BİHÂFERÎD B. MÂHFERVEDÎN’İN HAYATI, GÖRÜŞLERİ VE ETKİSİ
Mustafa Erdemir
Abbâsî Devleti’nin kuruluş sürecinde, Ebû Müslim el-Horasânî’nin etkin olduğu dönemde Bihâferîd b. Mâhfervedîn isimli bir şahsiyet ortaya çıkmıştır. Hakkında çok fazla bilgi bulunmamakla beraber Nîşâbûr’un Havâf (خواف) bölgesine bağlı Serâvend (سراوند) adlı kasabada zuhur eden Bihâferîd’in aslen Zûzen (زوزن) halkından olduğu rivayet edilmiştir. Hayatının erken dönemlerinde Çin’e gitmiş ve orada yedi yıl ikamet ettikten sonra memleketine dönmüştür. Dönüşünde yanında ince ve yumuşak bir yeşil gömlek getirmiştir. Mecûsî din adamları arasında nübüvvet iddiasında bulunmuş ve onların birçoğuna muhalefet etmiştir.[1]
Rivayete göre, geceleri bir nâvûsaya (ateşperestlerin mezarlığı
yahut mabedi) çıkmış, sabah olunca oradan aşağı inmiştir. Bir iniş esnasında
bir çiftçi tarafından görülmüş ve Bihâferîd bu kişiye, insanların kendisini
göremediği zaman diliminde gökyüzünde bulunduğunu, cennet ve cehennemin
kendisine gösterildiğini, Allah’ın vahiy gönderdiğini ve bu yeşil gömleği
giydirdiğini, ardından da yeryüzüne indirdiğini bildirmiştir. Bu çiftçi Bihâferîd’in
sözlerine inanmış ve onu gökten inerken gördüğünü çevresindekilere haber
vermiştir. Bu olay üzerine pek çok Mecûsî peygamberlik iddiasında bulunarak
insanları kendi dinine davet etmeye başlayan Behâferîd’e tâbi oldu. Ancak Bihâferîd
Mecûsîlerin birçok şer‘î esasına muhalefet etmiş; her ne kadar Zerdüşt’ü tasdik
ettiğini ifade etmişse de onun getirdiği hakikatlerin sonraki mensuplarınca
tahrif edildiğini iddia etmiş; kendisinin ise gizli yoldan ilahî vahiy aldığını
ileri sürmüştür. Bu inanç doğrultusunda, müntesiplerine yedi vakit namazı farz
kılmıştır: Birincisi, Allah’ın birliğini tevhid etmek için; ikincisi, göklerin
ve yerin yaratılışı için; üçüncüsü, hayvanların yaratılışı ve rızıkları için;
dördüncüsü, ölüm için; beşincisi, diriliş ve hesap için; altıncısı, cennet ve cehenneme
girenler ile onlara hazırlananlar için; yedincisi ise, cennet ehlinin şükrü
için bir namaz olmuştur.[2]
Bihâferîd, başlangıçta ateşe tapan bir Mecûsî olarak yaşamıştır.
Ancak daha sonra bu inancından vazgeçmiştir. Yukarıda zikredilen namazların
yanında takipçilerine, saçlarını uzatmalarını emretmiş; anneler, kızlar ve kız
kardeşlerle evlenmeyi haram kılmış, şarabı kesin bir şekilde yasaklamış ve
ibadetlerinde güneşe yönelerek tek diz üstünde secde etmelerini farz kılmıştır.
Bihâferîd’e tâbi olan bu topluluk, ribâtlar (zâviyeler, tekkeler) kurmuş,
mallarını ortaklaşa kullanmış, ölü hayvan eti yememiş ve bu hususta katı bir
tutum benimsemiştir. Bununla birlikte mehir miktarının 400 dirhemi aşmamasını
şart koşmuş ve halktan, mallarının yedide birini vermelerini istemiştir. Bu
mali yükümlülüğün gerekçesi olarak ise zenginlerin fakirler üzerindeki
baskılarını, adaletsizliklerini ve haksız uygulamalarını ortadan kaldırmayı
hedeflediğini beyan etmiştir.[3]
Kaynaklarda aktarıldığına göre Bihâferîdiyye’ye mensup kimselerin
toprakla ilgili anlayışları, klasik İslâmî yaklaşımlardan farklılık arz etmektedir.
Bu mezhebe bağlı bir şahısla yapılan bir tartışmada, söz konusu kişi
Müslümanların ölülerini toprağa defnetme uygulamasını eleştirerek, “Toprak bir
melektir. Siz ölülerinizi o meleğe yediriyorsunuz. Bunu nasıl hoş
görebilirsiniz?” şeklinde bir ifadede bulunmuştur. Bu yaklaşım, toprağa melekî
bir mahiyet izafe eden ve defin işlemini bu melekî varlığa bir tür hürmetsizlik
olarak gören inanç yapısını yansıtmaktadır. Ayrıca onlardan bazı kimselerin,
şeytanların tamamını bir tür meleksel varlık olarak kabul ettikleri de
nakledilmiştir.[4]
Bu tür görüşler, Bihâferîdiyye mensuplarının yerleşik İslâmî anlayışlardan
ayrıldığını ve kendilerine özgü bir varlık anlayışı geliştirdiklerini ortaya
koymaktadır.
Bağdâdî, Bihâferîdiyye fırkasına mensup kimselerden cizye alınıp
alınamayacağı hususunda yaptığı değerlendirmede, bu gruptan cizye alınmasının
caiz olmadığını ifade etmiştir. Her ne kadar bu fırkanın inanç ve söylemleri, Mecûsîliğin
aslî şekline nazaran daha mutedil görünse de mensup oldukları dinin kurucusu
olan Bihâferîd’in İslâm devleti döneminde ortaya çıkmış olması, bu hükmün temel
gerekçesini teşkil etmiştir. Zira Bağdâdî’ye göre İslâm devletinin kuruluşundan
sonra ortaya çıkan küfre mensup herhangi bir topluluktan cizye alınması caiz
değildir.[5] Bu
itibarla, Bihâferîdiyye mensuplarının da cizye alınan zimmî statüsünde
değerlendirilmeleri mümkün görülmemiştir.
Bihâferîd’in ortaya koyduğu bu dini hareket, mecûsî din adamlarının
yerleşik din anlayışını ciddi şekilde sarsmış ve onların otoritelerini
zayıflatmıştır. Bu durum karşısında mecûsî din adamları, Ebû Müslim’e
başvurarak Bihâferîd’i şikâyet etmişler ve “Bihâferîd hem bizim hem de sizin
dininizi bozdu” şeklinde bir ithamda bulunmuşlardır. Bu şikâyet üzerine Ebû
Müslim, Şebîb b. Dâh ve Abdullah b. Saîd isimli iki kişiyi Bihâferîd’e
göndererek kendisini İslâm’a davet etmiştir. Bihâferîd zahiren İslâm’ı kabul etmiş
ve Abbâsî davasına katılanlardan biri olarak Esvedî zümresine dâhil olmuştur.
Ancak geçmişte peygamberlik ve kehanet iddiasında bulunmuş olması nedeniyle bu
zahirî kabulü muteber sayılmamış, samimi bir dönüş olarak
değerlendirilmemiştir. Bunun üzerine Ebû Müslim, Bihâferîd’in yakalanmasını
emretmiş ve onu Nîşâbûr’da bir cami kapısında alenen öldürtmüştür. Ayrıca Bihâferîd’in
etrafında toplanan bazı müntesipleri de Ebû Müslim’in emriyle
katlettirilmiştir.[6]
Böylece Behâferîd’in ortaya koyduğu inanç ve hareket hem siyasî hem de dinî
otorite tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Bihâferîd’in hizmetkârı,
halka onun semaya sarı veya kırmızı renkli bir katıra binerek çıktığını ve aynı
şekilde tekrar yeryüzüne dönerek düşmanlarından intikam alacağını bildirdiğini
haber vermiştir.[7]
Bu mezhebin öğretilerinin, 5./11.
asırda Horasan’da bazı gruplar tarafından sürdürüldüğü,[8] Merv
nehri kıyısında yer alan Barkedz isimli bir bölgede bulunan kale içinde Bihâferîdî olduklarını iddia eden insanların yaşadığı
bildirilmektedir.[9]
Sonuç olarak Bihâferîd’in ortaya koyduğu inanç ve hareket, her ne
kadar Ebû Müslim tarafından bastırılmış ve kendisi idam edilmiş olsa da etkisi
kısa sürede ortadan kalkmamıştır. Zira onun düşünceleri, özellikle Horasan
bölgesinde alternatif bir dinî anlayışı olarak bazı zümreler nezdinde karşılık
bulmuştur. Bihâferîd’in Mecûsî gelenekten beslenen ancak bu geleneğe muhalefet
eden yaklaşımı, özellikle halk arasında itibar kazanmış ve yerleşik dinî
otoriteye karşı bir alternatif teşkil etmiştir. Barkedz bölgesinde yer alan bir
kalede, kendilerini Bihâferîdî olarak tanımlayan grupların sonraki dönemlerde
de varlığını sürdürdüğü kaynaklarda belirtilmiştir. Bu durum, Bihâferîd’in
düşüncelerinin salt bir bireysel sapma değil, tarihî süreç içinde belirli
çevrelerde tesir uyandıran bir hareket olduğunu ortaya koymuştur.
Kaynakça
Abdülkâhir el-Bağdâdî, Ebû Mansûr. el-Fark beyne’l-fırak.
thk. ? Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, 1977.
Bîrûnî, Ebü’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed. el-Âssârü’l-bâkıye
ani’l-kurûni’l-hâliye. ? ?, t.y.
Gerdîzî, Ebû Saîd Abdülhay b. ed-Dahhâk b. Mahmûd. Zeynü’l-ahbâr.
çev. İfâf es-Seyyid Zeydân. Kahire: el-Meclisü’l-Alâ, 2006.
Mechûl Müellif. Hudûdü’l-âlem mine’l-meşrik ile’l-mağrib.
thk. ? Kahire: Dâru’s-Sekâfiyye, 2002.
Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, Ebû Nasr. el-Bedʾ ve’t-târîh.
thk. ? 6 Cilt. Kahire: Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dînîyye, t.y.
Nedîm, Ebü’l-Ferec Muhammed b. Ebî Ya‘kūb İshâk b. Muhammed b.
İshâk. el-Fihrist. thk. İbrahim Ramadân. Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1997.
Şehristânî, Ebü’l-Feth Tâcüddîn (Lisânüddîn) Muhammed b. Abdilkerîm
b. Ahmed. el-Milel ve’n-nihal. thk. Muhammed Seyyid Keylânî. 2 Cilt.
Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1983.
[1] Ebü’r-Reyhân
Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî, el-Âssârü’l-bâkıye ani’l-kurûni’l-hâliye (?
?, t.y.), 254-255; Ebü’l-Ferec Muhammed b. Ebî Ya‘kūb İshâk b. Muhammed b.
İshâk en-Nedîm, el-Fihrist, thk. İbrahim Ramadân (Beyrut:
Dâru’l-Maʿrife, 1997), 418; Ebû Saîd Abdülhay b. ed-Dahhâk b. Mahmûd Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr,
çev. İfâf es-Seyyid Zeydân (Kahire: el-Meclisü’l-Alâ, 2006), 181.
[2] Bîrûnî, el-Âssârü’l-bâkıye, 254; Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr,
181.
[3] Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr, 182; Ebü’l-Feth Tâcüddîn
(Lisânüddîn) Muhammed b. Abdilkerîm b. Ahmed eş-Şehristânî, el-Milel
ve’n-nihal, thk. Muhammed Seyyid Keylânî (Beyrut: Dâru’l-Maʿrife, 1983),
1/235.
[4] Ebû
Nasr el-Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîh, thk. ?
(Kahire: Mektebetü’s-Sekâfeti’d-Dînîyye, t.y.), 1/176.
[5] Ebû Mansûr Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-fırak,
thk. ? (Beyrut: Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, 1977), 347.
[6] en-Nedîm, el-Fihrist, 418; Gerdîzî, Zeynü’l-ahbâr,
182; Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, 1/235.
[7] Bîrûnî, el-Âssârü’l-bâkıye, 255; Şehristânî, el-Milel
ve’n-nihal, 1/235.
[8] en-Nedîm, el-Fihrist, 418.
[9] Mechûl Müellif, Hudûdü’l-âlem mine’l-meşrik ile’l-mağrib,
thk. ? (Kahire: Dâru’s-Sekâfiyye, 2002), 117.
0 yorum:
Yorum Gönder