Cağfer KARADAŞ
أعوذ بالله، بسم الله.
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ
مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ. اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ
اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ. اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ
يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذينَ هُمْ بِه مُشْرِكُونَ۟
“Kur’an okuyacağın vakit, ilahî rahmetten
kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki, iman etmiş olanlar ve rablerine
dayanıp güvenenler üzerinde şeytanın hiçbir etkisi olamaz. Şeytanın etkisi
ancak onu dost edinenlere ve vesveselerine uyarak müşrik olanlaradır.” (Nahl 16/98-100)
Yüce Allah bu ayetlerde öncelikle hidayet
rehberi olarak indirdiği Kur’an’ı okurken şeytandan korunmayı emrediyor. Ardından
da şeytanın etkili olduğu kişilerin özelliklerini sıralıyor.
Buna göre Allah’a iman eden ve
güvenen kişiye şeytanın etkisi söz konusu değil. Ancak bir kişi şeytanı dost
edinmişse veya onun vesveselerine kendisini açık hale getirmişse, gönüllü olarak
şeytanın etki alanına girmiş demektir.
Bir başka husus, Kur’an okuyanlar
sadece Allah’ı dost edinenler değil. Şeytanın dostları da onu okuyor. Tabi ki
Kur’an’ı okuma ve ondan istifade etme, herkesin niyetine göredir. Allah’ın
dostları iyilik ve güzelliğin, şeytanın dostları ise istismarın peşinde. Kur’an’ın
hidayet rehberi olmasıyla, şeytanların bunu okuması ciddi bir çelişki, şeytan
dostları açısından tam bir tutarsızlıktır.
Bu çelişki ve tutarsızlık, ancak dünyanın
imtihan alanı olması ve insanın bu alanda özgür kılınasıyla açıklanabilir. Özgürlük
farklı inanç ve davranışları beraberinde getirir. Herkes kendi konumunu
güçlendirme ve inancı için çift yönlü gerekçeler bulma peşine düşer. İnanan inancı
için, inkârcı da inkârı için. Gerekçelerin çift yönlü olması, kendi inancını
güçlendirme karşı tarafı zayıflatma amacına yöneliktir. Neticede dünya hayatı
bir yarış ve mücadeleden ibarettir.
Bu tür mücadele hayatın akışı içinde
doğaldır. Asıl doğal olmayan yalan yanlış bilgilerle salt imaj bozmak, sırf
kötülemek amaçlı eleştiri ve saldırıda bulunmaktır. Böylesi kişinin ne dürüstlük
kaygısı vardır ne de gerçek arayışı, karşı tarafa zarar vermektir bütün çabası.
İşte tarih boyunca şeytanların ve dostlarının kullandığı yöntemin esası budur. “Çamur
at izi kalsın” sözünün tam yansıması. Bunlar, kendi inancını ispattan aciz
şeytan tayfası.
Onların amacı kendi inancını
doğrulamak veya güçlendirmek değil, karşı tarafa olabildiğince zarar vermek, olumlu
olan her şeyi olumsuza çevirmektir. Salt kötü niyetli, sırf kötücül düşünce
sahipleridir bunlar. Yaptıkları, insanların zihinlerini bulandırmak, soru
işareti bırakmak, şüphe uyandırmak, her şeyi tersinden ele almak, tersine
çevirmek, bilimi dogmalaştırmak, dini bozmak; düz olanı ters, hakikati sahte
göstermek; temizi lekelemek, herkese kara sürmektir.
Neden? Çünkü bütün çabaları, eylemleri
ve konuşmaları kötülük üzerinedir. Bugünün din karşıtları işte böyle bir tayfadır.
İşte bu ayetler tam da bu gerçeğe, Kur’an
dahi olsa, kötü niyetli kişilerce her şeyin kötüye kullanılma ihtimaline dikkat
çekmekte. Bu yüzden olsa gerek Felak Suresinde “Yarattığın her şeyin kötülüğünden
felakın Rabbine sığınırım” dememiz emredilmektedir. Demek ki yaratılmış
olan her şeyin kötü tarafı ve kötüye kullanılma ihtimali vardır.
Peki, Felak Sûresinde her şeyin
kötülüğünden Allah’a sığınılması emredilmişken neden Kur’an burada ayrıca anılmıştır?
Bunun iki sebebi var: Birincisi,
Kur’an gibi şer tarafı asla bulunmayan, salt hayır olan bir şey dahi kötüye
kullanılabilir, ikincisi ise Kur’an herhangi bir şey değil, Allah’ın kelamıdır,
buna rağmen istismarı söz konusu olabilmektedir. Çünkü dünya, imtihan alanı ve
insan kendisine tayin edilen ömür süresi içerisinde özgürdür. Bu özgürlüğünü
kötüye kullanma ihtimali her zaman ve zeminde söz konusudur. Yaratıcısı olan Allah’ı
inkâr eden, O’nun kelamını istismar etmez mi?
Demek ki şeytanlar ve şeytanlaşmış
insanlar hem Kur’an okumakta hem de kendilerince ondan gerekçeler üretmektedirler.
Yani Kur’an’ı dahi istismar etmektedirler. Bu yöntem, çok yeni değil. Kur’an’ın
inmeye başladığı günden bugüne müşrik, kâfir, münafık hepsi bunun peşindedir.
Bugün bu yöntemi ateist, deist, nihilist, anarşist bir takım din karşıtı
çevreler kullanmaktadır. Aradaki fark: dünkü kâfirler Kur’an’ın aslını istismar
ediyorlardı, bugünküler mealini. Ortak nokta: her iki kesim de saçma sorular ve
şüpheler üreterek Kur’an’ın imajını bozma çabasındadır. Aslını istismar edenler
emellerine eremedi, Kur’an meydan okudu, onlar cevap veremedi. Onlar gitti,
Kur’an hala nurunu yaymakta. Mealler üzerinden istismar yürütenlerin de bütün
emelleri kursaklarında kalacaktır.
Ancak onların bu uydurma çabaları ve
çarpıtma gayretleri hepten etkisiz değildir. İşte inançlı kesime burada görev
düşmektedir. Yapılacak şey onların imaj bozma girişimlerini ve kurdukları
tuzakları deşifre etme, hakkın yanında durup hakikate sahip çıkmadır. Bunun
için tek yol: Allah’a dayanmak, şeytanlardan korkmamak ve inancında sabit ve
sağlam durmaktır. Kimse olmasa da ben varım diyebilmektir. Ancak tek çiçekle
bahar olmaz. Öyleyse müminin görevi, Nasır Suresinde geçtiği gibi hem kendini
hem çevresini gözetmektir.
Bunun için her daim hazır olmak,
hazır olmak için bilmek, bildiğini söylemek, söylediğini yapmak, yaparken
kulluk bilincini yitirmemektir.
Kur’an okuma da bu bilinçle olmalı. Okurken
Allah’ın kelamı olduğuna inanmalı, inançsızın okumasından kendini ayırmalı,
duyguyla anlamı buluşturmalı… Eûzü-besmele çekerek yani şeytanın şerrinden
Allah’a sığınarak okumaya başlamalı. Okuma esnasında Kur’an ismine uygun olarak
bütün dikkatini Kur’an’a toplamalı, Furkan isminin gereği olarak da tüm çeldiricilerden
sıyrılmalı, kendini Kur’an’a vermeli. Sadece Allah için, O’nun mesajını almak,
hidayetine ermek için okumalı. O zaman Yüce Allah gönlü Kur’an’a açar, anlamayı
kolaylaştırır, dilin bağını çözer ve dinleyenlere de anlama kolaylığı sağlar.
29 Ramazan 1443
/ 30 Nisan 2022