Ahlâki Değerlerle Yaşamak Ne
Demektir?
Dr. Ramazan Yıldırım
Son zamanlarda belki de en çok konuşulan mevzuların başında ahlâk konusu gelmektedir. Çünkü bu konuda giderek toplumun her alanında ciddi manada hissedilen bir açlık söz konusu olduğu gibi tesis edilmesi gereken güzel ahlâka dünya çapında acil ihtiyaç bulunmaktadır. Bu münasebetle olacak ki, VI. Ahlâk Şûrası; Türkiye Yazarlar Birliği, İslam Düşünce Enstitüsü ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi ortaklığıyla, “Çağımızın Meydan Okumaları Karşısında Ahlâk ve Din” ana temasıyla 16-18. Mayıs tarihlerinde Gaziantep’te gerçekleştirildi. Şûrâda her biri birbirinden önemli olan sunumlarla konu etraflıca ve farklı bağlamlarda ele alındı. Bir ahlak krizinin varlığını kabul eden Şûrâ, bunun sebebini; Batıda meydana gelen aydınlanma sonrası sekülerleşme ile Yaratıcının merkezden çıkarılması sonucu metafizikten mahrum kalan anlayışların türemesi ve insanlık aleminde emanet bilincinin azalması/kaybolması şeklinde ortaya koydu.
İslam’ın bütün
krizlere olduğu gibi bugünkü ahlak krizine de cevap verebilecek bir donanım ve
alt yapıya sahip olduğunu dile getiren Şûrâ, Müslümanların İslam’ın temel
disiplinleri doğrultusunda fikir üretemeyip bir ahlâk sistemi geliştirememelerini
ya da üretilen fikirlerin yeterince gündeme getirilememesi veya Müslümanların suni
gündemlerle meşgul olup asıl gündemlerine bir türlü odaklanmamalarını, onların yaşadığı
coğrafyada da bu ahlâk krizinin kökleşmesine sebep olduğunu belirtti. Şûrâ bu
durumdan kurtulmak için de ahlakı, her ilmî disiplinin merkezinde yer alan bir
yapı taşı gibi düşünmeyi, onu her anlamda merkeze almayı, onu sadece bir kemal
vesilesi değil, Müslümanlar için bir beka meselesi sayan ve bundan sonraki var
olmalarının da yegâne sebebi görerek bu doğrultuda yeni ufuklar açan anlayışların
geliştirilmesi gerektiğini dile getirdi.
Ahlâkın, bir tarafın
ya da grubun tekelinde olmadığını her insana ve topluma lazım olan bir hayat
biçimi olduğunu ifade eden Şûrâ, onu eskiden beri olan seküler-dindar ya da
mektep-medrese gibi karşıt anlayışların birbirlerini “dövme” alanı olmaktan
çıkarmanın lüzumunu ortaya koydu. Ahlâkı her kesim ve gruptan kişi veya
toplulukların sahiplendiği kolektif değerler bağlamında ele almanın ve bu
değerlerin toplum tarafından kabullenerek hayata geçirilmesi için herkesin elinden
gelen gayreti göstermesinin önemini vurguladı. İslam düşüncesinin klasik
disiplinleriyle modern bilgi alanlarının bütünleştiren bir paradigmanın
geliştirilmesi ve bu doğrultuda yeni bir İlm-i Ahlak’ı inşa etmenin artık bir
zaruret olduğunu ifade eden Şûrâ’nın sonuç bildirgesinin tamamını https://kimam.hku.edu.tr/vi-ahlak-surasi-sonuc-bildirgesi
adresinden okumak gerekir.
Birkaç gün devam eden ilmi bir ziyafet veya şölen şeklinde gönül
dünyamıza hitap edip zihinlerimizde yer edinen Şûrâ, konu hakkında etraflıca
bilgileri de ilim dünyasına kazandırmış oldu. Burada Şûrâyı icra eden üç kuruma
ve başlarındaki değerli Hocalarımıza gönülden teşekkür ederken, bilvesile
sunumların detaylarıyla beraber en kısa zamanda basılıp kitap haline
getirilmesini de rica ediyoruz. Şûrâ hakkında böyle kısaca bilgi verdikten
sonra daha önce ahlak hakkında kaleme aldığım birkaç cümle ile yazıyı
noktalamaya çalışalım:
Mevcut bilgimize göre yeryüzünün en mükerrem, şerefli ve üstün
varlığı insandır.[1]
İnsanın bu üstünlüğü, yüce Yaratıcının kendisine verdiği kabiliyet ve
istidatları, O’nun istediği şekilde kullanıp emirlerine uygun hareket ettiği
müddetçe geçerlidir. Bu emirleri görmezden gelerek, başına buyruk hareket eden,
kendisine verilen organ veya imkanları kullanmayarak, hakkını vermeyen insan,
yüksek konumunu kaybeder ve kendisinden kategorik olarak düşük olan hayvandan
daha aşağı bir derekeye düşer.[2] İnsanın
kendi potansiyelinin farkına vararak o potansiyeli harekete geçirip kendisinden
beklenen hedefe ulaşması ve böylece şahsiyetini inşa edebilmesi yolunda rehberlik
etmek için Yaratıcı kudret örnek şahsiyetler olan Peygamberleri
görevlendirmiştir.[3]
İnsanın kendi türünden olan ve onunla iç içe yaşayan Peygamberler
yapıp ettikleriyle ve anlattıklarıyla -ki onlar anlattıklarını önce kendi
hayatlarında yaşayan kişilerdir- insanı, ademiyet ve beşeriyetin basit
mertebesinden alarak ulvi hedefleri olan ve onurlu davranan insan derecesine
çıkarırlar. Bu serüvende Peygamberlerin işini kolaylaştıran başlıca unsur
kendilerinin üstün bir ahlâka sahip olmalarıdır. Onlar peygamber olmadan önce
ve olduktan sonra düşmanlarının bile takdir etmek zorunda kaldığı mükemmel bir
ahlâkı hayatlarının her alanında yaşamışlardır.
Bütün Peygamberlerin gönderiliş amacı bu dünya gezegeninde olgun
ahlaka sahip, karakterli kişiler yetiştirmektir. Son Peygamber olan Efendimiz
(sav) bunu özellikle vurgular ve gönderiliş amacının güzel ahlakı tamamlamak
olduğunu belirtir.[4]
“Ben mü’minim” diyen insanlar güzel ahlaklı olma konusunda çok daha titiz
olmalıdır. Çünkü din ahlakı, ahlak da dini besler. Kişinin dindarlığı arttıkça
ahlakı, ahlakı arttıkça da dindarlığı artmalı ve hayatta kendini göstermelidir.
Nasılsa ben Müslümanım deyip kendisini kurtulmuş gibi görüp bu dinin temel
prensipleriyle bağdaşmayan bir yaşam şekli Müslümana yakışmaz. Zira iman
emniyeti gerektirdiği gibi İslam da silm ve selameti gerektirir.
Bir açıdan bakıldığı zaman formel ibadetlerin Allah tarafından
emredilmesinin hikmetlerinden bir tanesinin de insanı güzel ahlaka ulaştırmak
olduğu görülebilir. Mesela; Kur’an Namaz kılmanın insanı kötülük ve
hayasızlıktan alıkoyduğunu[5], Hac
yaparken kötülük, kavga ve dövüşten uzak durmayı[6], Zekâtın
bir arınma ve temizlenme vesilesi olduğunu[7]
vurguladığı gibi Allah Rasulu (sav) de Orucun, (insanı kötülüklerden koruyan
bir) kalkan olduğunu[8] dile
getirmiştir. Klasik benzetmeyle ifade etmek gerekirse iman, ibadet ve ahlak
sırasıyla İslam binasının temel, duvar ve çatısı mesabesindedir. Birinin
eksikliği o binada zaman içerisinde bazı tahribatların meydana gelmesine sebep
olacağı gibi ümmetin her alandaki dirilişi de ancak bu üç alan arasındaki
bütünlüğü anlama ve her alanda hayata geçirmesine bağlıdır.
Ahlâk zamanı, mekânı ve formel şekilleri belirlenmemiş olan, hayat
boyu devam eden sürekli bir ibadettir. Her ibadet belli bir zaman aralığında
ifa edilir ve bütün ibadetlerin ruhu ihlastır yani samimiyetle ve sadece Allah
rızası için onları yerine getirmektir. Eğer başka amaç ve hedefler güdülürse o
ibadetin kabul olmama tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını birçok fıkıh
kitabı net bir şekilde ifade eder. Ancak formel ibadetlerden farklı olan Ahlak ibadetinin
zamanı bütün bir hayat olduğu gibi geçerli olması için gerekli olan ruhu da
söylediğini yapmaktır. Yani ahlaki normu sadece konuşmak, anlatmak veya
dillendirmek değil bilakis onun gereğini yerine getirip o doğrultuda davranış
sergilemektir.
Güzel ahlak insanın, hayatında çok fazla düşünmeden sergileyip
ortaya koyduğu, İslam’ın ilkelerine uygun tavır, tutum ve davranışların genel,
normel evrensel kurallara uygun olmasıdır. İnsan ahlaklı olmalıdır. Ahlaktır
insanı insan yapan ve Allah’ın yarattığı sayısız varlıklardan farklı kılan.
Ahlaktır iki ayaklı, küçük bir varlığı evrende kendisinden çok daha büyük olan
kütlelere, varlıklara üstün kılan ve onları bu varlığın emrine amade eden
realite, sihirli gerçek. Ahlaka uygun davranış ve yaşam biçimi ortaya koymayan
bir insanın ne farkı kalır, dünyayı beraber paylaştığı diğer varlıklardan.
Öyleyse ne yapıp etmeli ahlaklı olmalı insan, yoksa hiçbir neticesi, meyvesi
olmayan bir hayat yaşar ve göçer gider, hiç yaşamamış ve bu dünyaya gelmemiş
gibi maalesef.
Sanıldığı gibi ahlak insan türü için sadece bir süs, kemal değil
bilakis bir beka meselesidir. Bu hayat evrenimizi ayakta tutan direktir. Bu
direk yıkıldığı veya sarsıldığı gün fert gider, aile dağılır ve toplum yıkılır.
Tarih, işledikleri ahlaksızlık bataklığına düşünce yıkılıp yok olmuş toplum,
aile ve fertlerin örnekleriyle doludur. Modern dünya da ahlakın yerine başka
şeyler koyduğu için insanî değerler anlamında, son sürat yıkılmaya doğru
koşmaktadır. Ahlâk, filozofun dediği gibi yan yana yazılmış yüzlerce sıfırın
başındaki bir (1) gibidir. Eğer o bir olmazsa, mevcut sıfırların hiçbir kıymeti
yoktur ve olamaz çünkü değersizdir ve anlamsız kalır.
Allah’ın yarattığı her varlık kendi vazifesini hakkıyla yerine
getirme gayreti gösterirken kendilerine mahsus bir ahlakı da sergiler ve
bununla asla övünmezler. İnsan da onuruna yakışır şekilde ahlaklı olmalı ve bunu
bir övünme veya üstünlük vesilesi yapmamalıdır. Hiç gördünüz mü bal arısının
bal yaptığı, ineğin süt verdiği veya tavuğun yumurtladığı için övündüğünü? Bunların
hiç birisi insanlık ailesi için yaptıkları bu müstesna hizmetlerden dolayı
gurur ve kibir yapmazlar. Çünkü tabiatları, yaratılışları bunu gerektirir.
İnsanın tabiatı da ahlaklı olmayı gerektirir ve insan asla ahlaklı olmayı bir
gurur ve kibir veya üstünlük sebebi yapmamalıdır. Aksine insan olmanın gereği
olarak görmelidir.
hayasını yitirmemiş bir toplum adaleti merhameti ve hikmeti unutmamış bir toplumdur ALLAH bizlere ekranların kararttığı kalplerimizi yeniden diriltecek hayayı nasip eylesin her an bizi görüp gözeten rabbimizin huzurundaymışçasına yaşamayı kendimize ailemize ve tüm insanlığa karşı sorumlu olmayı bizlere kolay eylesin .
YanıtlaSilEline sağlık hocam çok güzel ve isabetli bir yazı olmuş
YanıtlaSiltoplum olarak ihtiyaç duyduğumuz değerleri çok güzel anlatmışsınız. böyle derin bir konuyu bu kadar güzel bir şekilde ifade etmek gerçekten takdire değer. herkesin okuması gereken bir yazı olmuş. emeğinize, kaleminize sağlık Ramazan hocam.
YanıtlaSilElinize, emeğinize sağlık sayın Hocam. Rabbim hepimize güzel ahlaklı olmayı ve sizin gibi çevremize faydalı olmayı nasip eylesin inşaAllah.
YanıtlaSilŞûra da ne konuşuldu bilmiyorum ama "sistem" insanları ahlaksızlığa itiyor.
YanıtlaSil