KUR’AN AYI RAMAZAN
Prof.
Dr. Âdem APAK
بِسْمِ ٱللَّٰهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
إِنَّ هَـذَا
الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْراً
كَبِيراً
“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükafat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra, 17/9).
İslam öncesi Arabistan’da çetin hayat şartları ve geçim zorluğu
sebebiyle Araplar arasındaki öncelikli irtibat
şekli düşmanlıktı. Buna göre aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan iki
Arap kabilesi tabiî olarak birbirlerine düşman kabul edilmiştir. Dolayısıyla
kabile savaşları İslam öncesi Arabistan’ından toplumda rutin hale gelmişti.
Öyle ki, Arap câhiliyye hayatında en önemli sosyal hadiseler olarak
Eyyâmü’l-Arab adı verilen kabile savaşları
kabul edilir. Savaş halinin devamlı geçerli olduğu bu şartlarda Araplar, hac ve
ticaret gibi zorunlu faaliyetlerini îfâ edebilmek için güvenli zaman
dilimlerine ihtiyaç duymuşlardır ki, onlara bu imkânı İbrahim (as) zamanında tespit
edilmiş bulunan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem Receb gibi savaşın yasak kabul
edildiği haram aylar sağlamıştır. Nitekim Araplar Hac vazifesini de bu dönemde
gerçekleştiriyorlar; savaşsız geçen bu dönemde Arap kabileleri her taraftan
Mekke’ye geliyorlar, buralarda birkaç gün konaklıyor, ihtiyaçlarını gideriyor,
mallarını takas ediyor, gece sohbeti ve eğlenceler tertip ediyorlar, daha sonra
da güvenlik içinde yurtlarına dönüyorlardı. (Bakara, 2/197-198). Bu sebeple
cahiliye dönemi Arapları adı geçen ayları en mübarek, muteber ve makbul aylar
olarak kabul ediyorlardı.
İslâm dini de yukarıda zikri geçen haram ayları tanıdı ve kutsal
saydı. Bu aylarda her türlü şiddet hareketini yasakladı. Ayrıca Müslümanlar
için hac yine bu dönemde farz kılındı. İslâm’ın gelmesiyle Araplar arasındaki
aylar konusundaki en büyük farklılık Ramazan ayında kendini gösterdi. Zira
Ramazan ayı İslâm öncesi geçmişle mukayese edildiğinde ayların en üstünü ve
muteberi haline geldi. Öyle ki, Müslüman toplumlar arasında zamanla bu ay on
bir ayın sultanı olarak ilan edildi. İslâmî dönemde Ramazan’ın diğer ayların
fevkinde görülmesinin en bariz özelliği ise bin aydan daha faziletli olan Kadir
gecesinin bu ayda mevcut olmasıdır. Kadir gecesini bin aydan daha faziletli
hale getiren hususiyet ise insanlığın son hidayet rehberi olan Kur’an-ı
Kerim’in bu gecede yer yüzü semasına inmeye başlamasıdır. Dolayısıyla fazilet
açısında Ramazan ayını diğer ayların önüne geçiren en mühim hususiyet, bu ayda
Allah’ın bütün insanlık için son mesajı ve nuru olan Kur’an’ın bu ayda inmiş
olmasıdır. Ramazan için bu fazilete İslâm dininin beş temel esasından olan oruç
ibadetinin bu ayda yerine getiriliyor olmasını da ilave etmemiz gerekir.
Ramazan ayı gerek Müslüman fert gerekse
Müslüman toplumların hayatında büyük etkiler bırakan müstesna bir zaman
dilimini temsil eder. Gerçekten de bu ay geldiğinde insanların gönüllerinde ve
sosyal hayatlarında bir heyecan ve yenilenme, toplumların manevî dünyalarında
da bir canlanma, neticede de bir olgunlaşma işaretlerine şahit olunur. Öyle ki,
oruç ibadetinin de etkisiyle bütün Müslüman toplumlar üzerine adeta bir melekût
sukûneti hâkim olur. İnananların hal, söz ve davranışlarında müspet anlamda
muazzam gelişmeler meydana gelir.
İnsanlığın son rehberi ve önderi Hz. Peygamber
(sav) insanı ve Müslüman toplumları pek çok cihetten etkileyen Ramazan ayına
hususi olarak hazırlanır, sahâbesine de aynı hususta hazırlık yapmalarını
tavsiye ederdi. Nitekim bir Ramazan arefesinde Medine mescidinde ashabına
hitabet şu minvalde bir konuşma yapmıştır ki, burada dile getirilen ifadeler,
Ramazan’ın Müslüman üzerindeki olumlu etkilerini en güzel bir şekilde ortaya
koyar:
“Ey insanlar, Mübarek bir ayın gölgesi
üzerinize düştü. Bu ayın içinde bin aydan daha hayırlı kadir gecesi vardır.
Orucu farz, kıyamı (teravihi) sünnettir. Bu ayda yapılan nafile bir ibadet,
farz bir ibadete; farz bir ibadet ise onun yetmiş katı sevaba denktir. Ramazan,
karşılığı cennet olan sabır ve ihsan ayıdır. Öyle ki, Müminlerin rızkı
ramazanda çoğalır. Bir oruçlu, orucunu açtığı esnada günahları Allah tarafından
bağışlanır. Bir hurma ve bir avuç su ile iftar açtırana da Allah aynı sevabı
verir. Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden
kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin işini hafifletirse, Allah onu bağışlar
ve cehennem ateşinden azat eder. Ey insanlar! Ramazan ayında dört şeyi çok
yapın. Bunlardan ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz. Diğer ikisine ise sizin
ihtiyacınız var. Rabbinizi razı edeceğiniz şeyler; kelime-i şahadet ve tevbe-i
istiğfardır. Sizin muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah'tan cenneti ister,
cehennemden O'na sığınırsınız. Kim oruç tutan bir mümine su ikram ederse, Allah
da onu benim Kevser havuzumdan içirir. Bu havuzdan içen cennete girinceye kadar
bir daha susamaz." (İbn Huzeyme, Sahih, (Thk. M. M.
A’zamî), III, 191-192).
Allah Rasûlü (sav) yukarıdaki konuşmasında ifade ettiği hususların
tamamını ramazanda bizzat yaşamıştır. Onun hutbesinde dile getirdiği hususlar
daha ziyade Müslümanın Kur’an ile ilişkisini ortaya koymaktadır.
Allah Rasûlü (sav) her şeyden önce içinde nazil
olmaya başlaması sebebiyle bu ayı Kur’ân ayı olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla
bir taraftan gündüz saatlerinde sahabeyle birlikte Kur’ân okur; diğer taraftan
da gece saatlerinde Cebrail ile kendisine o zamana kadar nazil olmuş âyetleri
mukabele ederdi. Müslümanlar bu “mukabele geleneği”
ni Ramazan ayında günümüze kadar devam ettirmektedirler.
Bir
başkasının Kur’ân-ı Kerîm’i okuyuşunu takip etmek ve bu suretle hatim indirme
anlamında kıraat terimi demek olan Mukabele, Sözlükte “iki şeyi birbiriyle
karşılaştırmak” anlamına gelen mukabele, üç aylarda ve bilhassa ramazanlarda
cami, mescid ve evlerde daha çok sabah, öğle, ikindi namazları öncesinde
hâfızlar tarafından okunan Kur’an’ı takip etmek suretiyle hatim indirme
geleneğine ad olmuş, zamanla hâfızların bu okuyuşları için de aynı terim
kullanılmıştır. Bu gelenek, Cebrâil’in ramazan aylarında her gece Hz.
Peygamber’e gelerek o ana kadar nâzil olan âyet ve sûreleri karşılıklı okuyup
kontrol etmelerine dayanır. Kur’an’ın ramazan ayında nâzil olmaya başlaması, bu
ayda yapılan amellerin diğer zamanlara göre daha faziletli kabul edilmesi de
geleneğin yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Rasûl-i Ekrem’in vefatından önceki
son ramazanda mukabele iki defa gerçekleşmiştir (Buhârî, “Bedü’l-vaĥy”, 5,
“Bedu’l-ħalķ”, 6, “İstiźân”, 43; Müslim, “Fezâilü’ś-Saĥâbe”, 98, 99), buna
“arza-i ahîre” denir (İbn Sa‘d, II, 195).
Kur’an’ı
güzel okuyan birinden dinleme ve yanlışsız hatmetmekle ilgili bazı nasslar
vardır. Hz. Peygamber ashabın içinde güzel Kur’an okuyanları dinlerdi. Bir
hadiste, Allah’ın evlerinden birinde O’nun kitabını okuyan ve müzakere eden
cemaati rahmetin kaplayacağı, onları meleklerin kuşatacağı ve Allah Teâlâ’nın o
mecliste yer alanları kendi nezdinde bulunanlara bildireceği kaydedilir (Müslim,
“Źikir”, 38; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 14; Tirmizî, “Ķırâât”, 12). “Allah’ın evleri”nden genellikle
mescidler anlaşılırsa da bu işin yapıldığı mektep, medrese ve meskenler de buna
dahil edilmiştir. İslâm ülkelerinde saraylarda da mukabele okuyan hâfızlar
bulundurulmuştur. İbn Hallikân, Hârûnürreşîd’in hanımı Zübeyde’nin Kur’an’ı
ezberleyen 100 kadar câriyesinin olduğundan ve sarayında onları dinlediğinden
söz eder. Aynı şekilde İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Saâdet Dairesi’nde
günün hemen her saatinde mukabele okuma geleneği günümüzde de sürdürülmektedir.
Bugün
İslâm dünyasında yaşatılan mukabele geleneğinde esasta bir değişiklik yoktur.
Makedonya gibi bazı Balkan ülkelerinde mukabeleye üç aylar girince başlanmakta,
Recep, Şâban ve Ramazan aylarında hatim indirilmektedir. Eski İstanbul
ramazanlarında camilerde mukabele okumaya ramazandan on beş gün önce başlanır, hatim
duası Kadir gecesi öncesi ikindi namazında yapılırdı. Osmanlılar döneminde
namazlardan önce birer cüz mukabele okumakla görevli olan ve kendilerine
“cüzhan” denilen cami görevlileri vardı. Ayrıca bazı büyük konaklarda güzel
sesli imam ve müezzinler görevlendirilir ve sahurdan sonra mukabele okunurdu. İstanbul’da Eyüp Sultan Camii ve Türbesi’nde
okunan hatimlerin ayrı bir fazileti olduğu kabul edilir, Uzun çarşı esnafı her
yıl ramazanda Eyüp Sultan Camii’nde mukabele okuturdu.
Günümüzde Türkler
arasında Ramazan mukabeleleri genellikle ramazanın ilk günü başlar ve arefe
günü tamamlanarak duası yapılır. Duanın Kadir gecesinde yapıldığı da olur. Bilhassa
kış gecelerinde imsaktan hemen sonra camiye gidenler sabah namazından önce
okunan mukabeleye katılmakta, ramazan için özel dinî yayınlar hazırlayan bazı
radyo ve televizyonlarda da mukabele daha çok bu vakitte okunmaktadır.
İstanbul’da bilhassa selâtin camilerinde ramazan günlerinde tanınmış hâfızlar
günümüzde de mukabele okumaktadır. Ayrıca hanımların evlerde bir araya gelip
mukabele dinleme geleneği de yaygındır. Bu meclislerde bir hâfızın okuduğu
mukabele takip edildiği gibi bir hâfızın kayda alınmış kıraatini dinleme de
giderek yaygınlık kazanmaktadır. Mukabelede her cüz bir kişi veya birden çok
hâfız tarafından okunabilmektedir.
Burada şu hususa dikkat çekmek gerekir ki, Ramazan
aylarında sadece hatm-i şerifler okumak suretiyle Kur’ân’dan gerçek anlamıyla
istifade etmiş olunamaz. Kur’ân’ın bize ne demek istediğini anlamaya çalışmak,
tabiî ki asıl hedef olarak Kur’ân’ın bizden istediği şekilde yaşamaya çalışmak
hususunda gayret göstermemiz de gerekir.
Unutmamak gerekir ki, Kur’an’ı-Kerim Yüce Allah tarafından
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)’e gönderilen son ilahi kitaptır. Yüce
kitabımızın muhatabı bütün insanlar, gayesi de insanlığın dünya ve ahiret
mutluluğunu sağlamaktır. Bu gayeye ulaşabilmemiz için, Kur’an’ı okumamız,
anlamamız emir ve yasaklarına uymak gerekir. Kur’anı okumaktan maksat onu
anlamak, onu anlamaktan maksat da ona uymak, ahkamı ile amel etmek, gösterdiği
yoldan yürümek, hasılı Kur’an’ı yaşamaktır.
Bitmez tükenmez bir
ilim, hikmet ve saadet kaynağı olan Kur’an, nuru ile alemleri aydınlatan, ruhlara
şifa veren, insanların güçlü bir vicdana, sağlam bir imana sahip olmasına
vesile olan, akılları ve gönülleri aydınlatan yüce bir kitaptır. Bu itibarla
hayatın manasını anlamamız, iyi bir mü’min olmamız, hayatın çilelerini ve
sıkıntılarını göğüsleyebilmemiz için Kur’an’a yönelmemiz ve ondan öğüt almamız
gerekir. İnsanlık ne zaman Kur’an’a yönelmiş, onu rehber edinmiş ise, kişi ve
toplum olarak huzura kavuşmuş, ileri medeniyetlere sahip olmuştur.
Mü’minler olarak
Kur’an’ın ilahi mesajına kulak verelim, onu okuyalım, anlayalım ve en önemlisi
de yaşayalım. Allah’ın rahmetine, dünya ve ahiret saadetine kavuşmanın yolunun
Kur’an’ı anlamak ve yaşamakla mümkün olacağını bilelim. Kur’an’ın anlaşılması
ve yaşanmasının önemi bizzat Kur’an’da şu şekilde dile getirilir:
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءوَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَاراً
“Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler
indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.” (İsra, 17/82).
Kur’an’ın okunması, anlaşılması ve hayata
tatbik edilmesi hususunda Hz. Peygamber’in (sav) tavsiyeleri vardır:
İmam
Malik'e ulaştığına göre, Hz. Peygamber şunu söylemiştir: "Size iki şey
bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın
Kitab'ı ve Resûlünün sünneti. (Muvatta, Kader, 46, II, 899).
Yezid İbn Erkam anlatıyor: Hz. Peygamber buyurdular
ki: "Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey
bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır.
Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i
Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip
(hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse
bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün". (Tirmizi, Sünen,
Menakıb, 50, V, 663)
Hz. Ali anlatıyor: "Resûlullah buyurdular ki:
"Kim Kur'ân'ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram
kıldığı şeyi de haram kabul ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca
hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi
kılınır." (Tirmizi, Sünen, Fezailul’Kur’an, 46, V, 171).
Nevvâs İbn Sem'an Allah Rasûlü’nden şöyle bir
rivayet aktarıyor: "Kıyâmet günü Kur'ân-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip
çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte, Bakara ve Âl-i İmrân
sûreleri Kur'ân-ı Kerîm'in önünde yer alırlar." Rasûlullah bir iki sure için üç teşbihte
bulundu ki, bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti: "Onlar sanki iki
bulut veya aralarında nur ve aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini
müdafaa vaziyeti almış saflar halinde iki kuş sürüsü gibidirler." (Tirmizi, Sünen,
Fezailul’Kur’an, 46, V, 160).
Ramazan şüphesiz Kur’an ayı
olmasının yanında ibadet-yoğun bir zamana da tekabül eder. Zira bu ayda yapılan
ibadetler içinde de diğer günlere kıyasla Kur’an okunmaya daha çok zaman
ayrılmaktadır. Dolayısıyla bu ibadetler esnasında da Müslümanlar Kur’an’la
hemhal olmaktadırlar. Bunlar Teravih namazı, itikaftır.
Ramazan denildiğinde bazıları için direkler
arasındaki gece eğlenceleri akla gelir. Günümüzde de benzer şekilde Ramazan
geceleri adeta eğlence faaliyetlerine sahne olmakta, dolayısıyla bu eğlence
meclisleriyle oruç tutanların bir kısmı camiden ve tabiatıyla teravihten
alıkonulmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, Ramazan’ın geceleri ancak teravih
ile ihya edildiğinde Ramazan gecesi olur. Zira Ramazan ayı aynı zamanda bu aya
has kılınan Teravih namazıyla bir anlam kazanır. Öyle ki Allah Rasûlü (sav) bu
ayda teravihi asla ihmal etmemiştir. O ilk üç gün bunu sahabeyle birlikte
cemaatle kılmış; daha sonra ümmetine farz olacağı endişesiyle evinde yalnız
kılmaya devam etmiştir. Bu namaz Halife Hz. Ömer dönemine kadar da çoğunlukla
münferit kılınmıştır. Ancak o, halife olduğu zaman görevlendirdiği şehir
öğretmenlerine halka teravihi cemaatle kılmalarını emretmiş, böylece onun başlattığı
teravih uygulaması günümüze kadar ulaşmıştır.
Ramazan
ayı, yine bu aya mahsus olan itikâf ibadeti ile de ayrı bir hususiyet kazanır.
Ancak zamanla bu ibadet Müslümanların neredeyse terk ettiği ve adeta ehemmiyeti
unutulan bir sünnet haline gelmiştir. Halbuki Hz. Peygamber (sav) her Ramazan’da bir de itikâfa girerdi. Bu hususta Hz. Aişe’den
gelen rivayette şöyle buyrulur: "Rasûlullah (sav) vefat edinceye kadar
Ramazan'ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini
Ramazan'ın son on gününde arayın". (Buhârî, Fadlu Leyletü'l-Kadr 3,
İtikâf 1,14; Müslim, İtikaf 5). Aynı konuda Ebu Saîd’den gelen
rivayet ise şöyledir: "Biz Hz. Peygamber (sav) ile Ramazan'ın orta on
gününde i'tikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize)
taşıdık. Rasûlullah (sav) bir hutbe irad etti ve sonra şunu söyledi:
"İtikafa girmiş olanlar, itikâf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana
Kadir gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son on
günde ve tek gecelerde arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde secde
eder gördüm." Rasûl-i Ekrem (sav) itikâf mahalline dönünce, o günün sonuna
doğru hava bozdu. Mescid o sıralarda (üzeri dallarla örtülmüş) çardak
şeklindeydi. Hz. Peygamber’in (sav) burnu ve burun yumuşağı üzerinde su ve
çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21. gece idi." (Buhârî, Fadlu Leylet'l-Kadr 2, 3, İtikaf 1, 9, 13;
Müslim, Sıyâm 213). Ebu
Hüreyre’den gelen rivayette ise bu konuda şöyle bildirilir: "Hz. Peygamber
(sav) her Ramazan’da on gün i'tikafa girerdi. Vefat ettiği yılda ise yirmi gün
i'tikafa girdi." (Buhârî, İ'tikaf 17; Ebu
Dâvud, Savm 78, (2466). İbn Mâce, Sıyâm 58).
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in (sav) Ramazan’ı
ayını manevî anlamda bir arınma ve temizlenme ayı olarak gördüğünü ve bir
taraftan kendisini arındırmaya gayret ederken, diğer taraftan da çevresini buna
göre şekillendirmeye çalıştığını da ifade etmemiz gerekir. Müslümanlara düşen
de bu hususta Allah Rasûlü’nü (sav) kendilerine örnek almak olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder