Ebû Ömer b. Dâvud
Uzun zamandır ülkemizde
konuşulan konuları, sosyal medyada yapılan paylaşımları ve üretilen sözüm ona
bilgiyi izliyorum.
Durum çok vahim…
Ebû Ömer b. Dâvud
Uzun zamandır ülkemizde
konuşulan konuları, sosyal medyada yapılan paylaşımları ve üretilen sözüm ona
bilgiyi izliyorum.
Durum çok vahim…
BU SEFER
KOSOVA’YA
MURAT
HÜDAVENDİGAR’I ANMAYA
-İkinci Kısım-
Cağfer KARADAŞ
NOT: Bu yazı 13-16 Haziran 2022 tarihinde Şehit Hünkâr Murat Hüdavandgar’ın Kosova’da kabri başında anma toplantısı dolayısıyla gerçekleşen gezinin biraz duygusal yanı ağır basan anlatımıdır. Yazı uzun olduğu için ikiye bölerek yayınlamanın uygun olacağını düşündüm. Şimdi ikinci kısım. Hayırlı ve bereketli okumalar efendim!
KERBELÂ’NIN TEVVÂBÎNİ OLMAK
Mustafa AK
Hicri yıla göre Muharrem ayının ilk günü (h. 61/m. 680), tarihin şahitlik ettiği en hazin hadiselerden biri yaşandı. Kardeşin kardeşi öldürdüğü, dinlerin doğup imparatorlukların battığı Mezopotamya coğrafyası tarihi bir olaya şahitlik edecekti.
BU SEFER
KOSOVA’YA
MURAT
HÜDAVENDİGAR’I ANMAYA
-Birinci Kısım-
Cağfer KARADAŞ
*
NOT: Bu yazı 13-16 Haziran 2022 tarihinde Şehit Hünkâr Murat
Hüdavandgar’ın Kosova’da kabri başında anma toplantısı dolayısıyla gerçekleşen
gezinin biraz duygusal yanı ağır basan anlatımıdır. Yazı uzun olduğu için ikiye
bölerek yayınlamanın uygun olacağını düşündüm.
Hayırlı ve bereketli okumalar efendim!
Ölüm Var…
Prof. Dr. Şaban ÖZ
Durmaktan,
dinlenmekten, mola almaktan vaz geçtim; nefeslenmek için dahi yapıp
işlediklerimize ara verebiliyoruz mu? Sadece çalışma hayatını kastetmiyorum,
iyiliklerimize ve tabi ki kötülüklerimize…
Ne kadar çok “lazım” var değil mi hayatlarımızda. Daha çok çalışmamız lazım… Daha çok üretmemiz lazım… Daha çok kazanmamız lazım… Daha çok tüketmek için daha çok kazanmamız lazım…
TAKILMA VE
TAKINTI ÜZERİNE
Cağfer KARADAŞ
Modern zaman insanının kafasına takılan din, inanç, Allah, peygamber, öte dünyayla ilgili o kadar çok soru var ki, bunlardan kurtulması takılan sorulara ya cevap bulmasına ya da boş vermesine bağlıdır. Boş verme de bir yere kadar işe yaramakta sonrasında yine takılma yani kişinin zihnini meşgul etme işi devam etmektedir. Bu tür sorulardan ve şüphelerden kurtulmanın en kesin yolu, cevabını bulup şüphelerden arınmaktır.
DİJİTAL ÇAĞ VE İNSAN
Cağfer KARADAŞ
Kendisini zorlayan bir çağa girdi insan. İlginç olan bu çağı kendisinin gerçekleştirdiğini hatta yarattığını zannetmesi! İnsan bir kere kendini büyük görmeye görsün, küçük dağları ben yarattım, büyükler de elimden geçti havasına girer hemen. Samiri de öyle demişti: “Ben gördüm, ben buldum, ben yaptım”. Sonuç: “Lâ misâs. Yani bana dokunmayın”. İnsandan kopma ve yalnızlığa mahkûm olma, toplumdan uzaklaşma hali. Modern insan buna doğru mu gidiyor acaba?
AİLE GERÇEĞİ VE VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Cağfer KARADAŞ
Aile insan için olmazsa olmaz ihtiyaç ve zorunluluktur. Bu gerçeklik, yüzyılların tecrübesiyle sabit olduğu gibi Yüce Allah’ın ilahî bildirimleriyle de tasdik edilmiştir. İlk insanlar olan Hz. Âdem ve Hz. Havvâ’nın kadın ve erkek olarak yaratılması ve bir aile kuracak şekilde donatılması bunun göstergesidir. Geçmişten bugüne hemen her toplumda aile kurumu var olmuş ve hala varlığını sürdürmektedir. Bugün özellikle modern dünyada yaşanan psikolojik ve sosyolojik insani krizlerin en temel nedeni, zihinlerin yapay ve sanal gündemlerle meşgul edilerek zihniyetlerde meydana gelen boşalma ve yerinin dijital oyunlarla parlatılmış sanal ütopyalarla doldurularak aile kurumunun zayıflaması ve ailevî değerlerin aşınmasıdır. Aile kurumunun tekrar güçlendirilmesi ancak bireylerin inanç, eylem ve ahlak bakımından tutarlı bir zihin yapısına kavuşturulması, desteklenmesi ve sürdürülebilir doğal/fıtrî insanî ortamın oluşturulmasına bağlıdır.
Şimdi
anlıyorum niçin
Eski
şairler onların
Yapımına
Tarih
düşerlerdi
Kendisine
benzediğini
Bilirdi
şair bir çeşmenin
Onun
doğumunu kutlardı
Böylece
şiirle
Bilirlerdi
çeşmelerin de
Kendileri
gibi
Toplumun
ortasında
Çağıldayıp
durduğu şairler[1]
KİTÂBE-İ ÇEŞM-İ KURU
Elif Gül GÖKHAN
Kimiyle İstanbul’un
görkemli yapıları arasında, kimiyle de sokak aralarını telaşla, umursuzca
arşınlarken birdenbire hiç beklemediğimiz bir yerde rastlaşırız. Halkın “aziz”
kabul edip ikram edilen tek damlasına minnetle dualarla[2]
karşılık verdiği “su”yu taşıyan bu kıymetli yapılar tüm mütevazılığı ile gelen
gideni karşılar. Artık çoğunun lülelerinden suları akmasa da tüm hoyrat
muamelelerimize rağmen, zarif ve güzel edalarıyla bizi kendilerine uyanmaya
zorlarlar. Varlığı borçlu olduğu pratik kaygılara estetik kaygıların da eşlik
ettiği ve sanat eseri özeniyle var edilen tarihin sessiz tanıkları çeşmelerimiz
sadece göze hitap etmez, kitabeleriyle bizle konuşurlarken de zarafetlerini
korumaya özen gösterirler.
Çeşmeler
eşyanın arkayüzünün
Fotoğrafını
çekerler
Olayların
geçmiş zamanın
Toplumun
ve tarihin[3]
Mesela;
Sultan III.
Ahmed yaptırdığı çeşmenin kitabesine kendi elleriyle yazdığı “Aç besmeleyle iç
suyu Hân Ahmed’e eyle du‘â” mısraında[4]
çeşmenin suyunu yudumlayanlardan büyük bir tevazu ile kendisine dua etmelerini
ister.
Gülhane
Parkında eski sarnıcın yanında küçük bir çeşme
Ab-ı hayatın ‘aynı olan işbu
çeşmenin
Âsâr geçti varmadı kimse farkına
Buldu emanet eyledi ihya müceddiden
Verdi hayat doğrusu Gülhane Parkına
Mısralarıyla[5]
kimselerin kendisinin farkına varmadığından yakınmakta iken Koca Yusuf Paşa
Sebili ise
Akıttı sel sebil ırmağını güya ki
cennetten
Hayat olsun ‘ibâdullaha kim
‘aynü’ş-şifâdır bu
Bu semtin âb ü tabın verdi Hakka
âsaf-ı yektâ
Şerefle
sahil-i Fındıklı fahr etse revadır bu
Mısralarıyla[6]
Fındıklı sahiline ne kadar çok yakıştığıyla övünür, adeta cennet ırmağından
akan bu şifalı suyunun içenlere hayat olmasını diler.
Hekimoğlu Ali Paşa Külliye Sebilinin
ise üst kısmındaki levhalar boyunca dönerek yazılan﴿وَسَقَيهُمْ رَبُّهُمْ
شَرَابًا طَهُورًا﴾ (Rableri onlara tertemiz bir içecek
sunmaktadır)[7] ve ﴿عَيْنًا
يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا﴾ (Bir pınar ki Allah’ın kulları ondan içerler ve diledikleri
gibi akıtırlar)[8] ayet-i
kerimeleri bulunmaktadır.[9]
Ya da sadece hayrat sahibinin adı ve
Allah rızası için sade bir Fatiha isteği, birçoklarında olduğu gibi.
Peki Üsküdar’ın Kuruçeşme durağının arkasında
bulunan II. Mahmud Çeşmesi, nam-ı diğer Kuru Çeşme, dikkatinizi çekti mi? II.
Mahmud Han’ın 1248/1832 senesinde yaptırdığı çeşme, suyu uzun zamandan beri
akmayınca halk arasında “Kuru Çeşme” olarak anılmış. Kaba taştan yapılmış büyük
bir haznenin üzerine oturtulmuş çeşmenin[10]
üst kısmındaki kitabesini Şair Lebîb Efendi (ö. 1284/1867) söylemiş, Hattat Yesârizâde Efendi (ö. 1264/1849) ise
yazmıştır. Kitabe, yaptırdığı hayratların çokluğu ile çeşmenin banisi II.
Mahmud’u övdükten sonra bu çeşmenin o yöre halkına taze hayat getirdiğini
söyler.[11]
Ancak her gördüğümde ilk gün gibi
garipsediğim son yıllarda çeşmenin mermerine kazınan yazılardan ötürü
rahatsızlığımı ifade etmek isterim. “Araba Yıkamak Yasaktır”![12]
“Bu çeşmeye zarar veren Allah’ından bulsun”![13]
Üstelik her vuruşu çeşmeyi kanatan bu sözler resmî mecralarca kazınmıştı. Ne
çeşme kültürümüz ne İstanbul ne de ahalisi, sayelerinde amel defterlerinin
kıyamete dek kapanmayacağına inanarak yaptırdıkları, çeşmelere bu kaba sözlerin
nakşedilmesini hak ediyor. Ecdadımızın bize bıraktığı medeniyetle, kültürle
övünüp duruyoruz; ancak belli ki geleceğe bizim ne bırakacak olduğumuzla
ilgilendiğimiz yok. O sözleri okuyunca bir İstanbul sakini olarak gocundum ve
geçmişimize-geleceğimize karşı mahcubiyet hissettim. Başuçlarında ruhlarımızı
okşayan ayetler, hadisler, hayır dualar, şiirler görmeye alışkınız biz
çeşmelerimizin. Bugün (11.05.2022) ise çeşmenin önünden geçerken bahsettiğim ilk
yazıyı görmedim ve çeşmeye iğreti duran bu yazının silinmesine sevindim. Darısı
ötekine diyelim.
Bû
haber kim söylenür hem zâhir ü bâtındadur
Revnakı bu kâ’inâtun şehr-i Konstantindedür[14]
Zarif olalım, İstanbul’a zarafet yakışır.
Ayrılmadan önce III. Ahmed Meydan Çeşmesi bize neler söyler, kulak
verelim mi?: https://www.youtube.com/watch?v=Mv5suEKzm3A
EK 1: Sultan III. Ahmed Meydan Çeşmesi
Osmanlı Kitabeleri Projesi (OKP), “III. Ahmed Çeşmesi”
(Erişim 12.05.2022). http://www.ottomaninscriptions.com/verse.aspx?ref=list&bid=1434&hid=1833
EK 2: Gülhane Parkı Çeşmesi
OKP, “Gülhane Parkı Çeşmesi” (Erişim 12.05.2022).
http://www.ottomaninscriptions.com/information.aspx?ref=list&bid=931&hid=1038
EK 3: Koca Yusuf Paşa Çeşme ve Sebili
OKP, “Koca Yusuf Paşa Çeşme ve Sebili” (Erişim 12.05.2022).
http://www.ottomaninscriptions.com/information.aspx?ref=list&bid=984&hid=1105
EK 4: Hekimoğlu Ali Paşa Sebili
Kültür Envanteri, “Hekimoğlu Ali Paşa Sebili” (Erişim 12.05.2022)
https://kulturenvanteri.com/yer/hekimoglu-ali-pasa-sebili/#16/41.006568/28.935455
EK 5: Kuru Çeşme (II. Mahmud Çeşmesi)
OKP, “II. Mahmud Çeşmesi” (Erişim 12.05.2022).
http://www.ottomaninscriptions.com/verse.aspx?ref=list&bid=639&hid=682
EK 6: Kuru Çeşme (II. Mahmud Çeşmesi)
Çekim Tarihi: 11.05.2022
Elif Gül GÖKHAN, İstanbul Üniversitesi, Temel İslam Bilimleri Doktora Öğrencisi
[1]
Sezai Karakoç, Ayinler/Çeşmeler
(İstanbul: Diriliş Yayınları, 2021), 46.
[2] “Su gibi aziz ol”, “Su verenlerin çok
olsun”.
[3] Karakoç, Ayinler/Çeşmeler), 52.
[4] Rüknü Özkök, Günümüz Diliyle
İstanbul’un Sessiz Kitabeleri (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2017), 22-31.
[5] Özkök, İstanbul’un Sessiz Kitabeleri,
55.
[6] Osmanlı Kitabeleri Projesi (OKP), “Koca
Yusuf Paşa Çeşme ve Sebili” (Erişim 12.05.2022). Verse
| Database for Ottoman Inscriptions | Osmanl Kitabeleri Projesi
[7] İnsan, 76/21.
[8] İnsan, 76/6.
[9] Özkök, İstanbul’un Sessiz Kitabeleri,
206.
[10] Affan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve
Sebilleri (İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1993), 528.
[11] Mu’allâ āb-ı rū-yi salṭanat şāhinşeh-i ‘ālem
Cihān müstaġraḳ-i baḥr-i seḫā vü luṭfudur hālā
Dem-ā-dem cūybār-ı cūdı cārī oldu devrāna
İḥāṭa itdi deryā-yı ‘atāsı ‘ālemi ḥaḳḳā
O şāh-ı mālik-i baḥreyn-i himmet menba’ıdır kim
Nice ās̱ār ü ḫayrātiyle ma’mūr oldu bu dünyā
Nev ās̱ārıŋ biri de işte bu āb-ı zülāl ancaḳ
Yerinde sū-be-sū ḫayrı o şāhıŋ olmada icrā
Bu eṭrāfın kemāl-i iḥtiyācı var idi ṣuya
Ḥayāt-ı tāze geldi bu maḥalliŋ ḫalḳına maḥżâ
Ḳıla ömrün hemān Ḥaḳ baḥr-i bī-pāyāndan efzūn
Muvaffaḳ her zemān ās̱āra ol şāhı ide Mevlā
Lebībā aḳdı āb-ı ṣāfı tārīḫin ider işrāb
Mücedded Ḫān Maḥmūd eyledi bu çeşmeyi iḥyā
1248
Ketebehü ed-dā’i Yesarī-zāde Muṣṭafā ‘İzzet
ġufire lehümā
Kitabenin
okunuşu için bk. Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, 528.
[12] Baskı yılı 2006 olan İstanbul Tarihi
Çeşmeler Külliyatı eserinde çeşmeye dair fotoğrafta söz konusu ifade
bulunmamaktadır. Anlaşılan yazı çeşmeye 2006’dan sonra nakşedilmiş. Bk. İstanbul
Tarihi Çeşmeler Külliyatı, ed. Necdet Ertuğ (İstanbul: İstanbul Su ve
Kanalizasyon İdaresi, 2006), 214.
[13] Söz konusu kitabeye 06.08.1994 tarihi
düşülmüştür.
[14] Asaf Hâlet Çelebi, Dîvan Şiirinde
İstanbul (Ankara: Hece Yayınları, 2015), 20.
KUR’AN OKURKEN
ŞEYTAN’DAN KORUNMA
Cağfer KARADAŞ
أعوذ بالله، بسم الله.
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ. اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ. اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذينَ هُمْ بِه مُشْرِكُونَ۟
“Kur’an okuyacağın vakit, ilahî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki, iman etmiş olanlar ve rablerine dayanıp güvenenler üzerinde şeytanın hiçbir etkisi olamaz. Şeytanın etkisi ancak onu dost edinenlere ve vesveselerine uyarak müşrik olanlaradır.” (Nahl 16/98-100)
Yüce Allah bu ayetlerde öncelikle hidayet
rehberi olarak indirdiği Kur’an’ı okurken şeytandan korunmayı emrediyor. Ardından
da şeytanın etkili olduğu kişilerin özelliklerini sıralıyor.
Buna göre Allah’a iman eden ve
güvenen kişiye şeytanın etkisi söz konusu değil. Ancak bir kişi şeytanı dost
edinmişse veya onun vesveselerine kendisini açık hale getirmişse, gönüllü olarak
şeytanın etki alanına girmiş demektir.
Bir başka husus, Kur’an okuyanlar
sadece Allah’ı dost edinenler değil. Şeytanın dostları da onu okuyor. Tabi ki
Kur’an’ı okuma ve ondan istifade etme, herkesin niyetine göredir. Allah’ın
dostları iyilik ve güzelliğin, şeytanın dostları ise istismarın peşinde. Kur’an’ın
hidayet rehberi olmasıyla, şeytanların bunu okuması ciddi bir çelişki, şeytan
dostları açısından tam bir tutarsızlıktır.
Bu çelişki ve tutarsızlık, ancak dünyanın
imtihan alanı olması ve insanın bu alanda özgür kılınasıyla açıklanabilir. Özgürlük
farklı inanç ve davranışları beraberinde getirir. Herkes kendi konumunu
güçlendirme ve inancı için çift yönlü gerekçeler bulma peşine düşer. İnanan inancı
için, inkârcı da inkârı için. Gerekçelerin çift yönlü olması, kendi inancını
güçlendirme karşı tarafı zayıflatma amacına yöneliktir. Neticede dünya hayatı
bir yarış ve mücadeleden ibarettir.
Bu tür mücadele hayatın akışı içinde
doğaldır. Asıl doğal olmayan yalan yanlış bilgilerle salt imaj bozmak, sırf
kötülemek amaçlı eleştiri ve saldırıda bulunmaktır. Böylesi kişinin ne dürüstlük
kaygısı vardır ne de gerçek arayışı, karşı tarafa zarar vermektir bütün çabası.
İşte tarih boyunca şeytanların ve dostlarının kullandığı yöntemin esası budur. “Çamur
at izi kalsın” sözünün tam yansıması. Bunlar, kendi inancını ispattan aciz
şeytan tayfası.
Onların amacı kendi inancını
doğrulamak veya güçlendirmek değil, karşı tarafa olabildiğince zarar vermek, olumlu
olan her şeyi olumsuza çevirmektir. Salt kötü niyetli, sırf kötücül düşünce
sahipleridir bunlar. Yaptıkları, insanların zihinlerini bulandırmak, soru
işareti bırakmak, şüphe uyandırmak, her şeyi tersinden ele almak, tersine
çevirmek, bilimi dogmalaştırmak, dini bozmak; düz olanı ters, hakikati sahte
göstermek; temizi lekelemek, herkese kara sürmektir.
Neden? Çünkü bütün çabaları, eylemleri
ve konuşmaları kötülük üzerinedir. Bugünün din karşıtları işte böyle bir tayfadır.
İşte bu ayetler tam da bu gerçeğe, Kur’an
dahi olsa, kötü niyetli kişilerce her şeyin kötüye kullanılma ihtimaline dikkat
çekmekte. Bu yüzden olsa gerek Felak Suresinde “Yarattığın her şeyin kötülüğünden
felakın Rabbine sığınırım” dememiz emredilmektedir. Demek ki yaratılmış
olan her şeyin kötü tarafı ve kötüye kullanılma ihtimali vardır.
Peki, Felak Sûresinde her şeyin
kötülüğünden Allah’a sığınılması emredilmişken neden Kur’an burada ayrıca anılmıştır?
Bunun iki sebebi var: Birincisi,
Kur’an gibi şer tarafı asla bulunmayan, salt hayır olan bir şey dahi kötüye
kullanılabilir, ikincisi ise Kur’an herhangi bir şey değil, Allah’ın kelamıdır,
buna rağmen istismarı söz konusu olabilmektedir. Çünkü dünya, imtihan alanı ve
insan kendisine tayin edilen ömür süresi içerisinde özgürdür. Bu özgürlüğünü
kötüye kullanma ihtimali her zaman ve zeminde söz konusudur. Yaratıcısı olan Allah’ı
inkâr eden, O’nun kelamını istismar etmez mi?
Demek ki şeytanlar ve şeytanlaşmış
insanlar hem Kur’an okumakta hem de kendilerince ondan gerekçeler üretmektedirler.
Yani Kur’an’ı dahi istismar etmektedirler. Bu yöntem, çok yeni değil. Kur’an’ın
inmeye başladığı günden bugüne müşrik, kâfir, münafık hepsi bunun peşindedir.
Bugün bu yöntemi ateist, deist, nihilist, anarşist bir takım din karşıtı
çevreler kullanmaktadır. Aradaki fark: dünkü kâfirler Kur’an’ın aslını istismar
ediyorlardı, bugünküler mealini. Ortak nokta: her iki kesim de saçma sorular ve
şüpheler üreterek Kur’an’ın imajını bozma çabasındadır. Aslını istismar edenler
emellerine eremedi, Kur’an meydan okudu, onlar cevap veremedi. Onlar gitti,
Kur’an hala nurunu yaymakta. Mealler üzerinden istismar yürütenlerin de bütün
emelleri kursaklarında kalacaktır.
Ancak onların bu uydurma çabaları ve
çarpıtma gayretleri hepten etkisiz değildir. İşte inançlı kesime burada görev
düşmektedir. Yapılacak şey onların imaj bozma girişimlerini ve kurdukları
tuzakları deşifre etme, hakkın yanında durup hakikate sahip çıkmadır. Bunun
için tek yol: Allah’a dayanmak, şeytanlardan korkmamak ve inancında sabit ve
sağlam durmaktır. Kimse olmasa da ben varım diyebilmektir. Ancak tek çiçekle
bahar olmaz. Öyleyse müminin görevi, Nasır Suresinde geçtiği gibi hem kendini
hem çevresini gözetmektir.
Bunun için her daim hazır olmak,
hazır olmak için bilmek, bildiğini söylemek, söylediğini yapmak, yaparken
kulluk bilincini yitirmemektir.
Kur’an okuma da bu bilinçle olmalı. Okurken
Allah’ın kelamı olduğuna inanmalı, inançsızın okumasından kendini ayırmalı,
duyguyla anlamı buluşturmalı… Eûzü-besmele çekerek yani şeytanın şerrinden
Allah’a sığınarak okumaya başlamalı. Okuma esnasında Kur’an ismine uygun olarak
bütün dikkatini Kur’an’a toplamalı, Furkan isminin gereği olarak da tüm çeldiricilerden
sıyrılmalı, kendini Kur’an’a vermeli. Sadece Allah için, O’nun mesajını almak,
hidayetine ermek için okumalı. O zaman Yüce Allah gönlü Kur’an’a açar, anlamayı
kolaylaştırır, dilin bağını çözer ve dinleyenlere de anlama kolaylığı sağlar.
29 Ramazan 1443
/ 30 Nisan 2022
SELÇUKLU SARAYINDA
BİR DARBE GİRİŞİMİ
Mustafa AK
Uluğ Sultan Alâeddin Keykubat. Beyşehir’de sarayı olan ve Alanya’ya
ismini veren hükümdardır. Anadolu Selçuklu devrinde denizaşırı fetih yaparak
Kırım’ı fethederek ufkunun genişliğini göstermiştir. Devlete en parlak dönemini
yaşatmış ve halk tarafından “Uluğ”
yani yüce sıfatıyla anılmıştır. Saltanatın ilk dönemlerinde bir saray darbesine
maruz kalmıştır. Bu durumdan da galip çıkarak yönetim becerisi ortaya
koymuştur.
Selçuklu devrinin önde gelen komutanlarından Seyfeddin Ayaba’nın
gücü ve kibri o günün şartlarında hükümdarı dahi gölgede bırakıyordu. Sözde
onun komutanıydı fakat sarayı ve hükümdarı tamamen etkisi altına almaya
çalışıyordu. Alaeddin Keykubat’ın bu duruma bir müdahalesinin olması
zorunluydu. Ama o da mevcut durumda çok bir şey yapamazdı. Bir akşam Seyfeddin
Ayaba kendisine destek veren devlet erkânını konağına toplamıştı. Yenilmiş,
içilmiş ve Sultana karşı planlar yapılmıştı. Davet sırasında epeyce içki
tüketilmişti. Ziyafete katılanlardan biri içkili ve kendini şaşırmış bir
haldeyken Alaeddin Keykubat taraftarı Emir Seyfeddin’in yanına uğradı. Bu
haldeyken konuşulanların tamamını ona anlattı. Emir Seyfettin hükümdara bu
planı anlattığında artık Sultanın da bir planı vardı. Seyfeddin Ayaba daha
sonra bir davet daha vermişti. Buna Sultan da mazeret göstererek bu davete
katılmadı. Buna rağmen tehlike devam ediyordu.
Sultan 1223’te Kayseri sarayında bir davet tertip etmişti.
Davetliler arasında Seyfeddin Ayaba da vardı. Bu davete emirler sadece bir
korumaları ile katılabiliyordu. Genel kural buydu. Sultan taraftarı
komutanlardan İsa Bey sarayını etrafını çevirmişti. Davetliler tek koruma ile
saraya alınmışlar ve sarayın kapısı kapatılmıştı. Eğlence meclisi başlamıştı.
Alaeddin Keykubat kadehini kendine karşı darbe planlayan Seyfettin Ayaba için
kaldırmıştı. Bu hareket onun için sonun başlangıcıydı. Sultan son bir defa
hasmının gözüne bakmak istiyordu. Hasmı bir vakitler ona hocalık yapmıştı. Ama
Sultan ihaneti ve darbeyi bağışlayamazdı. Ayaba mevzuya uyanıp davetten
ayrılmaya çalıştığında izin verilmiş ama kapıda karşısına İsa Bey çıkmıştı.
Hemen hapsedildi. Sultanın emriyle Kayseri kalesinin burçlarında
sallandırılarak öldürüldü. Onun destekçisi Başarakavak köyüne isim babası olan
Beşare Bey’de bir odaya hapsedildi. Kapısı kireçle kapatılan bir odada açlık ve
susuzluk içinde öldü. Bazı emirler ise cezalarını hapiste çekeceklerdi. Onlar elbette
şanslılardı.
Anadolu Selçuklu devleti coğrafyamızda Türk hâkimiyetini sürdüren
devletlerden birisidir. Bu devlet döneminde de pek çok darbe girişimi olmuştur.
Bu olay bunlardan birisidir. İlahi adalet burada Alaeddin’in galibiyeti yönünde
tecelli etmiştir. Fakat Sultan sonraki dönemde yine emirlerinin düzenlemiş
olduğu bir suikast ile öldürülecektir. Allah taksiratını affetsin.
Selam ve dua ile
Mustafa AK, Tarih Öğretmeni, mstfknyali@gmail.com
BİZİM EVİN
HALLERİ
"ALIŞVERİŞ
SAVAŞLARI"
Cağfer KARADAŞ
SAVAŞ VE TELAŞ
Ukrayna’da savaş çıktı. Kadın,
çocuk, yaşlı bilumum siviller yollara düştü. Her savaşta olduğu gibi esas
mağdurlar onlardı. Fakat batı medyasını farklı ve büyük bir telaş sardı. Irkçı,
itici ve ötekileştirici. Meğer ne kötüymüş savaş, kendilerine dokununca ve burunlarının
dibinde olunca!
Ölenler, aç-açık kalanlar,
denizlerde boğulanlar, tel örgünün arkasına atılanlar, çelme takılanlar, geri
itilenler Suriyeli, Filistinli, Libyalı, Afganlı, Yemenli, Arakanlı, Asyalı, Afrikalı
veya Kuzey Amerikalı olunca tasa yok. Zaten onlar mavi gözlü, sarı saçlı beyaz
tenli de değil; ağza almaya, kalem oynatmaya, kamera tutmaya, ekrana getirmeye
bile değmez.
Dostluk zorda, güzellik yaşlılıkta,
sabır yolculukta belli olurmuş. İnsan insanın yurdu ama aynı zamanda kurdu
olabilirmiş. Bu yüzden insan denen varlık öngörülemezmiş. İnsanın kalitesi
zorlu sınavda belli olurmuş, iyilerle kötüler zor zamanlarda ayrışırmış. “Kötü
gün dostu” sözünü boş dememiş eskiler. Bunu bilmez yeni yetmeler. Al sana savaş!
Tanış en can acı yerinden, hisset en derinden!
VURGUN AZGINLIĞI ALIŞVERİŞ ÇILGINLIĞI
Her savaşın gayrimeşru sonuçları
olur. Çünkü savaşın kendisi tartışmalıdır. Bu sefer ki sonuç çok ilginç: Vurgun
azgınlığı ve alışveriş çılgınlığı. İnsanlarda iki duygu meydana getirdi bu
savaş. Aslında içlerinde olanı gün yüzüne çıkardı: Kaybetme korkusu, kazanma
hırsı.
Korkanlar saldırdı, kazananlar el
yükseltti. Kazananlar ıslık çaldı, korkanlar dörtnala koştu. Çarşı coştu, sanki
haneler boştu, insanlar bir hoştu! Beyinleri vurguna ayarlı azgıngiller, sanki
yokluktan çıkmış sazangiller. Ver gazı, fırlasın alıcılar, yükselsin fiyatlar!
İşte böyle başladı, alışveriş
savaşları. Satıcılar alıcılara savaş açmıştı ama bunu kimse anlamamıştı. Arada
bir düşünenler oldu, vurgunu anlayanlar, azıcık aklını kullananlar. Onlar
bildiğini anlatamadı, çaresiz geçtiler beklemeye, yâ sabır çekmeye.
“Stoklar tükendi” anonsu, “fiyatlar
yükselecek” borusu, fırsatçılar korosu, goygoycular ordusu ortalığı velveleye
verdi. Gariban halkım koşturdu, aldı yolundu, sattı yolundu, bunlar birer
balondu, göz gördü kulak duydu ama olanlar oldu.
Balondu, ama havası hiç inmedi. Gaz verenin nefesi mi güçlüydü, şeytandan mı dürtmeliydi, dıştan mı itmeliydi? Bilinemedi. Rivayet çoktu, tam bilen yoktu. Bir şey kesindi: vurgun azgınıyla alışveriş çılgını bir araya gelmiş, ortalığı toz dumana vermişti. Eskiler boşa dememiş: “Sahtekârla tamahkâr bir araya gelince anlaşmaları kolay olurmuş.” Ne var ki ortada garibanlar ezilirmiş.
MUTSUZ MÜŞTERİ ALIŞVERİŞ KÜSKÜNÜ
Kasa kuyruğundayım, insanlar sesli
sesli konuşuyorlar, daha doğrusu dertleşiyorlar, içlerini döküyorlar. Bir hanımefendi,
“Herkes mutsuz, alan da mutsuz, alamayan da” dedi. Ben de o gözle baktım kuyruktaki
insanlara, hanımefendi haklıydı. En ucuz denilen marketten bile insanlar mutsuz
çıkıyordu. Mutsuzluğun sonu küskünlüktü. Alışveriş küskünlüğü. İnsanların
yıldığı, bıktığı, takip etmekten yorulduğu ve sonunda bitkin düştüğü en sonunda
küstüğü.
İnsanlar nasıl takip edecekti; her
gün, her saat fiyat yükselten bakkalı, manavı, marketi… Ya bırakacak ipin ucunu
ya da inceldiği yerden kopsun diyecekti. Bir de bu gözle gözledim. Marketlerde
eskisi gibi insan kalabalıkları kalmamıştı. Olanlar da az almanın ya da zaruri
ihtiyacı kadar almanın derdinde, ama bir mutsuzluk vardı hepsinde.
Korkarım ki, bu küskünlük en önce küçük ve orta ölçekli üreticiyi ve esnafı vuracak. Onlar ne zaman bu işin farkına varacak. İşte bu muamma. Onların bazılarında iki duygu birleşmiş durumda: hem kaybetme hem kazanma. Adeta korku içlerine işlemiş. Elleri kasada, gözleri fiyatlarda. Bir kısmında hırs baskın, fiyat yükselttikçe kasa dolacak zengin olacak sanıyor. Bilmiyor ki, goygoycular müşterisini küstürüyor, kendisine kaybettiriyor.
MANGALDA NE KÜL KALDI NE DİP
Vardır böyleleri her devirde. Konuşunca
adaletten, merhametten, yardımlaşmaktan mangalda kül bırakmayan dindar
geçinenler; hakça paylaşımdan, insancıl yaklaşımdan, empatiden, sempatiden dem
vuran, mangalın dibini aşındıran sosyal demokrat ayaklarına yatanlar; milli
değerleri dillendire dillendire mangalın dibini delen milliyetçilik
taslayanlar… Baksana hepsi kerli ferli efendi görünümlüler… Kimi kazanma
hırsında, kimi siyasi ikbal peşinde, kimisi kasasını doldurma derdinde, kimi
oyunda, kimi eğlencede…
Dürüst, samimi, tutarlı ve kanaatkâr
olanlara tabi ki sözümüz olamaz. Sözümüz piyasaya külahı ters giydirenlere.
Nitekim hepsini gördük: Ateşe
körükle giderken, ekran ekran höykürürken, azgınlara öykünürken, el
yükseltirken, fiyat artırırken, fırsat tetiklerken, avuçlarını ovuştururken,
müşteri kızıştırırken, garibanın cebindeki uç kuruşa göz dikerken…
Bilinsin ki, kaydedildi bir yerlere bütün bunlar. Onlar şimdilik avunsunlar, ortam böyle diye savunsunlar… Göreceğiz ötede. Kim kazandı, kim kaybetti; kim kurtuldu, kim iflasa gitti; kim çark etti, kim hak etti?
HAYIRLI SON: BİLİNÇLİ ALIŞVERİŞ
Tek umut kaldı geriye. Bu işin sonu
bilinçli alışverişe evrilir mi diye. Allah’tan umut kesilmez. Hikmetinden sual
edilmez. Bir de böyle sınıyor bizi, ayırıyor iyilerimizi. Kendi bilmiyor değil,
açmak istiyor gözlerimizi.
İşte gözlerimizi açma zamanı. Fırsat
bu fırsat. Hep hırslılar ve sahtekârlar değerlendirecek değil ya. Biraz da biz
çıkalım ortaya, onlar gelsin oltaya. Haydi, hep birlikte edelim veda tamahkârlığa,
son verelim israfa, ihtiyacımız kadarını alıp bırakalım gerisini raflarına.
Bak oruç ayındayız. Fiyatı artan ürüne
bir ay “almama orucu” tutalım. Ellerinde kalsın ne yapacaklar bakalım. Onlara
bir şey olmaz deme. Bizim için mal canın yongası, onlar için mal canın aynısı.
14 Ramazan 1443
/ 15 Nisan 2022