Hz.
Âişe’nin Kabilesi ve Nesebi
Hz. Âişe, Teym kabilesine
mensuptur. Teym kabilesi, Araplar’ın dört ana kolundan biri olan Mudar’ın en
önemli kabilesi olarak kabul edilen Kureyş’in bir koludur. Bu kabile İslâm
öncesi ve sonrası dönemde siyâsî ve sosyal olarak aktif durumdaydı. Keza Teym
b. Mürre’nin, İslâm’dan önce Mekkeli Arapların yaptığı anlaşmalara (hilf)
katılması ve Mekke’de haksızlığa uğrayanlara yardım amacıyla oluşturulan, Hz.
Muhammed’in de (sas) katıldığı Hilfü’l-fudûl’un, cömertliğiyle meşhur Teymli
Abdullah b. Cüd‘ân’ın ev sahipliğinde kurulması bunun en güzel örneklerini
teşkil etmektedir. İslâmiyet’ten önce cömertliği ile meşhur Abdullah b. Cüdʻân
ile bilinen kabile, İslâmiyet’le birlikte Talha b. Ubeydullah ve Hz. Ebû Bekir
gibi önemli şahsiyetlerle şöhretini devam ettirmiştir.
Çalışmamızın asıl konusu olan ve bu
kabileye mensubiyeti herkesçe malum olan Ümmü’l Mü’minin Hz. Âişe’nin nesebi
Âişe bt. Ebû Bekir es-Sıddîk Abdullah Atîk b. Ebû Kuhâfe Osman[1] b. Âmir b. ‘Amr b. Kaʻb b. Saʻd b.
Teym b. Mürre b. Kaʻb b. Lüeyy[2] b. Fihr b. Mâlik b. Kinâne
el-Kureşî et-Teymî’dir.[3]
Ailesi,
Künyesi, Lakapları, Doğumu ve Çocukluk Yılları
Ailesi
Hz.
Âişe’nin babası Hz. Ebû Bekir, annesi Ümmü Rûmân’dır. Dedesi Ebû Kuhâfe,
Mekke’nin fethinden hemen sonra oğlu Ebû Bekir’in aracılığıyla Müslüman olup
sahâbîler arasına katıldı. Halaları; hepsi de sahâbî olan Ümmü Âmir, Kureybe ve
Ümmü Ferve’dir. Hz. Âişe’nin anne ve babasının mensup olduğu Teym kabilesinin
soyu Mürre b. Kâʻb’da; baba tarafından nesebi yedinci; anne tarafından nesebi
ise on bir veya on ikinci batında Hz. Peygamber’in (sas) nesebiyle
birleşmektedir.[4]
Babası
Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’in (sas) yakın dostu, hicrette yol arkadaşı ve
onun tarafından “Sıddîk” olarak taltif edilmiş olup Hulefâ-yi Râşidîn’in
ilkidir. Hz. Peygamber’in (sas) onun üstünlüğünden söz ederken herkesin
kendisini yalanladığı bir sırada Hz. Ebû Bekir’in inandığını ve İslâmiyet için
her şeyini feda ettiğini söylemesi onun ilk Müslümanlardan[5] olduğunu göstermektedir.[6]
Annesi Ümmü Rûmân, Medine’de
hicretin altıncı yılı (627),[7] Zilhicce ayında[8] vefat etmiştir. Cenaze namazını
Hz. Peygamber (sas) kıldırmış, kabrine inip onun için dua ettikten sonra, “Allah’ım! Ümmü Rûmân’ın, senin ve
peygamberinin uğrunda neler çektiğini en iyi sen bilirsin” demiştir.[9] Ayrıca sahâbîlere cenazesini
göstererek, “Kim cennet hurilerinden bir
kadını görmek isterse Ümmü Rûmân’a baksın.” dediği belirtilmektedir.[10]
Kardeşleri
Hz.
Âişe’nin dördü erkek ikisi kız olmak üzere altı kardeşi vardır. Bunların tamamı
Müslüman olmuştur. Bunlardan sadece Abdurrahman ana-baba bir kardeşidir. Baba
bir, anne ayrı kardeşleri Abdullah, Esmâ, Muhammed ve Ümmü Külsûm’dur. Anne bir
baba ayrı kardeşi ise Tufeyl’dir.
Künyesi
Künye
kelimesi sözlükte bir kişinin, adı, babasının adı, doğum yeri ve yılı, mesleği
gibi vasıflarını gösteren kayıt anlamına gelir. Araplarda künye ise,‘ebû’,
‘ibn’, veya ‘ümm’, ‘bt.’ kelimeleri ile başlayan tabirler için kullanılır.
Künye hemen hemen bütün Arap adlarında yer alır. Hatta birçok kişi yalnızca
künyesiyle bilinir.[11]İbn Hibbân’ın naklettiği bir
rivayete göre Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr dünyaya gelince onu Resûlullah’a
(sas) götürdü. Resûlullah (sas) tükürüğünü onun ağzına sürdü ve: “Bu bebeğin
adı Abdullah senin de künyen Ümmü Abdullah olsun” dedi. Hz. Âişe vefat edinceye
kadar “Ümmü Abdullah” diye anıldı.[12]
Lakapları
Lakap bir kimseye asıl adından ayrı
olarak sonradan takılan ikinci bir isim; şeref payesi; halife ve sultanların
hâkimiyet alametidir. “Kişinin severek aldığı, onu toplum içinde
yücelten ad” anlamında lakap güzel görülmüş[13]ancak inananların birbirlerini
çirkin lakaplarla çağırmaları Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmıştır.[14]
Hz. Peygamber (sas) Hz. Âişe’yi çok
sevdiği için kendisine Ayşe,[15] Uveyş[16] ve Âiş (Âyiş)[17] diye hitap ederdi. Ayrıca açık
tenli olmasından dolayı Hz. Âişe’ye “Humeyrâ” denildiği kendisine Hz.
Peygamber’in (sas) bu şekilde hitap ettiği de rivayet edilmiştir.[18] Hz. Âişe’ye şerefi ve faziletine
delalet eden pek çok lakap verilmiştir. Bunlardan tespit edebildiklerimiz
şunlardır.
i.
Ümmü’l-Mü’minîn
Ümmü’l-Mü’minîn/Ümmehâtü’l-Mü’minîn
Hz. Peygamber’in (sas) hanımları için kullanılan bir lakaptır. “Müminlerin
Annesi” anlamına gelen bu tabir Hz. Âişe’nin en meşhur lakabıdır. Bu lakabı
bizzat Allah (cc) vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Peygamber, mü’minlere kendi
canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır.”[19] buyrulmaktadır. Mü’minlerin
Anneleri konumundaki eşlerinin boşandıkları takdirde başkaları ile evlenmeleri
Kur’an hükmüyle yasaklanmıştır.[20]
ii.
Habîbetü Resûlillâh
Allah
Resûlü’nün sevgilisi[21] anlamına gelen bu lakap Hz.
Peygamber’in (sas) Hz. Âişe’ye aşırı sevgisini göstermektedir. Resûlullah’a
(sas): “İnsanlar içerisinde en çok kimi
seviyorsun?” diye sorulduğunda Resûlullah (sas): “Âişe” cevabını verdi. “Peki,
erkeklerden en çok kimi seviyorsun?” denilince “babasını” buyurması[22] Hz. Âişe’ye olan sevgisine güzel
bir örnektir.
iii.
Sıddîka/Sâdıka
Sıddîk doğru sözlü, doğruluktan
ayrılmayan gerçeği tasdik eden anlamlarında kullanılan bir Kur’an terimidir.
Hz. Ebû Bekir, “es-Sıddîk” lakabıyla tanındığı için Hz. Âişe’ye “Âişe
es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti’s-Sıddîk” denilmiştir.[23] Mesrûk, Hz. Âişe’den hadis rivayet
ederken bu lakapla başlamıştır. İbn Hacer de ‘Âişe’nin Faziletleri Bâbı’na “O,
Sıddîka bt. es-Sıddîk…” şeklinde başlamıştır.[24]
iv.
Tayyibe
Tayyib,
temiz ve yararlı olduğu için insan tabiatına hoş gelen aklın ve dinin
benimsediği şeyler hakkında kullanılan Kur’an tabiridir. İfk Hadisesi’nden
sonra inen Nûr Sûresi’nin 26. Âyeti Hz. Âişe hakkında nâzil olmuştur. Âyette
Hz. Âişe’nin “Tayyibe/temiz” olduğu ifade edilmiştir.[25] Bundan dolayı Hz. Âişe hakkında
“Tayyibe” lakabı kullanılagelmiştir. Hz. Âişe: “Temiz (Tayyibe) olarak yaratıldım ve temiz
(Tayyib) birisine eş oldum. Mağfiret ve bereketli bir rızıkla müjdelendim.”[26] demiştir.
v.
Humeyrâ
Hz.
Âişe’ye beyaz tenli olmasından dolayı Humeyrâ denilmiştir.[27] Hz. Peygamber (sas): “Dininizin yarısını Humeyrâ’dan alınız.”[28] buyurmuş, bu sözüyle Hz. Âişe’yi
kast etmiştir.
vi.
Muvaffaka
“Başarılı, zeki, muktedir ve sonuç alan” anlamındadır. Bu lakab da Hz.
Âişe’ye Hz. Peygamber (sas) tarafından verilmiştir.[29]
vii.
Müberrâ
Sözlükte
berî, müstesna, azâde, münezzeh ve arınmış anlamlarına gelir. Hz. Âişe’ye
müberrâ denilmiştir.[30] İfk Hadisesi’nde münafıkların dedikoduları
şuyu’ bulduğunda Hz. Âişe ve İfk ehli hakkında âyet-i kerime[31] nâzil oldu. Hz. Âişe münafıkların
iftiralarından berî ve arınmış olduğu için kendisine müberrâ denilmiştir.[32]
Doğumu
ve Çocukluk Yılları
Hz.
Âişe bi’setin 4. yılında (614) Mekke’de dünyaya geldi.[33] Çocukluğu hakkında fazla bilgi
yoktur. Araplarda sütanneye verilme geleneği sebebiyle Hz. Âişe de sütanneye
verilmiş; onu Vâil Ebü’l-Ku‘ays’ın hanımı emzirmiştir. Hz. Peygamber’in (sas)
en yakın arkadaşı ve sırdaşının kızı oluşunun; Resûlullah’ın evlerine hemen her
gün gelişinin; davetin ve büyük hadiselerin meşakkatini yüklenen bir evde
yetişmesinin onun şahsiyetinde, İslâm’ı ve hayatı anlamasında büyük tesiri
olmuştur. Özellikle de akıllı ve zeki oluşu çocukluğundan beri hareket ve
davranışlarından seziliyordu.[34]
Hz.
Hatice vefat edince Resûlullah çok üzüldü. Bunun üzerine Allah (cc) Cebrâil’in
elinde beşikte olduğu hâlde Âişe’yi gönderdi ve “Ya Resûlallah! Bu senin üzüntünü giderecektir ve Hatice’ye halef
olacaktır” dedi ve sonra alıp geri götürdü. Sonraları Resûlullah Hz. Ebû Bekir’in evine gider, “Ey Ümmü Rûmân, sana Âişe’ye iyi bakmanı
tavsiye ederim, onu koru” derdi. İşte bu sebeple Hz. Âişe’nin kendi evi
içinde iyi bir değeri vardı ve Allah’ın Hz. Âişe’ye dair emir buyurduğu husus
hakkında da herhangi bir bilgileri yoktu.[35]
Resûlullah
her zaman olduğu gibi Hz. Ebû Bekir’in evine gittiği sırada -Hz. Peygamber’in
(sas), Hz. Ebû Bekir Müslüman olup da hicret ettiği güne kadar evine gitmediği
neredeyse hiçbir günü olmamıştır- Hz. Âişe’nin evin kapısının arkasında
saklanmış vaziyette hüzünle ağladığını gördü. Hz. Peygamber (sas) ona neden
ağladığını sorunca o da annesini şikâyet etti. O sırada Hz. Peygamber’in (sas)
gözleri yaşarmış ve Ümmü Rûmân’a “Ey Ümmü
Rûmân, ben sana Âişe’yi muhafaza etmeni söylememiş miydim?” diye sorunca o
da “Ya Resûlallah! O, benim hakkımda
Sıddîk’a haber ulaştırıp beni kızdırıyor” dedi. Resûlullah “Bundan sonra yapmaz” deyince Ümmü Rûmân
da “Bundan sonra ben de kesinlikle onu
üzmeyeceğim” dedi.[36]
Vefatı
Hz. Âişe altmış beş veya atmış altı yaşında iken 17 Ramazan
58[37] (14 Temmuz 678)
Çarşamba gecesi,[38] vitir namazını
kıldıktan sonra[39] Medine’de vefat
etti.[40] Vefatı
Muâviye’nin halifeliği devrinde oldu.[41] Ölümü Medine’de
büyük bir üzüntüyle karşılanmış,[42] cenazesi aynı
gece kaldırılmıştır. Kadınlar da dâhil olmak üzere Medine ve civarındaki
bölgelerde yaşayan bütün halk geceleyin Cennetü’l-Baki’ye gelmiş, cenazesinin
üzerine bir örtü çekilerek[43] cenaze namazı
mezarlığın ortasında Medine vali vekili Ebû Hüreyre tarafından kıldırılmış,[44] vasiyeti
üzerine Cennetü’l-Baki’ye defnedilmiştir. Onu kabre erkek ve kız kardeşlerinin
çocukları Kâsım b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b.
Abdurrahman
b. Ebû Bekir, Urve b. Zübeyr ve Abdullah b.
Zübeyr koymuşlardır.[45]
Hz. Âişe’nin Şahsiyeti
Şemâili (Fizikî Özellikleri) ve Ahlâkı
Hz.
Âişe ince yapılı, büyükçe gözlü, dalgalı saçlı, beyaz tenli ve güzel yüzlü bir
hanım olup büyüleyici bir güzelliğe sahipti.[46]
Hz. Âişe güzel giyinmeyi severdi. Hz. Âişe’nin üzerinde ince siyah deriden bir
elbise, kollu başka bir elbisesi vardı, başörtüsü ve peçe takardı. Elbisesi
yalancı safran ile boyalıydı.[47]
Hz. Âişe: “Bir defasında Resûlullah ile
beraber dışarı çıkıp da Kaha[48] mevkiine varınca saçlarıma
sürdüğüm sarı boya yüzüme akıverdi. Resûlullah bunun üzerine “Ey kumral saçlı,
şimdi rengin daha güzel” dedi.[49]
1.
Zekâsı
Hz.
Âişe’nin mükemmel bir zekâsı ve hâfızası vardı. Bir gün Hz. Âişe arkadaşları
ile karınca oyunu oynarken Resûlullah eve gelmiş, karıncalar içinde kanatlı bir
at bulunduğunu gördüğünde Hz. Âişe’ye: “Bunlar
nedir ey Âişe?” diye sordu. “Attır”
cevabını alınca, “Fakat atın kanatları
olur mu?” deyince Hz. Âişe: “Neden
olmasın! Süleyman’ın atları kanatlı değil miydi?” diye cevap verdi. Bunun
üzerine Resûlullah tebessüm etti.[50]Hz.
Âişe’nin cevabı onun zekâsını, hâfızasındaki kuvveti ve çağrışım kabiliyetini
gösterir. Hz. Âişe’nin hâfızası her hadise münasebetiyle bir şiir okuyabilecek
kadar kuvvetli idi.[51]
Hâfızasında yüzlerce şiir bulunan Hz. Âişe yüz altmış beyitlik bir kasideyi
ezbere okuyabiliyordu. Hz. Âişe güçlü hâfızası ve ezberindeki şiirler sayesinde
Arap toplumunun gözde edebî ifade tarzını yakalayabilecek belâğatli ve etkili
konuşmalar yapardı. Bu konuşmalar dinleyenlerde hayranlık uyandırırdı. Şüphesiz
çok büyük bir şöhrete sahip oluşunda, etkili ve güzel söz söyleme sanatında
güçlü hâfızasının etkisi büyüktü.[52]
2.
Edebî
Yönü
Hz. Âişe edebî yönü, fesâhat ve belâgatıyla ünlü bir
hatipti. Bu yüzden konuşması insanlara çok tesir ederdi. Babasının vefatı
üzerine kabri başında yaptığı dua,[53] Cemel Savaşı’ndaki hutbesi ve bazı mektupları onun edebî
kabiliyetini gösteren şaheser örneklerdir. Ayrıca Arap tarihi, ensâb ilmi,
câhiliye çağının içtimaî vaziyeti, örf ve âdetleri hakkında geniş bilgi sahibi
idi. Şiir ve edebiyat ile tarih ve ensâbı, bu konularda ihtisas derecesinde
bilgi sahibi olan babası Hz. Ebû Bekir’den öğrenmişti.[54] Hz. Âişe son derece fasih ve beliğ konuşurdu.
Öğrencilerinden Mûsa b. Talhâ: “Hz. Âişe’den daha fasih konuşan bir kimse
görmedim.” demiştir. Ahnef b. Kays ise, “Hz. Âişe’nin ağzından duyduğum söz
kadar muhteşem ve güzel söz duymadım.” demiştir.[55]
3.
İlmî
Yönü
Hz. Âişe, Hz. Peygamber (sas) vefat ettiği zaman çok genç
olmasına rağmen Kur’an-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’in (sas) sünnetini en iyi
bilen, anlayan ve muhafaza eden sahâbîlerin başında yer almaktaydı. O, hem baba
evinde, hem Hz. Peygamber’in (sas) yanında zekâsı, anlayış kabiliyeti, öğrenme
arzusu, kuvvetli hâfızası, aşk ve imanı sayesinde en iyi şekilde yetişti ve
başkalarına nasip olmayan bilgiler edindi. Hz. Peygamber’den (sas) aldığı feyiz
sayesinde İslâm esaslarının en mümtaz öğreticisi oldu. Hz. Âişe’nin elde
ettiği bilgiler sadece dini ilimlerle sınırlı değildi. Onun bilgisi Tarih, Tıp,
Edebiyat, Hitâbet, Arabistan tarihi ve Ensâb gibi alanlarda da ileri
seviyedeydi.[56]
O ilminin büyük kısmını babasından almıştır. Hz. Âişe’nin bazı tıbbî bilgileri
öğrenmesi ise Resûlullah’a gelerek ona bu hususta tedavinin nasıl yapılacağını
anlatan Arap heyetleri vasıtasıyla olmuştur. Urve ona: “Tıp ilmini nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorduğunda şöyle cevap
vermiştir: “Ömrünün sonlarında Resûlullah
hastalanınca her taraftan kendisine heyetler
gelir ve tedaviyle alakalı tariflerde bulunurlardı ve ben de o şekilde tedavi
ederdim, işte buradan biliyorum.”[57]
Hz. Âişe tabiplerin verdiği ilaçları öğrenir, bunları Resûlullah’a hazırlar,
katıldığı savaşlarda yaralıları tedavi eder ve yaralarını sarardı.[58]
Sünnet-i nebeviyyeyi nakil ve şerh etmekle kalmadı, aynı
zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî tenkit zihniyetini ortaya koydu.[59] Küçük yaşından itibaren Kur’an’ı ezberlemeye başlamış âyetlerin
kıraat tarzını iyice öğrenmişti. Bilhassa Medine’de nâzil olan âyetlerin nüzûl
sebeplerini, delâletlerini, tahlil ve değerlendirmelerini ve her âyetle nasıl
istidlâl edilip ondan nasıl ahkâm çıkarılacağını çok iyi bilirdi. Kur’an’ı en
iyi anlayanlardan biriydi. Kur’an-ı Kerîm’i tefsir etmiş, Sünneti de çok iyi
anlamış olan Hz. Âişe, hadislerden istinbât ve kıyas suretiyle yeni hükümler
çıkarırdı. Onun ictihad ve fetvaları, kendisinin bir fakîh ve müctehid olarak
kabul edilmesini sağladı.[60]
4.
Cömertliği
ve Yardımseverliği
Hz.
Âişe çok cömert ve yardımseverdi. Bir defasında Hz. Âişe’ye içerisinde yüz bin
dirhem bulunan iki çuval dolusu para gönderildi. Âişe bir tabak istedi, o gün
de oruçluydu, oturdu ve insanlara pay etmeye başladı. Akşam olduğunda geride
bir dirhem dahi kalmadı. İftar vakti geldiğinde: “Kızım iftar yemeğimi getir!” dedi. Hizmetçisi ona ekmek ve yağ
getirdi. Ümmü Zerre Âişe’ye: “Bugün
dağıttıklarından bize bir dirheme et alsaydın da onunla iftar etseydik!” dedi.
Bunun üzerine Âişe: “Beni kınama,
hatırlatsaydın bunu yapardım” dedi.[61]Başka
bir rivayette Urve, Hz. Âişe hakkında şunu söylemiştir: “Onun yetmiş bin dirhem sadaka dağıttığını gördüm. Bununla beraber eski
elbiseler giyinirdi.”[62]
Yine Urve’den rivayet edildiğine göre Hz. Âişe, kendi giysisini yamadığı hâlde,
yetmiş bin dirhemi sadaka olarak dağıtmıştı. Bu rivayet, Hz. Âişe’nin
cömertliği, ibadeti ve zühdünü göstermektedir.[63]
* Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslâm Tarihi ve Sanatları
Bölümü Öğretim Üyesi. omersabuncu@harran.edu.tr
[1] ez-Zehebî, Şemsüddîn
Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö. 748/1348), Siyeru
A‘lâmi’n-Nübelâ’, thk. Şuayb el-Arnavût, Müessesetü’r-risâle neşri, 2.
Baskı (23 cilt), c. 2, s. 415.
[2] İbn Sa‘d,
Muhammed b. Saʻd b. Menî el-Hâşimî el-Basrî (ö. 230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ,
2. Baskı, 9 cilt, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1418/1997, c. 8, s. 46.
[3] Zehebî, c. 2, s. 415.
[4] Nedvî, Süleymân, (1884-1953) Sîretü’s-seyyide Âişe ümmi’l-mü’minîn, 2. Baskı,
Dımaşk: Dâru’l-kalem, 1431/2010, s. 38.
[5] Müslüman olan ilk kişinin Hz. Ebû Bekir olduğu rivayet edilmiştir.
(İbn Saʻd, c. 3, s. 128).
[6] Ömer Sabuncu, Müminlerin
Anneleri, Ed. Adnan Demircan-Ömer Sabuncu, Siyer Yayınları, İstanbul 2017,
s. 148.
[7] İbn Saʻd, c. 8, s. 216; İbn Abdülber, Ebû ‘Umer Yûsuf b. Abdullah
b. Muhammed (ö. 463/1071), el-İsti‘âb fî Ma‘rifeti’l-Ashâb, thk. Ali
Muhammed el-Becâvî, 1. Baskı, 4 cilt, Beyrut, 1412/1992, c. 4, s. 1936.
[8] İbn Saʻd, c. 8, s. 216.
[9] İbn Abdülber, c. 4, s. 1936
[10] İbn Saʻd, c. 8, s. 216; Belâzürî, Ebü’l-‘Abbas Ahmed b. Yahya b.
Câbir el-Ma‘ruf (ö. 279/892), Ensâbü’l-Eşrâf,
thk. Süheyl Zekkâr-Riyâd Zirikli, 13 cilt, Beyrut: Darü’l-Fikr, 1417/1996, c. 2, s. 51.
[11] A. J. Wensinck, “Künye”, İA, c. 6, s. 1081.
[12] eş-Şâmî,
Şemsuddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. Ali b. Yûsuf es-Sâlihî ed-Dimaşkî,
(ö. 972/1536), Peygamber Külliyatı, çev. Halil İbrahim Kaçar, İstanbul,
Ocak Yayıncılık, 2004, c. 11, s. 184.
[13] Nebi Bozkurt, “Lakap”, DİA, c. 27, s. 65.
[14] el-Hucurât, 49/11.
[15] Âişe ismi, ‘a-y-ş kökünden alınmış olup lügat açısından Ayşe de
denir. (Zerkeşî, Bedrüddin, (ö. 794/1392) Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği
Eleştiriler, (Arapça adı: el-İcâbe li Îrâdi Ma’stedrakethu Âişe
ala’s-Sahâbe), Ankara: Otto Yayınları, 2010, s. 131).
[16] Sevgiyi ifade etme amacıyla söylenmiş olup küçültme kalıbıyla
(tasğîr) Ayşecik demektir.
[17] Bu şekilde kullanıma terhîm denilmektedir. Terhîm, nida halinde,
kolaylık olsun diye isimdeki son harfin atılmasıdır.
[18] Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA, c. 2, s. 202.
[19] el-Ahzâb, 33/6.
[20] el-Ahzâb, 33/6.
[22] İbn Saʻd, c. 8, s. 53; Şâmî, c. 11, s. 190.
[23] İbn Saʻd, c. 8, s. 51; Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA, c. 2, s.
201.
[24] İbn Hacer Ahmed b. Ali el-Askalânî (ö. 852/1448), Fethü’l-bârî
fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, 1. Baskı, 13 cilt, Kâhire, Dârü’l-menâr,
1999/1419, c.7, s. 117.
[25] İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmâil (ö. 774/1372), Hadislerle Kur’an-ı
Kerim Tefsiri, çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner, İstanbul, 1991, c.
11, s. 5847, 5848.
[26] Heysemî, Ebü’l-Hasen Nûruddîn Ali b. Ebî Bekir b. Süleymân (ö.
807/1405), Mecmâ‘u’z-zevâid ve menba‘u’l-fevâid, Beyrut, Dârü’l-fikr,
1412/1992, (10
cilt), c. 9,
s. 386.
[27] Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA, c. 2, s. 202.
[28] İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem el-İfrîkî el-Mısrî (ö. 711/1311),
Lisânü’l-Arab, 3. Baskı, 18 cilt, Beyrut: Dâru İhyâü’t-türâsü’l-Arabî,
1419/1999, c.
3, s. 317.
[29] Şâmî, c. 11, s. 184.
[31] en-Nûr, 24/26.
[34] Nedvî, s. 41-42.
[35] İbn Saʻd, c. 8, s. 62.
[36] İbn Saʻd, c. 8, s. 63.
[37] İbn Sa‘d, c. 8, s. 61; Belâzürî, c. 2, s. 51; Şâmî, âlimlerin çoğuna göre bu görüşün sahih
olarak kabul edildiğini kaydetmektedir. (Şâmî, c. 11, s. 205).
[38] İbn Kudâme el-Makdisî, Muvaffikuddîn Ebû Muhammed Abdillah b.
Ahmed b. Muhammed (ö. 620/1223), et-Tebyîn fî Ensâbi’l-Kureşiyyîn, thk.
Muhammed Nayif er-Düleymî, 2. Baskı, Beyrut: Mektebetü’n-nehdetü’l-Arabiyye
neşri, 1408/1988, s. 75.
[39] İbn Zebâle, Ebü’l-Hasen Muhammed b.
el-Hasen b. Zebâle el-Medenî el-Mahzûmî (ö. 199/814), el-Müntehab min
kitâbi ezvaci’n-Nebî, Ebû
Abdullah Zübeyr b. Bekkar b. Abdullah Zübeyr b. Bekkar, (ö. 256/870); thk.
Ekrem Ziya Ömerî, Medine, el-Câmiatü’l-İslâmiyye, 1981/1401. (Talebesi Zübeyr
b. Bekkâr bu kitabı hocasından aldığı bilgilerle yazmıştır. Bkz. Çetin, Osman,
“İbn Zebâle”, DİA, c. 20, s. 458), s. 39.
[40] İbn Sa‘d, c. 8, s. 61.
[41] İbn Kuteybe, s. 80.
[42] Sahâbe, Hz. Âişe’nin vefatına üzüntülerini “Şayet ortam müsait
olup durum el verseydi Hz. Âişe için feryat edip ağlardım.” gibi ifadelerle
dile getirmişlerdir. (İbn Sa‘d, c. 8, s. 62).
[43] İbn Sa‘d, c. 8, s. 64
[44] İbn Zebâle, s. 42; İbn Sa‘d, c. 8, s. 61.
[45] İbn Zebâle, s. 43; İbn Kudâme s. 340; Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA,
c. 2, s. 202.
[46] Âişe Abdurrahman, s. 251; Kazıcı, s. 153.
[47] İbn Saʻd, c. 8, s. 55.
[48] Medine’ye üç konaklık mesafede bir yerdir.
[49] İbn Saʻd, c. 8, s. 57.
[50] Belâzürî, c. 2, s. 42.
[51] Seligsohn, M., “Âişe”, İA, 13 cilt, Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 1997, c. 1, s. 230.
[52] Abbott, Seligsohn, M., “Âişe”, İA, 13 cilt, Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 1997, s. 193.
[53] Dua için bkz. Zerkeşî, s. 151-152.
[54] Mustafa Fayda, “Âişe”, DİA, c. 2, s. 203.
[55] Nedvî, s. 306.
[56] Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Mehmet Yazgan,
İstanbul: Beyan Yayınları, 2004, s. 638.
[57] Belâzürî, c. 2, s. 46-47; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’,
c. 3, s. 161.
[58] Nedvî, s. 302-303.
[59] Zerkeşî, s. 19.
[60] İbn Hazm’ın Cevâmi’us-Sîre adlı eserinde sahâbe arasında 20
kadar kadın hukukçunun adı geçmektedir. (Hamidullah, s. 638).
[61] İbn Saʻd, c. 8, s. 53; Şâmî, c. 11, s. 203.
[62] İbn Saʻd, c. 8, s. 53.
[63] Zerkeşî, s. 162.
Maşaallah. Allahü Teâlâ razı olsun. Genç nesillere dinimizi, Sahabeler ve özellikle Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellemi anlatmak lazım. Sevdirmek, tanıtmak lazım. Onlara layık olabilmeyi telkin etmek, yaşamayı öğretmek lazım efendim. Bol bol namaz konusunu da işlemek lazım.
YanıtlaSilAllahü Teâlâ'ya emanet olunuz Mehmet Sabuncu hocam.
Ok
YanıtlaSilAllah razı olsun.
YanıtlaSilProje ödevinizin konusu neydi söylebilir misiniz acaba?
SilÇok teşekkürler proje ödevim için bu yazılara ihtiyacım vardı
YanıtlaSilAişe annemizi iyi tanımadığımız kesin...Bu konuda yazılmış kaç kitap, kaç araştırma var:
YanıtlaSilBirkaç tane??
Emeğinize sağlık
YanıtlaSil