TÖVBE: DÜNYADA AF KAPISI
Cağfer KARADAŞ
اعوذ بالله، بسم الله
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ
اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًؕ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ
يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ
تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذٖينَ
اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ
يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى
كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ
(Tahrîm 66/8)
AYETİN ANLAMI
Bu ayetin anlamına dair iki meal/yorum bulunmaktadır. Yorumlardaki farklılık ayetin (وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ) kısmının dilbilgisi açısından bir öncesine bağlanması veya söz başı kılınmasıyla oluşmaktadır. Öncesine bağlanmasıyla birinci meal, söz başı kılınmasıyla ikinci meal meydana gelmektedir.
Birinci meal
“Ey iman edenler! Nasûh tövbe ile Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi alt taraflarından ırmaklar akan cennetlerine koyar. O gün Allah, peygamberi ve onunla aynı imanı paylaşanları utandırmaz. Onların nuru önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken şöyle derler: “Rabbimiz! Nurumuzu arttır eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.”
İkinci meal
“Ey iman edenler! Nasûh tövbe ile Allah’a tövbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter ve sizi alt taraflarından ırmaklar akan cennetlerine koyar. O gün Allah, peygamberini asla utandırmaz. Onunla aynı imanı paylaşanların nuru önlerinde ve sağ yanlarında ilerleyerek yollarını aydınlatırken onlar şöyle derler: “Rabbimiz! Nurumuzu arttır eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.”
TÖVBENİN ANLAM ÇERÇEVESİ
Tövbe kelimesi “rücu etti” yani “döndü/yöneldi”
anlamına gelen (تاب) tâ-be
fiilinin masdarıdır. Ancak zamanla bu fiil “günahtan ve hatadan döndü (رجع عن الذنب)” anlamı kazanmıştır. Buna göre tövbe
kelimesi “hatadan dönmek, yanlıştan kurtulmak, günahtan vaz geçmek ve pişmanlık
duymak” anlamındadır.
Dinî anlamda tövbe dinen kötü sayılan,
reddedilen ve yasaklanan işlerden güzel, iyi ve faydalı görülen işlere hiç
vakit geçirmeden yönelmektir. “Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden
kötülük edip de sonra tez elden pişmanlık getirenlerin tövbesidir; işte Allah
bunların tövbesini kabul eder, Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa
4/17).
Ayette geçen “nasuh tövbe” samimi
olmaktır, bir daha dönmemek üzere günahtan ve hatadan karalılıkla vaz
geçmektir. İbn Abbas bu tövbeyi “kalp ile pişmanlık duymak, dil ile bağışlanma
talebinde bulunmak” diye tarif etmiştir. Bir başka tarif ise kişinin görünen ve
görünmeyen bütün işlerinde günah izi kalmayacak şekilde samimi bir dönüşüm ve
arınma gerçekleştirmesidir. Rahmet Peygamberi “Din samimiyettir” buyurdu. “Kime
karşı?” diye soruldu, "Allah’a, Kitabı’na, Resûlü’ne, Müslümanların
idarecilerine ve bütün Müslümanlara karşı samimiyet” diye cevap verdi. (Müslim
“İman” 95).
Ayrıca tövbe sadece hatadan kararlı
bir dönüş değil, aynı zamanda Yüce Allah’ın rızasına uygun tutum ve davranışa
dönmek, yasaklarından kaçınıp emirlerine uymaktır. İşte bu özellikte bir tövbe
kişinin dünya hayatında günahtan arınmasına vesile olduğu gibi öte dünyada da
kurtuluşuna vesiledir.
TÖVBE SÜRECİ
Tövbe süreci dört aşamada gerçekleşir.
Bunlar günahı terk etmek, pişmanlık duymak, günahtan vazgeçme hususunda irade
ve kararlılık göstermek, günah ve hatadan kaynaklı oluşan zararları ve kayıpları
elden geldiğince telafi yoluna gitmektir. Bunlar zamana yayılarak değil, peş
peşe hatta eşzamanlı gerçekleşmesi gerekir.
Kâfir, müşrik ve münafığın tövbesi
küfür, şirk ve nifakı terk edip hakka ve hakikate yönelmek, Allah’ı bir ve yegâne
rab olarak tanımak, görevlendirdiği peygambere tabi olmak, getirdiği dinin
esaslarını gönülden benimsemektir.
Müminden beklenen günaha
yaklaşmamaktır, bu onun muttaki halidir. Yanı sıra ihlas ve ihsan sahibi
olmaktır, bu onun muhlis ve muhsin halidir.
Ama ne var ki, hatasız kul olmaz. Kula
yaraşan hata ettiğinde pişmanlık duyup derhal tövbe etmektir, bu onun tevvâb
halidir. Tevvâb her hata ettiğinde hemen tövbe edendir. Yüce Allah da
tevvâbdır, çünkü O, kullarının samimi tövbelerini hemen kabul eden ve onları
asla umutsuz ve günah psikolojisi içinde bırakmayandır.
Demek ki, günahlardan pişmanlık duymak, ilahî yasakları terk edip emirlere uymaya azimet göstermek müminin samimi halidir. Samimi tövbe samimi arınma demektir. Bu arınmaya başvuran kişinin geçmişini Yüce Allah temizler ve ilk doğduğu gün gibi saf ve tertemiz kılar. Zira bizim dinimizde aslî veya kalıcı günah yoktur. Bütün günahlar tövbe ile temizlenir.
KUL HAKKI
Kul hakkı konusunda, hakların iadesi
veya helallik alınması esas kabul edilmektedir. Nitekim Yüce Allah Mutaffifîn
Suresinde ölçü ve tartıda haksızlık yapanlara tövbeyi değil, öte dünyayı
hatırlatmaktadır. Eğer kişi kula yönelik haksızlığını bu dünyada telafi etmez,
öte dünyaya bırakırsa ya kazandığı sevaptan mağdura vermek veya onun günahını
yüklenmek zorunda kalabilir. Yüce Allah’ın kullarının haklarının çiğnenmesine
rızası yoktur, mağdur edilmiş kulunu devre dışı bırakarak bir bağışlama yoluna
da gitmez. Çünkü Allah adildir ve her şeyi yerli yerine koyan hikmet sahibidir.
Hz. Âdem’in iki oğlu (Habil ve Kabil) arasındaki olayda öldürenin kendi günahı
yanında öldürdüğü kardeşinin de günahını yüklenmesinden bahsedilmesi kişiler
arasında öte dünyada bir hesaplaşmanın olacağına işarettir (Maide 5/27-31).
Nitekim halkımız arasında “günahını almak” ifadesi de buradan mülhem bir
kullanım olsa gerektir.
Rahmet Nebisi Peygamberimiz de bu
konuda uyarılarda bulunmuş ve hesap günü haksızlığa uğrayanların haklarını
mutlaka alacaklarını, bu yüzden son nefesten önce haksızlık yapanların
yaptıkları haksızlıkları telafi etmelerinin gerektiğini bildirmiştir. Çünkü
haksızlık yapan, haksızlık yaptığı kişiye öte dünyada sevabından vermek veya onun
günahını yüklenmek durumunda kalır. (Buharî, “Mezâlim” 10).
En iyisi dünya hayatında hakları iade etmek veya helallik almaktır. Yaptığından pişman olup haksızlığı telafi etmek ve helallik istemek ne kadar güzel bir erdemse telafiyi kolaylaştırmak ve helallik isteyene olumlu cevap vermek de bir o kadar güzel erdemdir. Ancak haksızlığı giderecek imkânı olduğu halde sadece helallik isteyerek işi geçiştirmeye çalışmak, samimiyetsizliktir. Bu kişi belki insanları kandırabilir ama kalpleri bilen Allah’ı asla kandıramaz.
İLK ÖRNEK TÖVBE
Tövbenin ilk örneği Hz. Âdem ve Eşi
Hz. Havva’da görülmüştür. Onlar şeytanın vesvesesine kanıp Allah’ın ahdini
unutmuşlar, azimet gösterememişler, şaşırmışlar ve yasak olan meyveden yemek
suretiyle Allah’a asi olmuşlardı (Tâhâ 20/115-121). Ama onlar gerçeği çabuk
kavramışlar, şeytanın vadinin boş bir aldatmaca olduğunu anlamışlar, pişmanlık
duyarak Rablerine yönelmişler. “Ey Rabbimiz biz kendimize haksızlık ettik, eğer
bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen kaybedenlerden oluruz” (A’raf 7/23) diye
yakararak samimiyetle pişmanlıklarını bildirip af ve mağfiret dilemişlerdir.
Rahmân, rahîm, gafûr ve tevvâb olan Rabbimiz hemen onları bağışlamış ve ilk
yaratıldıkları gün gibi tertemiz kılmıştır. (Bakara 2/37; Tâhâ 20/122).
Yüce Allah Hz. Adem ve Eşinin
hayatını ve hayatlarındaki gelişmeleri sırf bilgi veya hikaye olsun diye değil,
onun neslinde gelen bizlere bir tecrübe örneği, bir yol ve yöntem modeli olsun
diye bildirmiştir. Çünkü onlar insan cinsinin ilkleriydi. Hz. Âdem erkek türünün,
eşi Hz. Havva da
kadın türünün ilkleriydi ve ilk örnekleriydi.
İnsanın bu
şekilde geçmişte yaşanmış tecrübelere ihtiyacının olduğu aşikârdır. Geçmişte yaşananların
kayda geçirilmesi, arşivlenmesi ve tarih kitapları yazılması tam da bu ihtiyacı
karşılamak içindir. Bu kitaplar bize yaşanan güzellikleri haber verdiği kadar
felaket, musibet, saldırı ve salgınları da bildirmektedir. Anlatılan
güzellikler bizim için örnek tecrübeler olduğu kadar, yaşanan kötülükler de
birer örnek tecrübedir. Kötü tecrübelerin bir daha yaşanmaması için insanlara korunma
yolları öğretilir, ilk yardım denemeleri ve tatbikatları yapılır. Tabi ki hiç
kimse kaza geçirmek, saldırıya uğramak; deprem, sel, yangın ve salgın gibi
felaketlerle karşı karşıya kalmak istemez. Ama hayatta bunların hepsi birer
olasılıktır. Bu yüzden bunlara karşı nasıl önlem alınacağının öğretilmesinin
yanında, başa geldiğinde nasıl üstesinden gelineceğinin öğrenilmesi gerekir.
İşte Kur’an’da anlatılan kıssalar hem iyiye, güzele ve faydalıya nasıl ulaşacağımızı ve onları nasıl sürdürülebilir kılacağımızı hem de kötüden, günahtan ve zararlı şeylerden nasıl uzaklaşılacağımızı ve kurtulacağımızı anlatan tecrübe örnekleridir.
TÖVBENİN GEÇERLİLİĞİ
Tövbe dünya hayatıyla sınırlı ilahî
af imkânıdır. Bu imkânı dünya hayatında kullanma kararlığı ve cesareti
gösterenler kazanır, kullanmaktan kaçınanlar ise kaybederler. Dünya hayatı
bittiğinde, ölümle yüz yüze gelindiğinde ve can boğaza dayandığında bu imkân da
elden gider.
Baştaki ayette belirtildiği gibi
dünya hayatında samimiyetle tövbe eden kişiyi Yüce Allah mutlak olarak
bağışlayacağını hatta mükâfatlandıracağını vadetmektedir. Ayette hitap
müminlere olduğuna göre Yüce Allah, mümin dahi olsa, kullarının bu dünyadan
arınarak ayrılmasını dilemekte ve emretmektedir. “Ey iman edenler hep birlikte Allah’a tövbe
ediniz” (Nur 24/31) ayeti tam da bu gerçeği bize bildirir.
Müminin hali buysa kâfirin, müşriğin
veya münafığın hali nasıldır? Onların tövbesiz dünyadan ayrılması demek,
kurtuluş yolunu kendilerine tamamen kapatmaları demektir. Çünkü küfür, şirk ve
nifak Yüce Allah’ın asla affetmeyeceği cürümlerdir. Hâlbuki Yüce Allah dünya
hayatı boyunca onlara tövbe etme yani imana gelme imkânı sunmuş, peygamberini bunun
için görevlendirmiş, ilahî kitapları bunun için indirmiştir. Ama onlar bütün bu
imkânları görmezden gelir, sırtlarını döner veya ellerinin tersiyle iterlerse öte
dünyada sonucuna katlanırlar, bedelini öderler, ilahî adalete hesap verirler…
Demek ki,
dünya hayatında son nefese kadar tövbe kapısı herkes için açıktır. “Günahından pişmanlık duyup samimiyetle tövbe eden kişi sanki
günahsız kimse gibidir” (İbn Mace, Zühd 30) hadîs-i şerifi kafir, müşrik,
münafık, zalim, günahkâr, algıcı, saptırıcı, kibirli, öfkeli, kindar, sahtekâr
herkes için geçerlidir. Yeter ki müşrik ve kâfir imana gelsin, münafık
ikiyüzlülükten vaz geçsin, zalim zulmünden dönsün, günahkâr pişmanlık duysun,
algıcı ve saptırıcı adam olsun, kibirli ve öfkeli tevazua gelsin, kindar
kalbinden kini atsın, sahtekâr hile ve aldatma işini bıraksın…
Tövbenin geçerliliği samimiyete,
umuda ve zamana bağlıdır. Samimiyet yoksa, zaman dolmuşsa ve umut tüketilmişse
tövbe imkânı da kaçırılmış demektir. Samimiyet, kişinin gönülden tövbe etmesi;
zaman, son nefesten önceki hayat; umut, yaşama umudunun var olması demektir. Nitekim
münafığın tövbesi samimi olmadığı, son nefese gelmiş kişinin zamanı doldurduğu
ve firavunun tövbesi de yaşama umudunun tükendiği ana bırakıldığı için kabul
edilmemiştir. Demek ki tövbe gönülden, son nefese bırakmadan ve henüz yaşama
umudu varken olmalıdır. “Yoksa kötülükleri işleyip işleyip de ölüm gelip
çattığında “Ben şimdi tövbe ettim” diyenlerle kâfir olarak ölenler için kabul
edilecek bir tövbe yoktur.” (Nisa 4/18).
“Ey Peygamber, onlara Allah’ın şu
buyruğunu söyle: “Günah işleyerek kendilerine zulmedip aşırılığa giden ey kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Allah bütün günahları bağışlar; doğrusu O
çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. Öyleyse azap size gelip çatmadan önce
rabbinize yönelip tövbe ediniz ve O’na gönülden teslim olunuz; sonra kimseden
yardım göremezsiniz. Beklemediğiniz bir anda ansızın başınıza azap gelmeden
önce size rabbinizden indirilen en güzel hükümlere uyunuz.” (Zümer 39/53-54).
12 Receb 1443 /
13 Şubat 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder