HER DEVRİN
ÂDETİ
ESKİYE ÖVGÜ
YENİYE YERGİ
Cağfer KARADAŞ
Efendim, her dönemde âlimler, kendi dönemlerinin kötüye gittiğini, eski zamanların ne kadar da iyi olduğunu anlatmışlar. Halk arasında bir söz vardır: “Gelen gideni aratır.” Özellikle yaşadığı hayattan memnun olmayanlar, her gelen günün sıkıntı getirdiğini görenler, hep kötü gelişmelere maruz kalanlar, olumsuz tecrübeler yaşayanlar için dün bugünden, geçmiş günümüzden mutlaka çok daha iyidir. Çünkü “ateş düştüğü yeri yakar” ve yaktığı zaman acıtır.
Bir de “Kaçan balık büyük olurmuş”
sözü var. Demek ki insanlar ellerinden kaçırdıklarını ya da kaçırdıkları
fırsatları gözlerinde o kadar büyütüyorlar ki, şu anda ellerinde olan gözlerine
küçük görünüyor. Çünkü insan için ulaştığı veya elde ettiği şey artık
kendisinin olmuş, sıradanlaşmış ve büyütülecek tarafı kalmamıştır. Zaten insan
iki şeyi gözünde büyütüyor: Kaçırdığı ve hedeflediği. Kaçan balık sözü,
kaçırdığını ne kadar büyüttüğünü anlatıyor.
Gelecektekini yani hedeflediğini ise
“Aşk vuslat ile bitermiş” sözü anlatır. Demek ki, ulaşana kadar gözünde çok
büyük, gözü karartmaya bile değer. Belki de karasevda sözü böyle ortaya çıkmış.
Ama bir de sevdiğine ulaşınca, her zaman elinde her yerde yanında olunca, artık
sıradan bir şey. Ama kaçırınca gene gözünde büyütüyor, hatta zorbalaşıyor: “Ya
benimsin ya kara toprağın”. Bundandır işte Rahmet Peygamberi’nin “Sevdiğini
ölçülü sev!” buyurması. Çünkü ölçüsüzlük zorbalığı ve magandalığı getiriyor.
Bu her zaman böyle olmuş. Kaçan ve
arzulanan gözde büyümüş, yakalanan ve tadılan küçülmüş gitmiş. Öyleyse kaçan
eskidedir ve eski güzeldir. Yaşanan hayat hissedilendir, çetindir, zorludur ve
acıları çekilmezdir. Geçmiş ise artık
hayaldir, istediğin gibi kurgula, hayal senin hayalindir!
Neyse lafı uzatmayalım, biz gelelim
geçmişten örneklere:
1.
ESKİ YENİ İLİM TALİBİ
Kahramanımız, İbn Kuteybe Dîneverî.
Kûfe’de doğmuş, Bağdat’ta yaşamış. Hicrî 276 Miladi 889’da dünyadan ayrılmış.
Döneminde Kur’an ilimleri, hadîs, dil, edebiyat, tarih konularında üstad. Ünlü
edip Cahız’a kafa tutacak kadar kendine güvenen. Aynı zamanda iyi bir
eleştirmen. Ciddi ve değerli eserleri var. Bizim nakilde bulunacağımız eseri:
el-İhtilâf fi’l-lafız –er-Red ale’l-Cehmiyye ve’l-Müşebbihe. Türkçesi, dildeki
sözcükler hakkında ihtilaf. Alt başlığı ilahî sıfatları yok sayan Cehmiye ile
bu sıfatları yaratılmışların sıfatları gibi kabul eden Müşebbihe’ye yani
insanbiçimcilere eleştiri. Kendisi bu ikisinin ortasında duruyor, orta yolu
tutuyor. Kitabın girişinde ilim konusunda yeni yetmelerden umutsuzluğunu dile
getirmiş.
“Eskiden ilim talibi, öğrenmek için
ders dinlerdi, uygulamak için bilgi öğrenirdi. Hem kendisi hem de başkaları
istifade etsinler diye Allah’ın dinini anlama gayreti içinde olurdu.
Şimdilerde ilim talebesi bilgi toplamak
için ders dinliyor. Etrafındaki insanlara anlatmak için biriktiriyor. Başkasına
üstün gelmek, büyük görünmek ve hava atmak için ezberliyor.”
2.
