23 Eylül 2025 Salı

Cahiliye Düzeninin Evrensel Formülü: Temizleri Dışla

 

Cahiliye Düzeninin Evrensel Formülü: Temizleri Dışla

Abdurrahim Kaplan[1]

Cahiliye kavramı, İslam öncesi Arap toplumunu tanımlamak için kullanılmıştır. Günümüzde ise bu kavram, insanlık tarihinin farklı dönemlerinde ve farklı coğrafyalarda ortaya çıkan, benzer zihniyet kalıplarıyla karakterize edilen karanlık bir ahlaki ve toplumsal çürüme halini ifade eden evrensel bir metafor haline gelmiştir. Bu zihniyetin temel işleyiş prensibi şu evrensel formülde özetlenebilir:

“Temizleri dışla, geriye kalan kirlilik kendiliğinden normalleşir.”

Bu formül, sadece tarihsel bir olgu değil aynı zamanda çağdaş toplumlarda da kendini gösteren güçlü bir sosyal dinamiktir. Toplumların çürümesi çoğunlukla doğrudan kötülüğün teşvik edilmesinden ziyade, iyilik ve erdemin sistematik biçimde marjinalize edilmesiyle gerçekleşir. Kötülüğe karşı koyan, ahlaki duruş sergileyen ve vicdan sahibi olanlar; kötülüğün devamı için en büyük tehdit olarak görülür. Bu yüzden sosyal baskı, dışlanma ve itibarsızlaştırma kampanyalarının hedefi haline gelirler.

Kötülüğün Meşrulaşma Mekanizması: İyilik Üzerinden Manipülasyon

Toplumsal yozlaşma çoğunlukla kötülüğün doğrudan propagandasıyla değil, iyiliğin, ahlakın ve erdemin dışlanmasıyla başlar. İyiliğin gündelik hayattan çekilmesi, kötülüğün serbestçe dolaşmasının önünü açar. Bu süreçte iyilik, “aşırılık”, “fanatizm” veya “gericilik” gibi etiketlerle yaftalanır ve böylece toplumsal bilinçte etkisizleştirilir. Modern düşünürlerden Zygmunt Bauman, “ahlaki mesafelenme” kavramıyla bu süreci açıklar: bireyler ve kurumlar, ahlaki sorumluluktan uzaklaştırıldıklarında kötülük kolaylıkla sıradanlaşır. Bu noktada kötülüğün yayılması, iyiliğin yok edilmesiyle eş zamanlı ilerler. İyi olanın yalnızlaştırılması, sadece bireylerin değil, toplumsal düzenin ve ahlakın da çözülmesine yol açar.

Kur’ân kıssalarında bu yapısal dönüşüm açıkça gözlemlenebilir. Lût, Nûh, Âd, Semûd, Medyen, Eyke gibi kavimlerin ortak noktası, iyileri -yani dürüstlüğü, iffeti, tevhidi ve merhameti temsil edenleri- sistematik biçimde dışlamalarıdır. Bu dışlama, yalnızca bir sosyal refleks değil; organize bir yozlaştırma stratejisidir. İyilerin dışlandığı toplumlarda kötülük kurumsallaşır.

Kur’ân Kıssalarında Temizliği Dışlama Zihniyeti

Kur’ân, insanlık tarihindeki ahlaki sapmaların ve toplumsal çürümelerin hem sebeplerini hem de sonuçlarını açıklayan güçlü anlatılar sunar. Bu anlatıların temelinde, temiz olanın dışlanması, yani erdemin tehdit gibi algılanması sıkça karşımıza çıkar. En çarpıcı örneklerden biri Lût kavmidir:

“Lût’u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: ‘Sizden önceki milletlerden hiçbirinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz? Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın bir milletsiniz.’ Kavminin cevabı ise: ‘Onları memleketinizden çıkarın; çünkü onlar fazla temizlenen insanlarmış!’ demelerinden başka bir şey olmadı” (A’râf 7:80–82).

Bu ayetlerde dikkat çeken unsur, sadece sapkınlığın varlığı değil, aynı zamanda sapkınlığı sorgulayanların hedef alınmasıdır. Lût’un kavmi, sapkınlığı doğal ve meşru kabul etmekle kalmamış; ona karşı duranları “aşırı temizlik”le suçlayarak toplum dışına itmeyi teklif etmiştir. Bu durum, günümüz toplumlarında da sıkça rastlanan bir psikolojik savunma mekanizmasının erken bir örneğidir: ahlaki üstünlüğe karşı duyulan rahatsızlık. Psikolojide bu durum "yansıtma" (projection) olarak adlandırılır: kişi, kendi kirli arzularını, temiz olanın varlığıyla yüzleşmek zorunda kaldığı için bastırır ve bu bastırmayı ortadan kaldırmak adına temiz olanı yok etmeye yönelir. Böylece temizlik, kirli yaşam tarzının sorgulanmasına neden olan rahatsız edici bir “ayna”ya dönüşür.

Modern Cahiliye: Temizliği Dışlayan Yeni Zihniyet

Cahiliye döneminde olduğu gibi modern toplumlar da benzer bir zihniyetle hareket etmeye devam ediyor. Yöntemler ve kavramlar değişmiş olsa da temel formül değişmemiştir: iyiliği temsil edenleri dışla, geriye kalan kötülük sıradanlaşsın. Bugün bu zihniyet, bireysel özgürlük, yaşam tarzı seçimi ve hak savunuculuğu adı altında kamufle edilmiştir. Modern dünyada aile, cinsiyet, iffet, sadakat, fıtrat gibi kavramlar artık bir değer olmaktan çok, sorgulanan, hatta aşağılanan yapılar haline gelmiştir. Toplumsal normlar yerini kişisel haz merkezli bir yaşam biçimine bırakmış, ahlak ise bireyin öznel tercihi sayılmıştır. Bu durum, ahlaki görecelik (moral relativism) adıyla meşrulaştırılmakta ve “tek bir doğrunun olmadığı” iddiasıyla her türlü sapkınlık serbestleştirilmektedir. Bu bağlamda medya, popüler kültür, akademi ve hatta zaman zaman hukuk sistemleri, “temiz kalanlar”ı hedef alan bir işlev üstlenmektedir. Aile değerlerini savunanlar “gerici”, iffeti savunanlar “kadın düşmanı”, fıtratı savunanlar “bilim karşıtı”, geleneksel ahlakı savunanlar “özgürlük düşmanı” olarak damgalanmaktadır.

Bu yeni cahiliye, eski dönemlerden farklı olarak daha sofistike araçlarla çalışır:

-Televizyon dizilerinde ahlaksızlık normalleştirilir.

-Sosyal medyada linç kültürüyle farklı düşünenler susturulur.

-Akademik çevrelerde geleneksel değerler “bilim dışı” sayılır.

Kısacası; temizlik, iffet, sadakat ve merhamet gibi kavramlar sistematik biçimde marjinalleştirilmekte, iyilik ise neredeyse “suç” haline getirilmektedir.

Toplumsal Bellek: Temiz Kalanların Direnişi ve Zaferi

Kur’ân kıssaları yalnızca geçmiş kavimlerin hikâyesi değildir; zihniyetlerin evrensel akışını ve sonuçlarını gösteren ahlaki pusulalardır. Bu anlatılar, sadece bireyler için değil, toplumlar ve medeniyetler için de yol gösterici niteliğe sahiptir. Özellikle temizliği ve hakikati temsil edenlerle, onları dışlayan toplulukların akıbeti arasındaki ilişki vurgulanarak çok önemli bir mesaj verilir: Hakikate sırt çeviren toplumlar, er ya da geç kendi çöküşleriyle yüzleşir.

Lût’un kavmi, ahlaki sapkınlıklarını meşrulaştırmak için temiz olanı dışladı. Ancak helâk edilen onlar oldu. Lût’un eşi, bir peygamber hanesinde olmasına rağmen kalben sapkınlara destek verdiği için helâkten kurtulamadı. Nûh’un oğlu ise babasının imanına rağmen, inançsızlığı yüzünden tufanda boğuldu. Bu örnekler bize şunu gösteriyor: İnanç ve ahlak, soyla ya da statüyle değil, duruş ve tercihle anlam kazanır.

Modern dünyada da durum farklı değildir. Ahlaki yozlaşmayı teşvik eden sistemlerin ayakta kalabilmesi ancak temiz kalanların bastırılmasıyla mümkündür. Çünkü iyiler sustuğunda, kötüler sadece ses kazanmaz; aynı zamanda meşruiyet zeminine de kavuşurlar. Doğru susarsa, yanlış “gerçek” gibi görünür. Bu yüzden temizliğin dışlanması, sadece bireysel değil, toplumsal bir felakettir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu durumu asırlar öncesinden haber verircesine şöyle buyurmuştur: “Nice saçları dağınık, kapıdan kovulsa kimsenin yüz vermeyeceği kimseler vardır ki, Allah adına yemin etse, Allah onu boşa çıkarmaz” (Müslim, Birr, 136; Tirmizî, Birr, 67). Bu hadis, toplumun dışladığı, hor gördüğü ama Allah katında en değerli olanların sessiz kahramanlar olduğuna işaret eder. Temiz kalanların bastırılması yeni bir olgu değil, insanlık tarihi kadar eskidir. Fakat bütün karartmalara rağmen, tarih boyunca hakikate sahip çıkanlar galip gelmiş; zulme boyun eğmeyenler, fikirleriyle ya da mücadeleleriyle iz bırakmıştır. Temizlik ve ahlak, zaman zaman bastırılmış olsa da vicdanlarda sönmeyen bir meşale gibi daima varlığını sürdürmüştür.

Ahlaki çöküşün sıradanlaştığı, değerlerin değersizleştirildiği bir çağda yaşamak, insanı ister istemez ya sistemin parçası olmaya ya da sistemin dışında kalmaya zorlar. Bugünün dünyasında temiz kalmak, sadece kişisel bir tercih değil aynı zamanda sistematik bir yozlaşmaya karşı sessiz fakat güçlü bir direniş biçimidir. Çünkü artık temizlik sadece korunacak bir değer değil, savunulması gereken bir mevzidir.

Toplumda temizlik, dürüstlük, adalet, iffet, sadakat ve merhamet gibi değerleri yaşatmak isteyen bireyler, çoğu zaman yalnız kalabilir, dışlanabilir, hatta aşağılanabilir. Peygamberimiz bu dışlayıcı zihniyeti "cahiliye" olarak tanımlar. Ebu Zer (r.a.), Bilâl-i Habeşî’ye karşı küçümseyici bir söz söylediğinde, Resûlullah (s.a.v.) çok sert uyarır: “Sen hâlâ cahiliye davası mı güdüyorsun?” (Müslim, İman, 32). Bu olay bize gösterir ki, temiz olanları; rengiyle, diliyle, geçmişiyle dışlamak İslam’ın reddettiği bir zihniyettir. Ancak unutulmamalıdır ki tarihi ve ahlaki başarılar, kalabalıkların değil; ilkeli azınlıkların eseridir. Bu ilkeli azınlık, her çağda “fazla temizlenenler” olarak anılmış; bazen sürgüne gönderilmiş, bazen yaftalanmış ama hiçbir zaman değerlerinden vazgeçmemiştir. Bu bağlamda, bireylere ve kurumlara düşen sorumluluklar açıktır:

- Aile, ilk ve en etkili ahlak okuludur. Temel değerlerin çocuklara aktarılmasında kararlı olunmalıdır.

- Eğitim, yalnızca bilgi değil; karakter ve erdem inşası da hedeflenmelidir.

- Medya, ifsadı değil, iyiliği görünür kılma konusunda sorumluluk taşımalıdır.

- Sivil toplum, temiz kalanları yalnız bırakmamalı, onları toplumsal bilinçle desteklemelidir.

- Birey, kendi içsel mücadelesini vermeli, duruşunu korumalı ve temiz kalmanın zorluğuna rağmen vazgeçmemelidir. Çünkü temiz kalanlar, sadece kendilerini değil, toplumu da ayakta tutan sessiz kahramanlardır. Temizliğin sesini kıstığınızda, kir kendi meşruiyetini ilan eder. “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir kadından yarattık... Allah katında en üstün olanınız, takvaca en üstün olanınızdır” (Hucurât, 49/13).

“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz; kalplerinize ve amellerinize bakar” (Müslim, Birr, 33). Bu nedenle her çağda, her toplumda temizlik, bir özgürlük mücadelesi haline gelmiştir.

Temizlik: Yalnızca Erdem Değil, Toplumsal Bir Görevdir

Ahlaksızlığın ve çürümenin norm haline geldiği toplumlarda kötülük sorun olarak görülmez; temizlik sorun gibi sunulur. Oysa temizlik dışlanırsa, kötülük sıradanlaşır. Vicdan bastırılırsa, zulüm normalleşir. Doğru susturulursa, yanlış kendini gerçek gibi gösterir. Bu yüzden bugün her zamankinden daha fazla, temiz kalanların sesine kulak verilmesi, yalnız bırakılmaması ve desteklenmesi gerekmektedir. Çünkü insanlık tarihi boyunca hakikate sırt dönenlerin sonu hüsran olmuştur.

O hâlde temiz kalmak, sadece bireysel bir fazilet değil aynı zamanda toplumsal bir direniştir.



[1] Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi


 

1 yorum:

  1. Hocamıza bu değerli tespitlerinden dolayı teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil

Yazarlar