30 Haziran 2020 Salı

Adil Tarihçi

Tarih ilminin ne olduğu, o ilimle iştigal eden tarihçinin de ne ve nasıl olması ve hangi amaçla neyi nasıl araştırması gerektiğine dair ipuçları barındırmaktadır. Tarih ilmi, eğer insan toplumlarının bugününü anlamak ve yarınını inşa etmek bağlamında insan toplumlarının geçmişi ise tarihçi, bugün ve geleceğin tarihi kahramanıdır, bugün ve gelecekte hayatın içinde olandır. Eğer tarihçi, bugün ve gelecekte önemli bir misyon yüklenmemiş, bugün ve geleceğe herhangi bir etkide bulunamıyorsa, bu manada gerçek bir tarihçi sayılamaz, olsa olsa hikayeci olabilir. Zira tarih yazım kategorilerinden hikayeci ve ilmi tarihçilik arasında ancak anlatılanların kaydedilmesi, belgelendirilmesi, doğruluğu ve doğruluk seviyeleri noktasında bir fark bulunmaktadır. Geçmişe yönelik kesin objektif bilgilerin elde edilmesinin önündeki engeller, elde edilen salt bilgilerin her türlü manipülasyona ve tarafgirlik etkilerine açık olması, geçmişin bilgisine sahip olanların sadece bu yüzden artık bir etkilerinin olmadığı düşünüldüğünde ilmi tarihçiliğin ötesinde artık tarih yazan, yazılacak tarihin objesi olabilecek tarihçiler sınıfı kendisini ortaya koymaktadır. Uzun bir dönem genel manada geçmişi hikaye edenler tarihçi diye nitelendirildiler, sonraları onlar tukaka edilip yerlerine ilmi tarihçiler, tarihçi olarak kabul edilmeye başladılar. Bugün ise artık ileride tarihin yazacağı söylem ve eylem içinde olanlar tarihçi olarak kabul edilmeye başlanmıştır.  Yani artık tarih, hikâyeci ve daha çok bilimsel olmanın ötesinde daha çok insani olma eğilimindedir ve olmak zorundadır. İlahi öz sahibi adalet dışındaki adalet çeşitlerinin çok boyutluluğu, artması ve eksilmesi ve bir kısmının şartlar ve diğer arızi durumların değişmesi ile değişebilir olması gibi özellikleri düşünüldüğünde adil tarihçiliğin bugün artık bu şekilde olması gerektiği düşünülebilir.
Yukarıda aktarılanlara ek olarak İslam tarihçisinden ise daha adil bir tarihçilik sergilemesi beklenilmektedir. Zira dünya ve ahiret saadetini vaat eden İslam şeriatı, insan için temel haklardan yani zaruriyatan sayılan can, mal, din, nesil ve aklın korunması ile haciyat ve tahsiniyat babından olan diğer maslahatlarının gerçekleştirilmesini amaç olarak vaz etmiştir. Zaruriyat, haciyat ve tahsiniyat bablarındaki maslahatların tam manasıyla gerçekleşebilmesi ise insanların adalet içinde bir arada yaşamalarına bağlıdır. Bu bağlamda belki de tüm İslam ilim adamları gurupları içinde en çok adil olması gereken İslam tarihçileridir. Zira başta İslam siyasetçi ve İslam hukukçuları olmak üzere tüm guruplar üzerinde en büyük etki sahibi, İslam tarihçileridir.
Akla İslam siyasetçileri ve İslam hukukçularının adaletli olmalarının önemi gelebilir. Bu zahiren ve görünürde olması gerekendir. Onların adil olması elzemdir. Ancak bu kimselerin adil olup olamamalarında İslam tarihçilerinin adil olup olmamalarının büyük tesiri bulunmaktadır.  Zira bu sınıflar, en çok İslam tarihçilerinin sözlerinden ve bu sözleri destekleyen eylemlerinden etkilenirler.
 İslam tarihine bakıldığında siyaset ve hukuk ilişkisi bağlamında şu kategorilerin mevcudiyeti görülebilir: Hukuk bilgisi olan adil siyasetçiler, hukuk bilgisi olmayan adil siyasetçiler, hukuk bilgisi olmayan zalim siyasetçiler ve hukuk bilgisi olan zalim siyasetçiler. Siyasetçilere dair yapılan bu sınıflamada yer alan hukuk bilgisi, hukuka dair az veya çok malumatı ifade etmektedir. Adil nitelendirilmesi ise siyaset ve idarecinin hiçbir zaman zulüm işlemediği manasına gelmemektedir. Aksine bazen haksızlık ve zulüm ondan sudur etse de adalete inanan, onu önceleyen ve gerçekleştirmeye çalışan siyaset ve idareciler için adil sıfatı kullanılmıştır. Zalim ise bazen adaletle davransa da adalete inanmayan, onu öncelemeyen ve uygulamaya çalışmayan siyaset ve idarecileri nitelemektedir. Müslüman siyaset ve idareciler karşısında Müslüman hukukçular ise şöyle bir sınıflandırmaya tabi tutulabilirler: Her daim siyaset ve idarecilerin emrinde olan ve onlar tarafından yönlendirilen hukukçular; ne pahasına olursa olsun hukuk neyi emrediyor ve gerektiriyorsa onu dillendiren ve uygulamaya çalışan hukukçular ve maslahatçı hukukçular. Birinci kısım hukukçular hukukun üstünlüğüne inanmaktan ziyade gücün üstünlüğüne inanmışlardır. İkinci kısımdakiler ise ne pahasına olursa olsun hukukun her zaman üstün tutulması gerektiğine inanmışlardır. Maslahatçı hukukçular ise toplumun veya kendisinin maslahatı için tavır almış ve maslahatlar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya çalışmışlardır. Maslahatçı hukukçuların içinde hukukun üstünlüğüne inananlar bulunduğu gibi siyaset ve idareyi hukuktan üstün görenler de olmuştur.
Adil olmayanları bir tarafa bırakırsak İslam’ın adil tarihçileri, İslam siyasetçilerine siyasetin geçmişini aktarır, onlarla beraber bugünü anlar ve yine onlarla beraber geleceğin siyaset tarihini yazar. Yine İslam’ın adil tarihçisi, İslam hukukçularına hukukun geçmişini aktarır, bugünü onlarla beraber anlar ve geleceğin hukuk tarihini de yine onlarla beraber yazar. Yani bu bağlamda İslam’ın adil tarihçisi diğer birçok alan için olduğu gibi siyaset ve hukuka da bugün ve gelecek için geçmişlerini aktarır. Tarihçi bunu yaparken hem siyaset ve hem de hukukun bir şekilde içinde olur. Yani tarih yazar ve yazar. Kur’an’daki tarihi kıssalar, Hz. Peygamber’in geçmişe dair anlattıkları ve bu meyandaki fiilleri o günün adil tarihçilik anlayışını göstermektedir. Bugünün adil İslam tarihçiliği ise İslam’ın tüm geçmiş serüvenini idrak etmekle, bununla daha çok hayatın içinde olmakla, bugünü daha iyi okumakla, söz ve sözleri destekleyen eylemler ile geleceğin daha adil bir dünya olmasına çabalamakla ancak mümkün olabilir. Geçmişte başta İslam yöneticilerine ve hukukçularına nasihatler eden, onları uyaran, onların iyi işlerinde onlara yardım eden, onların kötü icraatlerini eleştirenler, aslında o günün İslam’ın adil tarihçileri idiler. Zira tüm bu söz ve eylemlerinde, geçmişten hareket etmiş, o günü anlamaya çalışmış ve geleceği daha adil bir şekilde inşa etmeyi amaçlamışlardır. Onlar bu şekilde hareket ederek geleceğin tarihi şahsiyetleri arasında yerlerini almışlardır.

29 Haziran 2020 Pazartesi

ıl-Imḥellemiyé

Prof. Dr. Adnan Demircan
Tur Abdin’den bahsedince bu bölgenin bir bölümünü oluşturan ve nev-i şahsına münhasır bir rengi olan Imḥellemiyé’yi anlatmamak olmaz. Imḥellemiyé, ortak bir kökene sahip olduğu anlaşılan ailelerin ve aşiretlerin ikamet ettiği köylerden oluşuyor.
Imḥellemi köyleri büyük ölçüde şunlar: Aynkef (Kayapınar), Barbunıs (Pelitli), Derındıb (Yolağzı), Deyrizbine (Acırlı), Ebşé (Şenköy), Estel, Hapsınes (Mercimekli), Keferzota (Kayalar), Kartmin (Yayvantepe), Kastaluné (Ovabaşı), Keferıllâb (Yolbaşı), Keferhıvvar (Gelinkaya), Kınderib (Söğütlü), Nunıb (Yenice), Riş (Düzova), Sed (Sarıköy), Şorızbah (Çavuşlu), Tafo (Erişti), Zernoke (Düzgeçit) ve Zinole (Eğlence).
Dikkat edilirse köyleri halk arasında kullanılan isimleriyle andım. Bunlar hala canlı bir şekilde kullanılıyor. Bir de resmi isimleri var ki, postacı ya da mübaşir olanlar dışındaki memurlar dâhil genellikle köylerin isimlerini köyde yaşayanlar dışında bilen az…
Bu köylerin bir kısmında Imḥellemi olmayan aileler de yaşıyor, ancak ana etnik unsur Imḥellemiler… Benim doğduğum Ömerli (Ma‘serté) ise Imḥellemiyé bölgesinin kenarında kalıyor. Ancak Ömerli’de ikamet eden ailelerin yarısı kadar Imḥellemi kökenli ve yukarıda ismini zikrettiğim köylerden özellikle Deyrizbine, Ebşé ve Şorızbah köylerinden gelip buraya yerleşmişler.
Imḥellemilerin kökeni hakkında farkı görüşler var. Son dönemlerde herkes kendi ideolojisine göre bir köken bulmaya çalışıyor. Bu da bilimsel çalışmaların önüne duygusal setler inşa ettiriyor.
Imḥellemilerin kökenleriyle ilgili bilgileri çok muğlak… Kendi kökenlerinden kopunca ve aradan uzun zaman geçince, bölgedeki diğer Müslüman unsurlarla da karışınca köken bilgisi sözlü kültür içinde buharlaşmış.
Beni Hilal’den olduklarını söyleyenler var. Bölgenin isminin mi’t Imḥel (yani yüz ev) kelimesinden geldiğini söyleyenler var. Asıllarının Hristiyan olup zorla Müslüm anlaştıklarını iddia eden Hristiyanlar var.
Kaynaklarda bu hususta bazı bilgiler var, ama onları inceleyen de pek olmamış. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalar dışında kökene dair söylenenler genellikle yukarıda çizdiğim çerçeveyi aşamıyor.
Anladığım kadarıyla Imḥellemiler, Rebia’nın önemli kollarından biri olan Bekr b. Vail kabilesinin savaşçı kolu olan Şeybanoğullarının bir boyu olan Beni Muḥallim’in bölgede yerleşik hayata geçenleri…
Bunu anlatmak uzun sürer. Imḥellemi kelimesi Muḥallim kelimesinin mahalli telaffuzu. Iblebbes (giydirilmiş), ımkesser (kırık), ımrekka (yamalı), ım‘ellım (öğretmen) kelimelerinde olduğu şekilde telaffuz ediliyor.
Şeybanoğulları bölge tarihinde önemli bir yere sahipler… Bir ara Şeyhoğulları adıyla bir devlet de kurmuşlar, merkezi Âmid ve Meyyafarikin olmak üzere… Otuz yıl kadar etkili olmuşlar. Ama bu kabilenin başka bir özelliği daha var. Birçok Harici lider çıkarmış, Harici mezhebinin yayıldığı kabilelerden biri. Abbasiler döneminde de uzun süre bölgede Haricilerin ciddi bir nüfuzu var. Ancak zamanla bölgedeki siyasi ve demografik yapıdaki değişim, güçlerini kırıyor. Aslında göçebe olan bu kabilelerin bazı kolları yerleşik hayata geçince kendi bünyelerinden kopuyorlar. Bir bakıma yerleşik hayatın kuralları işliyor ve dönüşüm kaçınılmaz oluyor. Diğer taraftan bölgede yaşayan farklı etnik unsurlarla, kabile ve aşiretlerle ilişkiler de değişimi tetikliyor. Esasında Imḥellemilerin yaşadığı coğrafyada daha önce köyler vardı. Nitekim mevcut köy adları da bunu gösteriyor. Ancak coğrafya hem Sasani-Bizans mücadelesinin yoğun geçtiği coğrafyanın bir parçası, hem de kavimlerin göçlerine açık bir alan… Bu sebeple hareketlilikten etkilenmesi kaçınılmaz bir durum. Bununla birlikte buradaki köylerin etnik durumu Osmanlı’nın bölgeye hâkimiyetinden beri çok değişmemiş. Nitekim Osmanlı’nın tahrirlerinde bu köyler Arap olarak zikrediliyor. Yani Ebşé köyünün dört asrı aşan bir Arap kimliği var. Mezarlar ve bölgede bulunan bazı yapılar çok daha öncesine giden bir yerleşimi gösteriyor. Anlayacağınız Imḥellemilerin buradaki varlıkları tahmin edilenden çok daha eski…
Bölgede Arapçanın konuşulduğu başka köyler var. Ancak bölge ahalisi onların Imḥellemi olmadıklarını bilir. Mesela Rajdiyé, Imḫaşniyé, Imneyzıl, Gundé, Erbıl, Eydo köylerinde Arapça konuşulur. Ancak bu köyler Imḥellemi değiller…
Imḥellemilerin kendilerine mahsus bir Arapça ağızları var. Özellikle kelimelerin telaffuzunda onlara ait özellikler dikkat çekiyor. Mesela bazı kelimelerde e harfini e il i arasında bir sesle telaffuz ediyorlar. Bazı harflerin uzatılması da onların ağızlarına mahsus… Ayrıca kullanılan Arapça da ana bünyeden kopmuş, uzun süre kendi coğrafyasıyla özdeşleşen özellikler kazanmış. Mesela kelimelere yüklenen anlamların bir kısmı bugünkü Arapçada pek kullanılmıyor, ama eski sözlüklerde var. Imḥellemiler ve dilleri üzerine yazılmış Arapça kitaplar var.
Imḥellemilerin ve bölgenin karakteristik bazı özellikleri var ki bunların bir kısmına değinmezsek olmaz. Bir kere uyumlu ve diğer kültürlerle ilişkiye açık bir topluluk… Mülayim oldukları için köylerinde kavgalar çevredeki diğer köylere nispetle daha az… Çalışkanlıkları dikkat çekiyor. Ellilerden sonra Lübnan ve Suriye’yle ilişkileri sebebiyle buraların etkisi bazı köylerde hissediliyor. Imḥellemi köyleri, şehir temizliği ve kültürünün hissedilebileceği köyler olmaları yönüyle de zikredilmeli…
Imḥellemiyé Arapçası ve kültürü üzerine yapılmış bazı çalışmalar var. Bölge son dönemlerde Cezire’nin diğer yerlerinde olduğu gibi kültürel erozyona maruz kalıyorsa da hiç olmazsa bölgede çalışan araştırmacıların bir envanter çalışması yapmaları ilim hayatımıza büyük katkı olur.

26 Haziran 2020 Cuma

Vezir Nizâmü’l-Mülk ve Siyerû’l-Mûlûk’ü Üzerine Değerlendirmeler

Muhammet Arslan
Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 
İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı İslam Tarihi Bilim Dalı
GİRİŞ
Selçûkîler dönemi için Nizâmü’l-Mülk (1018-1092) önemli bir siyâsi model olarak karşımıza çıkar. Nizâmü’l-mülk Alparslan ve Melikşah gibi Selçûkîler’in iki kudretli sultanına yaklaşık olarak otuz yıl vezirlik görevinde bulunmuştur.
Sultanın değişmesi veya tayini noktasında yapmış olduğu üst düzey devlet adamlığının yanı sıra eserleriyle de dikkatleri üzerine çekmiştir. Nizamiye medreselerinin açılması ve yazmış olduğu Siyerû’l-mûlûk’ü yine kendisini ön plana çıkaran çalışmaları arasında yerini almaktadır.
NİZÂMÜ’L-MÜLK’ÜN HAYATI
Nizâmü’l-Mülk, 21 Zilkade 408'de (10 Nisan 1018) Horasan'ın Tus şehrine bağlı Ractkan köyünde doğdu. Sultan Alparslan kendisini vezir tayin ettiğinde Abbasi Halifesi Kaim Bi-emrillah tarafından Nizâmü’l-mülk, Kıvamüddevle ve'd-din ve Razi, emiri'l-mü'minin lakapları verilmiş, ayrıca Tacü'l-hazreteyn, Vezir-i Kebir, Hace-i Büzürg ve Atabekü'lcüyuş gibi lakaplarla anılmıştır. Babası Ali b. İshak, Gazneliler'in Tus arnili ve Nukan kasabasının dihkanı idi. Annesini henüz bebekken kaybeden Nizâmü’l-mülk'ün eğitimiyle babası ilgilendi.[1]
Babasıyla beraber Gazneliler'in Horasan valisi Ebü'l-Fazl Sûrî'nin yanında görev alan Nizâmü’l-mülk, Dandanakan Savaşı'nın ardından babası ile birlikte Tûs'tan Hüsrevcird'e, oradan Gazne'ye gitti. Horasan tamamen Selçukluların eline geçince baba oğul Selçukluların hizmetine girdi.[2]
Nizâmü’l-mülk öncelikle Sultan Alparslan’a vezirlik yaptı.[3] Daha sonra ise Sultan Melikşah ona vezirlik görevini tevdi etti.[4] Böylece toplamda 30 yıl vezirlik görevini ifa etmiş oldu.[5]
Vezir Nizâmü’l-mülk çocukluğundan itibaren dinî ilimlere merak duydu. Kuran’ı Kerim eğitimini tamamladıktan sonra hadis ve fıkıh başta olmak üzere bazı derslerde dinî eğitimini tamamladı.[6]
Vezirin ilmî merakı yalnızca dinî ilimlerle sınırlı değildi. Nitekim Nizâmü’l-mülk, Sultan Melikşah’la birlikte astronomi uzmanlarını toplayıp bir toplantı yapmıştır. O toplantı da Nevruz günü, takvim başlangıcı ve bir rasathanenin kurulması kararlaştırıldı.[7]
Vezirlik makamının yetkilerini layıkıyla yerine getiren Nizâmü’l-mülk’e, Sultan Melikşah tarafından hil’at giydirildi ve atabeg lakabı verildi.[8] Bu lakap Selçûkîlerin kullanmış olduğu ilk lakaptı ve ilk defa Nizâmü’l-mülk’e verilmiştir.[9]
Nizâmü’l-mülk’ün sosyal yaşantısına dair kaynaklarda bazı bilgilere ulaşmak mümkündür. Nizâmü'l-Mülk dinine son derece bağlı bir müslümandı. Ezan sesini duyduktan sonra bütün işini yarıda bırakır, namazını kılmadan yeni bir işe başlamazdı. Ayrıca fakirleri yemeğe davet etmekten çok mutlu olur, onları kendisine yakın tutardı. Bu yüzden halk tarafından çok sevilmiş ve kendisine güven duyulmuştur.[10]
Ayrıca vezir Nizâmü’l-mülk, devrin sultanlarıyla birlikte fethedilen yerlerde öncelikle mezarlıkları ziyaret ettiğine dair kaynaklar bilgileri zikreder.[11] Yine aynı şekilde askerlerin halka yaptığı zulmü sultana bildirerek yoksullara muhtelif yardımlarda bulunduğunu kaynaklar zikretmektedir.[12]
Nizâmü’l-mülk'ün İslâm eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır. Başta Bağdat olmak üzere (459/ 1067) çeşitli şehirlerde tesis ettiği ve kendi adına nispetle "Nizamiye medreseleri" diye anılan ilk resmî eğitim kurumlarıyla ilmin gelişmesi için gayret etmiş. Medreselere kitaplar bağışlamış. Araziler vakfetmiştir[13]
Vezir Nizâmü’l-mülk’ün ölümüne sebep olanlar hakkında kaynaklarda farklı rivayetler yer alsa da ölüm tarihi ve ölüm anı hakkında verilen bilgiler uyum sağlamaktadır. Buna göre vezirin ölümü olayı;  10 Ramazan (14 Ekim 1092) senesinde Batınî bir genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü.[14] Sultan Melikşah Nizamülmülk, Terken Hatun, Tacülmülk ve diğer devlet adamlarıyla birlikte İsfahan'dan Bağdat'a hareket etti. Nihavend yakınlarındaki Sehne (Suhne) adlı köyde konakladıkları sırada Nizamülmülk, Ebu Tahir-i Erranl isimli bir batıni fedaisi tarafından öldürüldü (10 Ramazan 485 / 14 Ekim 1092)[15]
Hayatı boyunca Selçûkîlere büyük hizmetlerde bulunan vezirin öldürülmesi hakkında pek çok görüş zikredilmiştir. Katili bu cinayete azmettirenler arasında Melikşah'ın, Terken Hatun'un ve Hasan Sabbah'ın bulunduğu rivayet edilir. Ancak ba kaynaklarda Melikşah'ın Nizâmü’l-mülk'ün katlinden dolayı çok büyük üzüntü duyduğu ve yemin ederek olayla ilgili olmadığını belirttiği kaydedilmiştir.[16]
VEZİR NİZÂMÜ’L-MÜLK’ÜN SİYERÜ’L-MÛLÛK’Ü
Büyük Selçuklular döneminin en meşhur siyasetnamesi ünlü vezir Nizâmü’l-mülk'ün Siyasetname (Siyerü '1-mülük)adlı Farsça eseridir. Devlet kurumlarının teşekkülü, işleyişi, aksayan tarafları, alınacak tedbirler, kurumlara işlerlik kazandırmak için yapılması gereken düzenlemeler hakkında bilgiler içeren eseri Nizâmü’l-mülk, Melikşah'ın bilginlerden, bürokratlardan ve vezirlerden ülkeyi en iyi şekilde idare edebilmesi, din ve dünya işlerinde gerekli tedbirleri alması, kendi hayat düsturlarını, siyasi, içtimaî ve dini davranışlarını ayarlayabileceği bir kitap yazmalarınıistemesi üzerine kaleme almıştır. Elli bir fasıldan oluşan eser türün en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir.[17]
Siyâsetnâme içerik açısından şöyle tasnif edilebilir. Nizâmü’l-mülk konu ile alakalı öncelikle kendi düşüncelerini zikreder. Hemen ardından konuyla alakalı varsa ayet ve hadislerden örnek verdikten sonra sahabe ve tabiinin konuyla alakalı söz veya davranışlarını zikreder. Bunlara ek olarak görüşünü desteklemek için eski İran kralları ve Gazneli sultanları hakkında da olaylara değinir.
Siyasetnâme baştan sona teoriden ziyade işin pratik yönüyle ilgilidir. Konunun felsefi boyutuna değinmeden yalnızca amelî boyutunu/ ne yapılması gerektiğini anlatır. Örneğin askerler arasında şu tarz olaylar meydana gelmiştir. Bunun düzeltilmesi için şunları yapmak gerekmektedir, şeklinde bilgilere yer vermektedir.[18]
Sultanın yapması veya yapmaması gereken nice konuyu kitabında zikreden Nizâmü’l-mülk bu konuda şu şekilde hareket edilmezse “Âl-i Selçuk yok olup gider” tarzında uyarıları mevcuttur.[19]
Kitabın muhtelif bölümlerinde haber veya hadis-i şerif başlıkları altında, varsa konuyla alakalı Hz. Peygamber’in (as.) hadisleri zikredilmektedir.
Herhangi bir konunun etkileyiciliğini artırmak veya önemine dikkat çekmek isteyen vezir Nizâmü’l-Mülk hikâye başlıkları altında eski dönem İran yöneticileri ve halkı hakkında bilgiler verir. Aynı zamanda Gazneliler zamanında şahit olduğu veya duyduğu olay var ise yine aynı başlık altında zikreder.
Kitabın pek çok bölümünde Hanefî ve Şafî mezhebine övgü diğer mezheplere yergi ifadesi bulunmaktadır. “Yeryüzünde makbul ve dosdoğru yolda ilerleyen, Allah’ın rahmetinin ikisi üzerine olası Hanefî ve Şafi diye iki mezhep vardır. Geri kalanlar beyhude ve sapkınlık, şek ve gümandan ibarettir.” şeklinde ifadeler bulunmaktadır.[20]
Mezhep taassubuna sahip olan Nizâmü’l-mülk aynı şekilde diğer mezheplere yermek maksatlı şu olayı nakleder: Nizâmü’l-mülk ile muhatap olan birisinin onun parmağındaki yüzüğü sürekli oynamasını bahane ederek onu Rafızî zannetmesi üzerine “Rafızî yaftasının üzerine atılmaması için 30.000 altın dinar harcadığını” zikreder.[21]
Nizâmü’l-mülk devlet işlerinin tanzimine dair nasihatlerinin yanı sıra kadınlarında devlet yönetiminden uzak durmasını istemektedir. “Büyük zararlara yol açacağından ve padişahın haşmet ve şanına halel getireceğinden ötürü hükümdarın astları üst yapmaması lazımdır. Bunlar özellikle ehl-i setr olup akılları bu işlere ermeyen kadınlardır. Zira bunlar nezih bir neslin devamı için vardırlar. Bu yüzden bulundukları yerde oturmalıdırlar. Onların övgüye en çok yaraşanları asil ve liyakatli, örtülü ve takvalı olanlarıdır.  … Tarihin bütün devirlerinde hükümdarın karısı hükümdara egemen olduğunda rezalet, şer, fitne ve fesattan başka bir şey ele geçmemiştir.[22]
KAYNAKÇA
Abdülkerim Özaydın, “Nizâmü’l-mülk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2007.
Ali Sevim - Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilat ve Kültür, TTK Yayınları, Ankara, 1995.
Hasan Hüseyin Adalıoğlu, “Siyâsetnâme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2009.
İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, thk: Ömer Abdü’s-Selâm Tedmirî, Dârû’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1997.
Nizâmü’l-mülk, Siyâsetnâme, çev: Mehmet Taha Ayar, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2017.
Yazıcızâde Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk, hz: Abdullah Bakır, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2017.



[1] Abdülkerim Özaydın, “Nizâmü’l-mülk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2007,  33/194.
[2] Abdülkerim Özaydın, “Nizâmü’l-mülk”, 33/194.
[3] Yazıcızâde Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk, hz: Abdullah Bakır, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2017, 43.
[4] Yazıcızâde Ali, Tevârih, 46.
[5] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, thk: Ömer Abdü’s-Selâm Tedmirî, Dârû’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1997, 8/354.
[6] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 8/356.
[7] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 8/255.
[8] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, 8/237.
[9] Abdülkerim Özaydın, “Nizâmü’l-mülk”, 195.
[10] Ali Sevim - Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilat ve Kültür, TTK Yayınları, Ankara, 1995, 131. 
[11] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 8/311.
[12] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 8/236-237.
[13] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 8/166.
[14] İbnû’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, 8/354
[15] Abdülkerim Özaydın, “Nizâmü’l-mülk”, 195.
[16] Abdülkerim Özaydın, “Nizâmü’l-mülk”, 195.
[17] Hasan Hüseyin Adalıoğlu, “Siyâsetnâme”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 37/305. İstanbul, 2009.
[18] Nizâmü’l-mülk, Siyâsetnâme, çev: Mehmet Taha Ayar, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2017, 61.
[19] Nizâmü’l-mülk, Siyâsetnâme, 93. 
[20] Nizâmü’l-mülk, Siyâsetnâme, 135.
[21] Nizâmü’l-mülk, Siyâsetnâme, 136.
[22] Nizâmü’l-mülk, Siyâsetnâme, 255.

LEKE...ONUR...

Prof. Dr. Mustafa ERTÜRK
Uzun zamandan beri aklımda olan ama beni sürekli rahatsız eden bir konuyu yazıp yazmama konusunda tereddüt etmiştim. Sonunda az da olsa bir şeyler yazmaya karar verdim. Konu: LEKE... Geçmişleri bilemem ama insan bulunduğu yerden itibaren bazı şeylere yeniden başlayabilmelidir. Ben de "hatırlatıcı" misyonuyla gerek örgündeki gerekse uzaktan eğitimdeki öğrencilerime sıklıkla söylediğim ve söylemeye de devam ettiğim bir hatırlatma vardı. Bu günler de sınav/ödev hazırlama günleri olduğu için belki bu durumu fırsat bilerek tekrar hatırlatayımsistedim:
"Şimdiki Gençler/Öğrenciler, ama gelecek ve daha gelecek kuşaklarımızın kurucuları! Geleceğinizi ve neslinizi kendi ellerinizle ipotek altına almayın! LEKElemeyin kendinizi ve sevdiklerinizi!
Nedir bu gelecek ? En yakın gelecekten en uzak geleceğe kadar, yani öldükten sonra bile, evren yok olana kadar... Nedir bu LEKE ? Her çeşit hırsızlık LEKEsi...Mesela en yakın gelecekten başlayacak olursak; sınava mı gireceksiniz ? Kopya çekerek/hırsızlık yaparak sizinle aynı kulvarda devam eden birilerinin mesela 0,0000000001 puanla önüne geçip diplomanızı almışsanız, artık o LEKEli bir diplomadır! O diplomayla almış olduğunuz her bir görev ve o görev vesilesiyle elde ettiğiniz maddi ya da manevi (para, mal, mülk, makam, mevki, itibar...) görünen kazanımlarınız da LEKElidir. Ve o LEKE kıyamete kadar sizinle beraber gidecektir. O LEKEnin ifşası da eninde sonunda hayattayken ya da bu dünyadan göçtükten sonra da mutlaka çıkacaktır. Ve o LEKEyle de anılacaksınız. Halbuki gayret göstererek, herhangi bir hırsızlık türüne tevessül etmeden alınan en düşük puan, herhangi bir hırsızlık çeşidiyle alınan en yüksek puandan daha şereflidir ve daha onurludur! Onursuzlukla elde edilen notla/puanla anılmak ne kötüsbirsanılmadır!
Diplomanızı hakkıyla aldınız diyelim, bir yerlere gelmek için de hak etmediğimiz halde hak etmiş gibi göstererek hak eden birilerinin yerine size görev veriliyorsa, o görev vesilesiyle elde ettiğiniz görünen bütün kazanımlarınız da LEKElidir... Kıyamete kadar sürecektir. Birilerinin hakkını çalarak zulme uğrattığınız o kişi ve bağlantısı olduğu ailesinin/yakının bir "aahh"ı, çaresizlik içerisinde gözünden dökülen bir "damla göz yaşı" okyanuslar kadar, deryalar kadar büyük bir zulmün ve LEKEnin sadece görünen kısımlarıdır. Ve o LEKE kıyamete kadar sizinle beraber gidecektir ve siz o LEKEyle anılacaksınız... Örnekleri çoğaltabildiğimiz kadar çoğaltabiliriz. İşte o LEKE aslında vicdanını "sızlatan", vicdanında zerre kadar da olsa bir "titreme" yapan şeydir. Şu gelip geçici hayatta tertemiz, dosdoğru, onurluca yaşamak ve yaşatmak varken, neden etkisi kıyamete kadar sürecek olan onursuzlukla ve LEKEli yaşanmış ve yaşanacak bir varlık olarak anılmak ister insan ? Hiç bir temizlik vasıtasının temizleyemediği, söküp atamadığı bu LEKEye bulaşmamak/LEKEyi bulaştırmamak için tek yol LEKE tutmayan ONURLU bir hayatla mümkün olacaktır. Ne mutlu ki LEKESİZ ONURLU bir yaşamı tercih edenlere!

24 Haziran 2020 Çarşamba

Tur Abdin


Prof. Dr. Adnan Demircan
Cezire’den bahsettikten sonra Tur Abdin’den bahsetmemek olmaz. Müslümanların hâkimiyetinden sonra zamanla Cezire, bu bölgede hâkim olan Arap kabilelerinin kökenine nispetle üç bölgeye ayrıldı. Bir bölgesi Diyaru Mudar olarak isimlendirildi. Bu bölgenin merkezi Harran’dı. Şimdi Şanlıurfa’ya bağlı tarihi bir ilçe… Maalesef hoyratça tahrip edilen ve edilmekte devam eden bir tarih var orada… Kısaca bir hazine… Ancak insanların çoğu bunun farkında değil. Çocuğundan büyüğüne insanları bu konuda bilinçlendirmek, yaşadıkları evlerin basit evler, gezdikleri sokakların herhangi bir sokak olmadığını öğretmen, kısaca üzerinde gezdikleri tarihin farkında olmalarını sağlamak lazım… Diyaru Mudar’da yaşayan Araplar, geleneksel Arap kabile tasnifinde Kuzey Araplarının önemli bir kolunu oluşturuyor. Kaysiler diye isimlendirilen ve Kelbilerle rekabet ve mücadeleleri olan Araplar Mudar’ın bir kolu…

21 Haziran 2020 Pazar

Siyah Öfke’nin Arabcası: Abbâsîler Döneminde Bir Zenci İsyanı

Ebu’l-Beşer el-Ebyâzî
25 Mayıs 2020’de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Minneapolis kentinde siyahi George Floyd'un neredeyse canlı yayınla gösterilen bir polis şiddeti sonucu hayatını kaybetmesi sonrası başlayan protestolar kısa sürede ülke geneline yayıldı. Gösterilerin pandemi sebebiyle sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği bir dönemde yaygınlık kazanması da devlet otoritesini güvenlik ve sağlık sorumluluğunu îfâda ikileme düşürdü. Nitekim protesto hareketlerinin kontrolden çıkmasının ardından 16 eyaletteki 25 kentte sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ancak protestocular buna rağmen hız kesmedi. Mezkür hadise ABD’deki ilk protesto hareketi olmadığı gibi, anlaşıldığı kadarıyla son da olmayacak gibi görünüyor.[1]

Cezire Nam-ı Diğer Yukarı Mezopotamya

Prof. Dr. Adnan Demircan
Ne yazık ki dünyanın gidişatı yerel kültürlerin ve kimliklerin kısa sürede yok olacağını ihsas ettiriyor. Böyle giderse tabii…
Dünyanın her tarafında kendisini hissettiren değişimin, eskiyle yeninin şahidi son nesiliz muhtemelen… Söylediklerim benim yaşadığım coğrafya açısından geçerli… Çünkü globalleşmenin dünyanın farklı bölgelerindeki etkileri aynı değil… Her yerin serüveni farklı… Ama her bölge ölüme doğru hızla koşuyor.

18 Haziran 2020 Perşembe

Bence Böyle


Prof. Dr. Adnan Demircan
Yargılarımızın genellikle sınırlı bilgiye, hatta bilgisizliğe dayandığını zaman zaman söylüyorum.
Evet, tabiatımız gereği sürekli yargıda bulunuruz. Bazen isabet etsek de çoğu zaman yanılırız, ancak bunu yapmaya devam ederiz. Bu özelliğimiz, yanıltılmamıza ve kandırılmamıza da yol açar. Yine de bundan vazgeçmeyiz.
Elbette kimsenin yargılarını değiştirebilecek bir mekanizma yok. Anlatırsınız, söylersiniz, nasihat edersiniz. Muhatabınız kabul ya da reddeder. Bazen reddeder gibi görünür, ancak süreç içinde kabul eder. Kimsenin elinde mutlak bir endaze yok. Şimdi birileri Allah’ın kitabı ve sünnet var diyebilir, ancak onları anlamamız ve yorumlamamız da bizim kanaatimize ve yargımıza emanet. Böyle olmasaydı tefsir kitaplarında, hadis şerhlerinde ve fakihlerin görüşleri arasında bu kadar farklılık olmazdı.

17 Haziran 2020 Çarşamba

Araftakiler -Meal Yapmanın İmkanına Dair Bir Örnek-


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
أعوذ بالله، بسم الله
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ. وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟. وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ. اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ.
(A’raf 7/46-49)

16 Haziran 2020 Salı

Emevi İslamı

Prof. Dr. Adnan Demircan
Emeviler dönemi en az bilinen ve fakat hakkında en çok söz söylenen dönemlerden biri…
Bu dönem 661-750 yılları arasında yaklaşık doksan yıl sürmüş, iç savaşlarla fetihlerle, kültür ve medeniyetlerin karşılaşmasıyla beslenen tartışmaların yoğun olduğu bir dönem…

12 Haziran 2020 Cuma

Yazıyorum, O Halde Sorun Üretiyorum


Ebû Ömer b. Dâvud
Hocam, Prof. Dr. Adnan Demircan www.islamtarihi.info sitesinde yazmamı önerdiğinde hocanın önerisinin emir anlamına geldiğinden hareketle mütereddit de olsam kabul ettim. Ancak Hoca’ya,
-Hocam, benim yazı yazma deneyimim yok. Konu bulmakta sıkıntı çekerim bir süre sonra. Ayrıca insanlar yazdıklarımı beğenmezlerse gelecek eleştiriler, benim için olumsuz sonuçlar doğurabilir, dedim.
Hoca da,
-Kendi dünyanın kavramlarını ya da kavramlarının dünyasını yazsan güzel olur. Eleştirmek bir hak olduğu gibi eleştirilmek de bir gerçek. Bundan korkarsan hayatın boyunca bu çekingen ve ikircikli tavrın etkisi altında kalırsın. Benim bir Hocam vardı, hayatı boyunca okudu, ama ne konuştu ne de yazdı. Okuduklarını ve öğrendiklerini paylaşmazsan öğrenmenin değeri azalır ve bir ayağı eksik kalır, demişti.
Bundan cesaret alarak bazı kavramları sözlük bilgisiyle ve ansiklopedik sunumla değil, biraz bakılmayan yönleriyle, bazen eleştiri yaparak, mizahi bir dil de kullanarak yazmaya çalıştım.

9 Haziran 2020 Salı

Derinleşen Bir Problem: Hocasızlık

Prof. Dr. Şaban ÖZ
İlahiyat alanındaki koordinasyon toplantılarının iki temel amacı vardı; genç kuşakla hocalarını bir araya getirmek ve bütün ülkedeki aynı ana bilim dalları arasındaki sorunlar-çözüm önerileri çerçevesinde uyumu sağlamaktı. Ancak her konuda olduğu gibi bu da maalesef gezi-gözlem ve dahi turizm seyahatlerine çevrildi. Önce eşlerimizi de getirelim taleplerine zamanla havuz, deniz seçenekleri eklendi. Denizin, havuzun ve eşli toplantıların tabi ki bir mahzuru yoktu ama öncelikli amaçlardan sonra gündeme gelseydi. Her fakülteden sadece “iki hoca”ya ayrılan kontenjanlar maalesef “büyük hocaların” eşlerine ayrılmıştı işte… Artık gündem de değişmişti. Gençler gelmiyor, gelseler de hocalarıyla görüşemiyorlardı. Dahası içerik de gitmişti. İster birilerinin bireysel kaprisleri deyin isterse bir türlü kapımızı çalmayan içerik kaliteleri… Organizasyon ise ayrı bir belaydı. Seneye nerede yapalım sorusu gündeme gelir gelmez, dekanlarımıza “haklı olarak” acil telefonlar geliyor, dışarı çıkmak zorunda kalıyorlardı. Oysa her şey bu kadar zor olmak zorunda değildi. Kış aylarında tutulacak bir otel, ücreti katılımcılardan olmak üzere… Sadece ilmi içerik isteyen fakülteye. Sonuçta birçok ana bilim dalı koordinasyon toplantısı düzenlemeyi bıraktı. İmdi her ana bilim dalı bulunduğu fakültede kendi kafasına göre takılmakta. Daha kötüsü var: Hangi fakültede hangi hoca hiçbirimiz bilmiyoruz. Bazen gelen dosyalar bazen hasbelkadar ismine tevafuk. Ne çalıştıklarını biliyoruz ne ürettiklerini dahası ne de dertlerini biliyoruz!

8 Haziran 2020 Pazartesi

Sosyal Grupları Bağlayan Harç


Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Merhum İbn Haldun (ö. 808/1406), sosyal grupların teşekkülünü oluşturan ana etkenin asabiyye olduğunu söylüyor. Bu kavramı dayanışma ruhu, ortak ideal ve ülküyü oluşturan etken olarak ifade edebiliyoruz.
İnsanları bir araya getiren, birlikte hareket etmelerini ve birbirlerini sahiplenmelerini sağlayan, çok farklı etkenler olabilir kuşkusuz. Bunlar döneme ve bölgeye göre değişebilir. Bazı dönemlerde önce çıkan asabiyye unsur başka bir dönemde önemsiz olabilir.

7 Haziran 2020 Pazar

Dertli Olmak Deli Görülmek

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir 
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat”
Dertli olmakla deli olmak arasında ince bir çizgi var. O yüzden dertliyle deliyi ayırt etmek bir hayli zor. Ama dertliye deli muamelesi çekmek de bir o kadar kolay. Hele bir de bakan, görmekten mahrumsa, dert sahibi değilse, dertliyle dertleşmemişse, uykusunu bölüp kalkmamışsa, dertlinin yanında durmamışsa, dertliyle hemhal olmamışsa… 
Böylelerinden o inceliği ve ince ayrımı beklemek beyhude can sıkmak. 
Bunlar, dertliyi alırlar, delinin yanına koyarlar, üstünde bir de kara çalarlar, düğüm atıp boğum yaparlar, hem alırlar hem satarlar, anında piyasa yaparlar, bozuk para gibi harcarlar, boşa atarlar, boşluğa kaçarlar… 

Yazarlar