islamtarihi.info

25 Mayıs 2025 Pazar

Ahlâki Değerlerle Yaşamak Ne Demektir?


Ahlâki Değerlerle Yaşamak Ne Demektir?

Dr. Ramazan Yıldırım

         Son zamanlarda belki de en çok konuşulan mevzuların başında ahlâk konusu gelmektedir. Çünkü bu konuda giderek toplumun her alanında ciddi manada hissedilen bir açlık söz konusu olduğu gibi tesis edilmesi gereken güzel ahlâka dünya çapında acil ihtiyaç bulunmaktadır. Bu münasebetle olacak ki, VI. Ahlâk Şûrası; Türkiye Yazarlar Birliği, İslam Düşünce Enstitüsü ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi ortaklığıyla, “Çağımızın Meydan Okumaları Karşısında Ahlâk ve Din” ana temasıyla 16-18. Mayıs tarihlerinde Gaziantep’te gerçekleştirildi. Şûrâda her biri birbirinden önemli olan sunumlarla konu etraflıca ve farklı bağlamlarda ele alındı. Bir ahlak krizinin varlığını kabul eden Şûrâ, bunun sebebini; Batıda meydana gelen aydınlanma sonrası sekülerleşme ile Yaratıcının merkezden çıkarılması sonucu metafizikten mahrum kalan anlayışların türemesi ve insanlık aleminde emanet bilincinin azalması/kaybolması şeklinde ortaya koydu.

         İslam’ın bütün krizlere olduğu gibi bugünkü ahlak krizine de cevap verebilecek bir donanım ve alt yapıya sahip olduğunu dile getiren Şûrâ, Müslümanların İslam’ın temel disiplinleri doğrultusunda fikir üretemeyip bir ahlâk sistemi geliştirememelerini ya da üretilen fikirlerin yeterince gündeme getirilememesi veya Müslümanların suni gündemlerle meşgul olup asıl gündemlerine bir türlü odaklanmamalarını, onların yaşadığı coğrafyada da bu ahlâk krizinin kökleşmesine sebep olduğunu belirtti. Şûrâ bu durumdan kurtulmak için de ahlakı, her ilmî disiplinin merkezinde yer alan bir yapı taşı gibi düşünmeyi, onu her anlamda merkeze almayı, onu sadece bir kemal vesilesi değil, Müslümanlar için bir beka meselesi sayan ve bundan sonraki var olmalarının da yegâne sebebi görerek bu doğrultuda yeni ufuklar açan anlayışların geliştirilmesi gerektiğini dile getirdi.

         Ahlâkın, bir tarafın ya da grubun tekelinde olmadığını her insana ve topluma lazım olan bir hayat biçimi olduğunu ifade eden Şûrâ, onu eskiden beri olan seküler-dindar ya da mektep-medrese gibi karşıt anlayışların birbirlerini “dövme” alanı olmaktan çıkarmanın lüzumunu ortaya koydu. Ahlâkı her kesim ve gruptan kişi veya toplulukların sahiplendiği kolektif değerler bağlamında ele almanın ve bu değerlerin toplum tarafından kabullenerek hayata geçirilmesi için herkesin elinden gelen gayreti göstermesinin önemini vurguladı. İslam düşüncesinin klasik disiplinleriyle modern bilgi alanlarının bütünleştiren bir paradigmanın geliştirilmesi ve bu doğrultuda yeni bir İlm-i Ahlak’ı inşa etmenin artık bir zaruret olduğunu ifade eden Şûrâ’nın sonuç bildirgesinin tamamını https://kimam.hku.edu.tr/vi-ahlak-surasi-sonuc-bildirgesi adresinden okumak gerekir.

Birkaç gün devam eden ilmi bir ziyafet veya şölen şeklinde gönül dünyamıza hitap edip zihinlerimizde yer edinen Şûrâ, konu hakkında etraflıca bilgileri de ilim dünyasına kazandırmış oldu. Burada Şûrâyı icra eden üç kuruma ve başlarındaki değerli Hocalarımıza gönülden teşekkür ederken, bilvesile sunumların detaylarıyla beraber en kısa zamanda basılıp kitap haline getirilmesini de rica ediyoruz. Şûrâ hakkında böyle kısaca bilgi verdikten sonra daha önce ahlak hakkında kaleme aldığım birkaç cümle ile yazıyı noktalamaya çalışalım:

Mevcut bilgimize göre yeryüzünün en mükerrem, şerefli ve üstün varlığı insandır.[1] İnsanın bu üstünlüğü, yüce Yaratıcının kendisine verdiği kabiliyet ve istidatları, O’nun istediği şekilde kullanıp emirlerine uygun hareket ettiği müddetçe geçerlidir. Bu emirleri görmezden gelerek, başına buyruk hareket eden, kendisine verilen organ veya imkanları kullanmayarak, hakkını vermeyen insan, yüksek konumunu kaybeder ve kendisinden kategorik olarak düşük olan hayvandan daha aşağı bir derekeye düşer.[2] İnsanın kendi potansiyelinin farkına vararak o potansiyeli harekete geçirip kendisinden beklenen hedefe ulaşması ve böylece şahsiyetini inşa edebilmesi yolunda rehberlik etmek için Yaratıcı kudret örnek şahsiyetler olan Peygamberleri görevlendirmiştir.[3]

İnsanın kendi türünden olan ve onunla iç içe yaşayan Peygamberler yapıp ettikleriyle ve anlattıklarıyla -ki onlar anlattıklarını önce kendi hayatlarında yaşayan kişilerdir- insanı, ademiyet ve beşeriyetin basit mertebesinden alarak ulvi hedefleri olan ve onurlu davranan insan derecesine çıkarırlar. Bu serüvende Peygamberlerin işini kolaylaştıran başlıca unsur kendilerinin üstün bir ahlâka sahip olmalarıdır. Onlar peygamber olmadan önce ve olduktan sonra düşmanlarının bile takdir etmek zorunda kaldığı mükemmel bir ahlâkı hayatlarının her alanında yaşamışlardır.

Bütün Peygamberlerin gönderiliş amacı bu dünya gezegeninde olgun ahlaka sahip, karakterli kişiler yetiştirmektir. Son Peygamber olan Efendimiz (sav) bunu özellikle vurgular ve gönderiliş amacının güzel ahlakı tamamlamak olduğunu belirtir.[4] “Ben mü’minim” diyen insanlar güzel ahlaklı olma konusunda çok daha titiz olmalıdır. Çünkü din ahlakı, ahlak da dini besler. Kişinin dindarlığı arttıkça ahlakı, ahlakı arttıkça da dindarlığı artmalı ve hayatta kendini göstermelidir. Nasılsa ben Müslümanım deyip kendisini kurtulmuş gibi görüp bu dinin temel prensipleriyle bağdaşmayan bir yaşam şekli Müslümana yakışmaz. Zira iman emniyeti gerektirdiği gibi İslam da silm ve selameti gerektirir.

Bir açıdan bakıldığı zaman formel ibadetlerin Allah tarafından emredilmesinin hikmetlerinden bir tanesinin de insanı güzel ahlaka ulaştırmak olduğu görülebilir. Mesela; Kur’an Namaz kılmanın insanı kötülük ve hayasızlıktan alıkoyduğunu[5], Hac yaparken kötülük, kavga ve dövüşten uzak durmayı[6], Zekâtın bir arınma ve temizlenme vesilesi olduğunu[7] vurguladığı gibi Allah Rasulu (sav) de Orucun, (insanı kötülüklerden koruyan bir) kalkan olduğunu[8] dile getirmiştir. Klasik benzetmeyle ifade etmek gerekirse iman, ibadet ve ahlak sırasıyla İslam binasının temel, duvar ve çatısı mesabesindedir. Birinin eksikliği o binada zaman içerisinde bazı tahribatların meydana gelmesine sebep olacağı gibi ümmetin her alandaki dirilişi de ancak bu üç alan arasındaki bütünlüğü anlama ve her alanda hayata geçirmesine bağlıdır.

Ahlâk zamanı, mekânı ve formel şekilleri belirlenmemiş olan, hayat boyu devam eden sürekli bir ibadettir. Her ibadet belli bir zaman aralığında ifa edilir ve bütün ibadetlerin ruhu ihlastır yani samimiyetle ve sadece Allah rızası için onları yerine getirmektir. Eğer başka amaç ve hedefler güdülürse o ibadetin kabul olmama tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını birçok fıkıh kitabı net bir şekilde ifade eder. Ancak formel ibadetlerden farklı olan Ahlak ibadetinin zamanı bütün bir hayat olduğu gibi geçerli olması için gerekli olan ruhu da söylediğini yapmaktır. Yani ahlaki normu sadece konuşmak, anlatmak veya dillendirmek değil bilakis onun gereğini yerine getirip o doğrultuda davranış sergilemektir.

Güzel ahlak insanın, hayatında çok fazla düşünmeden sergileyip ortaya koyduğu, İslam’ın ilkelerine uygun tavır, tutum ve davranışların genel, normel evrensel kurallara uygun olmasıdır. İnsan ahlaklı olmalıdır. Ahlaktır insanı insan yapan ve Allah’ın yarattığı sayısız varlıklardan farklı kılan. Ahlaktır iki ayaklı, küçük bir varlığı evrende kendisinden çok daha büyük olan kütlelere, varlıklara üstün kılan ve onları bu varlığın emrine amade eden realite, sihirli gerçek. Ahlaka uygun davranış ve yaşam biçimi ortaya koymayan bir insanın ne farkı kalır, dünyayı beraber paylaştığı diğer varlıklardan. Öyleyse ne yapıp etmeli ahlaklı olmalı insan, yoksa hiçbir neticesi, meyvesi olmayan bir hayat yaşar ve göçer gider, hiç yaşamamış ve bu dünyaya gelmemiş gibi maalesef.

Sanıldığı gibi ahlak insan türü için sadece bir süs, kemal değil bilakis bir beka meselesidir. Bu hayat evrenimizi ayakta tutan direktir. Bu direk yıkıldığı veya sarsıldığı gün fert gider, aile dağılır ve toplum yıkılır. Tarih, işledikleri ahlaksızlık bataklığına düşünce yıkılıp yok olmuş toplum, aile ve fertlerin örnekleriyle doludur. Modern dünya da ahlakın yerine başka şeyler koyduğu için insanî değerler anlamında, son sürat yıkılmaya doğru koşmaktadır. Ahlâk, filozofun dediği gibi yan yana yazılmış yüzlerce sıfırın başındaki bir (1) gibidir. Eğer o bir olmazsa, mevcut sıfırların hiçbir kıymeti yoktur ve olamaz çünkü değersizdir ve anlamsız kalır.

Allah’ın yarattığı her varlık kendi vazifesini hakkıyla yerine getirme gayreti gösterirken kendilerine mahsus bir ahlakı da sergiler ve bununla asla övünmezler. İnsan da onuruna yakışır şekilde ahlaklı olmalı ve bunu bir övünme veya üstünlük vesilesi yapmamalıdır. Hiç gördünüz mü bal arısının bal yaptığı, ineğin süt verdiği veya tavuğun yumurtladığı için övündüğünü? Bunların hiç birisi insanlık ailesi için yaptıkları bu müstesna hizmetlerden dolayı gurur ve kibir yapmazlar. Çünkü tabiatları, yaratılışları bunu gerektirir. İnsanın tabiatı da ahlaklı olmayı gerektirir ve insan asla ahlaklı olmayı bir gurur ve kibir veya üstünlük sebebi yapmamalıdır. Aksine insan olmanın gereği olarak görmelidir.



[1] Kur’an İsra, 70

[2] Kur’an A’raf, 179; Furkan, 44

[3] Kur’an Ahzap, 21

[4] Muvatta’ , Hüsn’ü-l Huluk, 8.

[5] Ankebut, 29/45.

[6] Bakara, 2/197.

[7] Tevbe, 9/103.

[8] Buhari, Savm, 3.




 

5 yorum:

  1. hayasını yitirmemiş bir toplum adaleti merhameti ve hikmeti unutmamış bir toplumdur ALLAH bizlere ekranların kararttığı kalplerimizi yeniden diriltecek hayayı nasip eylesin her an bizi görüp gözeten rabbimizin huzurundaymışçasına yaşamayı kendimize ailemize ve tüm insanlığa karşı sorumlu olmayı bizlere kolay eylesin .

    YanıtlaSil
  2. Eline sağlık hocam çok güzel ve isabetli bir yazı olmuş

    YanıtlaSil
  3. toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz değerleri çok güzel anlatmışsınız. böyle derin bir konuyu bu kadar güzel bir şekilde ifade etmek gerçekten takdire değer. herkesin okuması gereken bir yazı olmuş. emeğinize, kaleminize sağlık Ramazan hocam.

    YanıtlaSil
  4. Elinize, emeğinize sağlık sayın Hocam. Rabbim hepimize güzel ahlaklı olmayı ve sizin gibi çevremize faydalı olmayı nasip eylesin inşaAllah.

    YanıtlaSil
  5. Şûra da ne konuşuldu bilmiyorum ama "sistem" insanları ahlaksızlığa itiyor.

    YanıtlaSil