Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
Hicrȋ 101,
milâdi/719 tarihinde, Suriye’nin Ma’arrutu’n-Nu’mân şehrine yakın, Deyru
Sem’ân denen köyün kenar mahallesinde bir yiğit vefat etti. O yiğit, tıpkı
anne tarafından dedesi olan Hz. Ömer gibi âdil, korkmadan doğruya doğru,
yanlışa da yanlış diyen Ömer b. Abdulaziz’di… İşte bu Ömer, Emevi saltanatının,
bir bakıma yüz akıydı. Çünkü Emevilerin Müslümanlara yaptıkları zulümleri
yapmamak bir yana, hanedanı olan Emevȋ ailesine rağmen, hiç kimseyi kayırmayan,
Müslümanın da, gayrimüslimin de hakkını veren ve bu sıfatıyla tarihe geçen müstesnâ
bir devlet adamıydı.
Ömer bin
Abdülaziz’in Deyru Sem’ân’da Esad’ın askerleri tarafından yıkılmadan önceki
hali[1]
Hilâfet
makamına getirilince yaptığı konuşmada, takip edeceği siyaseti şöyle dile
getiriyordu:
- Ey insanlar! Bilmiş olunuz ki, Kur'an'dan sonra bir Kitap,
Muhammed(s.a.s)'den sonra da bir peygamber yoktur. Ben, hüküm koyan değil
-çünkü Allah'ın ahkâmı bellidir-, onu infaz edici; bid'atler getirici değil,
Allah'ın ahkâmına itaat edici olacağım. Ben hiç birinizden üstün değilim; benim
sizden farkım, yükümün daha ağır oluşudur. Zâlim Devlet Başkanından kaçan, ona
uymayan, zâlim değildir. Allah'a isyân içinde bulunan hiç bir insana itaat
yoktur![2]
Bir gün evinin önünde bir gürültü koptu Ömer bin Abdulaziz’in... Halife
Ömer merakla dışarı çıktığında, oğlunun başının kırıldığını, birilerinin bir kadına,
"senin oğlun nasıl Emiru'l-Mü'mininin oğlunun başını kırar?"
diye çıkıştıklarını; kadınınsa, "benim oğlumla oynuyordu, istemeyerek,
hataen oldu, ne olursunuz oğlumu affedin, ona bir şey yapmayın"
şeklinde yalvardığını gördü.
Ömer b. Abdülaziz kadına sordu:
- Sen kimsin, neden ağlıyorsun, ne oldu, anlatsana! Kadın şu cevabı
verdi:
- Her gün benim oğlumla senin oğlun şu sokakta beraber oynuyorlar.
Bugün oğlum senin oğlunun başını hataen kırdı. Ne olursunuz çocuğuma bir şey
yapmayın! Halife sordu:
- Kocan ne iş yapıyor? Kadın cevap verdi:
- Kocam öldü, dulum.
Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz yetkilileri çağırarak, derhal bu dul
kadına maaş bağlanmasını emretti[3].
Herkes şaşırmıştı... Kadın ceza beklerken mükâfatlandırılmıştı.
Ömer bin Abdülaziz ölümü sık sık anmak, ibret almak isterdi ölümden. Bir
gün kendisine dostlarından birinin ölümü bildirildi. Taziye için onun evine
gitti. (Ev halkı) halifenin karşısında çekinmeden yüksek sesle bağırmaya
başladılar. Bunun üzerine Ömer: "Sabredin, sizin rızkınızı veren o
değil, Hayy ve Lâ Yemût olan Allah'tır. Sizin kardeşiniz mezarınızı
doldurmamış, ancak kendine ait olan mezarı doldurmuştur. Dikkatli olun, her
birinizin mezarı vardır. Allah'a yemin olsun ki, siz kesinlikle o mezarları
dolduracaksınız. Muhakkak Allah(c.c) dünyayı yarattığında, onun son bulmasıyla
ve sakinlerine de fani olmakla hükmetmiştir. Hiç bir ev tecrübe ve ilimle
doldurulmamıştır, ancak ibretle doldurulmuştur. İnsanlar sonsuza dek
toplanmamışlar, ancak ayrılırlar, sonunda yeryüzüne Allah varis olur. Sizden
kim ağlarsa kendisine ağlasın. Arkadaşınızın başına gelen yarın sizin de
başınıza gelecektir!"[4].
. .
.
Bundan asırlar
öncesinden, Anadolu’da taş üstünde taş bırakmayan, tarihin en büyük
katliamlarından birini Müslümanlara uygulayan Haçlılar, -ki maalesef “müessif
milli eğitim politikamız”ın gereği olarak, “Batılı dost(!)larımızın
incinmemeleri için”, bu konu tabu kabul edilip okullarımızda asla
işlenmiyor!- yüzbinlerce Müslümanı çeşitli işkencelerle, yukarıda zikri geçen Ma’arrutu’n-Nu’mân’da,
kazanlarda kaynatıp yiyerek yok etmişlerdi[5].
Ve günümüzde,
kendilerine “Müslüman diyen” Esed’in askerleri ile, emperyalist Batı
devletleri ve işbirlikçileri tarafından “İslâm ve Müslüman kültür ve
medeniyetine ait değerleriyle savaşmak üzere özel olarak yetiştirilen; çeşitli
yöntemlerle, tıpkı bir zamanların Hasan Sabbah’ı gibi “hemen cennet”i
vadeden “made in USA görevli hocalar”ın iğvalarıyla kandırılan “ekstrem
cahil Müslümanlar”ın oluşturduğu “Deaş şeytanları”, tıpkı Haçlı
kâfirlerinin yaptıkları gibi Ma’arrutu’n-Nu’mân’da, onun Deyru Sem’ân
denen köyündeki mezarlıkta yatmakta olan Ömer bin Abdulaziz’e aynı
muameleyi yaptılar… Cesedi olmadığı
için, onu kebap yapıp yiyemediler amma, mezarını yağmalayıp, şenaatlerini dünyaya
ilân ettiler! Bu yetmiyormuş gibi, zirlerindeki kini açığa çıkararak
vahşetlerini videolara çekip, sosyal medyayla ilân ettiler…
Ömer bin
Abdülaziz’in Deyru Sem’ân’daki kabrinin, Esad’ın askerleri tarafından
yıkıldıktan sonraki hali
Ve soruyoruz:
Esed’in zalim
askerleri ve Deaş’ın cahil müslümanlarının, kendisinden sonra, onun gibi âdil
bir Halifenin gelmediği, Müslümanların Halifesi Ömer bin Abdulaziz’in mezarına
yaptıklarıyla, yukarıda zikrettiğimiz Haçlı kâfirlerinin, Ma’arrutu’n-Nu’mân’da
Müslümanları kazanlarda pişirerek yemeleri arasında ne fark vardır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder