İslamtarihi.info: Merhaba hocam, öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Türkiye’de İslam Tarihi denilince akla gelen isimlerden birisiniz. Mehmet Şeker kimdir? Bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Hay hay… Ben Konya İnlice köyünde dünyaya geldim. Yani asıl olarak Konyalı bir ailenin çocuğuyum. İlkokulun bir ve ikinci sınıflarını köyümüzde okuduktan sonra İzmir’e nakl-i mekân eyledik. Burada ilkokulu, ortaokulu-İmam Hatip okulunu- ve Yüksek İslam Enstitüsünü (YİE) tamamladım. İzmir YİE’nin ilk öğrencilerinden ve ilk mezunlarındanız. İlk mezunlarını 1970’de vermişti. Aslında ben YİE giriş sınavına 1966’da İstanbul’da girdim ve kazandım. Fakat o sıralarda İzmir açılınca; gitmek isteyenler oraya başvursun denildi. Biz de ailemize yakın olmasından dolayı orayı tercih ettik ve bu vesile ile İzmir’in ilk öğrencisi olduk. Mezun olduktan sonra, Ekim 1970’de Manisa İmam Hatip okuluna öğretmen olarak tayinim çıktı. 1974’e kadar burada görev yaptım. O sırada lise, öğretmen okulu gibi yerlerde derslere girdim. Ardından 1974-75 öğretim yılında İzmir Atatürk lisesine Din Kültürü öğretmeni olarak atandım. 75 yılının Nisan ayında da Erzurum’a, YİE’ye İslam-Türk Medeniyet Tarihi öğretim üyesi olarak tayinim çıktı. O zaman dersin adı da bu şekildeydi. Birinci sene stajyer gibi görev yaptık. Ondan sonraki yıl da asaleten tayin edildik. Ben o sırada doktora çalışmalarına başlamıştım. Ardından burada idarecilik görevi de yaptım. 1979 yılında ise hem idareci hem de aynı bölümde öğretim üyesi olarak İzmir’e atandım. İki sene sonra 1982 yılında 2547 sayılı kanun çıkınca, YİE’ler üniversiteye İlahiyat Fakülteleri olarak intikal ettiler. İzmir YİE de Dokuz Eylül Üniversitesinin bünyesine katıldı. Bu intikalden sonra ben yardımcı doçent oldum ve dekan yardımcısı olarak 1984 yılına kadar görevimi sürdürdüm.
Geriye doğru dönersek 1973 yılında dokuz aylığına Bağdat’a gittim. Eskiden MEB’in “bilgi görgü ve ihtisası artırma” adı altında verdiği burslar vardı, ondan yararlandım. Dokuz ay dedim ama Nisan ayının 15’inde gittik, Mayıs ayının sonunda dersler bitti. Dolayısıyla Eylül’e kadar dört ay Bağdat’ın sıcağını çekmeyelim diye Şam’a geçtik. Üç ay arkadaşlarla beraber burada kaldık ve özel dersler aldık. O sırada Şam’da bu gelenek hala devam ediyordu. Şuan var mı bilemiyorum ama o zaman vardı. Hocalar bir ders halkası kuruyorlar ve kitaplar okuyorlardı. Tefsir, Hadis, Akaid ve orada yetişmiş Türk arkadaşlardan Arap diline dair eserler okuduk. Hâsılı yeniden Bağdat’a döndük; süremiz doluncaya kadar üniversitede kalıp Türkiye’ye dönüş yaptık. 73 yılındaki maceramız böyle sonuçlandı. 1984’te üniversite bünyesine geçince bu sefer Tunus’a gittim ve bir buçuk sene kaldım. Orada da doçentlik sınavına girmek için Fransızca ile ilgilendim.
Benim öğrenciliğimden beri bir özelliğim vardır. Bulunduğum yerlerde bir şeyler görürsem onu kitap haline getirmek isterdim. Ben İzmir YİE’de okurken İzmir’in Selçuk ilçesinde de vaizlik görevi yapıyordum. Selçuk ilçesinin önemli tarihi eserlerinden biri olan Aydınoğulları beyliği zamanında yapılmış İsa Bey Camii vardır. Aydınoğlu İsa Bey’in kendi adıyla anılan bu cami günümüze kadar gelmiş, ama oldukça ihmal edilmişti. Bazı tarafları yıkılmış ve restoreye ihtiyacı vardı. Bunu gündeme taşımak için bir takım faaliyetlere giriştik ve bununla ilgili bir kitap hazırladım. O zaman İslam-Türk Medeniyeti Tarihi hocamız, daha sonra profesör olan, Ethem Ruhi Fığlalı’ydı. Hocamızın yönlendirmesiyle o kitabı hazırladım ve 70 yılında benim ilk yayınım çıkmış oldu. İkincisi ise… 71 yılında Milliyet gazetesinin düzenlemiş olduğu bir yarışmaya katıldım. Gazete Malazgirt zaferinin 900. Yılı münasebetiyle bu konuyla ilgili olarak yazılacak eserler arasında bir yarışma tertip etti. Osman Turan, Abdülbaki Gölpınarlı, Mustafa Akdağ gibi bu sahada çalışan hocaların jüri üyesi oldukları bir yarışmaydı. Bu yarışmaya ben “Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması” adını verdiğim bir çalışmayla katıldım. Bu çalışma ikincilik ödülü aldı ve 73 yılında kitaplaştırdım. Dolayısıyla bu da ikinci yayınlanmış eserim oldu. Böylece akademik hayata daha öğrenciyken başlamış oldum. Tabii o zamanlar doktora çalışması da yapmak istiyordum. YİE mezunu olduğumuz için yeniden lisans okumadan doktora yapma imkânımız yoktu. Fakat o sırada Atatürk Üniversitesi senatosu YİE mezunlarına doktora yapma imkânını verdi. Ben de Erzurum’da doktoraya başladım. Fakat araya Bağdat girince aksadı ve uzadı. Konum da XVI. yy. da yaşamış Osmanlı Tarihçilerinden “Gelibolulu Mustafa Âli’nin hayatı ve Mevaidü’n-Nefais fi Kavaidi’l-Mecâlis” adlı eserinin edisyon kritiği idi. Danışman hocam da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi hocalarından Prof. Dr. Hüseyin Gazi Yurdaydın’dı. Hocanın yanına da doktora sırasında fazla gidemiyordum, ancak asıl sorun eserin yalnızca bir buçuk nüshası vardı. Bir nüsha tam gibi görünüyor, bir diğer nüsha ise Bursa’da ve yarım olarak istinsah edilmişti. Eserin bir başka nüshası çalışmanın üzerinden kaç sene geçmesine rağmen hala çıkmadı. Ben mevcut nüshaları bir araya getirerek yeni bir nüsha ortaya koymuş oldum. Ama bunlar için mutlaka İstanbul’a gelmem gerekiyordu bu yüzden senenin belli aylarında Erzurum’dan İstanbul’a birkaç defa geliyordum. İstanbul ve Bursa’da çalışıyordum. Bu dönemde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve Süleymaniye Kütüphanesindeki yazmaları taradım. Çünkü dönemin diğer tarihçilerini de tanımak icap ediyordu. O zaman ilginç bir imkân doğdu benim için: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsünde 1915’li yıllarda Gelibolulu Mustafa Âli üzerine bir lisans mezuniyet tezi yapılmış. Tabii o zaman mezuniyet tezleri çok ciddi tezlermiş. Bugün rahatlıkla doktora verilebilecek tezler olduğunu ben o zaman müşahede ettim. Bir bayanın Osmanlıca olarak yazmış olduğu bu tezi ben defalarca okudum ve çok şükür fotokopi imkânı vardı o zaman ve fotokopi yaparak da faydalandım. Velhasıl ona yeni bilgiler de ilave ettik. Daha başka kaynakları da taradım. Sonuçta tezi yazmaya başladım. Ancak edisyon kritik yapmak oldukça zordu, çünkü bugünkü bilgisayar imkânı yoktu. Daktiloyla yazıyorum. Harflerin işaretlerini koymak için şaryoyu çeviriyorum. Altına nokta veya çizgi koyuyorum. Harfin ha’mı hı’mı kaf’mı olduğunu bu şekilde belirtiyorum. Sonuçta metin ortaya çıktı. Metnin üzerine de tahlil ve yorumlar yaptık. Bu benim için iğneyle kuyu kazmak gibi bir şeydi. Çok zordu benim için. Tabii bu arada YİE’de İslam- Türk Medeniyeti Tarihi derslerine de giriyorum.
İslamtarihi.info: 80’den sonrada İslam Türk olarak kaldı mı hocam, ne zaman Türk İslam olarak evrildi?
Kaldı evet. Zannediyorum o dediğiniz 82’den, Fakülte olduktan sonra oldu. Veya tersi de olabilir. 82’den önce Türk İslam Tarihi. 82’den sonra İslam Türk Tarihi. Şu anda mevcut programda İslam medeniyeti olarak geçiyor.
Bu vesileyle önceliği doktora tezine verdim ve onu hazırladım. Tunus’a gittim ve orada beni ilgilendiren bir şey var mı diye araştırırken, Osmanlılar zamanında yapılmış olan eserleri gördüm. Türbeler, mescitler, askeri kışla binaları ki çoğunlukla bunlar vardı.
Bunların üzerinde Osmanlı Türkçesiyle yazılmış kitabeler vardı. Fransız Profesör Robert Matran bunlardan dokuz tanesini tespit etmiş ve yayınlamış. Bunu görünce ben baktım; yenilerine ulaştım. Dokuz taneye yedi tane daha ilave ettim ve on altıya çıkardım. “Başşehir Tunus'ta Türkçe Kitabeler” diye bir çalışma oldu. Bunu da kitaplarım arasında yayınladım. Bu arada 1981 yılında Ziya Kazıcı Hoca'yla beraber Türk-İslam Medeniyeti Tarihi adlı kitabı yazdık. Bu kitap, ders kitabı mahiyetinde hazırladığımız eserlerden birisidir. Ardından artık çalışmalara devam ediyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı sosyal kurumları ele alan bir çalışma istedi benden. Bunun üzerine “İslam'da Sosyal Dayanışma Müesseseleri” adıyla da bir başka eser Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasında yayımlanmaya devam ediyor. “Fetihlerle Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması” eserinin ilk yayını 1973 yılında Ötüken Yayınları tarafından yapıldı. Daha sonra muhtemelen 1984 yılında Diyanet İşleri Yayınları tarafından yayımlanmış ve hala yayımlanmaya devam etmektedir. Fransızcadan doçentlik sınavını geçinceye kadar eser vermeye eğilmedim. Doçent unvanını aldıktan sonra biraz hızlandım. Bunu da eserlerden görüyorum. Bilhassa İslam Müesseseleri diyebileceğimiz alanda çalışmalara yöneldim. 1990 sonrası çalışmalarda mesela ahilikle ilgili... Kültür Bakanlığı ahilikle ilgili bir yarışma açtı. O yarışmada 1993 yılında çalışmama mansiyon ödülü verildi. Sonra o çalışmamı kitap yaptılar. “İbn Battuta'ya Göre Anadolu ve Sosyal Kültürel Hayatıyla Ahîlik” kitabı Kültür Bakanlığı Yayınları arasında yayınlandı. Ben ahilikle alakalı çalışmalara devam ettim. Ahiliğin en önemli kaynağı fütüvvetnâmelerdir. Bir fütüvvetnâmeyi yazma olarak buldum. Adı Muhtasar Fütüvvetnâme olarak veriliyor. Onun üzerine biraz eğildim. Sonuçta o eseri edisyon kritik olarak inceledim. Baş kısmına araştırma kısmı ekledik. Adını “İslam-Türk Medeniyet Tarihinde Ahilik ve Fütüvvetnâmeler” adıyla yayınladık. Zannediyorum o kitap da alanında aranan bir kitap oldu. Bu arada eğitim tarihiyle ilgili yazma eserler arasında bulunan Ali b. Hüseyin el-Amâsî tarafından yazılmış “Tarîku'l-Edeb” benim çalışmalarım arasında akademik olarak aranan bir kitap oldu. Bu eserden çeşitli araştırıcı ve yazarlar bahsetmişler. Fakat eseri latinize eden veya günümüz Türkçesinde yayınlayan çıkmamış. Tariku’l-Edeb On beşinci yüzyıl eserlerindendir ve İstanbul'un fethedildiği yıl yazılmıştır. Tarih düşürmüş; İstanbul'un fethine de tarih düşürmüş ve eseri de o tarihte bitirmiş. Bu eser benim çalışmalarım arasında önemlidir. Çünkü bu eser, Osmanlı eğitim tarihinin ilk eserlerinden birisidir. Çocuğun eğitimi nasıl olacak? Tarîku'l-Edeb derken bunu kastediyor. Bir ahlak kitabı değil... Hatta âdâb-ı muaşeret ve görgü kurallarından da bahsediyor. Tarîku'l-Edeb'in benim akademik hayatımda önemli bir yeri vardır.
İslamtarihi.info: Keyif alarak yaptınız. Pratik faydasını gördünüz mü?
Halil Hoca! Edisyon kritiklerde çalışanlar çok faydasını görmezler. Okuyanlar ve araştırma yapanlar faydasını görürler. Çünkü iğneyle kuyu kazar gibi çalışıyorsunuz. Ama sonuçta tabii eser ortaya çıkıyor.
İslamtarihi.info: Pratik faydası derken somut insanlara faydasını gördüğünüz...
O eserde şöyle bir şey var: Yazar, çok Farsça metinler seçmiş. Bu metinler Sâdî'nin Dîvânı'ndan alınmış şiirler... Bu metinleri önce bulmak lazımdı. Bunun yanı sıra çokça hadis vardı. Bu hadislerin ulaşabildiğimiz kadar kaynaklarına ulaştık. Bu eser bugün aranıyor. Baskısı bitmiş. Yeni baskısını yapmak için elden geçirmek lazım. Ama benim akademik hayatımda önemli bir yer aldı Tarîku'l-Edeb. Sonra ahilikle ilgili çalışmalara devam ettim. Zaman zaman çeşitli toplantılara katılarak yeni bazı kaynaklara ulaştık. Mesela Türkçe Fütüvvetnâmeler hakkında Abdülbaki Gölpınarlı tarafından çalışmalar yapılmış. Biz de ona yeni bazı şeyler katmaya çalıştık. Aslında o alanda yapılacak çok şey var.
Bu arada ben Osmanlı arşivlerine girdim. Arşivde ihtidalarda ilgili bazı problemlerle karşılaştım. Onları araştırırken karşıma bazı kavramlar çıktı. Pek bilinmeyen kavramlardı. İhtida için kullanılan kavramlar şeklinde bir eserin yazılması gerektiğine kanaat getirdim. Ve örneklerle “Osmanlı Arşivlerinde Arşiv Belgelerinde İhtida ve Mühtedîler” diye bir kitap oldu o da... Şeref-i İslam ile müşerref olmak veya ihtida etmek gibi bazı kavramlar kullanılıyor. Bu kavramlar "nasıl kullanılıyor, hangi anlamda kullanılıyor?" bunları ele alan bir kitap oldu. Çok şükür bu da bizim ilmî hayatımızın önemli bir eseri olarak bugün okunuyor.
Ayrıca İslam-Türk Medeniyet tarihi denilince medeniyet tarihimizin simaları üzerinde durduk. Ahmed Yesevî'den başladım ben. Türkler İslamlaştıktan sonra eser vermiş; onlara İslam'ı sevdirmiş bir kişi olarak Ahmed Yesevî'yi ele aldım. Ondan sonra yine edebiyat tarihimizin önemli ismi olarak kabul edilen ve eseri okutulan Edib Ahmed Yüknekî var. Atabetü'l-Hakâyık... Bunlarda toplum hayatı hakkında bilgiler var mı? Böylece ben, geriye giderek Anadolu'ya gelmek istedim. Anadolu'da Yunus Emre'yi ve Hacı Bektaş'ı model olarak almaya çalıştım. Bunların eserlerindeki insan ve toplumla Ahmed Yesevî'deki ve Edib Ahmed Yüknekî'deki insan ve toplumdaki ortak noktaları ve farklılıkları gösteren bir çalışma ortaya çıktı. “Türkistan'dan Anadolu'ya İnsan ve Toplum” adıyla onu yayınladık. Bu çalışmalar devam ederken ayrıca kitap olmuş eserlerden editörlüğünü yaptığım kitaplar var. Ahmed Yesevî''yle ilgili bir sempozyum yapılmıştı. Bu sempozyuma gelen bildirileri sonradan derleyip kitap yaptık. Hatta iki sempozyum birleştirilerek Ahmed Yesevî ve Eserleri diye yayınlandı. O arada İzmir'in Tire ve Ödemiş ilçesinde iki ayrı sempozyum yapıldı. Türk Kültüründe İmam Birgivî ve Türk Kültüründe Tire diye iki ayrı çalışma oldu. Sonra Tire'nin ikincisi yapıldı. Türk Kültüründe Tire 2 diye yayınlandı. Bunlar Diyanet Vakfı'nın yayınları arasında çıkan yayınlardır. Fakat Türk Kültüründe Tire 2 adlı kitap Tire Belediyesi tarafından basılmıştır. Bu arada Türk Tarih Kurumu'nda yapılan bir toplantıda "Anadolu'da beylikler devri Türkiye'de ihmal edilen bir dönemdir. Bunların çalışılması gerekir." diye bir teklifte bulunuldu. Biz de iki arkadaş, önce Batı Anadolu'dan başlayalım diye Batı Anadolu beyliklerini ele alan Anadolu Beylikleri Döneminin Kültür ve Medeniyet Tarihi konulu uluslararası sempozyum düzenledik. Bunların ilki 2011 yılında Aydınoğulları olarak yapıldı. Sonra Türk Tarih Kurumu tarafından kitap olarak yayınlandı. İkincisi iki yılda bir yapıyorduk. 2013 yılında Menteşeoğulları olarak yapıldı. O kitap bu yıl yayınlanabildi. Ardından Germiyanoğulları Beyliği yapıldı. Onun da kitabını hazırladık. Türk Tarih Kurumu'nda yayın sürecinde yayınlanacak. Sempozyumları 2 yılda bir yapıyorduk. İkincisi 2012’de Menteşoğulları olarak yapıldı. Onun kitabı da daha bu yıl yayınlanabildi. Ardından Germiyanoğulları Sempozyumu’nu yaptık. Germiyanoğullarının kitabını da hazırladık, o da TTK’dan yayınlanacak kitaplar arasında. Geçen yıl Saruhanoğulları Beyliği’ni hazırladık. Uluslararası seviyede beyliklerin hem kültür tarihini, medeniyet tarihini, ekonomik hayatını, sanat tarihi bakımından önemini, bıraktıkları eserleri ve tabii bu arada siyasi tarihini de ele alan bildiriler yer alıyordu. Bu beyliklerin uluslararası seviyede de incelendiğini görmüş olduk ve yaptığımız sempozyumlara hakikaten iyi bildiriler geldi. Tahmin ettiğimizin üzerinde ilgi gördü. Bu ilginin sonucu olarak Orta Anadolu’dan teklif aldık. Bir de Orta Anadolu Beylikleri serisi başlatalım, dediler ve ilkini Beyşehir’de Eşrefoğulları Beyliği Sempozyumu olarak yaptık. O da TTK’nın yayınlayacağı eserler arasında. Geçtiğimiz yıl da Karamanoğulları Beyliği Sempozyumu yaptık. O da tamamlandı. Onun kitabı da Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi yayınları arasında bu yıl yayınlandı(20016).
İslamtarihi.info; Bu çalışmaların İlahiyatçılar tarafından yapılmış olması önemli değil mi?
İlahiyat ve tarih ortak çalışıyoruz. Ama lokomotifliğini İSTAD yapıyor. Bu sene de kısmetse gelecek Kasım ayında Uluslararası Ramazanoğulları Beyliği Sempozyumu yapacağız. Ona da rağbet var. Yaklaşık 50 bildiri başvurusu mevcut. İnşallah o da sonuçlanır. Yani bütün bu çalışmaların patronajını yürüten biri olarak söyleyebilirim ki rağbet görüyor ve beğeniliyor. Gerek yurtiçinden gerek yurtdışından gelenler memnun ayrılıyorlar. Onun dışında Açıköğretim fakültesi bünyesinde açılmış olan İlahiyat programlarına yine bir hazırlık yapmış idik. Şu an yıl olarak kesin tarih veremeyeceğim ama Süleyman Genç Hoca (İzmir 9 Eylül Üniversitesi İslam Tarihi Bölümü) ile Türk Medeniyet Tarihi kitabı hazırladık. Orada 10 sene okundu. 2006 veya 2008 yılında da İslam Kurumları ve Medeniyeti olarak okunmaya başladı. Onda da kitap içindeki üniteleri yazdık. İnşallah ben daha önceki kitabı (Türk Medeniyeti Tarihi) müstakil bir kitap olarak ele almak istiyorum. Bu arada 2010’da yürütmeye başladığımız daha büyük bir proje var. O da yine TTK’daki müzakereler sırasında ortaya dönemin başkanının teklifi ile ortaya çıktı. Türkiye’de yazılmış yerli müelliflerin kaleme aldıkları bir İslam tarihi yok, dendi.
İslamtarihi.info: Cumhuriyet sonrası mı?
Evet evet. İslam tarihi olarak yazan yok. Tercümeler var. Doğuştan Günümüze İslam Tarihi var. Ziya (Kazıcı) Hoca’nın ilave olarak yazdığı, başkalarının da yazdığı kitaplar var; ama bütün olarak bu tarzda bir çalışma yoktu. 2010 yılında başladık biz böyle bir eserin yapısını hazırlamaya. Şu anda bitti. İçinde bulunduğumuz Siyer Vakfı bunları yayınlıyacak, inşallah. 2017 yılında set halinde çıkacak. İslam Tarihi ve Medeniyeti adında, 14 cilt olacak. Her cildin farklı bir editörü var. İlk cildin editörleri Hüseyin Algül ile Rıza Savaş hocalar, 2. cildin editörleri Ahmet Önkal ile Mehmet Ali Kapar Hocalar, 3. cildin editörü Adnan Demircan Hoca, 4. cildin editörü Mehmet Özdemir Hoca, 5. cilt Abbasiler dönemi ile ilgili ve editörleri Nahide Bozkurt ile Mustafa Demirci hocalar, 6. cilt Abbasiler dönemi hanedanlarını konu alıyor ve editörleri Mustafa Demirci ve İsmail Hakkı Atçeken Hocalar, daha sonra yine Abbasiler dönemine bağlı olarak kurulan Abbasi dönemi Türk devlet ve hanedanlarını ele alan müstakil bir cilt var ki editörlüğünü Hanefi Palabıyık ve Osman Çetin Hocalar yaptılar. Sonra Selçuklular dönemi.. Onun editörlüğünü de Mehmet Ersan Hoca (Ege Üniversitesi Tarih Bölümü) yürütüyor. Anadolu Beylikleri cildinin editörlüğünün Levent Kayapınar ve Yusuf Ayönü (İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi) yaptılar. Osmanlı cildinin editörlüğünü de Şefaattin Severcan Hoca yaptı. Bu siyasi tarih idi. Medeniyet tarihini ise iki cilt halinde yayınlayacağız. İlk cildin editörleri Mefail Hızlı ve Ziya Kazıcı oldular. Osmanlı cildinin editörü de Şefaattin Severcan, İslam Medeniyeti cildini Mefail Hızlı ile Seyfettin Erşahin yürüttüler. Böylece İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi hocalarını ve Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mensubu olan hocalarımızın bir araya gelişi ile ortaya çıkmış bir proje oldu. Çalışmanın koordinatörlüğünü ise fakir yürütmekte.
İslamtarihi.info: Dediğiniz gibi İslam Tarihi projesinin ilahiyatçıların önderliğinde yapılması çok önemli.
Evet, biz şu anlayışla hareket ettik: İslam Tarihi bir bütündür. Bugüne kadar gelen tarih İslam tarihidir ve daha da kıyamete kadar devam edecektir. Bu yüzden biz hiç olmazsa bugüne kadar gelen kısmını ortaya koyalım, bizden sonrakiler de devamını getirirler diye düşündük. Tematik bir çalışma oldu bu eser. İnşallah çıkınca hem akademik çevrede hem de entelektüel çevrede bir boşluğu dolduracağını ümit ediyorum. Benim kendi çalışmalarıma gelince, bunları derleyip toparlamaya çalışıyorum. Dağınık olanları bir araya getirip kitap yapmaya gayret ediyorum; mesela, vakıflarla ilgili yazıp ettiklerim var onları henüz kitaplaştıramadım. O iş bekliyor; ama ondan önce bir ara ben Kıbrıs’a gitmiştim; 1986’da. Kıbrıs’ta Denktaş’ın misafiri olarak bir hafta kadar arşivlerde çalıştım. O sırada elime yayınlanmış Rumca bir kitap geldi. Bir manastırdan çıkan Osmanlı Türkçesiyle yayınlanmış arşiv belgelerinden oluşuyordu. Onlar üzerine çalışmaya başladım. Çünkü o dönemde ben Müslim-gayrimüslim ilişkilerini ele alan bir çalışma yapmıştım, “Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi” ile ilgili. O çalışmada bu arşiv malzemesini de kullandım. Çalışmamı yaparken bir yandan da 1973’de yayınlanan bu belgeleri latinize ederek başına bir giriş ilavesiyle eser haline getirmiştim ve bir kenarda bekliyordu. Geçen yıl da “Osmanlı Belgelerine Göre Kiko Manastırı” adıyla bu eser de Kıbrıs’ta yayınlandı.
İslamtarihi.info: Mayıs’ta Kıbrıs’ta düzenlenecek bir sempozyum daha var.
Evet gideceğim inşaallah. Bu aralar Kıbrıs’la ilgili genç meslekdaşımız Fatih Yahya Ayaz’a ait yeni bir kitap da çıktı. Bu alanda çalışmak gerekiyor. Önümüzdeki günlerde ele alacağımız konulardan birisi de şehir tarihçiliği üzerine yapılan çalışmalar. Şimdi ben yılda birkaç sempozyuma bildiri hazırlıyorum ve bu bildirilerde ilkem yeni şeyler söylemek. Hatta eskiden söylediklerimi tamamlıyorum ve yeni ilaveler yapmak suretiyle bildiriler hazırlıyorum. Bizim düzenlediğimiz ve başında bulunduğumuz en az iki sempozyum oluyor yılda. Bundan ayrı bir de İslam tarihçilerinin koordinasyon toplantılarını organize ediyoruz. Bu vesileyle İslam Tarihçileri Derneğinden de bahsedelim. Dernek 2010 yılında kuruldu fakat temeli 2009’daki Urfa koordinasyon toplantısında atıldı. “Daha çok İstanbul’a yakışır bu” dedik ve görev İstanbul’daki arkadaşlara tevdi edildi, fakat yaklaşık bir sene sonra arkadaşlar dedi ki;” Biz İstanbul’da bunu yapamayacağız.” Ankara da üstlenmedi ve görev bize kaldı. Biz de derneğin merkezini İzmir’de kurduk ve 2010’dan beri faaliyetteyiz. Her sene mutlaka bir koordinasyon toplantısı yapılıyor. Fakat toplantılara katılacakların iaşelerini sağlayacak ev sahiplerine ihtiyaç var. Diyarbakır’da yaptık, Şanlıurfa’da yaptık, Elazığ’da yaptık. Bu sempozyumlarda mesela Diyarbakır’daki “İslam Medeniyetinde Diyarbakır” oldu. Geçen sene de Şanlıurfa’da “İslam Medeniyetinde Şanlıurfa” oldu. Orada ciddi tebliğler de sunuldu, tartışmalar da yapıldı. Ama dernek olarak koordinasyon toplantısının tam hakkını veremedik. O yüzden kısmetse, gelecek sene koordinasyon toplantısını müstakil olarak İslam Tarihinin problemlerini konu alarak yapmayı planlıyoruz. Belki size de gelmiştir onun duyurusu. Önümüzdeki sene mayıs ayında tarihler çakışmasın Sivas’ta…
islamtarihi.info: Nisanın sonunda hocam.
Tamam, o zaman 19-20 Mayıs'ta da inşallah Sivas’ta, Sivas’ın ev sahipliğinde koordinasyon toplantısını yapacağız. İşte dernek bir, bu faaliyetleri yürütüyor, ikinci kitap hazırlığından bahsettik genişçe. Koordinasyon toplantılarını düzenliyor. Onun dışında yine bir de 2010 yılında başlattığımız yurt dışı gezileri, İslam dünyasını tanıma araştırma inceleme gezileri düzenliyor idik. Hicaz’la başladık, üst üste birkaç sene Endülüs’e gidildi.
Endülüs - İspanya gezileri çok faydalı oldu. Balkanlara gidildi birkaç defa. Geçtiğimiz yıllarda Özbekistan’a ve İran’a gittik. Bu geziler 2010’dan beri devam ediyor. Derneğimize üye olan İslam tarihçilerinin dışındakiler de sırf gezilerin cazibesi yüzünden üye olmak istediler. Onlara da bu imkanı verdik ama artık biraz frene bastık. Ayrıca gezileri daha faal ve daha faydalı hale getirmeyi düşünüyoruz. Bakalım nasipse önümüzdeki sene tek bir yere gezi düzenleyerek. Mesela ilk planda Kudüs isteniyor. Bu gezilerde de şunu yapıyoruz, istekler göz önüne alınıyor. Mesela Kudüs uzun zamandır söylenen bir yerdi. İran’a o vesileyle gidildi. Yani fert olarak gidemeyeceğimiz yerlere toplu olarak gidebilmenin yollarını bulmaya çalışıyoruz. Geziler o yönden faydalı oluyor bazı yönleriyle. Her ne kadar bazı arkadaşlar tarafından eleştirilse de gezilerin, ben faydalı olduğuna inanıyorum. Çünkü ilk gezimiz Hicaz'a oldu. Mesela 2010 yılında umre yaptık. Bu aynı zamanda bölgeyi, Mekke ve Medine'yi özellikle görmek suretiyle İslam tarihi hocaları olarak bizlerin bölge hakkında bilgi sahibi olmamız gerektiğini anladık. Daha önce görmüş olanlar bile bilgilerini yenilediler. Hiç görmeyenler orada bilgi edinmiş oldular. Bu bakımdan biz, buna hicazdan başladık, İslam tarihinin başlangıcı olarak. Tabii doğru olanı da buydu. Onun arkası gelmedi isteniyor. Önümüzdeki yıllarda inşallah ikinci bir hicaz gezisi düşünüyoruz kısmetse, Allah ömür verirse.
islamtarihi.info: İslam tarihçileriyle hicaz bir başka olur.
Evet ve çok faydalı olmuştu 2010 yılında yaptığımız. Şimdi altı sene geçti. On sene geçmeden bir gezi daha yapmamız gerekir. Genç arkadaşların da görmeleri bakımından faydalı olur diye düşünüyorum.
İslamtarihi.info: İnşallah.
İşte benim akademik hayatım ve sosyal hayatım böyle devam etti, geldi bu zamana kadar.
İslamtarihi.info :Peki hocam çalışmalarınızda hocalarınızdan sizin çalışmalarınıza tesir ettiğini düşündüğünüz yahut sizi bu alana sevk eden bir hoca…
Bu konuda, Tabii ki etkilendiğim hocalar oldu. Ama ilk planda adını zikretmem gerekir. Ethem Ruhi Fığlalı hoca, hem hoca olarak hem derslerdeki anlatışıyla, hem de ilgisi sebebiyle etkili oldu bende. Onun birçok bakımdan beni yönlendirdiğini de kabul etmem lazım. Daha sonra birçok hocayla tanıştım ben. Hem kendi hocam olarak, hem de mesela bugün rahmetli olmuş Osman Turan gibi tarihçilerin duayeni olarak kabul edilen hocalardan veya Halil İnalcık hoca yakında kaybettiğimiz. Bir görüşmemizde benim doktora tezimden hoca benim adımı hatırlıyormuş ilk tanıyınca “yahu sen misin” dedi. “iyi altından kalkmışsın ‘Âlî’nin” dedi. Böyle yani bizim ilahiyat kökenli olup da tarihçi olan hocalarımız başarılı olarak görülüyorlar. İsimlerini söylersek hepsini tanıdığınız hocalar. İlahiyat kökenli gerek Yüksek İslam Enstitüsü, gerek İlahiyat Fakültesi mezunu olan, ama tarih çalışan hocalar kendi alanlarında başarılı oldular.
İslamtarihi.info:İlahiyatçılar Osmanlı tarihi çalışmasın sözü doğru olmuyor o zaman hocam?
Öyle diyen var mı bilmiyorum ama!
İslamtarihi.info Var. Tarihçiler arasında genelde böyle “ biz çalışıyoruz” …
Tabii bu biraz meslek taassubu oluyor. Ama bir defa aynen Halil İnalcık gibi düşünen başka hocalar da var. Mesela İlber Ortaylı her zaman söyler. Tv’de de söyledi. İlahiyatçı hocalar, ilahiyat çıkışlı olanlar, tarihçi olurlar diye söyledi. Yani illa… Tarih bir bütündür.
İslamtarihi.info: Geçen sene Osmanlı’yla ilgili bir sempozyum düzenlenmişti.Tarih bölümünden bazı hocalar, ilahiyatçıların ne işi var burada gibi bir tavır takınmışlardı.
Evet, o yanlış bir yaklaşım. Ama onu zannediyorum değiştireceğiz biz. Bu kitap çıksın "İslam Tarihi ve Medeniyeti" kitabımız çıksın, Türkiye’de birçok şeye daha farklı bakacaktır meslektaşlarımız. Yani kitap ben bütününü biliyorum, umarım ve temenni ederim ki yararlı bir kitap olacak.
İslamtarihi.info: Hocam. Yüksek Lisans ve Doktora yapan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir? Yani yüksek lisans konusu ya da doktora tez konusu seçilirken nelere dikkat edilmeli. Çalışırken hangi usul ile çalışılmalı?
Şimdi Tabii yüksek lisansta daha çok doktoraya hazırlık gibi olduğu için biraz daha kolay ve kısa zamanda bitirilebilecek bir konu tercih ediliyor. Öyle çalışıyoruz. O yüzden konu seçerken mümkün olduğunca dar bir alanda çalışılabilecek bir konu seçilmesi lazım yüksek lisans için. Bir de hem yüksek lisansa hem doktoraya başlayacak olanlar, tez seçerken mutlaka istedikleri ve kendi içlerine sinen bir konu seçmelidirler. Yoksa öbür türlü aksamalar oluyor ve uzayıp gidiyor. Çok zaman hâlâ doktorasını, tezini tamamlayamamış öğrencilerimiz var maalesef. Benimle başlayıp da bitiremeyen öğrenciler var.
İslamtarihi.info: İhsan hoca demişti hocam. İhsan Süreyya sırma. “Doktora konusu evlilik gibidir. Yani severek.”
Doktora konusu severek çalışılmalıdır. İsteyerek çalışabileceği bir konuyu seçmeli insan. O bakımdan haklı hoca. Ama maalesef günümüzdeki şartlar buna el vermiyor bazen ve insanlar istemedikleri konuyu alıyorlar veya istedikleri konuyu ben severim yaparım bunu, diye başlıyorlar; arkası gelmiyor. Konu değiştirenler oluyor. Onun için konu seçerken iyi hesap etmek yani aceleye getirmemek lazım. Aslında çalışacak çok konu var. Bugün çalışıldığını zannettiğimiz birçok alan hâla boşluktadır. Hâla o konuda bile yeni çalışmalar yapılabilir. Buna bir örnek olsun diye vereyim. Fayda hocanın çalıştığı Hz. Ömer dönemi artık çalışılmıştır her yönüyle diyebiliriz. Fakat geçen Rıza Savaş hoca; “ bir tez konusu arıyoruz hocam dedi ne tavsiye dersiniz.” Önce aday kim dedim. Filan arkadaş. Arapçası nasıl, zaten kendisi Irak asıllı Kerkük'te okumuş bir genç. Ona " benim aklıma en iyi gelen ve yıllardır bu konuda yapılması gerektiğini düşündüğüm bir konu var, onu verelim" dedim. Hz Ömer'in düşünce dünyası. Bu konu çalışılmamış mesela. Çok önemli bir konu. Şimdi o arkadaş çalışırmı bilemiyorum, bu konu hoşuna gitti, sevdi ama... Çünkü Hz Ömer sadece devlet adamı, halife değil. Aynı zamanda mütefekkir bir yönü var; sorgulayan bir insan. Satır altlarında bir şeyler yakalıyorsunuz, ama onun derinliğine inmek lazım. Mesela böyle konular var. Şimdi mutasavvıflar veya tasavvuf tarihçileri daha mesela Hz Osman veya Hz Ali veya Hz Ebubekir gibi halifeleri kendi açılarından kendi gözlükleriyle yazıyorlar zâhidâne. Ama asıl bir tarihçi olarak bizim, onları yeniden ele almamız gerek diye düşünüyorum. Düşünün sahabeleri bu tarzda âlim sahabeler var değil mi? O âlim sahabelerden başlayalım. Biz günümüze kadar getirsek, onların arasından nice cevherler çıkacaktır.
İslamtarihi.info: Evet hocam mesela Ebû Zer el-Gıfârî ile Hz Osman'ın peygamber tasavvuru birbirinden çok farklı. İkisi de görüyorlar peygamberimizi ama Ebû Zer'in anladığı şey çok farklı. Hz Osman'ınki daha farklı gibi. Dediğiniz gibi farklı açılardan bakılsa çok daha kıymetli şeyler yakalanacak gibi.
Tahmin ediyorum. Bundan dolayı ben şunu söylüyorum. Yani konu sıkıntısı tarih çalışacaklar için yoktur. Konu mutlaka bulunur. İşte herkes çalışmış ben konu bulamıyorum diyenler geliyor. Ben hayret ediyorum. Bizim İslam tarihinde, yani öbür alanlarda bu tür konuşmalar oluyor da İslam tarihinde konu sıkıntısı yok.
İslamtarihi.info: Siyasi Tarih açısından bakıldığı için belki biraz da hocam .
Evet. Sırf o yönden bakmamak lazım. İşin kültür tarafı var, medeniyet tarihi bakımından var. Daha başka sosyal tarih bakir bir alan ona yönelmek, yöneltmek lazım gençleri. Benim yanımda çalışanlara kısmen verdim, böyle çalışma yapanlar var. Mesela biz hâla vakıf ve vakfiyeler konusunda yeterli çalışma yapamadık. Şimdi Osmanlı vakfiyelerini biz çalışmayacağız da kim çalışacak. Çünkü vakfiyede âyet var, hadis var, Kelâm-ı Kibar var. Bütün geriye doğru gidince fıkıh var. Şimdi o fıkhı, ilahiyat kökenli olan tarihçilerimiz daha rahat hallederler, altından çıkarlar. O yönüyle bu konulara da yönelmek, yönlendirmek lazım gençleri diye düşünüyorum.
Şimdi Osmanlı tarihi söylediğim gibi, onu söylemedik; Türk tarih kurumunun yayınları arasında yayınlandı benim doktora tezim. Gelibolulu Mustafa Âli ve Mevaidü’n-Nefais adlı eseri diye. Merhum Halil İnalcık hoca onu okumuş ve onu da epeyce kullanmış. Şimdi o dönemle ilgili hâla çalışılacak konular var. Ama asıl kaynak kıtlığı sebebiyle; bizim en az bilgi sahibi olduğumuz dönem Anadolu beylikleri dönemi. Yani ben kendi alanım itibariyle Anadolu beylikleri. Orada Osmanlıyı besleyen en önemli temel eserler var. Hatta beyliklerin içinden çıkmış olan birçok ulema sonra Osmanlıya intisap etmiş. Ve bu sebeple Taşköprülüzâde'nin eserinde veya Kâtip Çelebi'nin Keşfü'z-Zünûn'unda sayılan eserlerin bir kısmı beylikler döneminden gelen âlimler tarafından yazılmış eserler. Kültür tarihimiz açısından çok önemli bunlar. İslam medeniyeti ve kültürü bakımından da önemli. Selçuklu dönemini devam ettiren bir dönem; o gözle bakmak lazım. Beylikler dönemine daha fazla eğilmemiz lazım diye düşünüyorum. İster İslam tarihçileri isterse de Türk tarihçileri eğilsin. Beylikler dönemi hâla bâkir bir saha olarak kendini gösteriyor. Ama kaynak kıtlığı var tabii. Bunlar arasında günümüze kadar gelen, kütüphanelerde ilgi bekleyen eserler var. Bu eserleri de dikkate alarak. Bir de yazma eserler. Yazma kütüphanelerindeki i eserler.
İslamtarihi.info: Halk edebiyatı?
Halk edebiyatı alanında kısmen var. Maalesef o kaybolmuş. Ama devam eden çizgi var. Bir de bunların iki kökeni var. Selçukluyla devam eden bize kadar gelen. Biri Arap Yarımadası'ndan İslam'ın doğduğu coğrafyadan gelen etkiler. Bir diğeri de Türkistan coğrafyasından gelen etkiler. Ve bunların hepsi Selçuklu üzerinden bize geliyor. Aynı zamanda bu diğer İslâm dünyasına da gidiyor. Balkanlar tamamen Anadolu'dan beslenmiştir. Hatta Osmanlı döneminde Kuzey Afrika da beslenmiştir. Anadolu ve Hicaz yöresinden beslenmiştir. Bu ortak zemini bizim tespit etmemiz gerekir. Yani benim ömrüm yetmez ona. Fakat bu ortak çalışmayı gerektiren bir husus. Bizim bundan sonra akademik kariyerini almış olan gençlerimizin, ortak çalışmalar yapmalarında fayda görüyorum.
İslamtarihi.info: Ortak çalışma derken hocam! Herkesin bir parça parça yazıp bunları bir araya getirmesinden mi bahsediyorsunuz?
Hayır, konu olarak bir bütün olarak kastediyorum. İster kültür alanında olsun, ister sosyal tarih alanında, hatta siyasi tarih alanında olsun. Kendi akademik kariyerini aldıktan sonra; bu tür akademik çalışmalara yönelmeliler. Mademki bizi konuşuyoruz! Şu anda bizim devam ettirdiğimiz bir çalışmamız var. Selçuklu Tarihi'nin en önemli kaynaklarından birisi tek nüsha halinde. Eser Fransa Paris'te bulunuyor. Eser 'İmadüddin İsfehânî'nin Nusra'sı.
Bu eser Selçuklu tarihinin önemli kaynaklarından birisi, ama bizden önceki hocalarımız bunu yayınlamamışlar. Biz "küllü câhilin cesur" (cahillerin hepsi cesur olur)! fehvasınca bu taşın altına elimizi koyduk. Üç kişi Rıza Savaş, Süleyman Genç ve bendeniz. Bu eseri şimdi hazırlıyoruz. Eserin söylediğim gibi tek bir nüshası var bilinen, bu nüshasında noktalama işaretleri yok. Bu harf be mi? te mi?, ye mi? nun mu?… ayırmanız için. Arapça yazılmış bir tarih eseri, Ve oldukça da önemli bir eser. Onun birkaç senedir üzerinde çalışıyoruz. Mesafe aldık epeyce. Önce eseri ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bizim dışımızda üç tane Arap hocamız var Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde çalışan. Onlar da şaşırıyorlar, onlar da çok takılıyorlar. Ortak karar veriyoruz.
Bu tür ortak kaynakları neşir çalışmaları yapmak lazım. Bu tür kaynakları biz ortaya koyacağız. Bizim ortaya koyduğumuz eserlerden bir tanesi, bu ay basıldı. Miskeveyh'in Tecâribü'l Ümem’i. İbn, oğlu değil, asıl Miskeveyh kendisi, bu Miskeveyh! Kitabın başına yazdık onu. Türk Tarih Kurumu bastı onu veya geçen haftayayınlandı. Bu tarzda meslektaşlarımızdan bir arada olanlar. Mesela İstanbul’da bir arada olanlar yapabilirler. Ayrı şehirde olanlar bu tarz çalışmaları yapamayabilirler ama aynı şehirde olanlar yapabilirler. Bu çalışmalar tarihin daha iyi anlaşılması için geleceğe önemli hizmet yapmaya vesile olur. Onlar yapılabilir. Mesela Adnan hocanın başlattığı çalışmalar var. Kitap çalışmaları. Yine Azimli hocanın takip ettiği kaynak çalışmalar var. Ama bunlar ferdi kalmamalı, proje halinde çalışılmalı
İslamtarihi.info: Birincisi ikincisi üçüncüsü…
Evet devam etmeli. Ben onu teşvik ediyorum. Bizim koordinasyon çalışmalarında bunu ifade ediyorum.
İslamtarihi.info: Tahkik yapılması ikincisinin yapılması daha faydalı
Tabii daha faydalı olur. Keşke benim doktora çalışmamın yeni bir nüsha bulunsa da yeninden çalışma yapılsa. Bu arada söyleyeyim. Tarîku'l Edeb benim çalışmam. Yeni nüshalarını buldum ben,bir nüshada İran da buldum. Yazma eserler sadece Türkiye'yle sınırlı kalmamalı başka yerlerden de araştırılımalı. Fransa’da İngiltere'de, İtalya'da hatta Rusya'da zengin yazma eser kütüphaneleri var. Bu eserler özellikle İslâm dönemi. İster bunda Abbasi, Emevi olsun, ister Selçuklu dönemi olsun. O döneme dair eserler çok dağılmış, yayılmış. Dünyanın belki zannediyorum, ABD kongre kütüphanesinde bile biz yazma eser bulabiliriz. Tek nüsha olabilir. O bakımdan bu tip çalışmalara da yönelinebilir.
İslamtarihi.info: Peki hocam. Çalışma sitilinize gelecek olursak. Günde kaç saat çalışırsınız?
Ben çok düzenli bir adam değilim.
İslamtarihi.info: Ailenize çok vakit ayırabildiniz mi?
Bu konuda çok disiplinli bir adam değilim ben. Ama doktora tezimden itibaren çok uzun zaman çalıştığım oldu. Uyumadan derse gittiğimi hatırlıyorum. Ama çok fazla değil. Mutlaka ben belli bir süre uyuyorum. Ama genellikle geceleri çalışmayı tercih ederdim. Okumalarımı ve yazmalarımı, araştırmalarımı geceleri yapıyordum. Bunda belki gündüz tabiii derslere gidiyoruz, hocalık görevimizi yapıyoruz. Ondan sonraki araştırmaları gece devam ettiriyoruz. O bakımdan bu çalışmalarda zaman zaman aileyi çekip çeviren eşlerimiz oluyor idi. Ben Allah razı olsun. O bakımdan eşimin büyük desteğini gördüm o zamanlar. Yani 48 yıllık evliyiz. Kitaplardan hiç şikâyet etmedi eşim: onlara sahip çıktı. Onları evde bir yer sıkıntısı var diye; bu kitabı atalım demedi. Hatta ilginçtir. Onun yaklaşımı, bunlar bizim ekmek teknemiz diyerek yaklaştı. Bunlara o gözle sahip çıktı. Çocuklarımın da evdeki kitaplardan etkilendiklerini düşünüyorum. Oğlum akademisyen oldu, şu an İngiltere'de bir üniversitede akademisyen olarak çalışıyor. Mühendislik alanında. Büyük kızım o da mühendis oldu, onun da pek öyle sosyal alanla ilgisi olmadı. Ama az da olsa okuyorlar. Küçük kızım ilahiyattan mezun oldu.
İslamtarihi.info: Kitaplarınızı okusalar baya bir …. (gülüşüyorlar)
Küçük kızım ilahiyat okudu ve tarihten yüksek lisans yaptı. O tarihçi olmaya niyetli gibi bir şey bakalım devam ederse. Şu anda kuran kursu öğreticisi olarak görev yapıyor. Doktora çalışmalarına bir türlü başlayamadı, ama ne evet diyor ne hayır diyor. Böyle arada gidip geliyor.
İslamtarihi.info: Meşakkatli bir yol çünkü hocam
Tabii hele hanımlar için daha meşakkatli bir yol. Çocuk olduğu zaman çocuğa bak, evle ilgilen, eşinle ilgilen. Tabii çekilecek iş değil.
İslamtarihi.info: Tabii hanımlar için daha zor. Doktorayı bitiren hanımları ben daha fazla takdir ediyorum
Evet öyle değil mi? Evet hanımlar arasında da başarılı akademisyenler var. Bizim İslâm tarihçileri arasında da var. Şimdi isim söylemeyim ama biliniyor onlar. Tabii erkeklerden de birçok arkadaşımızın hepsi vüsatince. Karınca kararınca çalışıyorlar. O bakımdan ben meslektaşlarımdan memnunum. Tarihçilerden de memnunum.
Evet, gençlere, sürekli çalışmalarını az da olsa tavsiye ediyorum. Bu özellikle dil konusunda. İster İngilizce veya Almanca, Fransızca gibi yabancı diller. İster Arapça mesela biz Farsçayı yeniden diriltmeliyiz. Akademik olarak yani, yoksa Fars kültürü açısından değil. Bizim akademik kaynaklarımızda çokça Farsça kullanılır Arapça'nın yanında. Osmanlı Türkçesi dediğimiz Türkçemiz. O da bizim Türkçemiz, ben böyle söylemeyi tercih ederim. Osmanlıca diye bir dili kabul etmiyorum. Osmanlıca denmesinin sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Osmanlı Türkçesi denmesi daha uygun. Osmanlı Türkçesinin de tam olarak çözülebilmesi için tabii ki Arapça bilgisine ve Farsça bilgisine ihtiyaç var. O sebeple bizim İslâm tarihçilerinin, hele hele Osmanlı tarihiyle ilgileneceklerin o kaynakların altından kalkmak için Arapça ve Farsçayı öğrenmeleri gerekir. En azından metinlerin altından kalkabilecek kadar. İslam tarihçisi olmak isteyen tarihçilerimiz bu hususu da dikkate almalılar diye düşünüyorum.
İslamtarihi.info: Teşekkür ediyoruz hocam Allah razı olsun.