ESKİ YENİ TASAVVUF ERBABI
Buradaki kahramanımız, Ebû Bekir
Muhammed Kelâbâzî veya Gülâbâdî. Maveraünnehir’in incisi Buhara’dan. Hicrî 380
Miladî 990’da ayrılmış dünyadan. Başka hiçbir eseri olmasa bile et-Taarruf
li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf adlı eseri yeter. Eser isminden de anlaşılacağı gibi tasavvuf
ehlinin görüşlerini bilmeye dair. Eserin Kahire baskısında isminin altında
şöyle bir not düşülmüş: “Taarruf olmasaydı, tasavvuf anlaşılmazdı.” Eh, doğru
söze ne denir. Eserin kıymeti için bu söz yeter.
Eserin girişinde bu zat da
yenilerden şikâyetçi.
“Bakın hele şimdilere: içerik gitti,
isim kaldı; hakikat gitti resim kaldı. Tahkik kolye, tasdik ziynet oldu.
Tasavvufu bilmeyen sufilik tasladı, hiçbir niteliğini taşımayan sufilik
elbisesine büründü. Diliyle ikrar eden davranışlarıyla yalanladı. Sözleriyle
tasavvufu dillendiren doğruluğuyla gizledi. Tasavvufta olmayanı tasavvufa soktu
ve böylece hak olanı batıl kıldı. Yolun bilenini cahil saydı. Hakikat ehli
yalnız kaldı, tasavvufu bilen gayretinden sukut etti. Kalpler yoldan uzaklaştı,
insanlar yüz çevirdi. İlim de ehli de açıklayan da açıkladığı da geçti gitti;
artık cahiller âlim sayıldı, âlimler de bir köşeye itildi.”
3.
ESKİ YENİ İLİM ERBABI
Buradaki kahramanımız ise Muhammed
b. Yusuf Senusî. Âlim ve sufî. Her alanda çok iyi. Cezayir’in Tilimsan
şehrinden. Hicrî 895 Miladî 1490’da dünyadan ayrılmış. Kuzey Afrika’nın yıldız âlimlerinden.
Kelam alanında güzel eserleri var. Küçük, orta, büyük diye isimlendirilen kelam
eserleri kaleme almış. Anlayacağınız her kesime hitap etme kabiliyeti olan bir
kelam ve kalem erbabı. Elimizdeki eser Ümmü’l-Berahîn adlı küçük risalesine
kendisinin yazdığı şerh. Kitabın tam ismi: Şerhu Ümmi’l-Berâhîn (İstanbul:
Haşimi Yayınları 2014, s. 12-13)
Bu kitaptan naklediyoruz üstadın şikâyetini:
“Bu zamanda kelam ilmini tam
kavrayan ne çok azaldı. Zamanımızda cehalet denizi kabardı, batıl olanı her
tarafa yaydı. Hakkı inkâr eden ve hak ehline kin besleyen dalga boyları etrafta
kaldı. Batıl aldanmışlık süsüyle süslendi. Ne mutlu inancını tahkike muvaffak
olana ve zahir ve bâtınıyla bunların gereğini bilene ve yerine getirene!”
GELELİM GÜNÜMÜZE
Aksakal nam hocalarımızdan Celal
Kırca Beyfendiyle telefonda konuşurken şöyle bir cümle kurdu: “Biz bilgi
peşindeydik, şimdikiler belge peşinde.” Demek ki diplomaya sahip olmak bilginin
önüne geçmiş durumda.
Eskilerin çok önem verdiği icazet
bile ayağa düştü. Öyle adamlar var ki, fabrikasyon usulü icazet dağıtıyorlar, bir
de dönüp övünüyorlar.
2014 yılında Nevşehir/Kozaklı’da
İsav ile Kayseri Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin ortaklaşa
düzenlediği çalıştayda sunduğum tebliğin sonuna şöyle bir cümle yazmıştım:
“Bizim eskiden hayatla yürüyen,
yürürken yön veren, halka ve hakikate tepeden bakmayan bir ilim ve eğitim
geleneğimiz vardı. Bunun yerini Batının ayrıksı, halka ve hakikate tepeden
bakan ve adeta bir mühendisin cansız varlıklara şekil vermesi gibi canlı,
akıllı ve iradeli insana şekil verme iddiasında olan bir yöntem aldı.”
Söz çok, burada bitirelim.
Son sözümüz Yüce Rabbimize hamdimiz
olsun.
11 Cemaziyelevvel 1443 / 15 Aralık
2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder