4 Haziran 2025 Çarşamba

Bihâferîd b. Mâhfervedîn’in Hayatı, Görüşleri ve Etkisi


BİHÂFERÎD B. MÂHFERVEDÎN’İN HAYATI, GÖRÜŞLERİ VE ETKİSİ

Mustafa Erdemir

Abbâsî Devleti’nin kuruluş sürecinde, Ebû Müslim el-Horasânî’nin etkin olduğu dönemde Bihâferîd b. Mâhfervedîn isimli bir şahsiyet ortaya çıkmıştır. Hakkında çok fazla bilgi bulunmamakla beraber Nîşâbûr’un Havâf (خواف) bölgesine bağlı Serâvend (سراوند) adlı kasabada zuhur eden Bihâferîd’in aslen Zûzen (زوزن) halkından olduğu rivayet edilmiştir. Hayatının erken dönemlerinde Çin’e gitmiş ve orada yedi yıl ikamet ettikten sonra memleketine dönmüştür. Dönüşünde yanında ince ve yumuşak bir yeşil gömlek getirmiştir. Mecûsî din adamları arasında nübüvvet iddiasında bulunmuş ve onların birçoğuna muhalefet etmiştir.[1]

Rivayete göre, geceleri bir nâvûsaya (ateşperestlerin mezarlığı yahut mabedi) çıkmış, sabah olunca oradan aşağı inmiştir. Bir iniş esnasında bir çiftçi tarafından görülmüş ve Bihâferîd bu kişiye, insanların kendisini göremediği zaman diliminde gökyüzünde bulunduğunu, cennet ve cehennemin kendisine gösterildiğini, Allah’ın vahiy gönderdiğini ve bu yeşil gömleği giydirdiğini, ardından da yeryüzüne indirdiğini bildirmiştir. Bu çiftçi Bihâferîd’in sözlerine inanmış ve onu gökten inerken gördüğünü çevresindekilere haber vermiştir. Bu olay üzerine pek çok Mecûsî peygamberlik iddiasında bulunarak insanları kendi dinine davet etmeye başlayan Behâferîd’e tâbi oldu. Ancak Bihâferîd Mecûsîlerin birçok şer‘î esasına muhalefet etmiş; her ne kadar Zerdüşt’ü tasdik ettiğini ifade etmişse de onun getirdiği hakikatlerin sonraki mensuplarınca tahrif edildiğini iddia etmiş; kendisinin ise gizli yoldan ilahî vahiy aldığını ileri sürmüştür. Bu inanç doğrultusunda, müntesiplerine yedi vakit namazı farz kılmıştır: Birincisi, Allah’ın birliğini tevhid etmek için; ikincisi, göklerin ve yerin yaratılışı için; üçüncüsü, hayvanların yaratılışı ve rızıkları için; dördüncüsü, ölüm için; beşincisi, diriliş ve hesap için; altıncısı, cennet ve cehenneme girenler ile onlara hazırlananlar için; yedincisi ise, cennet ehlinin şükrü için bir namaz olmuştur.[2]

Bihâferîd, başlangıçta ateşe tapan bir Mecûsî olarak yaşamıştır. Ancak daha sonra bu inancından vazgeçmiştir. Yukarıda zikredilen namazların yanında takipçilerine, saçlarını uzatmalarını emretmiş; anneler, kızlar ve kız kardeşlerle evlenmeyi haram kılmış, şarabı kesin bir şekilde yasaklamış ve ibadetlerinde güneşe yönelerek tek diz üstünde secde etmelerini farz kılmıştır. Bihâferîd’e tâbi olan bu topluluk, ribâtlar (zâviyeler, tekkeler) kurmuş, mallarını ortaklaşa kullanmış, ölü hayvan eti yememiş ve bu hususta katı bir tutum benimsemiştir. Bununla birlikte mehir miktarının 400 dirhemi aşmamasını şart koşmuş ve halktan, mallarının yedide birini vermelerini istemiştir. Bu mali yükümlülüğün gerekçesi olarak ise zenginlerin fakirler üzerindeki baskılarını, adaletsizliklerini ve haksız uygulamalarını ortadan kaldırmayı hedeflediğini beyan etmiştir.[3]

Kaynaklarda aktarıldığına göre Bihâferîdiyye’ye mensup kimselerin toprakla ilgili anlayışları, klasik İslâmî yaklaşımlardan farklılık arz etmektedir. Bu mezhebe bağlı bir şahısla yapılan bir tartışmada, söz konusu kişi Müslümanların ölülerini toprağa defnetme uygulamasını eleştirerek, “Toprak bir melektir. Siz ölülerinizi o meleğe yediriyorsunuz. Bunu nasıl hoş görebilirsiniz?” şeklinde bir ifadede bulunmuştur. Bu yaklaşım, toprağa melekî bir mahiyet izafe eden ve defin işlemini bu melekî varlığa bir tür hürmetsizlik olarak gören inanç yapısını yansıtmaktadır. Ayrıca onlardan bazı kimselerin, şeytanların tamamını bir tür meleksel varlık olarak kabul ettikleri de nakledilmiştir.[4] Bu tür görüşler, Bihâferîdiyye mensuplarının yerleşik İslâmî anlayışlardan ayrıldığını ve kendilerine özgü bir varlık anlayışı geliştirdiklerini ortaya koymaktadır.

Bağdâdî, Bihâferîdiyye fırkasına mensup kimselerden cizye alınıp alınamayacağı hususunda yaptığı değerlendirmede, bu gruptan cizye alınmasının caiz olmadığını ifade etmiştir. Her ne kadar bu fırkanın inanç ve söylemleri, Mecûsîliğin aslî şekline nazaran daha mutedil görünse de mensup oldukları dinin kurucusu olan Bihâferîd’in İslâm devleti döneminde ortaya çıkmış olması, bu hükmün temel gerekçesini teşkil etmiştir. Zira Bağdâdî’ye göre İslâm devletinin kuruluşundan sonra ortaya çıkan küfre mensup herhangi bir topluluktan cizye alınması caiz değildir.[5] Bu itibarla, Bihâferîdiyye mensuplarının da cizye alınan zimmî statüsünde değerlendirilmeleri mümkün görülmemiştir.

Bihâferîd’in ortaya koyduğu bu dini hareket, mecûsî din adamlarının yerleşik din anlayışını ciddi şekilde sarsmış ve onların otoritelerini zayıflatmıştır. Bu durum karşısında mecûsî din adamları, Ebû Müslim’e başvurarak Bihâferîd’i şikâyet etmişler ve “Bihâferîd hem bizim hem de sizin dininizi bozdu” şeklinde bir ithamda bulunmuşlardır. Bu şikâyet üzerine Ebû Müslim, Şebîb b. Dâh ve Abdullah b. Saîd isimli iki kişiyi Bihâferîd’e göndererek kendisini İslâm’a davet etmiştir. Bihâferîd zahiren İslâm’ı kabul etmiş ve Abbâsî davasına katılanlardan biri olarak Esvedî zümresine dâhil olmuştur. Ancak geçmişte peygamberlik ve kehanet iddiasında bulunmuş olması nedeniyle bu zahirî kabulü muteber sayılmamış, samimi bir dönüş olarak değerlendirilmemiştir. Bunun üzerine Ebû Müslim, Bihâferîd’in yakalanmasını emretmiş ve onu Nîşâbûr’da bir cami kapısında alenen öldürtmüştür. Ayrıca Bihâferîd’in etrafında toplanan bazı müntesipleri de Ebû Müslim’in emriyle katlettirilmiştir.[6] Böylece Behâferîd’in ortaya koyduğu inanç ve hareket hem siyasî hem de dinî otorite tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Bihâferîd’in hizmetkârı, halka onun semaya sarı veya kırmızı renkli bir katıra binerek çıktığını ve aynı şekilde tekrar yeryüzüne dönerek düşmanlarından intikam alacağını bildirdiğini haber vermiştir.[7] Bu mezhebin öğretilerinin, 5./11. asırda Horasan’da bazı gruplar tarafından sürdürüldüğü,[8] Merv nehri kıyısında yer alan Barkedz isimli bir bölgede bulunan kale içinde Bihâferîdî olduklarını iddia eden insanların yaşadığı bildirilmektedir.[9]

Sonuç olarak Bihâferîd’in ortaya koyduğu inanç ve hareket, her ne kadar Ebû Müslim tarafından bastırılmış ve kendisi idam edilmiş olsa da etkisi kısa sürede ortadan kalkmamıştır. Zira onun düşünceleri, özellikle Horasan bölgesinde alternatif bir dinî anlayışı olarak bazı zümreler nezdinde karşılık bulmuştur. Bihâferîd’in Mecûsî gelenekten beslenen ancak bu geleneğe muhalefet eden yaklaşımı, özellikle halk arasında itibar kazanmış ve yerleşik dinî otoriteye karşı bir alternatif teşkil etmiştir. Barkedz bölgesinde yer alan bir kalede, kendilerini Bihâferîdî olarak tanımlayan grupların sonraki dönemlerde de varlığını sürdürdüğü kaynaklarda belirtilmiştir. Bu durum, Bihâferîd’in düşüncelerinin salt bir bireysel sapma değil, tarihî süreç içinde belirli çevrelerde tesir uyandıran bir hareket olduğunu ortaya koymuştur.

 

Kaynakça

Abdülkâhir el-Bağdâdî, Ebû Mansûr. el-Fark beyne’l-fırak. thk. ? Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, 1977.

Bîrûnî, Ebü’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed. el-Âssârü’l-bâkıye ani’l-kurûni’l-hâliye. ? ?, t.y.

Gerdîzî, Ebû Saîd Abdülhay b. ed-Dahhâk b. Mahmûd. Zeynü’l-ahbâr. çev. İfâf es-Seyyid Zeydân. Kahire: el-Meclisü’l-Alâ, 2006.

Mechûl Müellif. Hudûdü’l-âlem mine’l-meşrik ile’l-mağrib. thk. ? Kahire: Dâru’s-Sekâfiyye, 2002.

Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, Ebû Nasr. el-Bedʾ ve’t-târîh. thk. ? 6 Cilt. Kahire: Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dînîyye, t.y.

Nedîm, Ebü’l-Ferec Muhammed b. Ebî Ya‘kūb İshâk b. Muhammed b. İshâk. el-Fihrist. thk. İbrahim Ramadân. Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1997.

Şehristânî, Ebü’l-Feth Tâcüddîn (Lisânüddîn) Muhammed b. Abdilkerîm b. Ahmed. el-Milel ve’n-nihal. thk. Muhammed Seyyid Keylânî. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1983.

 



[1] Ebü’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî, el-Âssârü’l-bâkıye ani’l-kurûni’l-hâliye (? ?, t.y.), 254-255; Ebü’l-Ferec Muhammed b. Ebî Ya‘kūb İshâk b. Muhammed b. İshâk en-Nedîm, el-Fihrist, thk. İbrahim Ramadân (Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1997), 418; Ebû Saîd Abdülhay b. ed-Dahhâk b. Mahmûd Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr, çev. İfâf es-Seyyid Zeydân (Kahire: el-Meclisü’l-Alâ, 2006), 181.

[2] Bîrûnî, el-Âssârü’l-bâkıye, 254; Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr, 181.

[3] Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr, 182; Ebü’l-Feth Tâcüddîn (Lisânüddîn) Muhammed b. Abdilkerîm b. Ahmed eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, thk. Muhammed Seyyid Keylânî (Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1983), 1/235.

[4] Ebû Nasr el-Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîh, thk. ? (Kahire: Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dînîyye, t.y.), 1/176.

[5] Ebû Mansûr Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-fırak, thk. ? (Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, 1977), 347.

[6] en-Nedîm, el-Fihrist, 418; Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr, 182; Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, 1/235.

[7] Bîrûnî, el-Âssârü’l-bâkıye, 255; Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, 1/235.

[8] en-Nedîm, el-Fihrist, 418.

[9] Mechûl Müellif, Hudûdü’l-âlem mine’l-meşrik ile’l-mağrib, thk. ? (Kahire: Dâru’s-Sekâfiyye, 2002), 117.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar