İSLÂM TARİHİ KAYNAKLARINDAN FÜTÛHÂT KİTAPLARI
Prof. Dr. Âdem APAK
İslâm tarihinin kaynaklarını ana kaynaklar ve müracaat eserleri olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Ana kaynak, incelenmek istenen dönemden kalan veya o dönemle ilgili olarak bize ulaşan bakıyye ve kayıtlar demektir. Bunlar gözle görülen bir eser, ayakta kalan bir bina, yazılı bir vesika veya telif edilmiş kitap olabilir. Ana kaynaklar da kendi arasında esas ana kaynaklar ve yardımcı ana kaynaklar şeklinde ikiye ayrılır. Esas kaynaklar, müelliflerin belli dönem hakkında kaleme aldıkları ve bu döneme ait olaylarla, zamanın kültürel şartlarını aktarmayı hedefleyerek yazdıkları kaynaklardır. Bunun yanında eser sahiplerinin ilk planda tarihî hadiseleri aktarmak niyetiyle yazmadıkları ancak içlerinde doğrudan veya dolaylı olarak tarihle alakalı bilgilerin dağınık bir şekilde bulunduğu kaynaklar vardır ki, bunlara da yardımcı kaynak adı verilebilir. Şiir divanları, sözlükler ve fıkıh kitapları bu tür eserlerdendir.
İslâm
tarihinin mühim kaynaklarından biri de coğrafya ve tarih kitaplarıdır. Hemdânî’nin (H.334/M.9045) Sıfatu Cezîreti’l-Arab, Makdisî’nin (H.390/M.1000) Ahsenü’t-Tekâsim’i,
Bekrî’nin (H.487/M.1094) Mu’cem Ma’sta’cem, Yâkût el-Hamevî’nin (H.626/M.1229) Mu’cemu’l-Buldân’ı başta gelen coğrafya kitaplarıdır. Mu’cemu’l-Buldân aslında çoğunluğu
coğrafyaya ait bilgiler içeren bir ansiklopedik eser olmakla birlikte, içinde
tarih ve edebiyata dair bilgiler, kültür ve medeniyete ilişkin değerlendirmeler
de mevcuttur.
Araplar nazarında en önde gelen tarih kitabı, Ebû
Cafer Muhammed
b. Cerîr et-Taberî‘nin Târîhu’r-Rusûl
ve’l-Mülûk (veya Târîhu’l-Ümem
ve’l-Mülûk) isimli eseridir. Müellif, aynen tefsirinde yaptığı gibi
ulaşabildiği bütün haberleri toplamış ancak birkaç istisna dışında rivayetleri
herhangi bir tercihte bulunmaksızın aktarmıştır. Kendisinden sonraki genel
tarih çalışmalarına da örneklik teşkil eden Taberî’nin bu kitabını muhteva
açısından 3 kısımda değerlendirmek mümkündür. Birinci kısımda dünyanın
yaratılması (kozmoloji), ardından da ilk insandan başlamak üzere insanlığın
geçmişi anlatılır. Bu şekilde İslâm tarihinin muhtevası insanlık tarihiyle
özdeş hale getirilmiş olur. Eserin bu bölümüne Peygamberler Tarihi de
denilebilir. Taberî ve takipçilerinin eserlerinin başlangıç kısımlarında Yahûdî
ve Hıristiyan kutsal kitaplarından çokça istifade edilmiştir ki, buna
İsrailiyat adı
verilmektedir. Bu sebeple gerek Taberî’nin, gerekse onu model alan sonraki
tarihçilerin kitaplarının tenkide en mukavemetsiz olan kısımları bu başlangıç
bölümleridir.
Târîhu’l-Ümem’in
ikinci kısmında Hz. Peygamber’in (sav) hayatı ele alınır. Onun soyu, ailesi,
peygamberlikten önceki hayatı, peygamberliği, savaşları bir meğâzî ve siyer
kitabı üslubuyla aktarılır. Bu kısımlar umumî tarih kitaplarının en güvenilir
yerlerini teşkil eder. Çünkü bu bölümler yazılırken, Kur’ân ve
Hadis’in yanında sadece Hz. Peygamber (sav) dönemini ele alan siyer ve meğâzî
kitaplarına müracaat edilmiştir.
Taberî ve
müntesiplerinin kitaplarının son kısımları, Hz. Peygamber’den (sav) sonraki
dönemden başlamak suretiyle müelliflerin kendi zamanlarına kadar geçen dönemi
ele aldıkları bölümlerdir. Eserlerin bu bölümleri, birinci bölümler kadar zayıf
olmamakla birlikte, siyeri konu edinen ikinci bölümler kadar da güvenilir
değildir. Ancak ilk kaynak olmaları sebebiyle bu tür kitapların en orijinal
bölümleri buralardır. Mes’ûdî‘nin et-Tenbîh
ve’l-İşrâf,Mürûcü’z-Zeheb ve Ahbâru’z-Zaman’ı,
İbnü’l-Esîr‘in el-Kâmil
fi’t-Tarih’i, İbn Kesîr‘in el-Bidâye ve’n-Nihâye’si de Taberî
ile benzer hususiyetler arz eder.
İslam
tarihi kaynakları arasında genel tarih kitapları muhtevasına benzer konuları ele
alan, ancak büyük oranda Müslümanların askerî faaliyetlerini, yayılma, yani
fütuhat tarihini merkezinde rivayetler aktaran eserler genel olarak fütûhât
kitapları olarak bilinir. İsimlerinde fütûhât bahisleri geçse de bu kaynaklarda
Müslümanların sadece fetihleriyle değil, bazen iç siyasî hadiseleriyle,
fethedilen topraklardaki imar ve iskân faaliyetleriyle, buralarda
gerçekleştirdikleri toprak reformu ve iskân faaliyetleriyle de
ilgilenmişlerdir. Bu sebeple fütûhât kitapları İslam tarihi araştırmaları için
vazgeçilmez eserlerdir. Bu eserlerin en önemli ve en fazla müracaat edilenleri
ise Belâzürî’nin Fütûhu’l-Büldân’ı, İbn Abdülhakem’in Fütûhu Mısır ve
Ahbâruhâ’sı ile İbn A’sem’in Futûh’udur.
I.
BELÂZÜRİ: FÜTÛHU’L-BÜLDÂN
Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd el-Belâzürî’nin (ö.
279/892-93) doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Farsça’dan Arapça’ya
tercümeler yaptığı için çağdaş araştırmacılar genellikle onun İran asıllı
olduğunu iddia ederler. Nesebi hakkında bilgi bulunmaması ve büyük dedesi
Dâvûd’dan önceki atalarından hiç bahsedilmemesi de esasında bu kanaati
güçlendirmekte ve bu bilgiler onun en azından Arap asıllı bir aileden
gelmediğini göstermektedir. Künyesi ise kaynaklarda Ebü’l-Hasan, Ebü’l-Abbâs ve
Ebû Ca‘fer şeklinde farklı olarak geçmektedir.
Belâzürî’nin hayatı ile ilgili olarak kaynaklarda bulunan
bilgilerin büyük bir kısmı Abbâsî halifeleri ve vezirleriyle olan münasebetleri
hakkındadır. Buna göre Halife Mütevekkil-Alellâh’ın huzurunda yapılan ilmî ve
edebî sohbetlerde bulunmuş, Halife Müstaîn-Billâh da kendisine yakınlık
göstermiştir. Onun selefi Mu‘tez de oğlu Abdullah’ın eğitim ve öğretimini kendisine
emanet etmiştir. Mu‘temid-Billâh zamanında hayatının en sıkıntılı ve kötü
günlerini yaşayan Belâzürî Hicretin 279. yılında (M.892-93) Bağdat’ta seksen
yaşlarında iken vefat etmiştir. İbnü’n-Nedîm, onun hâfızasını kuvvetlendirmek
için hindistan cevizine benzer bir meyve olan belâzür (semacarpus anacardium,
anacard) içtiğini ve bundan dolayı hâfızasını kaybedip perişan bir halde akıl hastanesinde öldüğünü söyler. Bazı kaynaklar ise
bu olayın kendisi ile değil, bilakis dedesi Câbir ile ilgili olduğunu ve
Belâzürî nisbesinin de kendisine bu sebeple verildiğini kaydeder.[1]
Belâzürî’nin Ensâbü’l-Eşrâf ile günümüze
kadar ulaşabilen iki önemli eserden birisi de bahsimizle ilgili olan Fütûhu’l-Büldân’dır.
Müellif mezkûr kitabında İslâm fetihleri ile bu fetihlerin akabinde fethedilen
bölgelerde gerçekleştirilen imar, iskân ve kültürel faaliyetleri ele almıştır.
Fütûhu’l-Büldân’ın konuları Hz.
Peygamber’in (sav) Medine’ye hicretiyle başlar. Dolayısıyla müellifin, Allah
Rasûlü’nün (sav) Mekke’den Medine’ye hicretini de bir fetih olarak değerlendirdiği
anlaşılmaktadır. Belâzürî, Hicret’in ardından Hz. Peygamber’in (sav) Medine’ye
girmeden önce birkaç gün kaldığı Kuba beldesinin hususiyetleri, yöre halkı,
burada inşa edilen ilk Mescid hakkında bilgi verdikten sonra, bölge etrafındaki
yerleşim yerlerinin, hatta daha sonra buraların kimlere ikta olarak verildiğini
zikreder.[2] Bundan sonraki konu Benû
Nadîr ve Benû Kureyza’nın Medine’den uzaklaştırılmaları ve cezalandırılmaları
bahsi olup, burada onların kalan mallarının Hz. Peygamber (sav) tarafından
nasıl muameleye tabi tutulduğu zikredilir. Aynı durum Müslümanlar tarafından
Medine dışında fethedilen ilk Yahudi yerleşim mekânları olan Hayber, Fedek,
Vâdi’l-Kurâ, Teymâ için de geçerledir.[3]
Belâzürî Müslümanlar için dönüm noktası olması
sebebiyle Mekke’nin fethine de geniş olarak işaret etmiştir. Fethin
gerekçelerini ve nasıl gerçekleştiğini zikrettikten sonra Mekke’nin yerleşim
alanı ve maddî imkânları üzerine rivayetler aktarmıştır. Müellifin bu bahiste
müstakil başlık altında ele aldığı konular ise Mekke Kuyuları ile Mekke
selleridir.[4]
Mekke’den sonra Hicaz’ın üçüncü önemli merkezi Tâif’e gelir. Bu kısımda Huneyn
savaşı, ardından Tâif kuşatmasıyla başlayan mücadeleye işaret edilip, Tâif
halkının Medine’ye gelip Müslümanlığı kabul etmesi özet bir şekilde aktarılıp
Tâif’in maddî zenginlik ve imkânlarının aktarılmasıyla tamamlanır.[5] Müellif Tâif’in ardından
Müslümanlar tarafından fethedilmiş bulunan Tebâle, Cüreş, Tebûk, Eyle, Ezruh,
Makna, el-Cerbâ ve Dûmetü’l-Cendel fetihlerine dair bilgi ve rivayetlere yer
verir.[6]
Belâzürî, Medine’ye hicreti fetih addederek
eserine aldığı gibi, herhangi bir savaş ve çatışma olmaksızın İslam’ı kabul
eden ve rıza ile Müslümanların idaresine girmeye razı olan Müslüman beldeleri
de fütûhât konulu kitabında konu edinmiştir. Necranlılarla gerçekleştirilen
anlaşma, Yemen, Umân, Bahreyn halkının davet mektupları neticesinde
Müslümanlara itaatleri bu bahiste zikredilebilir.[7] Yemâme’yi de müstakil bir
başlıkla ele alan müellif önce bölge halkının Müslümanlığı kabul etmesine,
ardından da aynı yörede ortaya çıkan ve Müseylime liderliğinde gelişen irtidat
hadiselerinin nasıl bastırıldığına işaret eder.[8]
Belâzürî ridde hadiselerinin tesirsiz hale
getirilmesinin ardından Şam fetihleri bahsine geçer. Burada sadece fetihle
ilgili bilgiler verilmekle yetinilmemiş, fetihten sonra bölge idaresi ve
idarecileri hakkında da teferruatlı bilgiler verilmiştir. Şam fetihleri başlığı
altında Busrâ, Ürdün, Dimaşk gibi merkezlerin fethedilmesiyle birlikte bu
fetihlerin gerçekleşmesinde kilit rol oynayan Ecnâdeyn, Mercü’s-Sufer ve Yermük
savaşı gibi önemli muharebelere, nihayet Kıbrıs’ın fethi ve fetih sonrası
Kıbrıs yönetimine de işaret edilmiştir.[9] Eserde Şam fetihlerinden
sonra Cezîre ve İrminiye fetihleri de konu edilmiştir.[10] Fütûhu’l-Buldân’da
ele alınan fetih hareketlerinden biri de Mısır-Kuzey Afrika ve Endülüs hattındaki
fetihlerdir. Hz. Ömer döneminde başlayan bu süreç Velid b. Abdülmelik zamanında
tamamlanmıştır. Bu bölümde ayrıca Akdeniz’de fethedilen adalara da işaret
edilmiştir.[11]
Eserin geri kalan kısmı ise büyük oranda İran-Horasan coğrafyasının fethine
ayrılmıştır. Başta Kadisiye savaşı ve Nihavend savaşı gibi Arap-Fars
çatışmasında kilit rol oynayan savaşlarla birlikte, bölgedeki bütün önemli
merkezlerin fethi detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu dönemde
gerçekleştirilen fetih hareketleri Sicistan, Kabil ve Sind fetihleriyle
tamamlanmıştır. Fetihlerin aktarıldığı konuların yanı sıra eserde Kûfe, Basra,
Bağdat gibi şehirlerin kuruluşuna değinilmiş, ayrıca Araplarda ilk para kullanımı,
haraç ve toprak kullanımı hükümleri, Hz. Ömer döneminde verilen atâlar ve
mühürler hakkında da bilgiler aktarılmıştır.[12]
Belâzürî eserinde, savaşların teferruatına
girmeden bir yerin kimin tarafından ve hangi tarihte fethedildiğine, barış
(sulhen) veya savaş (anveten) yoluyla ele geçirildiğine dair haberleri ve buna
bağlı olarak muahedelerle belirlenen toprak vergilerini, bu arada İslâm devleti
hâkimiyetine giren gayri müslimlerin ödedikleri cizye miktarlarını da zikretmiştir.
Onun eseri ayrıca fetihlerden sonraki imar ve iskân faaliyetlerine, yapılan
camilere, çarşılara, açılan kuyulara ve kanallara, inşa edilen köşk ve saraylara,
iktâ edilen veya mera haline getirilen topraklara ait haber ve rivayetlere yer
vermesiyle dikkat çeker.
Belâzürî Fütûhu’l-Büldân’ı yazarken daha
önceki tarihçilerin çoğu zamanımıza kadar ulaşmamış kitaplarından, özellikle
Vâkıdî, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Medâinî, İbn Sa‘d ve İbn Hişâm’ın
eserlerinden, çeşitli yerleri ziyareti sırasında edindiği ve bilhassa Abbâsî
sarayındaki yakın dostlarından aldığı bilgilerden istifade etmiştir. Onun haber
ve bilgileri rivayet ederken hadisçilerin takip ettikleri yaygın sened usulüne
göre râvilerin isimlerini zikretmekle beraber, zaman zaman da adlarını vermeden
“râvilerin dediklerine göre” ifadesiyle olayları bir bütünlük içerisinde
vermeyi tercih etmiştir. Müellif ayrıca hadis ve siyer âlimlerinin
rivayetlerini, bunun yanında ülkelerin fetihlerine dair çeşitli sözleri bazen
aynen naklettiğini, bazen da diğer rivayetlerle karşılaştırıp doğruyu bulmaya
çalıştığını söyleyerek takip ettiği metodu da belirtmiştir.
İslâm fetihleri alanında yazılmış olup günümüze
kadar gelebilen eserlerin en eskilerinden biri olan Fütûhu’l-Büldân meşhur
tarihçi Mes‘ûdî’nin takdirini kazanmış[13], Yâkūt el-Hamevî de Mu’cemü’l-Büldân’ı
yazarken bu eserden geniş ölçüde faydalanmıştır. Belâzürî bu eseriyle tarih
alanında olduğu kadar coğrafya alanına da büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca
Basra, Kûfe, Fustat, Kayrevan gibi yeni şehirlerin kurulması ve bunların
planları, ayrıca Arap kabilelerinin çeşitli bölgelere yerleşmesiyle ilgili
olarak medeniyet tarihi ve ülkelerin İslâmlaşması açısından çok önemli bilgiler
vermiştir.[14]
II. İBN
ABDÜLHAKEM: FÜTÛHU MISR VE AHBÂRUHÂ
Asıl adı Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. Abdillâh b.
Abdilhakem el-Mısrî el-Kureşî (ö. 257/870) olan İbn Abdülhakem Fustat’ta 182
(798) veya 187 (803) yılında doğdu. Dedesinin ismine izâfeten İbn Abdülhakem
lakabıyla tanınır. Babası Abdullah ise İmam Mâlik’in öğrencilerinden daha sonra
Mâlikî mezhebinin imamı ve aynı zamanda Mısır’ın başlıca âlimlerinden biridir.
İbn Abdülhakem ilk tahsilini babasının yanında tamamlamış ve ondan özellikle
Mâlikî fıkhıyla birlikte pek çok hadis öğrenmiştir. Muharrem 257’de (Aralık
870) Fustat’ta vefat eden İbn Abdülhakem, İmam Şâfiî’nin kabrinin yanına
defnedilmiştir. Kendisi fakihliği ve hadisçiliği yanında daha çok
tarihçiliğiyle ünlüdür.[15]
İbn Abdülhakem’in günümüze yalnız Fütûhu Mısr
ve Ahbâruhâ adlı kitabı ulaşmıştır. Fütûhu Mısr ve’l-Maġrib ve’l-Endelüs,
Fütûhu Mısr ve’l-İskenderiyye ve’l-Maġrib ve’l-Endelüs ve abâruhâ adlarıyla da
bilinen eser hususen Mısır, İfrîkıye, Mağrib ve Endülüs’ün Müslümanlar tarafından
fethini anlatan ana kaynaklardan birisidir. Müellif kitabını hazırlamada klasik
tarih yazarlarının üslûbunu aynen takip etmiş; derlediği bilgileri tenkit
süzgecinden geçirmeden, fakat kuvvetli rivayetlerden başlayarak kitabına
almıştır; binaenaleyh onun bazen birbiriyle çelişkili iki rivayeti birlikte
verdiği görülür.
İbn Abdülhakem’in Fütûh’a Hz.
Peygamber’in Kıptîler hakkındaki hadisleriyle başlayıp ardından bölgenin İslam
öncesi tarihi ve bu topraklarda geçen peygamberlerin hayatlarıyla Benî
İsrail’in Mısır’daki serüvenini aktadır. Bu kısımda ayrıca Mısır’ın gerek Bâbilliler,
gerek Rumlar, gerekse Fârisiler tarafından işgal süreçleri de ele alınır.[16]
Müslümanların Mısır ile ilişkilerinin
başlangıcı, Hz. Peygamber’in (sav) Mukavkıs’a sahâbeden Hâtıb b. Ebî Beltea’nın
götürdüğü davet mektubu faslıyla başlar. Ardından Amr b. el-Âs’ın Mısır’ı fethi
ve fethin ardından Mısır’da gerçekleştirilen imar, iskân ve iktisadî
faaliyetler üzerinde durulur. Bu arada Mısır merkezli başka fetih hareketlerine
de işaret edilir.[17] Eserde Mısır’ın fethi ve
iskânından sonra Kuzey Afrika’nın fethi konuları başlar. Bunun ardından da Amr
b. el-Âs’ın ardından Afrika fetihlerine çıkan komutanlar ve onların fetih
faaliyetleri sıralanır.[18]
İbn Abdilhakem Endülüs’ün fethi için müstakil
bir başlık açmıştır. Bu bölümde Müslümanlar’ın Kuzey Afrika üzerinde İspanya
topraklarına intikali ve mezkür coğrafyada gerçekleştirdikleri fetih
hareketlerinden bahsedilir.[19] Endülüs fethi bahsinden
sonra fetihten 246 (860) yılına kadar Mısır’da kadılık yapan şahıslar ve
onların kaza faaliyetleri isim sırasına göre aktarılır.[20] Bunun ardından gerek
fetih zamanında, gerekse fetihten sonra bölgeye gelen sahâbîler ile onlardan
hadis nakledenler veya kendilerinden hadis rivayet edilenler, ayrıca onlar
aracılığı ile yayılan hadislerden bahsedilmiştir.[21]
İbn Abdülhakem eserini hazırlaması esnasında
hadislerden, kendinden önceki tarihçilerin eserlerinden ve kussâs
rivayetlerinden faydalanmıştır. Bu sebeple onun kitabı kendisinden sonraki
Mısır tarihçileri için vazgeçilmez bir kaynak olmuştur. Bilhassa Nüveyrî’ninNihâyetü’l-ereb,
Makrîzî’ninel-Hıtat İbn Tağrîberdî’ninen-Nücûmü’z-zâhire ve
Süyûtî’ninHüsnü’l-muhâdara adlı eserlerinde Mısır, İfrîkıye, Mağrib ve
Endülüs’ün müslümanlar tarafından fethini anlatırken bu kitabı neredeyse
kelimesi kelimesine iktibas etmişlerdir. Ayrıca İbn Haldûn el-İber’inde
özellikle Berberîler hakkında bilgi verirken, Yâkūt el-Hamevî ise Mısır
coğrafyasındaki pek çok yer için İbn Abdülhakem’den faydalanmıştır. Onun eseri
İslâm dininin Kuzey Afrika ve Endülüs’e yayılmasında Mısır’ın oynadığı rolü
ortaya koyması bakımından ayrı bir önemi haiz olup Afrika’nın İslâmlaşması ve
Araplaşmasıyla ilgili araştırma yapanların mutlaka müracaat etmeleri gereken
bir kaynaktır. Kaldı ki bu eser mahallî tarih yazıcılığının ilk örneklerinden
biri olması itibariyle de ayrıca önem taşımaktadır.[22]
III. İBN A‘SEM
el-KÛFÎ: KİTÂBÜ’L-FÜTÛH
Asıl adı Ebû Muhammed Ahmed b. A‘sem el-Kûfî el-Ahbârî (ö.
320/932’den sonra) olan müellifin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir.
Kaldı ki onun isminde de ihtilâf vardır. Kitabının Arapça aslında Ahmed b.
Muhammed b. A‘sem, Farsça tercümesinde Ahmed b. Ali A‘sem şeklinde geçen isim,
hakkında bilgi veren iki kaynaktan Yâkūt’un Mu’cemü’l-üdebâ’sında Ahmed
b. A‘sem, Kâtib Çelebi’nin Keşfü’ž-žunûn’unda ise bir defa Muhammed b.
Ali, bir defa da Ahmed b. Ali (II, 1239) şeklinde yazılmıştır.
İbn A‘sem’in Kitâbü’l-Fütûh adıyla
bilinen tek eserinin Arapça aslı ile Farsça tercümesi bulunmaktadır. Eser
Hulefâ-yi Râşidîn dönemi konularıyla başlar. Bu bahiste ele alınan ilk konu
Benî Saîde toplantı yerinde Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesidir. Müellif
bundan sonra ridde hadiseleri ile bu olayların bastırılması konu edinir.[23] Ridde hadiselerinden
sonra Şam fetihleri bahsine geçilip burada Müslüman orduların Şam beldelerine
sevk edilmesi ile Bizans ordularıyla gerçekleştirilen savaşlar aktarılır. Bölgede
meydana gelen savaşların başta gelenleri Ecnadeyn, Mercüssufer’dir. Hz. Ebû
Bekir dönemin askerî seferleri onun vefatı esnasında gerçekleşen Dimeşk
fethiyle sona erer.[24] Müellif özellikle Hz.
Ömer zamanındaki fetihleri geniş olarak eserine alır. Bu bahiste aynı anda hem
Irak-İran cephesinde, hem de Şam-Filistin cephesinde gerçekleşen savaş ve
fetihlerden haberler aktarır. Şüphesiz bu iki cephede her iki taraf için de en
kritik savaşlar Irak’ta Kâdisiye savaşı, Şam topraklarında ise Yermük
savaşıdır. Müellif fetihlerle ilgili rivayetler aktarırken, Hicretin 18.
Yılında Şam bölgesinde gerçekleşen veba salgınında vefat eden ashâbdan da özel
olarak bahseder.[25]
Futûh’ta Şam fetihlerinden sonra Cezîre
fetihlerine geçilir. İyâz b. Ganm’in riyasetinde gerçekleştirilen fetihler
sonucunda Ruha, Nusaybin, Meyyafâkin gibi önemli Cezîre şehirleri Müslümanların
eline geçmiştir.[26]
Müellif Cezîre fetihlerinin ardından Horasan şehirlerinin fethini ele alır. Bu
bahiste en önemli fetihler Tüster, Rey, İsfâhan iken, en kritik zafer de
Nihavend savaşıdır.[27]
Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra halifelik
makamına gelen Hz. Osman döneminde de fetih hareketleri kesintisiz devam
etmiştir. İbn A’sem, Hz. Osman dönemi fetihlerini Horasan fetihlerini aktararak
başlatır. Buna göre bölgede gerçekleştirilen en mühim fetihler Nisâbur, Tus,
Merv, Herat, Serahs, Nesâ, Talkân, Merv er-Rûz, Kabil, Sicistan ve Belh
şehirlerinin zaptedilmesidir.[28] Müellif Horasan
fetihlerinin ardından Ermeniye seferlerine de değinir.[29]
Fütûh’ta sadece Hz. Osman dönemi fetihleri değil,
onun şehit edilmesine kadar gerçekleşen hadiseler ve iç siyasi karışıklıklara
da teferruatla yer verilmiştir.[30] Aynı durum Hz. Ali dönemi
için de geçerlidir. Bu süreçte hiçbir fetih hareketi gerçekleşmemiş,
Müslümanlar kendi aralarında iç çatışmalar yaşamışlardır ki, bunların başında
halife Hz. Ali ile Cemel ashabı arasında gerçekleşen Cemel savaşı, yine halife
ile Muaviye arasında gerçekleşen ve Irak-Şam savaşı olarak da
nitelendirilebilecek olan Sıffin savaşı gelir. İbn A’sem eserinde bu
çatışmaların başlangıç safhası, gerçekleşme süreci ve sonuçları hakkında
teferruatlı bir şekilde durmuştur.[31]
Müellif Sıffin savaşından sonra gerçekleşen
Hakem Olayı ile bu hadisenin devamı mahiyetinde olan Hz. Ali ile Muaviye arasındaki
iktidar mücadelesine geniş olarak değinir.[32] Bundan sonraki konular
ise Hz. Ali’nin Hâricîlerle mücaledesi ve nihayet onlar tarafından şehit
edilmesidir.[33]
Halifenin şehid edilmesinden sonra Kûfeliler onun oğlu Hz. Hasan’a biat
etmişler, ancak daha fazla Müslüman kanının dökülmesini istemeyen ve
Iraklılarla birlikte gerçekleştirilecek bir girişimin başarıya ulaşmasını
mümkün bulmayan Hz. Hasan’ın Muaviye’ye biatıyla birlikte Müslümanlar için yeni
bir süreç başlamıştır.[34]
Muaviye’nin Müslümanları birleştirmesinin
ardından yeni fetih hareketi başlatılmıştır. İbn A’sem, eserinde Muaviye dönemi
fetihlerini Horasan ile başlatır. Buna göre bölgedeki fetih faaliyetleri
özellikle Ziyad b. Ebih riyasetinde gerçekleştirilmiştir.[35]
Muaviye’den sonra halife Yezid ile Hz. Hüseyin
hareketi de Futûh’un muhteviyatında yer bulmuştur. Yezid’in Hz.
Hüseyin’den biat alma girişimiyle başlayan hadiseler Kerbelâ hadisesiyle sona
erer.[36] Müellif, Hz. Hüseyin’in
şehid edilmesinden sonra Mekke merkezli bir siyasi hareket başlatan Abdullah b.
Zübeyr’in faaliyetlerini ve Emevî iktidarının onu etkisiz hale getirme girişimlerini
de konu edinir.[37]
İbn A’sem, Irak valiliği bölgesinde Mühelleb b.
Ebî Sufra komutasında Hâricîlere karşı gerçekleştirilen savaşlara geniş yer
ayırmıştır. Ayrıca Kûfe’de gerek Süleyman b. Surad, gerekse Muhtar
es-Sekafî’nin faaliyetleri de ele alınmıştır.[38]Futûh’da Abdülmelik
döneminde Haccâc b. Yûsuf’un Irak valiliği esnasında gerçekleşen hareketler,
onun özellikle Hâricîlerle mücadelesi üzerinde durulur.[39]
Emeviler dönemindeki en etkileyici fetihler
şüphesiz Velid b. Abdülmelik zamanında gerçekleştirilmiştir. İbn A’sem onun
dönemindeki fetihlere eserinde geniş bir şekilde yer verir. Kuteybe b.
Müslim’in Horasan, Toharistan ve Maveraünnehr fetihleri bunların başında gelir.[40] Müellif daha sonra fazla
fetih hareketlerinin görülmediği, Süleyman b. Abdülmelik ve Ömer b. Abdülaziz
dönemlerini özetle aktarır.[41] Bunun ardından hızlı bir
şekilde Abbâsi ihtilâli ve bunun sonucunda Emevî devletinin yıkılış süreci
aktarılır.[42]
İbn A’sem Abbâsîler döneminde Ebu’l-Abbâs’ın
halife seçilmesi, onun ardından Mansûr’un halifeliği, onun amcası Abdullah b.
Ali ile mücadelesi, bu mücadelede kendisine en fazla yardımı sağlayan Ebû
Müslim Horasânî’in ortadan kaldırılması gibi dâhilî meselelerin yanı sıra, Ebû
Cafer’in Ermeniye ve Azerbaycan seferlerine işaret edilir.[43] Müellif bunun ardından
özet olarak Abbâsî halifeleri Mehdî ve Hâdî dönemlerini aktardıktan sonra Harun
Reşîd’in halifeliği dönemindeki faaliyetlerine geçer. Onun ardından oğulları
Emîn ve Me’mûn arasında gerçekleşen iktidar mücadelesi konu edinilir. Me’mûn’un
halifeliğini de ele alan Futûh’un son cildi Mutasım’ın halifeliğe
geçmesi ve Türk komutanı Afşin’i Bâbek el-Hürremi üzerine göndermesi bahsiyle
tamamlanır.[44]
Tarihçilerin Kitâbü’l-Fütûh’un Arapça
aslından faydalanmaları ancak XX. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşmişken
Farsça tercümesinin daha çok Şiî çevrelerinde ve eserlerini Farsça yazanlar
arasında olmak üzere XIII. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığı görülmektedir Müsteşriklerin
bir kısmı eseri Farsça tercümesi vasıtasıyla tanımışlar ve ilgilerini çeken
bölümlerini Batı dillerine yaptıkları tercümeleriyle birlikte neşretmişlerdir
Eser, Arapça metin olarak ilk defa sekiz cilt
halinde Haydarâbâd-Dekken’de basılmış (1388-1395/1968-1975) ve arkasından aynı
baskı Beyrut’ta Dârünnedve el-Cedîde tarafından ofset olarak tekrarlanmıştır
(ts.). Daha sonra yine Beyrut’ta Naîm Zerzûr’un yazdığı bir mukaddime ile dört
cilt (1406/1986) ve Süheyl Zekkâr’ın tahkikiyle üç cilt (1412/1992) halinde iki
ayrı baskısı yapılmıştır.[45]
KAYNAKLAR
·
Becker,
C. H., “Belâzürî”, İA, II, 467-468.
·
Belâzürî,
Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892), Futûhu’l-Buldân, (çev.
Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013.
·
Fayda,
Mustafa, “Belâzürî”, DİA, V, 392-393.
·
Fayda,
Mustafa, “İbn A’sem el-Kûfî”, DİA, XIX, 325-326.
·
Günaltay,
M. Şemseddin, İslamda Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1339-42.
·
İbn
Abdülhakem, Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah (257/870), Futûhu Mısr ve
Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Leiden 1920.
·
İbn
A’sem el-Kûfî, Ebû Muhammed b. Ahmed (314/926),Kitâbü’l-Futûh, I-VIII,
(Thk. Ali Şiri), Beyrut 1991.
·
İbn
Nedîm, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak (385/955), el-Fihrist,Kâhire 1348.
·
Mes’ûdî,
Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk.
Muhammed MuhyiddinAbdulhamid), Mısır 1964.
·
Özkuyumcu,
Nadir, “İbn Abdülhakem”, DİA, XIX, 278-279.
·
Togan,
Zeki Velidi, “İbn A’semülkûfî”, İA, V/2, 702.
·
Torrey,
C.C., “İbn Abdülhakem”, İA, V/2, 694-695.
[1] İbn Nedîm, el-Fihrist,Kâhire 1348,
s. 170.
[2] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (çev.
Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013, s. 1-17.
[3] Belâzürî, Futûh, s. 18-39.
[4] Belâzürî, Futûh, s. 40-61.
[5] Belâzürî, Futûh, s. 62-66.
[6] Belâzürî, Futûh, s. 67-72.
[7] Belâzürî, Futûh, s. 73-101.
[8] Belâzürî, Futûh, s. 102-110.
[9] Belâzürî, Futûh, s. 127-190.
[10] Belâzürî, Futûh, s. 200-243.
[11] Belâzürî, Futûh, s. 243-274.
[12] Belâzürî, Futûh, s. 274-549.
[13] Mesûdî, Mürûcü’z-Zeheb,I-IV, (thk.
Muhammed MuhyiddinAbdülhamid), I, 22.
[14] Günaltay, M. Şemseddin, İslamda Tarih ve
Müverrihler, İstanbul 1339-42, s. 25-26; Becker, C. H., “Belâzürî”, İA,
II, 467-468; Mustafa, Fayda, “Belâzürî”, DİA, V, 392-393.
[15] İbn Nedîm, el-Fihrist, s. 881.
[16] İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ,
(thk. Charles Torrey), Leiden 1920, s. 2-37.
[17] İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ,
s. 45-173.
[18] İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ,
s. 192-204.
[19] İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ,
s. 204-226.
[20] İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s.
226-247
[21] İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ,
s. 247-319.
[22] Günaltay, Şemseddin, İslamda Tarih ve
Müverrihler, s. 104-107; Torrey, C.C., “İbn Abdülhakem”, İA, V/2,
694-695; Özkuyumcu, Nadir, “İbn Abdülhakem”, DİA, XIX, 278-279.
[23] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I-VIII,
(Thk. Ali Şiri), Beyrut 1991, I, 6-79.
[24] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I,
79-124.
[25] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I,
124-249.
[26] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I,
261.
[27] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II,
271-321.
[28] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
II,336-341.
[29] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
II,343-346.
[30] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II,
376-429.
[31] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II,
343-568, III, 1-191.
[32] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV,
197-248.
[33] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV,
251-280.
[34] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV,
283-305.
[35] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
IV,314-318.
[36] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, V,
9-136.
[37] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, V,
140-169.
[38] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VI,
177-371.
[39] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
VII,5-133.
[40] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
VII, 133-166.
[41] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
VII, 166-213.
[42] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
VIII, 217-352.
[43] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
VIII, 352-370.
[44] İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh,
VIII, 370-437.
[45] Togan, Zeki Velidi, “İbn A’semülkûfî”, İA,
V/2, 702; Fayda, Mustafa, “İbn A’sem el-Kûfî”, DİA, XIX, 325-326.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder