Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
1960 yılı Mayıs ayının son günleri; karnemi almış, sevinçle Siirt’ten Pervari’ye gidiyordum. Tam da o günlerde, Türkiye karışıyor, henüz darbe-marbe nedir bilmediğimden, gazetelerin yazdıklarına ve devletin radyosunun anlattıklarına inanarak, “bir gençlik hareketi” diye lanse edilen 27 Mayıs 1960 askerî darbesini çocuk aklımızla alkışlıyorduk/alkışlatıyorlardı. Başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Devleti idare edenler hain(!) olduklarından ordu darbe yapmış, “gençleri fırınlarda yakan(!)” Başbakanı ve diğer hükûmet üyelerini tutuklayarak bir adaya/Yassı adaya götürmüşler! diye radyolardan bas bas bağırıyorlardı.
Pervari’de
de Kaymakamın yerine, karakol komutanı, kazanın idaresini eline almıştı. Herkes
büyük bir korku içerisinde olduğundan, hiç kimse olup-bitenden konuşamıyor;
darbenin aleyhinde konuşanlarsa hemen derdest edilerek götürülüyordu. Küçük
memurlardan çekinilmediğinden, onlara dokunulmadı. Çünkü onlar da alınsa,
devletin bürokrasi işlemleri nasıl yürütülecekti!? Mamafih birkaç ay geçmeden
rahmetli babamı da, o zamanlar Siirt’e bağlı olan Beşiri kazasına sürgün
ettiler…
Her
neyse Siirt’ten Pervari’ye gidişimin ilk günleriydi. Bir-iki hafta geçtikten
sonra, yani 1960 yılının Temmuz sonları bir Pazar günü tellal vasıtasıyla herkes
Belediye bahçesine çağrıldı.
O
zamanlar Pervari’nin çok güzel bir “Belediye bahçesi” vardı. Rahmetli Muhsin
Çavuş, yani o zamanki belediye zabıta memuru Muhsin Human, Belediyenin
bahçesini/parkını öyle güzel çiçeklerle süslemişti ki, Siirt’ten bile onu
özlüyordum.
Bahsettiğim
o günlerde, Pervari’de hoparlör diye bir şey olmadığından, ilanları, rahmetli Sofi
Felit yapıyordu. Sofi Felit, İsmet İnönü zamanından beri Pervari’nin büyük
camisinin müezziniydi. Hayal-meyal onun Türkçe ezan okuduğunu hatırlıyor
gibiyim. Zavallı Sofi Felit bir-iki kelimeden fazla Türkçe
bilmediğinden, Türkçe ezanı zor ezberletmişlerdi… Ve Sofi Felit, okuduğu ezanın
büyük bir kısmını anlamıyor, “Tanrı” yerine “Tanli”, “Uludur”
yerine de “ulidur” şeklinde okuyordu. Gerçi Sofi Felit’in yerine
Pervari’de kim Ezan okusa, muhtemelen aynı şekilde okuyacaktı. Mamafih Ezanın
bu şekilde okunacağını, Sofi Felit’ten başka okuyabilen de yoktu[1].
Kur’an okumanın bile yasak olduğu o günlerde, kim cesaret edip Arapça ezan
öğrenmeye cesaretini gösterebilirdi ki? Bu iğrenç korkudan dolayı medreselere
de gidilemiyor, Arapça olan hiçbir şeyin öğrenilmesine müsaade edilmediği gibi,
buna tevessül edenler de en ağır şekilde cezalandırılıyorlardı[2].
Her
neyse; Pervari’ye gidişimin üçüncü haftası Pazar günü sabah erken Sofi Felit’in
sesi duyuldu:
-
Ey millet! Komitan emir virmiş; herkes
Belediye Bahçesi gelecek! Kim gelmesse ceza verecek!
Bunları
söyledikten sonra, ardından da Kürtçe bağırıyordu:
-
Geli Mıllet! Bıla xel ĥemi bȇne baxça
belediyé! Ĥeçi neyé wé ceza bıdené!
Millet
Belediye bahçesine akın akın gitmeye başladı. Kim gitmemezlik edebilirdi ki!
Ben
de merak ettiğimden, mecburen oraya gidecek olan babamın elini tutarak
beraberce Belediye bahçesine gittik.
Herkes
toplandıktan sonra, ne dediklerini tam hatırlayamadığım Karakol Komutanı
konuşmaya başladı:
-
Beni iyi dinleyin ey millet! Hepinizin
bildiği gibi, Şanlı ordumuz darbe yaparak “katil hükümet”i alaşağı etti
ve Devletin idaresini eline aldı. Tabi ki herkesin yeni hükümete, yani orduya
yardım etmesi gerekir. Yardım edenler ve etmeyenler Ankara’ya bildirilecek;
yardım etmeyenler de cezalandırılacaklardır! Ona göre hareket edin! Para veya
parmağınızdaki yüzükleri vereceksiniz!
Korku
içinde ne yapacağını bilemeyen ve CHP döneminde Hükümetten yeteri kadar zulüm
gören zavallı halk, korkularından ellerini ceplerine atmaya başladı. Kimin ne
parası vardı ki!
Cebinde
bir şey olanlar para veriyor; parası olmayan da parmağındaki evlilik yüzüğünü
götürüp teslim ediyordu. Küçük kafamla, “Devlete yardım ediliyor; ne güzel! diye
kendi kendime mırıldanıyordum.
O
arada “acaba babam ne yapacak?” diye merak edip ona baktım. Muhtemelen
cebinde komutanı memnun edecek kadar para yoktu ki, istemeye istemeye yakut
taşlı evlilik yüzüğünü masa üzerindeki kutunun içerisine koyuverdi…
Bu
gönülsüz törenden eve dönerken babamla konuşmaya cesaret edemedim. Evlilik
yüzüğü gaspedilmişti…
Muhtemelen
bazı okuyucular bu anlattığımı mübalağa görüp inanmayacaklar. Ama bu
inanmayanlar, CHP’li olmamak şartıyla ben yaştaki insanlara sorsunlar da 27
Mayıs 1960 askerî darbesinin ve ondan sonraki bütün askeri darbelerin Türkiye’ye
neler kaybettirdiğini öğrensinler…
1 Türkçe Ezan ile ilgili annemin
bana ezanla ilgili anlattığı hazin ve korkunç olayı da yeri gelmişken zikretmek
isterim. Şöyle anlatmıştı rahmetli annem: “Oğlum! Sen 3-4 yaşlarındaydın. Bir
gece yarısı evimizin arkasındaki kayalıklardan Arapçaya benzeyen bir ses geldi.
Kıyamet koptu sandım. Öyle korkmuştum ki, hemen babanı uyandırdım ve ona, “bu
sesi duyuyor musun? Galiba Kıyamet kopuyor!” dedim. Bunun üzerine baban da
dinlemeye başladı ve o da bana, “evet, Kıyamet kopuyor” dedi. Sonra birden bire
ses kesildi. Ama ondan sonra ne ben uyuyabildim, ne de baban… Sabah olunca,
hemen komşumuz olan rahmetli Musa amcanın evine gidip olayı onlara da anlattım.
Meğer onlar da o sesi duymuş ve bir mana verememişlerdi. Ortalık aydınlanınca,
sesin ne olduğu anlaşıldı. O zamanlarda Pervari’de bir deli vardı. O deli de
bizim gibi Arapça ezana o kadar hasret kalmıştı ki, kayalıklarda Arapça ezan
okuyup, ona olan özlemini gidermek istemiş. Fakat aynı sesi duyan jandarmalar
da hemen koşup o deliyi “suçüstü yakalayıp” götürmüşler… O felaket rejim
günlerinde, delilerin bile ezanı Arapça okumalarına tahammül edemiyorlardı.
Deliyi kelepçeleyip Siirt’e, oradan da başka yerlere götürmüşler… Sonra da hiç
kimse o zavallı deliden bir haber alamadı. Allah bir daha o “Arapça Ezan
Düşmanları”na bir daha fırsat vermesin! Yaaa oğlum… İşte Cumhuriyet Halk
partisi Müslümanların başına bunları getirdi. Herhalde biliyorsun ki o
zamanlarda Kur’an okumak da yasaktı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder