EVRENDE İNCE AYAR
Celil ÇELİK
Yaşamın var olabilmesi için evrenin belirli koşulları karşılaması gerekir. Bu koşullar, olağanüstü derecede olasılık dışıdır. Bunlar salt şansa atfedilemez. Eğer bu koşullar çok az bile değişseydi, evrenin yapısı tamamen farklı olur ve yaşam imkânsız hale gelirdi. Bu da fiziksel sabitlerin ve koşulların son derece hassas bir şekilde ayarlanmış olduğunu gösterir.[1] Evrende gözlenen ince ayar, sadece Yüce Allah’ın kudreti ile açıklanabilir. İnce ayar örnekleri sayısızdır. Sıkça verilen örnekler aşağıya çıkarılmıştır.
Kütleçekim kuvveti, uzayda
atomların birbirlerine yaklaşmasını ve birleşmesini sağlar, dolayısıyla yıldızları
ve gezegenleri oluştur.[2] Ayrıca bu kuvvet, yıldızları, gezegenleri, galaksileri ve
diğer üst yapıları bir arada tutar. Kütleçekim kuvveti eğer biraz daha zayıf olsaydı, evrenin ilk
dönemlerinde oluşan gaz ve toz bulutu bir araya gelemezdi. Bu durumda
yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve diğer üst yapılar oluşamazdı. Yıldızlar
oluşamadığı için yaşam için gerekli olan ağır elementler de oluşamazdı. Eğer
kütleçekim biraz daha güçlü olsaydı, yıldızlar çok çabuk çökerdi. Bu durumda
yaşam için gerekli olan ağır elementler yeterli miktarda oluşamazdı. Ayrıca
kütleçekim biraz daha güçlü olsaydı, evren genişleyemezdi ve hızlı bir şekilde
kendi içine çökerdi.
Atomların oluşmasını
sağlayan elektromanyetik kuvvet, kütleçekim kuvvetinden milyar kere milyar kere
milyar (1’den sonra 39 sıfır) daha büyüktür.[3] Bu oran eğer biraz daha küçük
olsaydı, atomlar kararsız olurdu, elektromanyetik bağlanma yerine kütleçekimi
önemli hale gelirdi. Ayrıca atomda bulunan zıt yükler birbirine eşittir. Atomun
çekirdeğinde bulunan protonlar pozitif (+) elektrik yüklüdürler. Çekirdeğin
etrafında dönen elektronlar ise negatif (-) elektrik yüklüdürler. Bu
eşitlik az bozulsaydı atomlar oluşamazdı. Zıt yüklerin birbirini çekmesi nedeni ile normalde
elektronların çekirdeğe düşmesi gerekir. Ancak (klasik Bohr atom modelinde)
elektronların çekirdeğin etrafında dönmesi bunu engeller.[4] Dönüş hızı ile zıt yüklerin çekimi arasında hassas bir denge
bulunur. Dönüş hızı çok az yavaşlasa veya elektrik yükü çok az artsa
elektronlar çekirdeğe düşerler. Dönüş hızı çok az artsa veya elektrik yükü çok
az azalsa elektronlar çekirdekten ayrılırlar. Bu hassas denge, ilahi müdahaleye
işaret eder. Kuantum
mekaniğindeki gelişmeler, elektronların hareketlerinin, klasik modellerin
öngördüğünden çok daha karmaşık olduğunu ortaya koymuştur.[5] Kuantum
mekaniğinde normal fizik yasalarının kabul etmeyeceği bulgular ortaya
çıkmıştır. Modern
kuantum atom modelinde elektronlar, gezegenler gibi iki boyutlu düzlemde
hareket etmezler. Elektronlar yörüngelerini rastgele seçerler. Ayrıca
elektronlar dalga özelliği de gösterirler.[6] Dalga
benzeri davranışlarından dolayı elektronların tam olarak nerede oldukları
bilinemez.[7] Yörünge yerine elektronun bulunma
olasılığının en yüksek olduğu üç boyutlu bölgeden bahsedilir.[8] Normal fizik yasalarıyla açıklanamayan bu durum ilahi
müdahaleye işaret eder.
Elektromanyetik
kuvvet, ayrıca kimyasal bağların oluşumunu da düzenler.[9] Bu bağlar, yaşam için gerekli olan
karmaşık moleküllerin (DNA, proteinler vb.) oluşumunu mümkün kılar. Eğer bu
kuvvet biraz daha güçlü veya zayıf olsaydı, kimyasal reaksiyonlar
gerçekleşemezdi ve yaşam için gerekli olan moleküller oluşamazdı.
Atomun
çekirdeğinde bulunan protonlar, aynı yüke sahip olduklarından birbirlerini
iterler. Ancak güçlü nükleer kuvvet, protonları atom çekirdeğinde
birleştirir.[10] Güçlü
nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvetten yaklaşık yüz kat daha büyüktür. Bu
kuvvet eğer biraz daha zayıf olsaydı, hidrojen dışında hiçbir element
oluşamazdı. Bu kuvvet eğer biraz daha güçlü olsaydı, kolay füzyon
gerçekleşeceğinden evrenin ilk birkaç dakikası içinde hidrojen tükenirdi. Ayrıca
yıldızlarda ağır elementler hızlı oluşurdu, ancak yıldızlar dengede
kalamazdı. Yıldızlar çok hızlı yanardı ve yaşam için gerekli elementler
oluşamazdı.
Zayıf
nükleer kuvvetin gücü, proton-nötron dönüşümünün hızını belirler.[11] Bu kuvvet eğer biraz daha güçlü
olsaydı, protonlar çok hızlı bir şekilde nötronlara dönüşürdü. Bu ise, tek
protondan oluşan hidrojenin azalmasına ve dolayısıyla yıldızların oluşması için
yeterli yakıtın olmamasına yol açardı. Bir proton ve bir nötrondan oluşan
döteryum, yıldızlarda gerçekleşen füzyon reaksiyonlarının ilk aşamasıdır.[12] Hidrojen füzyonunda, önce iki
hidrojen atomu birleşerek döteryum oluşturur, sonra döteryum başka
çekirdeklerle birleşerek daha ağır elementleri oluşturur.[13] Zayıf nükleer kuvvet eğer biraz daha
güçlü olsaydı, döteryum çok kararsız hale gelirdi ve daha ileri füzyon
reaksiyonları gerçekleşemezdi. Zayıf nükleer kuvvet eğer biraz daha zayıf
olsaydı, proton-nötron dönüşümü çok yavaş gerçekleşirdi. Yıldızların çekirdeklerindeki
füzyon reaksiyonları yeterince hızlı olmazdı. Bu da yıldızların parlamasını ve
ısı üretmesini engellerdi. Evren soğuk ve karanlık kalırdı.
Nötronlar,
protonlardan sadece biraz daha ağırdır.[14] Bu kütle farkı, evrendeki
elementlerin oluşumu ve kararlılığı için kritik önem taşır. Eğer nötronlar
protonlardan biraz daha ağır olsaydı, nötronlar hızla bozunarak protonlara
dönüşürdü. Nötronların azalması ise, döteryum ve helyum gibi elementlerin oluşumunu
sınırlardı. Çünkü bu elementler nötronlara ihtiyaç duyarlar. Nötronların
azalmasıyla birleşecek nötron bulamayan protonlar sadece hidrojen elementini
oluştururlardı. Bu durumda diğer elementler oluşamayacağı için yaşam olmazdı.
Eğer nötronlar protonlardan daha hafif olsaydı, bu sefer protonlar nötronlara
dönüşürdü. Bu durumda evrende neredeyse hiç hidrojen kalmazdı. Suyun bileşeni
olan ve yıldızların yakıtı olan hidrojen kalmadığında yaşam imkânsız olurdu.
Kütleçekim kuvveti,
uzaklaştıkça etkisi azalmakla birlikte sonsuz menzile sahiptir. Evrendeki tüm
maddeler birbirini çekerler. Kütleçekimi evrenin kendi üzerine çökmesini ister.[15] Evrenin durağan sayıldığı dönemde, çökmeyi engelleyen
gizemli bir güçten dolayı evrenin çökmediği dile getiriliyor idi.[16] Buna da kozmolojik sabit denilmiş idi.[17] Kozmolojik sabit aslında ilahi müdahaleyi çağrıştırıyor idi.
Bu dönemde evrenin genişlediğini ve bundan dolayı evrenin kendi üzerine
çökmediğini söyleyenler olmuştur.[18] Daha sonra 1929 yılında evrenin genişlediği kesin olarak
kanıtlandı.[19] Evrenin genişlediği anlaşılınca kozmolojik sabitten
vazgeçilmiştir. Ancak bu durumda evrenin genişleme hızının kütleçekimini
yendiği hassas bir dengeden bahsedilir. Eğer Büyük Patlama biraz daha şiddetli
olsaydı, kütleçekimi etkili olmazdı, evrendeki tüm madde hızlı bir şekilde
dağılırdı. Bu durumda kütleçekimi yetersiz kalacağından yıldızlar ve galaksiler
oluşmazdı. Eğer Büyük Patlama biraz daha yavaş olsaydı, kütleçekimi nedeni ile
tüm madde kendi içine çökerdi. Bu durumda da evren ortaya çıkmazdı. Evrenin ilk
dönemlerinde madde birbirine yakın idi ve kütleçekimini yenmek için evren hızlı
genişliyor idi. Madde seyreldikçe kütleçekimi zayıflamıştır ve maddenin
dağılmaması için evrenin genişleme hızı yavaşlamıştır. Kütleçekimin evrenin genişlemesini tam
olarak dengelediği yoğunluk değerine “Kritik Yoğunluk” denilir.[20] Evrenin kritik yoğunlukta genişlemeye
başlaması, ince
ayara işaret eder.
Genişleyen evrende zaman
geçtikçe hacim artarken yoğunluk azalır. Yoğunluk maddenin hacme oranıdır.[21] Evren genişledikçe çekim kuvveti zayıflar. Eğer evren kritik
yoğunlukta genişlemeye devam etse idi, çekim kuvvetinin zayıflaması nedeni ile,
genişleme hızının düşmesi gerekirdi. Hatta bu durum “Yavaşlama Parametresi”
olarak tanımlanmıştır.[22] Ancak 1998 yılında evrenin genişleme hızının düşmediği
keşfedilmiştir.[23] Galaksiler, artan ivme ile birbirinden uzaklaşmaktadırlar.[24] Yani evren, ilk dönemlerde olduğu gibi, kritik yoğunlukta
genişlememektedir. Evren, ilk dönemlerin aksine, Büyük Patlamadan kalan kinetik
hızı aşan bir hızla genişlemektedir. Ancak bu genişleme, kontrolsüz ve savurgan
bir genişleme değildir. Evren, günümüzde megaparsek başına saniyede yaklaşık
Entropi, bir sistemin
düzensizliğinin veya rastgeleliğinin bir ölçüsüdür.[28] Evrenin entropisi devamlı artmaktadır. Evren, Büyük
Patlama’dan bu yana sürekli genişlemiş ve soğumuştur. Evren genişledikçe madde ve enerji
daha büyük alana yayılmış ve sistemin genel düzensizliği artmıştır. Bununla birlikte
evrenin yerel bölgelerinde düzen artışı yaşanmıştır. Yerel bölgelerde
yoğunlaşan madde ve enerji gökcisimlerini oluşturmuştur. Ancak yerel bölgelerde
opaklaşan madde ve enerji de zamanla düzensizleşmiştir. Tüm yıldızlar ve nesneler, evrene
dönüşümü olmayan enerji yaymaktadırlar. Kullanılabilir enerjinin azalması
evrenin entropisinin arttığı anlamına gelir. Benzer şekilde yıldızların ölümü,
kara deliklerin oluşumu ve galaksilerin dağılması da evrenin entropisinin
arttığı anlamına gelir. Entropi artışı, evrenin düzenli bir şekilde
yaratıldığını ve zamanla bu düzenin azaldığını gösterir. Bu da evrenin
tesadüfen değil, bilinçli bir Yaratıcı tarafından düzenlenmiş olduğunu
gösterir.
Entropi
kanununa göre doğal süreçler, kendiliğinden düzen oluşturamazlar, mevcut düzeni
artıramazlar ve mevcut düzeni koruyamazlar. Bir yerde düzen veya düzen artışı
var ise, orada bilinçli bir müdahale var demektir. Büyük Patlama’dan sonra evrenin
lokal bölgelerinde düzen artışı yaşanmıştır. Evrende gözlenen tedrici düzen
artışı, salt doğal süreçlere dayandırılamaz. Aksi iddia, bir fizik yasası olan
entropi kanununa aykırıdır. Düzen oluşturduğu zannedilen fizik yasaları, sadece
ilahi müdahaleyi kamufle eder.
Kütleçekimi, evrende
entropinin artışında önemli bir rol oynar. Normalde bilinçli bir müdahale
olmadığında doğal şartlar altında kütleçekimi düzensizliğe sebep olur. Ancak
evrenin lokal bölgelerinde kütleçekim etkisi ile hiyerarşik yapılar oluşmuştur.[29] Küçük kütleli cisimler büyük kütleli cisimlerin etrafında
dönerler.[30] Kütleçekim nedeni ile normalde küçük kütleli cisimlerin
büyük kütleli cisimlere düşmesi gerekir. Ancak gökcisimlerinin dönüş
hareketleri çökmeyi engeller. Gökcisimlerinin hareketleri ile kütleçekimi
arasında hassas bir denge bulunur. Dönüş hızı çok az yavaşlasa veya kütleçekim
çok az artsa, küçük kütleli cisimler büyük kütleli cisimlerin üzerine düşerler.
Dönüş hızı çok az artsa veya kütleçekim çok az azalsa, küçük kütleli cisimler
büyük kütleli cisimlerden ayrılırlar. Dünya etrafında dönen yapay uyduların yörüngeden çıkma durumu
söz konusu olduğunda hemen ilgili motorları çalıştırılarak yörüngeye girmeleri
sağlanır.[31] Bu çok sık karşılaşılan bir
durumdur. Sayısız gök cisimleri ise, cansız taş ve ateş parçalarından ibaret
olmalarına rağmen yörüngelerinden sapmazlar. Hiçbir insan, dünyanın aniden
yörüngesinden koparak uzayın derinliklerine doğru yol alacağı telaşı taşımaz. Gökcisimlerinin
hareketleri ile kütleçekimi arasında bulunan hassas denge, ilahi müdahaleye işaret
eder.
Galaksi üstü yapılar ise, dairesel dönüş hareketi sergilemezler, daha karmaşık
hareketler sergilerler. Düzen oluşturduğu zannedilen kütleçekimi, sadece ilahi
müdahaleyi kamufle eder.
Ayrıca evrendeki madde
miktarı kritik yoğunluğun çok altındadır. Kritik yoğunluğa göre evrende
metreküp başına 5,7 atom olması gerekir. Ancak evrende metreküp başına 0,28
atom olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca evrendeki madde miktarı kütleçekimsel
dengeyi sağlamaya yeterli değildir. Yukarıda belirttiğimiz üzere
gökcisimlerinin hareketleri ile kütleçekimi arasında hassas bir denge bulunur.
İki kütle yaklaştığında kütleçekim etkisi artar. İki kütle uzaklaştığında ise
kütleçekim etkisi azalır. Küçük cisim, eğer büyük cisme yakın ise, üzerine düşmemek için onun
etrafında daha hızlı döner. Küçük cisim, eğer büyük cisme uzak ise, kütleçekim
etkisi zayıf olduğundan onu etrafında daha yavaş döner. Normal fizik budur.
Ancak galaksilerdeki yıldızlar, merkezden uzak mesafelerde bile sabit hızla
dönerler.[32] Galaksi kümeleri içindeki
galaksilerin hızları da görünen maddeyle açıklanamayacak kadar yüksektir.
Ayrıca büyük ölçekli yapılar da (filamentler, duvarlar vs) salt görünür
maddeyle açıklanamamaktadır.[33] Yetersiz maddeye rağmen evrenin düzeni ve dengesi
bozulmamaktadır. Bazı bilim adamları, bu dengenin ilahi bir güçle sağlandığını
söylemek yerine (her şeyi fizik yasalarıyla açıklamaya şartlandıklarından
dolayı) hayali karanlık madde kavramını uydurmuşlardır.[34] Evrenin kütleçekimsel dengesini görünür maddenin
yakınlarında boş uzayda bulunan hayali karanlık madde ile açıklamaya
çalışmışlardır. Karanlık madde için “gözlemlerle veya deneylerle tespit
edilemeyen ancak orada olduğu bilinen” şeklinde bir tarif yapmışlardır. Yirmi
birinci yüzyılın başında geliştirilen Karanlık Enerji-Soğuk Karanlık Madde (Lambda-CDM veya Λ-CDM)
modeline göre, evrenin yaklaşık %27’si soğuk karanlık maddeden oluşur.[35] Evrenin yaklaşık %5’i ise baryonik
maddeden oluşur. Baryonik madde, atomları, molekülleri, yıldızları, galaksileri vs
oluşturan, görünür maddedir.[36] Evrenin
yaklaşık %68’i ise karanlık enerjiden oluşur. Ancak Lambda-CDM modeline göre
gözlemlenmesi gereken %5'lik baryonik maddenin tamamı da gözlemlenememiştir.
Yakın zamanda gözlemlenebilir evrende yapılan baryon sayımı, gözlemlenen
baryonik maddenin bu miktarın yarısından azını oluşturduğunu ortaya
çıkarmıştır.[37] Bu problem de evrendeki baryonik maddenin yaklaşık yarısını
oluşturduğu düşünülen sıcak galaksiler arası plazmanın varsayılmasıyla
çözülmüştür.[38] Evrenin oluşumunda ve kozmik dengenin sağlanmasında karanlık
maddeye adeta akıllı şuurlu varlıkmış gibi işlevler yüklemektedirler.
Ürettikleri faraziye dışında karanlık maddeyi ispatlar somut bir delil
bulunmamaktadır. Karanlık madde, devamlı hareket halinde olan evrende kozmik
varlıkları oluşturamaz ve kozmik dengeyi sağlayamaz. Karanlık madde ile
açıklamaya çalıştıkları şeylerin tümü, ilahi müdahale ile açıklanması gereken
şeylerdir. İki galaksinin çarpışmasında da ilahi müdahaleyi görmek mümkündür.[39] İki galaksi birbiri ile çarpıştığında birbirlerinin içinden
geçerler. Yıldızlar arası mesafe büyük olduğu için çarpışma sırasında yıldızlar
birbirleri ile çarpışmazlar. Ancak iki galaksinin karşılaşması, yeni
kütleçekiminin ortaya çıkması demektir. Normalde yeni kütleçekimi nedeni ile
yıldızların dengesinin bozulması gerekir. Ancak çarpışan galaksilerde kaos
gözlenmez. Aksine çarpışan galaksiler tek galaksi haline gelirler.
Başlangıçta
evren, enerji ve maddenin homojen olarak dağıldığı bir yapıya sahip idi. Homojenlik
ve yüksek sıcaklık normalde entropi artışı olarak yorumlanır. Çünkü yüksek
enerjili bir ortamda parçacıklar daha hareketli olurlar. Ayrıca evren
genişledikçe parçacıkların homojen bir şekilde dağılması gerekirdi. Aynı
şekilde parçacıkların dağılması da entropi artışı olarak yorumlanır. Her iki
durumda kütleçekimi etkili olmaz. Ancak başlangıçta evrenin entropisi
olağanüstü düşüktü. Bu da kütleçekim kuvvetinin işlemesine olanak sağlamıştır. Evrenin
başlangıcındaki düşük entropi, bazı bölgelerin diğerlerine göre biraz daha yoğun olmasına izin
vermiştir. Daha sonra kütleçekimi, madde yoğunluğundaki dalgalanmaların zamanla
büyümesine yol açmıştır. Bu sayede evrende galaksiler, yıldızlar ve gezegenler
gibi yapılar oluşmuştur. Evrenin başlangıcındaki düşük
entropi, kozmik
yapıların oluşumu için hayati bir öneme sahiptir. Eğer başlangıçtaki entropi
biraz daha yüksek olsaydı, kütleçekimi etkili olamazdı ve dolayısıyla
galaksiler, yıldızlar ve gezegenler gibi yapılar oluşmazdı. Evren, homojen
olarak dağılmış gazdan ibaret hale gelirdi. Ünlü matematikçi Roger Penrose’un
hesaplamalarına göre, CMB radyasyonuna göre 10^88 ve karadeliklere göre 10^101
olan günümüz entropisi, evrenin kendi içine çökmesi durumunda
(Bekenstein-Hawking formülüne göre) 10^123’e çıkacaktır.[40] Evrenin başlangıcı ile evrenin sonu
aynı hacme sahip olduğuna göre, evrenin başlangıcındaki entropinin evrenin sonundaki entropi
ile aynı olması gerekirdi. Evrenin başlangıcındaki entropinin bu denli düşük olması, son
derece olasılık dışı bir durumdur. Evrenin başlangıcındaki düşük
entropinin rastgele seçilmiş olma olasılığı, evrenin muhtemel sonunun entropisinden yola çıkılarak
hesaplanabilir. Roger
Penrose’un hesaplamalarına göre, evrenin başlangıcındaki düşük
entropinin rastgele seçilmiş olma olasılığı, 10^
(10^123)
ihtimalde 1’dir.[41] Bu, 1 rakamının önüne 10^123
tane sıfır
yazılmasıyla oluşan sayıyı ifade eder. Evrendeki tüm parçacıkların üzerine
sıfır yazılsa bile bu sayı üssüz olarak yazılamaz. Matematikte 10^150 ihtimalde
1’den küçük ihtimaller sıfır ihtimal olarak kabul edilir.[42] Evrenin tam
olarak kritik yoğunlukta başlamış olması, hassas bir ayara işaret eder.
Büyük
Patlama sonrası erken evren döneminde, temel parçacıklar ile anti-parçacıklar
da eşit miktarda ortaya çıkmış idi.[43] Parçacık ve anti-parçacık
çarpıştığında birbirlerini yok ederler.[44] Parçacık ve anti-parçacık
çarpıştığında tüm kütle enerjiye dönüşür. Evrenin ilk saniyelerinde
parçacıkların ve anti parçacıkların birbirini yok etmesi sonucunda, günümüzde
bildiğimiz ve gördüğümüz madde kalmıştır. Salt fizik yasalarına kalsaydı,
evrenin ilk saniyelerinde meydana gelen imha sürecinde, geride hiç madde kalmaması
gerekirdi. Ancak evrenin ilk saniyelerinde meydana gelen imhada, sıradan madde
lehine bir dengesizlik söz konusu olmuştur.[45] Bu dengesizlik olmasa idi, mevcut
madde ve dolayısıyla evren olmayacaktı. Bu dengesizlik, ilahi müdahaleye işaret eder.
Karbon,
evrende yaşamın ortaya çıkabilmesi için gerekli olan temel elementtir.[46] Karbon, yıldızların içinde üç
helyum atomunun birleşmesiyle oluşur. İki helyum çekirdeği (alfa parçacığı) birleşerek
berilyum çekirdeğini oluşturur. Ancak bu çekirdek kararsızdır ve 10^-16 saniye
gibi çok kısa ömürlüdür. Bu kısa sürede eğer hemen bir üçüncü helyum çekirdeği
eklenirse karbon çekirdeği oluşur. Bu birleşme süreci, "üçlü alfa
süreci" olarak adlandırılır ve belirli bir enerji seviyesinde gerçekleşir.[47] Bu enerji seviyesi 7, 27
megaelektronvolt (MEV) civarındadır. Bu enerji seviyesi, karbon çekirdeğinin
rezonans enerjisi olarak bilinir ve dar bir aralıkta hassas bir şekilde
ayarlanmıştır. Eğer bu enerji seviyesi biraz farklı olsa karbon çekirdeği
oluşamaz. Karbonu oluşturan enerji seviyesinin dar bir aralıkta olması ince
ayara işaret eder. Ayrıca aynı ortamda karbon çekirdeklerine bir helyum
çekirdeği eklenerek oksijen çekirdekleri de üretilir.[48] Karbon kararlı bir çekirdektir ve
tüm karbon helyum ile reaksiyona girebilir. Ancak evrende yeterli karbonun
birikebilmesi için karbon gereğinden fazla oksijene dönüşmez. Karbon oluşumunun
ince ayarı en çok vurgulanan örneklerden biri olsa da evrendeki diğer
elementlerin bollukları da benzer fiziksel sabitlerin ve nükleer reaksiyonların
hassas dengelerine bağlıdır.
Dünya'nın
kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı, gezegenimizdeki yaşam koşulları için son
derece hassas bir dengeye sahiptir.[49] Daha yavaş dönüş, gece ve gündüz
sürelerinin uzamasına neden olurdu. Bu da Güneş alan tarafın aşırı ısınmasına
ve karanlıkta kalan tarafın aşırı soğumasına yol açardı. Bu durum, bildiğimiz
anlamda yaşamın devamını çok zorlaştırırdı. Daha hızlı dönüş, atmosferdeki hava
akımlarının (rüzgarların) hızını aşırı derecede artırırdı. Sürekli ve çok
şiddetli kasırgalar ve fırtınalar oluşurdu. Bu da yine yeryüzünü yaşanmaz hale
getirirdi.
Yer
kabuğunun kalınlığı da bir diğer hayati parametredir.[50] Mevcut kalınlığından daha ince bir
kabuk, gezegeni sürekli volkanik patlamaların ve sismik felaketlerin tehdit
ettiği istikrarsız bir yapıya büründürürdü. Daha kalın bir yer kabuğu ise,
atmosferdeki oksijenin önemli bir kısmını emerek kayaların içine hapseder ve
atmosferi canlılar için yetersiz bırakırdı. Ayrıca levha tektoniğini durma
noktasına getirirdi.[51] Levha tektoniği, karbon gibi yaşam
için gerekli olan elementlerin geri dönüştürüldüğü, volkanik aktiviteyle
atmosfere gaz salındığı ve gezegenin iç ısısının dengelendiği hayati bir
süreçtir. Bu sürecin durması, Dünya'yı jeolojik olarak ölü, atmosferi ve iklimi
dengesiz bir gezegene dönüştürürdü.
Gezegenimizin
yaşanabilirliğini tanımlayan kritik faktörler arasında, kütlesi tarafından
belirlenen yerçekimi kuvveti, atmosferin hem bileşimini hem de kalıcılığını
şekillendiren hayati bir rol oynar.[52] Bu kuvvetin hassas ayarı, yaşam için
adeta bir bıçak sırtı dengeyi temsil eder. Eğer Dünya'nın kütlesi ve
dolayısıyla yerçekimi mevcut olandan daha zayıf olsaydı, gezegenin atmosferik
kaçış hızı düşer ve yaşam için vazgeçilmez olan su molekülleri gibi hafif
bileşikler zamanla uzay boşluğuna savrulurdu. Bu durum, gezegeni geri
döndürülemez bir kuraklığa sürükleyerek biyosferin oluşumunu daha en başında
imkânsız kılardı. Tersi bir senaryoda, yani daha güçlü bir yerçekiminin
varlığında ise Dünya, gaz devlerine benzer bir kaderi paylaşırdı. Bu yüksek
çekim gücü, gezegenin ilk oluşumundan kalan metan ve amonyak gibi hafif ve
zehirli gazlardan oluşan ilksel atmosferini hapsetmesine neden olurdu. Böylesi
bir atmosfer hem kimyasal yapısı hem de yaratacağı ezici basınç ile oksijene
dayalı yaşamı imkânsız kılardı. Dolayısıyla Dünya'nın mevcut yerçekimi, zehirli
ilksel gazların kaçmasına izin verecek kadar zayıf, ancak suyu ve bugünkü hayat
dostu atmosferi koruyacak kadar güçlü olan mükemmel bir dengeyi yansıtmaktadır.
Güneş'e
olan ideal uzaklığımız, Dünya'yı yaşanabilir kılan en temel faktörlerden
biridir.[53] Eğer gezegenimiz Güneş'e şu anki
konumundan daha yakın olsaydı, aşırı sıcaklık nedeniyle gezegenimiz kavrulurdu.
Aşırı sıcaklık, suyun buharlaşmasına neden olur, karaların çölleşmesine yol
açar, yaşamın var olamayacağı koşullar yaratırdı. Eğer gezegenimiz Güneş'e şu
anki konumundan daha uzak olsaydı, aşırı soğuma nedeniyle Dünya bir buzul
çağına girerdi. Bu durumda atmosferdeki su döngüsü tamamen sekteye uğrar, bitki
ve hayvan yaşamı imkânsız hale gelirdi.
Ay ile
Dünya arasındaki çekim kuvveti, gezegenimizdeki doğal dengeler ve yaşamın
sürdürülebilirliği için kritik bir faktördür.[54] Eğer bu çekim
etkisi şu ankinden daha fazla olsaydı, Ay'ın şiddetli çekimi Dünya'nın atmosfer
koşullarını, kendi ekseni etrafındaki dönüş hızını ve okyanuslardaki gelgitleri
derinden etkilerdi. Aşırı büyük gelgitler, kıyı bölgelerini yaşanmaz kılardı.
Dönüş hızındaki değişimler, günlerin süresini ve dolayısıyla iklimi temelden
farklılaştırırdı. Ay'ın çekim etkisi daha az olsaydı, bu durum şiddetli
iklim değişikliklerine yol açardı. Zayıflayan gelgitler, okyanus akıntılarını bozarak gezegenin
ısı dağılımını sekteye uğratırdı ve tahmin edilemez hava olaylarına neden
olurdu.
Dünya atmosferindeki oksijen
ve azot oranı,
yeryüzündeki yaşamın sürdürülmesi için kritik bir denge sunar.[55] Eğer oksijen
oranı daha fazla olsaydı, yaşamsal fonksiyonlar aşırı derecede hızlanırdı. Bu durum,
hücreler üzerinde toksik etkilere yol açardı, metabolizmayı hızlandırırdı ve
yaşlanmayı artırırdı. Eğer azot oranı daha fazla olsaydı, artan atmosferik basınç, solunum ve
dolaşım sistemleri için aşırı yük oluştururdu. Bu da yaşamın devamlılığını
tehdit ederdi.
Sayısız ince ayar örnekleri, evrenin
dışındaki bir nedene ve bir tasarımcıya işaret eder. İnsan aklı, bir düzen
gördüğünde mutlaka bir düzenleyici iradenin varlığını kavrayacak şekilde işler.
Ancak materyalistler, tamamen maddi bir evrenin kendi kendini meydana
getirdiğini ve kökeni için başka bir açıklamaya gerek olmadığını ileri
sürerler. Materyalistler, ince ayara karşı çoklu evren modeli ve antropik ilke
argümanını ileri sürmüştür.
Güncel
bilim, evrenin bir başlangıcının olduğunu, bu başlangıcın kara delikler gibi
bir tekillik olduğunu, bu tekillikte zaman ve mekanın olmadığını, bu tekilliğin
evveliyatının olmadığını, zaman ve mekanın bu tekillikten sonra yaratıldığını,
bu tekillikten sonra evrenin genişlediğini, genişlemenin hala devam ettiğini,
sonlu bir süre içinde genişleyen evrenin sınırlı olduğunu, nihayetinde (genel göreliliğe göre) evrenin
ya kendi içine çökeceğini veya evrenin karadeliklerden ibaret kalacağını
öngörür. Sonradan var olan ve sınırları olan evren, Yüce Yaratıcıya işaret
eder.
Yaratıcı
fikrine mahal vermek istemeyen materyalistler, ezeli ve sınırsız bir evren
arzularlar. Gerçekleşme ihtimali en düşük olan ihtimallerin yeterli süre
verildiğinde sonsuz ve sınırsız bir evrende gerçekleşebileceği iddiasıyla
materyalistler tarafından teist anlayışa karşı çoklu evren modeli ortaya
atılmıştır.[56] Onlara göre evren sonsuzdur ve şans
eseri düzgün ve düzenli olan bir bölgede ortaya çıktık. Onlara göre sonsuz
sayıda evren bulunmaktadır ve şans eseri düzgün ve düzenli olan bir evrende
ortaya çıktık. Diğer evrenlerde yaşam olduğu takdirde bu durum ince ayara
işaret eder. Bundan dolayı diğer evrenlerde yaşamın bulunmadığını, sadece
içinde bulunduğumuz evrende tesadüfen yaşamın ortaya çıktığını iddia ederler.
Yüce
Allah’ın sonsuz kudretine dayanarak âlemlerin sonsuz ve sınırsız olduğu
söylenebilir. Ancak Yüce Yaratıcıyı tanımayan materyalistler, güncel bilimle
sonsuz ve sınırsız evren elde edemeyeceklerini bildiklerinden dolayı, sonsuz ve
sınırsız evren elde etmek için materyalist anlayışa uygun varsayıma dayalı
çoklu evren modeli uydurmuşlardır. Ancak sonsuz sayıda evrenin var olduğuna
ilişkin bir delilleri bulunmamaktadır. Ayrıca diğer evrenlerde yaşamın
bulunmadığına ilişkin bir delilleri bulunmamaktadır.
Materyalist
anlayışa dayalı çoklu evren hipotezi absürttür. Zira gözlenebilir evren, statik
olmayıp dinamik bir yapıya sahiptir. Ayrıca gözlenebilir evren, tehlikeli ve
şiddetli nesneler ile doludur. Gözlenebilir evren, dinamik bir yapıya sahip
olmasına rağmen mükemmel bir düzene sahiptir. Bu düzen, evrenin her yerinde ve
her zerresinde gözlenen hassas dengelere dayanır. Bu dengeler, evren sonsuz
olsa bile ihtimaller hesabına dayanarak açıklanamaz. Gözlenebilir evren, her an
yenilenen ve her an müdahaleye muhtaç görünüm arz eder. Gözlenebilir evren, her
an müdahaleye hazır daimî bir müdebbire ihtiyaç duyar.
Materyalistlerin
ince ayara karşı kullandıkları diğer bir argüman ise antropik ilkedir.[57] Bunun başlıca iki versiyonu vardır.
Zayıf antropik ilke, en yaygın ve temel versiyondur. Bu versiyon şöyle der:
“Biz, evrenin yaşama elverişli olduğunu gözlemliyoruz. Aksi takdirde burada
olamazdık. Eğer evren yaşamı mümkün kılmasaydı, zaten onu gözlemleyebilecek
bilinçli varlıklar da olamazdı. Biz, sadece yaşamın
mümkün olduğu bir evrende var olabiliriz. Evrenin bize uygun görünmesi, bir
tesadüf ya da mucize değildir, gözlemci konumumuzdan kaynaklanan mantıksal bir zorunluluktur. Burada gözlemci
önyargısı vardır. Dolayısıyla evrenin bize uygun görünmesi açıklama
gerektirmez.” Güçlü Antropik İlke ise şöyle der: “Evrenin yaşamı mümkün kılacak
şekilde olması salt bir rastlantı değildir. Evrenin yaşamı destekleyecek
şekilde ayarlanmış olmasının bir açıklaması olmalıdır. Evrenin
doğasında bilinçli yaşamı destekleme potansiyeli bulunmalıdır. Evren,
bilinçli yaşamın ortaya çıkmasına imkân verecek şekilde olmak zorundadır. Çünkü
ancak böyle bir evrende kendimizi gözlemleyebiliriz.” Zayıf antropik ilke "açıklama
gerektirmez" derken güçlü antropik ilke "açıklaması olmalıdır" der. Ancak bu versiyon genellikle
çoklu evrenler hipotezini açıklama olarak sunar. Ancak teleolojik ve metafizik
açıklama sunanlar da vardır.
Antropik
ilke, evrenin yaşamı destekleyecek şekilde görünüyor olmasının şaşırtıcı
olmadığını, çünkü zaten gözlemleyebilen bilinçli
varlıklar olarak burada bulunmamızın bu koşullara bağlı olduğunu savunur.
Tasarımcıya gerek kalmadan gözlemci olmanın doğası gereği evrenin bu şekilde
görünmesini normalleştirir.
Antropik
ilke, gerçek bir neden-sonuç açıklaması sunmaz. "Biz buradayız, çünkü
buraya uygun bir evrende yaşıyoruz" demek, sadece bir gözlemdir, bir
açıklama değildir. Yanmayan evlerde yaşayan insanlar, evlerinin neden
yanmadığını "eğer yanıyor olsaydı içinde yaşayamazdım" diyerek
açıklayamazlar. Bu açıklama sadece gözlemci önyargısını ifade eder. Antropik
ilke, ayrıca döngüsel (kısır) mantık kullanır. İlke şu mantığı izler: “Ancak
yaşamı mümkün kılan bir evrende gözlem yapabiliriz. Gözlem yapabiliyoruz, öyleyse
evren yaşamı mümkün kılmalıdır.” Bu döngüsel mantık, ele alınan konunun
nedenini açıklamadan sadece sonucu tekrar eder. Bu tür ifade, hiçbir yeni bilgi
sağlamaz. Antropik ilke, ayrıca olağanüstü düşük olasılıkları açıklamaz, sadece
geçiştirir. Antropik ilke, evrenin neden belirli fiziksel sabitlere sahip
olduğunu açıklamaz, sadece bu sabitler olmasaydı bizim burada olamayacağımızı
belirtir. Bu, "Neden piyangoyu ben kazandım?" sorusuna "Çünkü
kazanan bileti sen tuttun" diye cevap vermek gibidir. Antropik ilke,
evrenin bilinçli bir şekilde tasarlandığı fikrine karşı salt ön kabul içerir,
felsefi olarak absürd ve yüzeysel bir yaklaşım sergiler.
[1] Kuran, 23/71, 35/41, 54/49, 55/5-6, 67/3-4;
en.wikipedia, Fine-tuned universe
[2] en.wikipedia, Gravity
[3] en.wikipedia, Electromagnetism
[4] en.wikipedia, Bohr model
[5] en.wikipedia, Quantum mechanics
[6] en.wikipedia, Wave–particle duality, De
Broglie–Bohm theory
[7] en.wikipedia, Uncertainty principle
[8] en.wikipedia, Atomic orbital
[9] en.wikipedia, Chemical bond
[10] en.wikipedia, Nuclear force
[11] en.wikipedia, Weak interaction
[12] en.wikipedia, Deuterium
[13] en.wikipedia, Proton–proton chain, Deuterium
fusion, CNO cycle, Triple-alpha process, Alpha process
[14] en.wikipedia, Proton, Neutron
[15] en.wikipedia, General relativity
[16] en.wikipedia, Einstein field equations
[17] en.wikipedia, Cosmological constant
[18] en.wikipedia, Friedmann equations, Alexander
Friedmann, Georges Lemaître
[19] Hubble, Edwin, A Relation Between Distance and
Radial Velocity Among Extra-Galactic Nebulae, Proceedings of the National
Academy of Sciences of the United States of America (PNAS), Cilt 15, Sayı
3, Eylül 1929, Sayfa 168-173, https://www.pnas.org/doi/10.1073/pnas.15.3.168
[20] en.wikipedia, Friedmann equations
[21] en.wikipedia, Density
[22] en.wikipedia, Deceleration parameter
[23] Perlmutter, S. Et al. (The Supernova Cosmology
Project), Measurements of Omega and Lambda from 42 High-Redshift Supernovae,
The Astrophysical Journal, Cilt 517, Sayı 2, ocak 1999, Sayfa 565–586,
https://arxiv.org/abs/astro-ph/9812133
[24] en.wikipedia, Accelerating expansion of the
universe
[25] en.wikipedia, Hubble’s Law
[26] en.wikipedia, Dark energy
[27] en.wikipedia, Conservation of energy
[28] en.wikipedia, Entropy
[29] en.wikipedia, Orbital mechanics
[30] en.wikipedia, Circular orbit
[31] en.wikipedia, Orbital decay
[32] en.wikipedia, Galaxy rotation curve
[33] Jaime E. Forero-Romero, Sergio
Contreras, Nelson Padilla, Cosmic web alignments with the shape, angular
momentum and peculiar velocities of dark matter haloes, Monthly Notices of the
Royal Astronomical Society, Cilt 443, Sayı 2, 11 Eylül 2014, Sayfalar
1090–1102, https://doi.org/10.1093/mnras/stu1150 &
https://arxiv.org/abs/1406.0508v2
[34] en.wikipedia, Dark matter
[35] en.wikipedia, Lambda-CDM model
[36] en.wikipedia, Baryon
[37] en.wikipedia, Missing baryon problem
[38] en.wikipedia, Warm–hot intergalactic medium
[39] en.wikipedia, Galaxy merger
[40] Roger Roger Penrose, The Emperor’s New Mind,
Oxford University Press, London, 1999 (First
published 1989), Pages
339-345 & The Road To Reality, Jonathan Cape, London, 2004, pages 726-732
[41] ibid
[42] en.wikipedia, Universal probability bound
[43] en.wikipedia, Antimatter
[44] en.wikipedia, Annihilation
[45] en.wikipedia, Baryon asymmetry, Baryogenesis,
Leptogenesis
[46] en.wikipedia, Carbon
[47] en.wikipedia, Triple-alpha process
[48] en.wikipedia, Alpha process
[49] en.wikipedia, Earth's rotation
[50] en.wikipedia, Earth's crust
[51] en.wikipedia, Plate tectonics
[52] en.wikipedia, Gravity of Earth
[53] en.wikipedia, Habitable zone
[54] en.wikipedia, Tidal force
[55] en.wikipedia, Atmosphere of Earth
[56] en.wikipedia, Multiverse
[57] en.wikipedia, Anthropic principle
0 yorum:
Yorum Gönder