aynı
derginin üçüncü sayısında Levent Yılmaz tarafından yapılmıştır. Yılmaz,
Özbudun’un kütüphaneyle ilgili görüşünü The Vanished Library (Kayıp Kütüphane) müellifi
Luciano Canfora’ya dayandırdığını (Los Angeles 1990), halbuki
Canfora’nın konu ile ilgili tek dayanağı olan Aristeas’ın Mektubu’nun
kalp bir metin olduğunun açık olduğunu ifade etmiş, bu konuda Kalpazanlar ve Eleştirmenler
kitabının müellifi Anthony Grafton’un eserinden bazı alıntılar yaparak,
Özbudun’u sahte bir kaynağı temel alarak eser veren müellife
dayandırmak suretiyle görüş serdetmesini eletirmiştir. (Bk. Yılmaz,
Levent, “İskenderiye Kütüphanesi’ni Düşlemek...”, Virgül, sy. 3, Aralık 1997). Levent Yılmaz’ın o dönemde basılacağını duyurduğu ve Özbudun’u tenkitte esas aldığı Kalpazanlar ve Eleştirmenler isimli Kitap, Mart 1998 yılında yayınlanmıştır. (Grafton, Anthony, Forgers
and Critics Creativity and Dublicit in Western Scholarship (Kalpazanlar
ve Eleştirmenler Batı Tarihçiliğinde Yaratıcılık ve Sahtekârlık),
çev. Emre Yalçın, Ankara 1998). Kütüphaneyle ilgili yazılar günlük
gazetelerde de kendisine yer bulmuştur. 12.03.1992 tarihli Zaman
gazetesinin 11. sayfasında Hz. Ömer tarafından yaktırıldığı iddia edilen
İskenderiye Kütüphanesi’nin yeniden yapılmaya başlandığı haberi
verilirken, kütüphanenin tarihi kaynaklara göre kesinlikte Müslümanlar
tarafından tahrip edilmediği görüşüne değinilmiş, aynı gazetenin
03.05.1995 tarihindeki nüshasında da Mehmed Mansur’un “İskenderiye Kütüphanesi’ni Müslümanlar mı Yaktı” isimli eserini sadeleştiren Dr. Fahri Unan’la bir röportaj yapılmış ve bu konuşma “İskenderiye Kütüphanesi’ni kim yaktı” başlığıyla gazetenin 15. sayfasında yayınlanmıştır.
[2] Mehmed Mansur, İskenderiye Kütüphanesini Müslümanlar mı Yaktı, (sad. Fahri Unan), Ankara 1995; Zeydan Corci, İslâm Medeniyeti Tarihi, I-V (çev. Zeki Meğamiz), İstanbul 1970, III, 78, 86; Ülken, H. Ziya, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul 1997, s. 34-35; Yıldız, Nuray, Eski Çağ Kütüphaneleri, İstanbul 1985, s. 71; Fuller, Steve and David Gorman, Burning Libraries: Cultural Creation and the Problem of Historical Consciouness,
Annals of Scholarship Metastudies of The Humanities& Social
Sciences, vol. 4, no: 3, Spring New york 1987, s. 112. Bu kütüphanenin
kurulmasında en büyük katkının eski Atina valisi Phaleronlu Demetrios
tarafından yapıldığı ve Philadelphos’un emriyle onun pek çok kitabı
kütüphaneye kazandırdığı ileri sürülmektedir. (Bk. Yıldız, s. 72).
Anthony Grafton, olayı bu şekilde aktaran ve Kütüphaneyle ilgili en
meşhur kaynaklardan biri olan Aristeas’ın Mektubu’nun klasik bir
kalpazanlık ürünü olduğunu söylemekte, Phaleronlu Demetrios’un hiçbir
zaman kütüphanecilik görevi yapmadığını, üstelik kendisine görev verdiği
iddia edilen Philadelphos’un ondan hiç hoşlanmadığını ifade etmektedir.
(Bk. Grafton, Anthony, Kalpazanlar ve Eleştirmenler, s. 22-23).
[3] Ülken, s. 35; Shaheer, Niazi, “The Destruction of The Alexandrian Library”, Jornual af The Pakistan Historical Society, vol. 16, Karachi, 1968, s. 165-166.
[4] İskenderiye tıp mektebi, faaliyetleri ve hocaları hakkında bk. Ünver, Süheyl, “21 Asır Önce İskenderiye Tıp Mektebi ve Kütüphanesi”, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, c. XXIX, sy. IV, İstanbul 1966, s. 788-790.
[5] Ülken, s. 38-39.
[6] Shaheer, s. 166. Kütüphanenin kuruluşu, fiziki yapısı, yöneticileri ve faaliyetleri için bk. Güçlüay, Sezgin, Hz. Ömer ve İskenderiye Kütüphanesi’nin Yakılması Meselesi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ 1993, s. 17-30.
[7] Houtsma, M. Th., “Abdüllatif el-Bağdâdî”, İA, I, 92; Kaya, Mahmut, “Abdüllatif el-Bağdâdî”, DİA, I, 254-255.
[8] Mittwoch, E., “İbnü’l-Kıftî”, İA, V, I, 864-864; Kaya, Mahmut, “İbnü’l-Kıftî”, DİA, XXI, 112-114.
[9] Brockelmann, C., “İbnü’l-İbrî”, İA, V, I, 861-862; Özaydın, Abdülkerim, “İbnü’l-İbrî”, DİA, XXI, 92-94 .
[10] Bağdâdî, Abdüllatif, el-İfade ve’l-İ‘tibar, Dımeşk 1983, s. 52; Zeydan, III, 83.
[11] İbnü’l-Kıftî, İhbâru’l-Ulemâ ve Ahbâri’l-Hukemâ, Kahire 1908, s. 232-233.
[12] Shaheer, s. 164; Özaydın, XXI, 92.
[13] Ebu’l-Ferec, (Gregor), Ebu’l-Ferec Tarihi, I-II, (Süryanice’den İngilizce’ye çev. Ernest A. Wallis Budge, Türkçe’ye çev. Ömer Rıza Doğrul), Ankara 1945.
[14] Ebu’l-Ferec, Tarihu Muhtasari’d-Düvel, ? 1890, s. 35; Yıldız, s. 89-90; Zeydan, III, 83-84.
[15] Mehmed Mansur, s. 46.
[16] Makrîzî, Hıtat, I-II, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), I, 159.
[17] Katip Çelebi, Mizânu’l-Hakk fi İhtiyâr’il-Ahakk, (sad. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara), İstanbul 1990, s. 41.
[18] Zeydan, III, 78-79.
[19] Parsons, E.A, The Alexandrian Library, New York 1967, s. 166-167.
[20] Hacı Halife, Keşfü’z-Zunun, I-II, İstanbul 1971-72, (Milli Eğitim Basmevi) I, 32-33; Zeydan, III, 89-90; Terzioğlu, Arslan, İskenderiye Kütüphanesi Müslümanlar Tarafından Yakılmamıştır, Vakıflar Dergisi, Ankara 1971, sy. IX, s. 421-422.
[21] Ebû Râbiye, s. 190.
[22] İbn Haldûn, Kitabu’l-İber, I-V, Beyrut 1971, IV, 478; Zeydan, III, 92.
[23] Bilgin, Mustafa, “Ahmed b. Ebü’l-Havârî”, DİA, II, 58.
[24] Bütün bu deliller için bk. Zeydan, III, 78-93; Hasan, Hasan İbrahim, Siyasî- Dinî-Kültürel İslâm Tarihi, I-X, (çev. İsmail Yiğit-Sadreddin Gümüş), İstanbul 1996, I, 311.
[25] Ebû Râbiye, Amr b. el-Âs Beyne Yedeyi’t-Tarih, Kahire ts. (Matâbiu’z-Zehra) , s. 190.
[26] Yıldız, s. 88.
[27] Gibbon, E. The Decline and Fall of The Roman Empire, I-II, New York, ts. (The Modern Library), II, 755.
[28]
Atina Akademisi müdürü Papa Rigiopolo yazmış olduğu umumi tarih
eserinin İskenderiye kısmında kütüphanenin Caesar’ın Mısır’a ulaşması
sırasında yanmış olduğunu nakletmekte, kitapların geriye kalan az bir
kısmının da Müslümanların İskenderiye’yi fethinden çok zaman önce
mahvolduğunu bildirmektedir. Rigiopolo ayrıca kütüphanenin Amr
tarafından yakıldığı haberinin sonradan uydurulmuş bir hikaye olduğunu
söylemektedir. (Mehmed Mansur, s. 7, 49; Ünver, s. 791-792).
[29] Yıldız, Nuray, s. 80-82; Fuller, s. 105-106.
[30] Parsons, s. 342; Yıldız, s. 84-85.
[31] Hunke, S. Avrupa’nın Üzerinde Doğan İslâm Güneşi, İstanbul 1972, s. 260.
[32] Çelik, Mehmet, Süryani Kilisesi Tarihi, Ankara 1996, I, 202.
[33] Mehmed Mansur, s. 23-24, 126-128; Ünver, s. 792.
[34] Parsons, s. 373; Yıldız, s. 85; Shaheer, s. 168.
[35] Yıldız, s. 86 (Wleeschauwer, Les Biblioteques ptolemeennes d Alexandrie IV; Cesar Theophile ou Omar s. 30-32 ve 33-35’den).
[36] Gibbon, II, 755; Mehmed Mansur, s. 41-42; Terzioğlu, s. 427; Yıldız, s. 86.
[37] Pasons, s. 358-359; Yıldız, s. 86.
[38] Yıldız, s. 86 (Butler, A.J, The Arab Conquests of Egypt, s. 414’den).
[39] Terzioğlu, s.431, 422; Yıldız, s. 92.
[40] Hunke, s. 260-261.
[41] Ebû Râbiye, s. 192 (Gustave le Bon: le Civilisation des Arabes P. 208, Paris’den). Ayrıca bk. Ronart, Stephan, CEAC, Amsterdam 1959, s. 40.
[42]
Terzioğlu, s. 423; Yıldız, s. 94; Shaheer; Gibbon, Niebuhr Samuel
Sharpe, George Lang, Dr. Oskar Seyfert, Darember, Saglio, Dr. Paul
Graindor, Dr. J.Staquet ve Dr. George Sarton’un da Müslümanları’ın fethi
esnasında kütüphaneden herhangi bir eserin olmadığını kabul ettiklerini
belirtir. Shaheer, s. 170.
[43] Guest, Rhuvon, “İskenderiye”, İA, V, (II), 1086.
[44] Lewis, Bernard, Tarihte Araplar,( çev. H. Dursun Yıldız), İstanbul 1979, s. 62.
[45] Balcızâde, Tahir Hairîmî, Tarihi Medeniyette Kütüphaneler, Balıkesir 1931, s. 97.
[46] Mehmed Mansur, s. 41-49.
[47] Ahmed Rıza, Batının Doğu Politikasının Ahlâken İflası, (Fransızcadan çev. Ziyâd Ebuzziya), İstanbul 1982, s. 100-102.
[48] Adıvar, Abdülhak Adnan, Tarih Boyunca İlim ve Din, İstanbul 1968, s. 98.
[49] Terzioğlu, s. 424-425.
[50] Ünver, s. 785.
[51] Ülken, Hilmi Ziya, İslâm Felsefesinin Kaynakları ve Tesirleri, Ankara 1967, s. 13-14.
[52] Yıldız, s. 93.
[53] Hasan, İbrahim Hasan, I, 314-315.
[54] Terzioğlu, s. 424.
[55] Shaheer, onun, İskenderiye’nin fethinden en azından 120 sene önce öldüğünü söyler. s.174.
[56] Terzioğlu, s. 424-425; Yıldız, s. 91; Hasan, Hasan İbrahim, I, 314.
[57]
Claude Cahen, kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakıldığını iddia
eden müelliflerin XIII yüzyılda, yani haçlı seferlerinin yapıldığı
dönemde yaşamaları sebebiyle bu riyavetlerin, Müslümanları kötülemek
amacıyla Hristiyanlar tarafından uydurulduğunu, adı geçen müelliflerin
de bu haberi eserlerine aldıklarını söylemektedir. (Bk. Terzioğlu, s.
422; Ünver, Süheyl, s. 792).
[58] Shaheer, s. 164, 168.
[59] Terzioğlu, Arslan, s. 426.
[60] Terzioğlu, Arslan, s. 425; Yıldız, s. 91; Hasan, Hasan İbrahim I, 314; Shaheer, s. 172.
[61] Gibbon, II, 755.
[62] Terzioğlu, s. 426.
[63] Parsons, s. 371-429; Yıldız, s. 92.
[64]
Mehmed Mansur, s. 8, 52;Süheyl Ünver, İskenderiye kütüphanesinin
büyük bir kütüphane olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, ancak 700 bin
kitap rakamının bir efsane olarak değerlendirilebileceğini ifade eder.
s.787.
[65]
Shaheer ilginç bir değerlendirmede bulunarak, kütüphanede bulunan
eserlerin yakılma ihtimalinin düşük olduğunu, zira kitapların kağıt
yahut papirüs üzerine değil, parşomen üzerine yazılmış olduğunu ve bu
maddenin de yakma işlemi için elverişli olmadığını ifade etmektedir.
s.174.
[66] Hasan, Hasan İbrahim I, 314.
[67] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Kahire 1991, s. 91, 171-172; Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, (thk. Abdullah ve Ömer Enis et-Tübbâ), Beyrut 1987, s. 316; Ya‘kûbî, Tarih, I-II, Beyrut 1960, II, 156; Makrîzî, I, 296.
[68] İbn Tagriberdî, en-Nücûmüz’z-Zâhire fî Mülûki Mısr ve’l-Kahire, I-XXII, Kahire 1929, I, 42-42.
[69] Terizoğlu, s. 426.
[70]
İslâm esasları Abdüllatif, ve Ebu’l-Ferec’in bu husutaki
rivayetlerini tekzib eder. Zira İslâm, Yahûdî ve Hristiyanların (ehl-i
kitap) dini kitaplarına taarruz edilmesini istemez. Dinî kitaplar
dışındaki eserler de aynı kategoride değerlendirilir. Ayrıca
Müslümanların bu kitaplardan istifade etmeleri caizdir. Buradan
anlaşılıyor ki, mezkur rivayet, içinde Allah’ın zikredildiği bir kitabı
imha etmedikleri bilinen Arapların adetlerine tamamen zıttır. (Hasan,
Hasan İbrahim I. 315). Ayrıca, yakıldığı iddia edilen kitapların
Kur’ân-ı Kerîm ile hiç bir şekilde alâkası bulunmamaktadır. Bu nedenle,
adı geçen kitapların varlığı veya yokluğu Müslümanlar nazarında eşit
olup, bunların yerinde kalması zerre kadar Müslümanlara zarar vermez.
Dolayısıyla herhangi bir zararın defi için bu eserleri yakmak gerekmez.
Mehmed Mansur, s. 56-57.
[71] Shaheer, s. 163.
[72] Yıldız, s. 92.
[73] Guest, Rhuvon, “İskenderiye”, İA, V (II), 1086.
[74] Hasan, Hasan İbrahim I, 315; Hunke, s. 261.
[75] Shaheer, s. 174.
[76] Bilgin, Mustafa, “Ahmed b. Ebu’l-Havârî”, DİA, II, 58;Kütüphanenin Müslümanlar tarafından yakılmadığının delilleri hakkında bk. Hasan, Hasan İbrahim Tarihu Amr b. el-Âs, Mısır 1996, s. 172-174;Ebû Râbiye, s. 193-195.
19 Mart 2016 Cumartesi
Kendileri Gibi Düşünmeyenlere Hayat Hakkı Tanımayanlar
Günümüzde
kendileri gibi düşünmeyen herkesi kâfir ilan eden, Kur’ân’ı ve Sünnet’i
keyfî yorumlayan, bir gün söylediğini birkaç gün reddeden ve hatta
kendi eski düşüncelerini küfür olarak gören, sürekli uçlarda dolaşan
insanlarla karşılaşıyoruz. Birçok insan, tekfircilerin ötekileştirici ve
dışlayıcı saldırılarından nasibini almaktadır.
Peki,
bunlar günümüzün eseri midir? Bazı Müslüman aydınlar, onların kökleri
dışarıda olan, yabancı istihbarat örgütlerinin kullandığı kimseler
olduklarını dillendiriyorlar. Daha farklı açıklamalar getirenler de var.
Ancak biz sorunun daha derin sosyal, psikolojik, dinî, ekonomik
etkenler çerçevesinde şekillendiğini düşünüyoruz. Bununla birlikte
herkes için aynı değerlendirmeyi yapmanın da doğru olmadığı kanaatinde
olduğumuzu ifade edelim.
Ayrıca
şunu da ifade edelim ki aşırı, ötekileştirici ve tekfirci yaklaşım,
bugüne mahsus değildir. Tarihte bu yaklaşıma sahip kiş ya da gruplar la
karşılaşırız. Bunların ilginç örneklerinden biri Haricîlerin Ezrakîler
koludur. Ezrakîler, tekfirci görüşlerinde o kadar ileri gitmişlerdir ki
ihtilaf ettikleri konularda birbirlerini tekfir etmekten
kaçınmamışlardır.
Emevîlerin
ikinci halifesi Yezîd’in (ö. 64/683) ölümünün ardından kuşatma
altındaki Mekke’den Basra’ya giden Haricîler arasında yer alan Nâfi b.
Ezrak, Basra’ya gittikten sonra arkadaşlarıyla bazı tartışmalara girdi.
Tartıştıkları konulardan biri kendilerinden olmayanların durumuydu.
Nâfi, kendileri gibi düşünmeyen, kişileri tekfir ediyordu. Onları
müşrikleri gibi değerlendiriyor; çocuklarının da babaları gibi müşrik
olduğunu savunuyordu. Böylece ona göre onların kanını akıtmak, mallarını
ganimet olarak almak ve onları esir edip köleleştirmek meşruydu.
Nâfi,
kendilerinden dahi olsa, “cihat” olarak nitelendirdikleri sürekli isyan
durumunda olmayanların [kaade] da kâfir olduğunu savunuyordu. Bu
kişilerin birçok konuda kendisiyle aynı görüşleri paylaşmaları bir şeyi
değiştirmiyordu.
Nâfi’in
görüşlerine karşı çıkanlardan biri Abdullah b. İbâd’dı. Daha sonra
İbadîler fırkasının kurucusu kabul edilen Abdullah b. İbâd ve
arkadaşları, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların başka dinlere
mensup kâfirler gibi değerlendirilemeyeceğini, onların din açısından
kâfir değil [küffâr-ı millet] değil, Allah’ın emirlerine uygun
yaşamadıkları için nimet açısından kâfir olduklarını [küffâr-ı nimet]
söyleyerek Nâfi ve arkadaşlarının görüşlerini esnettiler. Ayrıca bu
insanların çocuklarının doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilecek yaşa
gelinceye kadar kâfir olarak değerlendirilemeyeceklerini savundular.
Yukarıda
bazılarını zikrettiğimiz tartışmalar fikrî ayrılıkla kalmadı. Nâfi,
kendisiyle birlikte aynı görüşleri paylaşan arkadaşlarıyla Basra’dan
ayrılarak gittikleri yerlerde halka karşı tedhiş eylemlerine giriştiler.
Abdullah b. Zübeyr’in Irak’a hâkim olduğu dönemde başlayan bu
saldırılara karşı Basralılar Mühelleb b. Ebî Sufre adlı bir komutanla
anlaştılar. Mühelleb daha sonra Ezrakîlerle mücadelesine Abdullah b.
Zübeyr ve Emevîler adına da devam etti.
Nâfi
çok geçmeden öldürüldü (ö. 65/685). Ancak kendisiyle aynı görüşü
paylaşan arkadaşları, yerine birisini seçerek isyanlarına devam ettiler.
Son liderleri ya da liderlerinden biri iyi bir şair de olan Katarî b.
el-Fücâe idi (ö. 78/697 [?]).
Yıllarca
devam eden isyanlar sırasında binlerce kişi hayatını kaybetti.
Ezrakîler de bu binlerin arasındaydı. Sonuç ne oldu? Allah rızasını elde
ettiğini zanneden, insanların mallarına ve canlarına kasteden, hayatı
hem başkaları için, hem de kendileri için çekilmez hale getirip yok olup
gidenlerin unutulduğu hatırlanmak istenmeyen bir tarih… Hz.
Peygamber’in (s) ahlakından ve yaşantısından beslenmeyen, insan olmanın
künhüne vâkıf olmayan kişilerin bıraktıkları kötü örnekler… Ve bu kötü
örneklerden ders almayan günümüz insanı…
Kur'ân-ı Kerim'deki Peygamber Mucizeleri ve Peygamberlerin Örnekliği Meselesi

Acaba
Kur’ân-ı Kerim’de örneğin Hz. İsa’dan söz ederken Allah Teala, neden
onun mucizelerinden bahsetmiştir? Hz. İsa’nın beşikte konuşması, (Meryem
19/29-33) onun çamurdan kuş benzeri bir şey yapıp ona üfleyerek onun
bir kuş haline gelmesi, doğuştan görme engelli birini görür hale
getirmesi ya da ölüleri diriltme kudretinin olduğunu söylemesi (Âl-i
İmran 3/49) Kur’ân-ı Kerim’i okuyan bir insan ya da inanan bir Müslüman
için ne ifade etmektedir? Burada akla gelen bir başka soru ise bu
mucizeleri gösteren peygamberlerin bizim için örnek alınıp alınamayacağı
meselesidir. Hz. Peygamber için de kullanılan (Ahzab 33/21) bir
ifadeyle bizim için üsvetün hasene/güzel örnek olarak gösterilen Hz.
İbrahim’in oğlunu kurban etme emrine uyarak oğlunu kesmek istemesi ve
onun yerine bir kurbanlık ikram edilmesi (Saffat 37/102-107) bizim için
nasıl bir örneklik teşkil etmektedir? Ya da Musa (as)’ın mucizelerini
nasıl örnek alabiliriz?
Kur’ân-ı
Kerim’i okuyanlar için öncelikle her bir mucizeyle ilgili farklı,
kendine özgü faydaların olabileceğini söyleyelim. Mesela Hz. İsa’nın
özellikle tıp ile ilgili mucizeleri, tıp ilminin gelişimi ile ilgili
insanların ufkunu açabilme faydasını haiz olabilir. Ya da Süleyman
(as)’ın hayvanların dilini anlayabilmesi (Neml 27/16-22) insanlar ile
hayvanlar arasındaki iletişim konusunda çalışmalar yapılmasını
sağlayabilir. Kısacası her bir mucizenin kendi bağlamıyla ilgili
inananlar için bir takım faydalarının olduğu düşünülebilir. Ancak genel
manada Cenab-ı Hakk’ın, peygamberlerin mucizelerinden Kur’ân-ı Kerim’de
bahsetmesi her şeyden önce onun yaratıcı, her şeye gücü yeten ve kudreti
olan bir ilah olarak anlaşılmasının somut bir örneği olsa gerektir.
Evet, her şeyiyle insanın Rabbi olan Allah Teâlâ, peygamberlere verdiği
mucizelerle kudretini ortaya koymuş olmaktadır. Bu bağlamda insanın, arz
ve semavatın yaratılışı… vb. pek çok husus da aslında O’nun kudretini
ortaya koyan mucizelerdir. Ancak böylesi genel mucizeler yanında Allah
Teâlâ, peygamberlere verdiği özel mucizelerle de kudretini insanlara
hissettirmekte ve sadece kendisini Rab bilmemizi, mümin ve Müslüman
olmamızı veya inancımıza uygun bir hayat sürmemizi istemektedir.
Rabbimizin
Kur’ân-ı Kerim’de peygamber mucizelerinden bahsetmesinin bir başka
hikmeti, inananlara yönelik güven, huzur ve itminan duygusunun
sağlanmasıdır. Hz. İbrahim’in birkaç kuşu alıp parça parça ettikten
sonra farklı yerlere koyması ve onları çağırması neticesinde gerçekleşen
mucize de Hz. İbrahim’in kalbinin yatışması, rahatlaması ve başkalarına
rahatlıkla anlatacak derecede Allah’ın kudretine inanması içindi.
(Bakara 2/260) Demek ki mucizeler, insanlar için bir güven duygusu
oluşturuyor ve huzur ve gönül rahatlığı içinde Allah’a ve onun kudretine
iman edebiliyorlar.
Kimilerine
göre insanların bir peygambere inanmakla sorumlu tutulabilmeleri için
onların mucize göstererek normal insanlardan farklı olduklarını ortaya
koymaları gerekmektedir. Hatta mezhepler arasında bu konuda farklı
görüşler vardır. Bir görüşe göre, peygamberler bir mucize
göstermedikleri takdirde ahirette insanlar, peygamberleri ayırt edecek
bariz bir mucizeye sahip olmadıklarını ve sorumlu tutulmamaları
gerektiğini söyleyebilirler. Bu sebeple bahaneleri kalmasın diye Cenabı
Hak, peygamberlerini mucizeleri ile desteklemiş; böylece onların
peygamberliğinin ispatı mucizeleri olmuştur. Bu bağlamda kimi
peygamberlerin gönderildiği toplumlar, peygamberlerden mucizeler
istemişler, peygamberler eliyle Allah onlara mucizeler göstermiştir.
Kur’ân-ı
Kerim’de zikredilen peygamber mucizelerinin elbette daha birçok faydası
olabilir. Ancak biz burada aklımıza gelen birkaç faydayı hatırlamış
olduk. Bunlara göre peygamberlerin mucizelerinin Kur’ân-ı Kerim’de
zikredilmesinin bizler için bazı faydalar içerdiğini söyleyebiliriz. O
zaman ikinci sorumuza geçebiliriz: Yapmaktan aciz olduğumuz bu
mucizelere sahip olan peygamberleri nasıl örnek alabiliriz?
Peygamberlerin
mucizeleriyle ilgili, okuyanlar veya inananlar için bir takım
faydaların olduğu ön kabulünden hareketle Kur’ân-ı Kerim’de mucizelerin
anlatılması, bize göre onların birebir yaşanması ile örneklik alınacağı
tezini çürütmektedir. Bir başka ifadeyle mucizeler bir takım faydaları
içermekte, ancak bizim onları örnek almamız için yaşanmış ve anlatılmış
hususlar değildir. Peygamberler bizim için örnektir; ancak onların
örnekliği onlarla aynı hayatı birebir yaşamak anlamına gelmemelidir.
Böyle bir şey mümkün de değildir zaten. Ben İbrahim peygamberi örnek
alırken, onun mucizesi gibi bir mucize göstermem gerekmemektedir. Kaldı
ki mucize gösterse de göstermese de bizden kaç bin yıl önce yaşayan
birinin hayatını her şeyiyle birebir örnek almamız zaten mümkün
değildir. Dolayısıyla onların mucizeler göstermesi ile bizim onları
örnek almamız arasında doğrudan bir bağlantı olmadığı söylenebilir.
İnsanların melekleri ayrı varlıklar olması hasebiyle örnek alamaması son
derece normal bir husus iken, birbirlerini örnek alacak insanların her
konuda birebir benzer olmalarını beklemek de o derece sıkıntılı bir
durumdur. Aksi bir kabul, örneğin çocuğun anne babasını veya öğretmenini
de örnek almasını imkânsız hale getirecektir.
Sonuç
itibariyle Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlerin mucizelerinin bizim
açımızdan bir takım faydaları olduğu aşikârdır. Cenab-ı Hak, bu
mucizeleri boş yere ve gereksiz bir şekilde anlatmamıştır. Her bir
mucizeye mahsus faydalar olmakla birlikte genel olarak mucizelerin
Yaratıcı’nın güç ve kudretini anlatması, inananlar için bir gönül huzuru
sağlaması ve insanlar açısından gerçek peygamberler ile sahte
peygamberlerin ayırt edilmesi vb. faydaları söz konusu edilebilir. Yine
bizim için örnek olan peygamberlerin mucizelerinin olması, bizim onları
örnek almamız veya almamamız ile doğrudan alakalı bir husus olmasa
gerektir. Zira bir insanın başka bir insanı örnek alması için
hayatlarının her alanında birebir benzerlik aranması, mümkün olan bir
husus değildir.
18 Mart 2016 Cuma
Selçuklular ve Haçlılar Sempozyum
2016 yılının Haçlı seferleri çağrısının 920.yılı olması
münasebetiyle, “Selçuklular ve Haçlılar” teması bu sempozyumda bütün
yönleri ile ele alınacak, Selçuklu-Haçlı Seferleri mücadeleleri,
Doğu-Batı ilişkileri ve etkileşimi, algılar, kaynaklar, imajlar,
etkileri bütün yönleri ile inceleme konusu yapılacaktır.
Konu Başlıkları
- Haçlı fikrinin ortaya çıkışında Selçukluların etkisi
- Haçlı Seferleri Sırasında İslâm Dünyası, Selçuklular ve Bizans
- Bizans, Avrupa ve Haçlılar
- IV. Haçlı Seferi, Katolik-Ortodoks Mücadelesi
- Haçlılar Karşısında Anadolu’daki Beylikler (Danişmendlileri, Artuklular, Erbil Atabeyliği, Zengiler)
- Haçlılar Karşısında Abbasi Halifeliği ve diğer İslam Devletleri
- Haçlı Seferleri Sırasında Doğu’da ve Batı’da Kültürel Durum
- Haçlı seferleri öncesi ve sonrasında Avrupa’daki Selçuklu ve Türk imajı/algısı
- Kültürel/Dinsel Etkileşimler, İhtida/İrtidat Hareketleri
- Haçlı Seferlerinin Avrupa’da yarattığı etkiler ve değişimler
- Haçlı Kaynakları, Türkiye ve Dünya’da Haçlı Tarihçiliği
-Doğu’da ve Batı’daki modern tarih yazıcılığında Haçlı seferleri söylemleri
Önemli Tarihler Bildiri Özetleri İçin Son Tarih: 14 Ekim 2015
Kabul edilen Bildirilerin İlanı: 30 Ekim 2015
Bildirilerin Gönderilme Tarihi: 10 Mart 2016
İletişim E-mail: basvuru@selcukluvehaclismp.com
Telefon: Hilal Seyhan +90 332 352 81 11
Hatice AKSOY +90 332 223 13 26
Konu Başlıkları
- Haçlı fikrinin ortaya çıkışında Selçukluların etkisi
- Haçlı Seferleri Sırasında İslâm Dünyası, Selçuklular ve Bizans
- Bizans, Avrupa ve Haçlılar
- IV. Haçlı Seferi, Katolik-Ortodoks Mücadelesi
- Haçlılar Karşısında Anadolu’daki Beylikler (Danişmendlileri, Artuklular, Erbil Atabeyliği, Zengiler)
- Haçlılar Karşısında Abbasi Halifeliği ve diğer İslam Devletleri
- Haçlı Seferleri Sırasında Doğu’da ve Batı’da Kültürel Durum
- Haçlı seferleri öncesi ve sonrasında Avrupa’daki Selçuklu ve Türk imajı/algısı
- Kültürel/Dinsel Etkileşimler, İhtida/İrtidat Hareketleri
- Haçlı Seferlerinin Avrupa’da yarattığı etkiler ve değişimler
- Haçlı Kaynakları, Türkiye ve Dünya’da Haçlı Tarihçiliği
-Doğu’da ve Batı’daki modern tarih yazıcılığında Haçlı seferleri söylemleri
Önemli Tarihler Bildiri Özetleri İçin Son Tarih: 14 Ekim 2015
Kabul edilen Bildirilerin İlanı: 30 Ekim 2015
Bildirilerin Gönderilme Tarihi: 10 Mart 2016
İletişim E-mail: basvuru@selcukluvehaclismp.com
Telefon: Hilal Seyhan +90 332 352 81 11
Hatice AKSOY +90 332 223 13 26