30 Eylül 2018 Pazar

Tarihsel Tecrübe Olarak Merhamet ve Şiddet Açısından İslâm

Prof. Dr. Âdem APAK

GİRİŞ

İslâm’ın rahmet veya şiddet dini oluşu ile ilgili değerlendirmeler geçmişte olduğu gibi zamanımızda da tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bu mesele daha ziyade dini ve ideolojik bakış açılarıyla tenkit etme veya buna karşı savunma konusu olarak ele alınmaktadır. Buna göre bilhassa Batı dünyası ve fanatik İslâm karşıtları İslâm’ın savaş dini olduğu, onun peygamberinin de kan dökücü, dinini kılıçla yayan bir din önderi olduğunu iddia ederlerken; buna karşılık Müslümanlar da İslâm’ın bizzat adından da anlaşılacağı gibi bir barış dini olduğunu, bu dinin peygamberinin ise bir merhamet elçisi olarak bütün insanlığa gönderildiğini ispatlamaya çalışmışlardır. Her iki tarafın da gerek İslâm dininin temel kaynakları olan Kur’an ve hadis, gerekse tarih kitaplarından yola çıkmak suretiyle kendilerini destekleyen deliller ileri sürdükleri görülür. Bu çalışmada biz daha ziyade akademik bir anlayış çerçevesinde İslâm muhaliflerinin iddialarına cevap mahiyetinde bir savunma faaliyeti ortaya koymaktan ziyade, İslâm’ın hazır bulduğu ortamdaki şiddet-rahmet ilişkisi, İslâm’ın yayılması esnasındaki şiddet ilişkisi, ardından da İslâmi fetihlerle birlikte Müslümanların hakim duruma geldikleri dönemlerdeki şiddet-rahmet ilişkisi konularını özet mahiyette tasviri ve karşılaştırmalı bir şekilde ele almak niyetindeyiz. Belki bu değerlendirmeler sonucunda İslam dininin şiddet veya rahmet dini olduğuna dair bir kanaate ulaşmak mümkün olur. Konumuzla ilgili olarak sağlıklı, rasyonel ve tutarlı sonuçlara ulaşabilmek için gerek İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’an, hadis ve peygamber uygulamalarını, gerekse Müslümanların tarih boyunca rahmet-şiddet boyutunda siyasî ve sosyal alanlarda gerçekleştirdikleri faaliyetleri dikkate alınacaktır. Netice olarak da başlangıçtan Emevîler devletinin sonuna kadar geçen tarihi süreç dikkate alınmak suretiyle İslâm tarihinde zaman zaman şahit olunan şiddet tezahürlerinin bizzat İslâmî öğretiden mi, yoksa bu öğretiyi yanlış yorumlayan ya da dikkate almayan Müslüman idarecilerin uygulamalarından mı kaynaklandığı hususu tebellür ettirilmeye çalışılacaktır.  

26 Eylül 2018 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Hz. Peygamber’in (Sav) Vedâ Hutbeleri

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
Hz. Peygamber’in (sav) Hicretin onuncu yılında (Miladi 632) gerçekleştirdiği haccına Vedâ Haccı, bu esnada toplanan Müslümanlara hitabına da Vedâ Hutbesi adı verilir. Vedâ hutbesi (Hutbetü’l-Vedâ) tabiri İslâm tarihi kaynakları arasında ilk defa Câhiz’in el-Beyân ve Tebyîn’inde zikredilmiş (nşr. Abdüsselam M. Hârûn, I-IV, Kahire 1968, II, 30-31), kendisinden sonra gelen Müslüman müellifler de bu tabiri kullanmıştır. Öyle ki, gerek İslâm dünyasında, gerekse ülkemizde bu tabirin isminde yer aldığı müstakil eserler kaleme alınmıştır.  Hâşim Sâlih Mennâ’nın Hutbetü’r-Rasûl fî Hacceti’l-Vedâ, (Dübey 1996); Cihan Aktaş’ın Vedâ Hutbesi: İnsanın Temel Hakları,(İstanbul 1992); Vehbi Ünal’ın, Peygamber Efendimizin Vedâ Hutbesi,(İstanbul 1998) ve Yavuz Ünal’ın Hz. Muhammed’in Vasiyeti (Vedâ Hutbesi),(Çorum 2006) kitapları buna örnek olarak verilebilir.

23 Eylül 2018 Pazar

Kitap Tanıtımı: Toplumun Kuruluşu Etik

Toplumun Kuruluşu Etik, İktisat, Siyaset; Ümit AKTAŞ, Mana Yayınları, İstanbul 2016, ISBN:978-605-66665-2-0, 160 sayfa
  Hazırlayan: İsmail TANRIVERDİ
Bu eser toplum veya ferdi hayatın toplumsallaşma veya iktisadileşme, aile/cemaat olma veya devletleşme gibi seçeneklerde tercih hakkı bile kullanma fırsatı bulmadan nasıl sömürüye dönüştüğünü ele alır. Özellikle bu bağlamda kapitalizmi ve onun temel aracı olan faizi/riba ele alır. Kapitalizmin soy kütüğünü dünyanın kuruluşuna Habil-Kabil mücadelesine hatta Âdem’in cennetten ihracına kadar götüren yazar, insanın fıtratından soyutlanıp nasıl iktisadi bir meta haline getirildiğinin kritiğini yapar.
Bir giriş ve yedi ayrı başlık altında konuyu ele alan yazar, bize toplumun kuruluşu, temeli ve etiğin iktisat ve siyaset eliyle çoğu zaman nasıl arka plana itildiğini ve iğdiş edildiğini anlatır.

21 Eylül 2018 Cuma

-Hz. Ömer'den Yavuz Sultan Selim'e- Kudüs'te İnanç ve İbadet Özgürlüğü


Öğr. Gör. Abdullah ÇAKMAK[1]
İslâm devletlerinin yöneticileri tarafından herhangi bir mevzuda alınan kararların ve uygulanan politikaların arka planında İlahî hükümler ve bu hükümlerin ilk uygulayıcısı olan Hz. Muhammed'in hayatından izler görülür. Bu durum, gayrimüslimlere tanınan inanç ve ibadet hürriyeti bakımından da böyledir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır."[2] ayetinde gayrimüslimlere nasıl bir yaklaşım sergileneceği bildirilmektedir. Buna dair Hz. Muhammed'in uygulamalarına bakılacak olursa, onun Hudeybiye dönüşünde (m. 628), içlerinde dönemin iki süper gücü Bizans imparatoru ve Sasani kisrâsının da yer aldığı altı devlet yöneticisine gönderdiği mektuplarda, öncelikli olarak Allah'a ve O'nun kulu ve elçisi olan Hz. Muhammed'e inanmalarını tebliğ ettiği görülmektedir. Sadece tebliğ ile yetinilmesi ve bu konuda herhangi bir zorlamada bulunulmaması, "Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin."[3] ayeti ile bu mealdeki diğer ayetlerin bir gereğidir. Bunun yanında Müslümanların hâkimiyetlerine aldıkları bölgelerde ise, diğer din mensuplarının can ve mal güvenliğinin sağlanacağı kendilerine bildirilmiştir. "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."[4] ayetinin inmesiyle birlikte artık Müslümanların hâkimiyetini tanıyan, ancak kendi inancında kalmayı tercih edenler ödedikleri cizye karşılığında inanç ve ibadet hürriyetine sahip olmuşlardır. İşte gayrimüslimlerin inanç ve ibadet hürriyetini konu edinen bu açık hükümler, Hz. Muhammed'den başlayarak ondan sonra gelen bütün İslâm yöneticileri tarafından tarihin her döneminde kesintisiz olarak uygulanmıştır.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Osmanlı Devletinde Cemalîler Okulu: Cemal Halvetî ve Zenbilli Ali Cemalî Efendi


OSMANLI DEVLETİNDE CEMALÎLER OKULU: CEMAL HALVETÎ VE ZENBİLLİ ALİ CEMALÎ EFENDİ
Dr. Öğr. Üyesi Ramazan Ata
Özet
                XV-XVI. asırlarda Osmanlı Devleti’nde her alanda olduğu gibi ilim, fikir ve tasavvuf alanında da zirve dönemi yaşanmıştır. Biz bu çalışmamızda dönemin iki köşetaşı diyebileceğimiz, Halvetîliğin Cemalî kolunun kurucusu ve Anadolu’yu Şiileşmekten kurtaran en önemli şahsiyetlerden olan Cemal Halvetî’nin Tefsir Risalesi ile yeğeni olan dönemin şeyhülislamı ve Kanunî dönemi kanunnamelerinin düzenleyicisi Zenbilli Ali Cemalî Efendi’nin Nasihat Risalesi’nin bir karşılaştırmasını yapmaya çalışacağız. Böylece bu zirve dönemde ilimle tasavvufun elele vererek ideal insanı nasıl yetiştirdiğini ortaya koymak için gayret göstereceğiz. Osmanlı Devleti yükselme ve zirve döneminde, pek az istisnalar hariç insanların maddi ve manevi yönden eğitimi için medrese ile tekkeler arasında uyumlu bir birliktelik kurmuştu. İnsan-ı Kamil olmanın yollarını ortaya koymaya çalışan her iki âlim de farklı yöntemlerle aynı sonuca varmışlardır. Değerler eğitimi bakımından baktığımızda, medrese-tekke-zaviye bağlantısı koptuğu andan itibaren Osmanlı Devleti gerilemeye başlamıştır.
                Anahtar Kelimeler: Cemalîler, Cemal Halvetî, Zenbilli Ali Efendi, Halvetîlik.

                SCHOOL OF CEMALÎ IN OTTOMAN EMPIRE: CEMAL HALVETÎ AND ZENBILLI ALI CEMALI
Abstract
                In 15th and 16th centuries Ottoman Empire reached the top in the fields of science, thought and tasawwuf like many other fields. This study is about the comparison of two masterpieces of the period, one of the masterpiece is Kur’an Commentary Booklet of Cemal Halveti who was the founder of Cemalî School of Halvetisim and one of the most important figures saved Anatolia from Shiite and the other masterpiece is Advice Booklet of Zenbilli Ali Cemalî Effendi who was the Sheikh ul Islam of the period and the arranger of statute laws of Suleiman the Magnificent. Thus, in this study it will be discussed that how ideal individual could be grown up by science’s and tasawwuf’s cooperation in the period. During its growth and peak period Ottoman Empire managed to build a union between madrasa and Islamic monetary in order to provide an education for the citizen both materially and morally. Both of the scholars who tried to define the way that would take the individual to the degree of perfect human being reached to same point even they used different methods. It is seen that in terms of value education Ottoman Empire started to decline stage when they abandon the connection between madrasa, Islamic monetary and small Islamic monetary.
Key Words: Cemalis, Cemal Halvetî, Zenbilli Ali Effendi, Halvetîsm.

16 Eylül 2018 Pazar

İhsan Süreyya Sırma Kitabı &Pervari’den Paris’e

İhsan Süreyya Sırma Kitabı &Pervari’den Paris’e
(Aşk, Heyecan, İnanç, Gayret, Fedakârlık, Vefa, Samimiyet ve Başarının Hikâyesi)
Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
İslam Tarihi hocamız Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın hayat hikâyesini ve akademik deneyimini sade bir üslup ile ortaya koyan “İhsan Süreyya Sırma Kitabı & Pervari’den Paris’e” adlı kitap biraz geç elime ulaştı. Nihayet beklediğime değdi. Zira bu değerli kitabı hocam İhsan Süreyya Sırma imzalı bir şekilde hediye etti. Hocama müteşekkirim. Bilindiği gibi hocamız seyahati çok seviyor, gezip gördükleri yerleri sonradan yazıya geçiriyor. Hocamızın seyahat yazılarının yanı sıra “Dağların Sırrı”ve “Nehirlerin Dili” adlı kitapları okunmaya değerdir. Zira bu kitaplarında hocamız tırmandığı dağlar ve kenarında gezip dolaştığı nehirler ile adeta konuşuyor, kendine özgü üslubuyla dağların ve nehirlerin tarihçesini ortaya koyuyor. Dağların Sırrı adlı eserinde ilimizde bulunan Erek dağını da yazmıştır. Bu dağda yetişen ve Vanlıların son zamanlarda yayla muzu dedikleri “rebez/rebes”ışgın/uşkun denilen sebzesinden, bu dağda öten kekliklerden, Van’ın meşhur âlimi Melâ Ali’den ve bu dağda bir süre ikamet eden Bediüzzaman’dan söz ediyor. Pervari’den Paris’e adlı kitabın bir yerinde anlattığı gibi Hocamız Van şehrini çok sevmektedir. Bu sevginin bir tezahürü olarak Kurban Bayramından önce kıymetli hanımefendi eşiyle Van’a geldiler. Van’ı ve Bahçesaray’ı gezdikten sonra Pervari’ye gittiler. Sağ olsunlar bizimle de görüşme talebi nezaketinde bulundular. İşte değerli kitabını bu görüşme sırasında imzalayıp hediye ettiler. Biz de hacca gitmenin telaşı içerisinde idik. Zira hac için ismimizi yazmıştık ve nihayet 11 yıl sonra kuradan adımız çıkmıştı. Bu heyecanla yolda okurum diye hocamızın hediye ettiği kitabı hac bavuluna koydum ve bu yolculuk sırasında kitabı okudum. Okurken her iki hocamız ile zaman tünelinde adeta hasret giderdim. Kitap ile ilgili medyada şimdiye değin çok yazılar yazıldığını biliyorum. Geç de olsa kitap ile ilgili olarak duygu ve düşüncelerimi, okurken altını çizdiğim yerlerin bir kısmını bu yazı ile anlatmak istedim. 

15 Eylül 2018 Cumartesi

İlk Ayetleri(n) Oku(nması)

Dr. Öğr. Üyesi Halit ÇİL
Hz. Peygamber’in Cebrail ile ilk karşılaşması iyi okunmalıdır. Okuma bilmeyen birine ilk emir OKU oluyor. Muhatabın okuma bilmediğini söylemesi üzerine Cebrail onu sımsıkı sarıyor ve sıkıyor. Neden? Çünkü kişi basiret gözünü açarak olayları, neden sonuç ilişkilerini, içinde bulunduğu atmosferdeki hareketliliği, doğayı, hayvanları, bitkileri vs. her şeyi okumalıdır. Sıkıntılara katlanmadan, alınteri dökmeden ilim elde edilmez. Bu sıkma olayı ile Peygamber’e bu ders veriliyor. Çünkü o zaten okuma bilmiyor. Nitekim üçüncü sıkma olayından sonra oku emrine “Ne okuyayım?” diye sual etmesi üzerine inen ilk ayetler bunu ifşa ediyor:

14 Eylül 2018 Cuma

Adamlık Derdi Beni de Gerdi

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Çok gerginim bugünlerde dostlar! Adamlıkla benim de başım dertte. Derdimi size açayım da, belki bir derman olan çıkar içinizden. Zira tek başıma altından kalkabileceğim bir mesele değil bu. Nasıl kalkabilirim ki, ben her şeye muhtaç insanoğlu denilen cinsten gariban bir varlığım. Dört başı mamur adam olmak iddiası gibi, bir hadsizliğe kalkışacak da değilim. Ama en azından ucundan kıyısından bu meseleye bir yakınlık kurabilir miyim derdindeyim. Çapımın ve çarpanlarımın farkındayım. Bu farkındalığı bile bir kazanım olarak görüyorum. Çünkü bunun farkında olmayıp kendini dev aynasında görenler Allah korusun Rabbini bile tanımayacak noktaya kayabiliyorlar. Bu kaymaları yüzünden insanlık defterinden düşürülüyorlar da, farkına varmıyorlar… 

Felsefi ve Bilimsel Yanılgılar



FELSEFİ VE BİLİMSEL YANILGILAR


Celil Çelik
                                         FELSEFİ YANILGILAR

Doğuştan sonsuzluk duygu ve düşüncesine sahip olan insanoğlu “Ben nereden geldim, görevim nedir, sonum ne olacaktır?” diye sormuştur. Akıl yoluyla gerçeği ve mutluluğu bulmaya çalıştığını iddia eden filozoflar da, tarih boyunca ortaya koydukları sistemleriyle bu sorulara cevap vermeye çalışmışlar, ancak tatminkar, açık, tutarlı ve kalıcı çözüm şekilleri bulamamışlardır. Felsefenin sunduğu açıklamalara rağmen insanoğlu yine aynı soruları sormaya devam etmiştir.

10 Eylül 2018 Pazartesi

Erdemli Yalnızlığa Övgü

Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Barca 
“Vücut bulmuş her ruh yalnızlığa mahkûmdur.” )Aldous Huxle)

يک زمان تنها بماني تو ز خلق
در غم و انديشه ماني تا به حلق
اين تو کي باشي که تو آن اوحدي
که خوش و زيبا و سرمست خودي
مرغ خويشي صيد خويشي دام خويش
صدر خويشي فرش خويشي بام خويش
جوهر آن باشد که قايم با خودست
آن عرض باشد که فرع او شدست
گر تو آدم زاده اي چون او نشين
جمله ذريات را در خود ببين

2 Eylül 2018 Pazar

Kitap Tanıtımı: Küreselleşme Çağında İslam

Küreselleşme Çağında İslam,  Mahmud Hamdi ZAKZUK, Mana Yayınları, İstanbul 2013, Çeviri: Sümeyra Özkan, ISBN: 978-605-5793-84-5, 128 sayfa
                                                          HAZIRLAYAN: İsmail TANRIVERDİ
            
Eser, Mısırlı ünlü bir akademisyen ve yazar olan Mahmud Hamdi ZAKZUK’un çoğunluğunu el-Ehram gazetesinde yayınladığı makalelerinden oluşmaktadır. Bununla beraber kitap yazarın çeşitli ülkelerde katıldığı sempozyum ve konferanslarda sunduğu bazı tebliğlerini de içermektedir. Yazar kitabın başında küreselleşme konusuna dikkatleri çekerek Müslümanların bu meseleye bakış açılarını irdeliyor. Küreselleşme konusunda Müslümanların bakış açısı birbirine zıt iki fikirde yoğunlaşmaktadır. Bir kısmı İslam’ın küreselleşmeyi kesinlikle reddettiği fikrini öne süren ve bu konuya tamamen sırt çevirenlerden oluşmakta. Diğer bir kısmıysa İslam’ın küreselleşme karşısında yetersiz kaldığı dolaysıyla İslam esaslarını böyle bir çağda savunmanın gericilik olacağını ileri sürenlerden oluşmaktadır. Müslümanların geri kalmışlığı, dinin kendisinden değil duyarsız anlayışlar katılaşmış donuk fikirler ve bunu İslam’ın kendisi zannedip kendileri gibi düşünmeyenleri kolaylıkla küfürle itham eden sığ anlayışlardan kaynaklanmaktadır. Yazar, İslam’ın küreselleşme karşısındaki durumunu söz konusu bu iki marjinal yaklaşımdan farklı yorumlar. Ona göre, İslam özü itibarıyla iletişime ve diyaloga sürekli açık bir din olarak küreselleşmenin önünde engel değil tam tersine imkân sunar. İslam’ın özünde yeniliğe sürekli açık bir din olduğunu söyleyen yazar, buna: “Allah her yüzyılda bir müceddid gönderir” Hadisini delil gösterir. Ayrıca İkbal’in “İctihad İslam’ın hareket kaynağıdır” ifadesiyle de bu meseleyi destekler.

Yazarlar