15 Temmuz 2025 Salı

Evrende İnce Ayar

EVRENDE İNCE AYAR

Celil ÇELİK

      Yaşamın var olabilmesi için evrenin belirli koşulları karşılaması gerekir. Bu koşullar, olağanüstü derecede olasılık dışıdır. Bunlar salt şansa atfedilemez. Eğer bu koşullar çok az bile değişseydi, evrenin yapısı tamamen farklı olur ve yaşam imkânsız hale gelirdi. Bu da fiziksel sabitlerin ve koşulların son derece hassas bir şekilde ayarlanmış olduğunu gösterir.[1] Evrende gözlenen ince ayar, sadece Yüce Allah’ın kudreti ile açıklanabilir. İnce ayar örnekleri sayısızdır. Sıkça verilen örnekler aşağıya çıkarılmıştır.

Kütleçekim kuvveti, uzayda atomların birbirlerine yaklaşmasını ve birleşmesini sağlar, dolayısıyla yıldızları ve gezegenleri oluştur.[2] Ayrıca bu kuvvet, yıldızları, gezegenleri, galaksileri ve diğer üst yapıları bir arada tutar. Kütleçekim kuvveti eğer biraz daha zayıf olsaydı, evrenin ilk dönemlerinde oluşan gaz ve toz bulutu bir araya gelemezdi. Bu durumda yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve diğer üst yapılar oluşamazdı. Yıldızlar oluşamadığı için yaşam için gerekli olan ağır elementler de oluşamazdı. Eğer kütleçekim biraz daha güçlü olsaydı, yıldızlar çok çabuk çökerdi. Bu durumda yaşam için gerekli olan ağır elementler yeterli miktarda oluşamazdı. Ayrıca kütleçekim biraz daha güçlü olsaydı, evren genişleyemezdi ve hızlı bir şekilde kendi içine çökerdi.

Atomların oluşmasını sağlayan elektromanyetik kuvvet, kütleçekim kuvvetinden milyar kere milyar kere milyar (1’den sonra 39 sıfır) daha büyüktür.[3] Bu oran eğer biraz daha küçük olsaydı, atomlar kararsız olurdu, elektromanyetik bağlanma yerine kütleçekimi önemli hale gelirdi. Ayrıca atomda bulunan zıt yükler birbirine eşittir. Atomun çekirdeğinde bulunan protonlar pozitif (+) elektrik yüklüdürler. Çekirdeğin etrafında dönen elektronlar ise negatif (-) elektrik yüklüdürler. Bu eşitlik az bozulsaydı atomlar oluşamazdı. Zıt yüklerin birbirini çekmesi nedeni ile normalde elektronların çekirdeğe düşmesi gerekir. Ancak (klasik Bohr atom modelinde) elektronların çekirdeğin etrafında dönmesi bunu engeller.[4] Dönüş hızı ile zıt yüklerin çekimi arasında hassas bir denge bulunur. Dönüş hızı çok az yavaşlasa veya elektrik yükü çok az artsa elektronlar çekirdeğe düşerler. Dönüş hızı çok az artsa veya elektrik yükü çok az azalsa elektronlar çekirdekten ayrılırlar. Bu hassas denge, ilahi müdahaleye işaret eder. Kuantum mekaniğindeki gelişmeler, elektronların hareketlerinin, klasik modellerin öngördüğünden çok daha karmaşık olduğunu ortaya koymuştur.[5] Kuantum mekaniğinde normal fizik yasalarının kabul etmeyeceği bulgular ortaya çıkmıştır. Modern kuantum atom modelinde elektronlar, gezegenler gibi iki boyutlu düzlemde hareket etmezler. Elektronlar yörüngelerini rastgele seçerler. Ayrıca elektronlar dalga özelliği de gösterirler.[6] Dalga benzeri davranışlarından dolayı elektronların tam olarak nerede oldukları bilinemez.[7] Yörünge yerine elektronun bulunma olasılığının en yüksek olduğu üç boyutlu bölgeden bahsedilir.[8] Normal fizik yasalarıyla açıklanamayan bu durum ilahi müdahaleye işaret eder.

Elektromanyetik kuvvet, ayrıca kimyasal bağların oluşumunu da düzenler.[9] Bu bağlar, yaşam için gerekli olan karmaşık moleküllerin (DNA, proteinler vb.) oluşumunu mümkün kılar. Eğer bu kuvvet biraz daha güçlü veya zayıf olsaydı, kimyasal reaksiyonlar gerçekleşemezdi ve yaşam için gerekli olan moleküller oluşamazdı.

Atomun çekirdeğinde bulunan protonlar, aynı yüke sahip olduklarından birbirlerini iterler. Ancak güçlü nükleer kuvvet, protonları atom çekirdeğinde birleştirir.[10] Güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvetten yaklaşık yüz kat daha büyüktür. Bu kuvvet eğer biraz daha zayıf olsaydı, hidrojen dışında hiçbir element oluşamazdı. Bu kuvvet eğer biraz daha güçlü olsaydı, kolay füzyon gerçekleşeceğinden evrenin ilk birkaç dakikası içinde hidrojen tükenirdi. Ayrıca yıldızlarda ağır elementler hızlı oluşurdu, ancak yıldızlar dengede kalamazdı. Yıldızlar çok hızlı yanardı ve yaşam için gerekli elementler oluşamazdı.

Zayıf nükleer kuvvetin gücü, proton-nötron dönüşümünün hızını belirler.[11] Bu kuvvet eğer biraz daha güçlü olsaydı, protonlar çok hızlı bir şekilde nötronlara dönüşürdü. Bu ise, tek protondan oluşan hidrojenin azalmasına ve dolayısıyla yıldızların oluşması için yeterli yakıtın olmamasına yol açardı. Bir proton ve bir nötrondan oluşan döteryum, yıldızlarda gerçekleşen füzyon reaksiyonlarının ilk aşamasıdır.[12] Hidrojen füzyonunda, önce iki hidrojen atomu birleşerek döteryum oluşturur, sonra döteryum başka çekirdeklerle birleşerek daha ağır elementleri oluşturur.[13] Zayıf nükleer kuvvet eğer biraz daha güçlü olsaydı, döteryum çok kararsız hale gelirdi ve daha ileri füzyon reaksiyonları gerçekleşemezdi. Zayıf nükleer kuvvet eğer biraz daha zayıf olsaydı, proton-nötron dönüşümü çok yavaş gerçekleşirdi. Yıldızların çekirdeklerindeki füzyon reaksiyonları yeterince hızlı olmazdı. Bu da yıldızların parlamasını ve ısı üretmesini engellerdi. Evren soğuk ve karanlık kalırdı.

Nötronlar, protonlardan sadece biraz daha ağırdır.[14] Bu kütle farkı, evrendeki elementlerin oluşumu ve kararlılığı için kritik önem taşır. Eğer nötronlar protonlardan biraz daha ağır olsaydı, nötronlar hızla bozunarak protonlara dönüşürdü. Nötronların azalması ise, döteryum ve helyum gibi elementlerin oluşumunu sınırlardı. Çünkü bu elementler nötronlara ihtiyaç duyarlar. Nötronların azalmasıyla birleşecek nötron bulamayan protonlar sadece hidrojen elementini oluştururlardı. Bu durumda diğer elementler oluşamayacağı için yaşam olmazdı. Eğer nötronlar protonlardan daha hafif olsaydı, bu sefer protonlar nötronlara dönüşürdü. Bu durumda evrende neredeyse hiç hidrojen kalmazdı. Suyun bileşeni olan ve yıldızların yakıtı olan hidrojen kalmadığında yaşam imkânsız olurdu.

Kütleçekim kuvveti, uzaklaştıkça etkisi azalmakla birlikte sonsuz menzile sahiptir. Evrendeki tüm maddeler birbirini çekerler. Kütleçekimi evrenin kendi üzerine çökmesini ister.[15] Evrenin durağan sayıldığı dönemde, çökmeyi engelleyen gizemli bir güçten dolayı evrenin çökmediği dile getiriliyor idi.[16] Buna da kozmolojik sabit denilmiş idi.[17] Kozmolojik sabit aslında ilahi müdahaleyi çağrıştırıyor idi. Bu dönemde evrenin genişlediğini ve bundan dolayı evrenin kendi üzerine çökmediğini söyleyenler olmuştur.[18] Daha sonra 1929 yılında evrenin genişlediği kesin olarak kanıtlandı.[19] Evrenin genişlediği anlaşılınca kozmolojik sabitten vazgeçilmiştir. Ancak bu durumda evrenin genişleme hızının kütleçekimini yendiği hassas bir dengeden bahsedilir. Eğer Büyük Patlama biraz daha şiddetli olsaydı, kütleçekimi etkili olmazdı, evrendeki tüm madde hızlı bir şekilde dağılırdı. Bu durumda kütleçekimi yetersiz kalacağından yıldızlar ve galaksiler oluşmazdı. Eğer Büyük Patlama biraz daha yavaş olsaydı, kütleçekimi nedeni ile tüm madde kendi içine çökerdi. Bu durumda da evren ortaya çıkmazdı. Evrenin ilk dönemlerinde madde birbirine yakın idi ve kütleçekimini yenmek için evren hızlı genişliyor idi. Madde seyreldikçe kütleçekimi zayıflamıştır ve maddenin dağılmaması için evrenin genişleme hızı yavaşlamıştır. Kütleçekimin evrenin genişlemesini tam olarak dengelediği yoğunluk değerine “Kritik Yoğunluk” denilir.[20] Evrenin kritik yoğunlukta genişlemeye başlaması, ince ayara işaret eder.

Genişleyen evrende zaman geçtikçe hacim artarken yoğunluk azalır. Yoğunluk maddenin hacme oranıdır.[21] Evren genişledikçe çekim kuvveti zayıflar. Eğer evren kritik yoğunlukta genişlemeye devam etse idi, çekim kuvvetinin zayıflaması nedeni ile, genişleme hızının düşmesi gerekirdi. Hatta bu durum “Yavaşlama Parametresi” olarak tanımlanmıştır.[22] Ancak 1998 yılında evrenin genişleme hızının düşmediği keşfedilmiştir.[23] Galaksiler, artan ivme ile birbirinden uzaklaşmaktadırlar.[24] Yani evren, ilk dönemlerde olduğu gibi, kritik yoğunlukta genişlememektedir. Evren, ilk dönemlerin aksine, Büyük Patlamadan kalan kinetik hızı aşan bir hızla genişlemektedir. Ancak bu genişleme, kontrolsüz ve savurgan bir genişleme değildir. Evren, günümüzde megaparsek başına saniyede yaklaşık 70 kilometre hızla genişlemektedir.[25] Evrenin kritik yoğunluğun üstünde genişlediği keşfedilince tekrar kozmolojik sabit kavramı kullanılmaya başlanmış ve evreni sabit bir değerde genişleten karanlık enerjinin var olduğu dile getirilmiştir.[26] Kritik yoğunluğun üzerinde gerçekleşen genişlemenin kontrolsüz olmaması, ilahi müdahaleye işaret eder. Genişlemenin ilahi bir güçle sağlandığını söylemek yerine (her şeyi fizik yasalarıyla açıklamaya şartlandıklarından dolayı) hayali karanlık enerji kavramını uydurmuşlardır. Evrenin genişlemesini boş uzay dokusunda bulunan karanlık enerji ile açıklamaya çalışmışlardır. Fiziğin temel ilkelerinden biri olan “Enerjinin Korunumu” ilkesine aykırı olarak, evren genişledikçe karanlık enerjinin arttığını (yani uzayın genişlemesiyle karanlık enerjinin seyrelmediğini) ileri sürmüşlerdir.[27] Gerçekte ise, karanlık enerji ile açıklamaya çalıştıkları şeylerin tümü, ilahi müdahale ile açıklanması gereken şeylerdir.

Entropi, bir sistemin düzensizliğinin veya rastgeleliğinin bir ölçüsüdür.[28] Evrenin entropisi devamlı artmaktadır. Evren, Büyük Patlama’dan bu yana sürekli genişlemiş ve soğumuştur. Evren genişledikçe madde ve enerji daha büyük alana yayılmış ve sistemin genel düzensizliği artmıştır. Bununla birlikte evrenin yerel bölgelerinde düzen artışı yaşanmıştır. Yerel bölgelerde yoğunlaşan madde ve enerji gökcisimlerini oluşturmuştur. Ancak yerel bölgelerde opaklaşan madde ve enerji de zamanla düzensizleşmiştir. Tüm yıldızlar ve nesneler, evrene dönüşümü olmayan enerji yaymaktadırlar. Kullanılabilir enerjinin azalması evrenin entropisinin arttığı anlamına gelir. Benzer şekilde yıldızların ölümü, kara deliklerin oluşumu ve galaksilerin dağılması da evrenin entropisinin arttığı anlamına gelir. Entropi artışı, evrenin düzenli bir şekilde yaratıldığını ve zamanla bu düzenin azaldığını gösterir. Bu da evrenin tesadüfen değil, bilinçli bir Yaratıcı tarafından düzenlenmiş olduğunu gösterir.

Entropi kanununa göre doğal süreçler, kendiliğinden düzen oluşturamazlar, mevcut düzeni artıramazlar ve mevcut düzeni koruyamazlar. Bir yerde düzen veya düzen artışı var ise, orada bilinçli bir müdahale var demektir. Büyük Patlama’dan sonra evrenin lokal bölgelerinde düzen artışı yaşanmıştır. Evrende gözlenen tedrici düzen artışı, salt doğal süreçlere dayandırılamaz. Aksi iddia, bir fizik yasası olan entropi kanununa aykırıdır. Düzen oluşturduğu zannedilen fizik yasaları, sadece ilahi müdahaleyi kamufle eder.

Kütleçekimi, evrende entropinin artışında önemli bir rol oynar. Normalde bilinçli bir müdahale olmadığında doğal şartlar altında kütleçekimi düzensizliğe sebep olur. Ancak evrenin lokal bölgelerinde kütleçekim etkisi ile hiyerarşik yapılar oluşmuştur.[29] Küçük kütleli cisimler büyük kütleli cisimlerin etrafında dönerler.[30] Kütleçekim nedeni ile normalde küçük kütleli cisimlerin büyük kütleli cisimlere düşmesi gerekir. Ancak gökcisimlerinin dönüş hareketleri çökmeyi engeller. Gökcisimlerinin hareketleri ile kütleçekimi arasında hassas bir denge bulunur. Dönüş hızı çok az yavaşlasa veya kütleçekim çok az artsa, küçük kütleli cisimler büyük kütleli cisimlerin üzerine düşerler. Dönüş hızı çok az artsa veya kütleçekim çok az azalsa, küçük kütleli cisimler büyük kütleli cisimlerden ayrılırlar. Dünya etrafında dönen yapay uyduların yörüngeden çıkma durumu söz konusu olduğunda hemen ilgili motorları çalıştırılarak yörüngeye girmeleri sağlanır.[31] Bu çok sık karşılaşılan bir durumdur. Sayısız gök cisimleri ise, cansız taş ve ateş parçalarından ibaret olmalarına rağmen yörüngelerinden sapmazlar. Hiçbir insan, dünyanın aniden yörüngesinden koparak uzayın derinliklerine doğru yol alacağı telaşı taşımaz. Gökcisimlerinin hareketleri ile kütleçekimi arasında bulunan hassas denge, ilahi müdahaleye işaret eder. Galaksi üstü yapılar ise, dairesel dönüş hareketi sergilemezler, daha karmaşık hareketler sergilerler. Düzen oluşturduğu zannedilen kütleçekimi, sadece ilahi müdahaleyi kamufle eder.

Ayrıca evrendeki madde miktarı kritik yoğunluğun çok altındadır. Kritik yoğunluğa göre evrende metreküp başına 5,7 atom olması gerekir. Ancak evrende metreküp başına 0,28 atom olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca evrendeki madde miktarı kütleçekimsel dengeyi sağlamaya yeterli değildir. Yukarıda belirttiğimiz üzere gökcisimlerinin hareketleri ile kütleçekimi arasında hassas bir denge bulunur. İki kütle yaklaştığında kütleçekim etkisi artar. İki kütle uzaklaştığında ise kütleçekim etkisi azalır. Küçük cisim, eğer büyük cisme yakın ise, üzerine düşmemek için onun etrafında daha hızlı döner. Küçük cisim, eğer büyük cisme uzak ise, kütleçekim etkisi zayıf olduğundan onu etrafında daha yavaş döner. Normal fizik budur. Ancak galaksilerdeki yıldızlar, merkezden uzak mesafelerde bile sabit hızla dönerler.[32] Galaksi kümeleri içindeki galaksilerin hızları da görünen maddeyle açıklanamayacak kadar yüksektir. Ayrıca büyük ölçekli yapılar da (filamentler, duvarlar vs) salt görünür maddeyle açıklanamamaktadır.[33] Yetersiz maddeye rağmen evrenin düzeni ve dengesi bozulmamaktadır. Bazı bilim adamları, bu dengenin ilahi bir güçle sağlandığını söylemek yerine (her şeyi fizik yasalarıyla açıklamaya şartlandıklarından dolayı) hayali karanlık madde kavramını uydurmuşlardır.[34] Evrenin kütleçekimsel dengesini görünür maddenin yakınlarında boş uzayda bulunan hayali karanlık madde ile açıklamaya çalışmışlardır. Karanlık madde için “gözlemlerle veya deneylerle tespit edilemeyen ancak orada olduğu bilinen” şeklinde bir tarif yapmışlardır. Yirmi birinci yüzyılın başında geliştirilen Karanlık Enerji-Soğuk Karanlık Madde (Lambda-CDM veya Λ-CDM) modeline göre, evrenin yaklaşık %27’si soğuk karanlık maddeden oluşur.[35] Evrenin yaklaşık %5’i ise baryonik maddeden oluşur. Baryonik madde, atomları, molekülleri, yıldızları, galaksileri vs oluşturan, görünür maddedir.[36] Evrenin yaklaşık %68’i ise karanlık enerjiden oluşur. Ancak Lambda-CDM modeline göre gözlemlenmesi gereken %5'lik baryonik maddenin tamamı da gözlemlenememiştir. Yakın zamanda gözlemlenebilir evrende yapılan baryon sayımı, gözlemlenen baryonik maddenin bu miktarın yarısından azını oluşturduğunu ortaya çıkarmıştır.[37] Bu problem de evrendeki baryonik maddenin yaklaşık yarısını oluşturduğu düşünülen sıcak galaksiler arası plazmanın varsayılmasıyla çözülmüştür.[38] Evrenin oluşumunda ve kozmik dengenin sağlanmasında karanlık maddeye adeta akıllı şuurlu varlıkmış gibi işlevler yüklemektedirler. Ürettikleri faraziye dışında karanlık maddeyi ispatlar somut bir delil bulunmamaktadır. Karanlık madde, devamlı hareket halinde olan evrende kozmik varlıkları oluşturamaz ve kozmik dengeyi sağlayamaz. Karanlık madde ile açıklamaya çalıştıkları şeylerin tümü, ilahi müdahale ile açıklanması gereken şeylerdir. İki galaksinin çarpışmasında da ilahi müdahaleyi görmek mümkündür.[39] İki galaksi birbiri ile çarpıştığında birbirlerinin içinden geçerler. Yıldızlar arası mesafe büyük olduğu için çarpışma sırasında yıldızlar birbirleri ile çarpışmazlar. Ancak iki galaksinin karşılaşması, yeni kütleçekiminin ortaya çıkması demektir. Normalde yeni kütleçekimi nedeni ile yıldızların dengesinin bozulması gerekir. Ancak çarpışan galaksilerde kaos gözlenmez. Aksine çarpışan galaksiler tek galaksi haline gelirler.

Başlangıçta evren, enerji ve maddenin homojen olarak dağıldığı bir yapıya sahip idi. Homojenlik ve yüksek sıcaklık normalde entropi artışı olarak yorumlanır. Çünkü yüksek enerjili bir ortamda parçacıklar daha hareketli olurlar. Ayrıca evren genişledikçe parçacıkların homojen bir şekilde dağılması gerekirdi. Aynı şekilde parçacıkların dağılması da entropi artışı olarak yorumlanır. Her iki durumda kütleçekimi etkili olmaz. Ancak başlangıçta evrenin entropisi olağanüstü düşüktü. Bu da kütleçekim kuvvetinin işlemesine olanak sağlamıştır. Evrenin başlangıcındaki düşük entropi, bazı bölgelerin diğerlerine göre biraz daha yoğun olmasına izin vermiştir. Daha sonra kütleçekimi, madde yoğunluğundaki dalgalanmaların zamanla büyümesine yol açmıştır. Bu sayede evrende galaksiler, yıldızlar ve gezegenler gibi yapılar oluşmuştur. Evrenin başlangıcındaki düşük entropi, kozmik yapıların oluşumu için hayati bir öneme sahiptir. Eğer başlangıçtaki entropi biraz daha yüksek olsaydı, kütleçekimi etkili olamazdı ve dolayısıyla galaksiler, yıldızlar ve gezegenler gibi yapılar oluşmazdı. Evren, homojen olarak dağılmış gazdan ibaret hale gelirdi. Ünlü matematikçi Roger Penrose’un hesaplamalarına göre, CMB radyasyonuna göre 10^88 ve karadeliklere göre 10^101 olan günümüz entropisi, evrenin kendi içine çökmesi durumunda (Bekenstein-Hawking formülüne göre) 10^123’e çıkacaktır.[40] Evrenin başlangıcı ile evrenin sonu aynı hacme sahip olduğuna göre, evrenin başlangıcındaki entropinin evrenin sonundaki entropi ile aynı olması gerekirdi. Evrenin başlangıcındaki entropinin bu denli düşük olması, son derece olasılık dışı bir durumdur. Evrenin başlangıcındaki düşük entropinin rastgele seçilmiş olma olasılığı, evrenin muhtemel sonunun entropisinden yola çıkılarak hesaplanabilir. Roger Penrose’un hesaplamalarına göre, evrenin başlangıcındaki düşük entropinin rastgele seçilmiş olma olasılığı, 10^ (10^123) ihtimalde 1’dir.[41] Bu, 1 rakamının önüne 10^123 tane sıfır yazılmasıyla oluşan sayıyı ifade eder. Evrendeki tüm parçacıkların üzerine sıfır yazılsa bile bu sayı üssüz olarak yazılamaz. Matematikte 10^150 ihtimalde 1’den küçük ihtimaller sıfır ihtimal olarak kabul edilir.[42] Evrenin tam olarak kritik yoğunlukta başlamış olması, hassas bir ayara işaret eder.

Büyük Patlama sonrası erken evren döneminde, temel parçacıklar ile anti-parçacıklar da eşit miktarda ortaya çıkmış idi.[43] Parçacık ve anti-parçacık çarpıştığında birbirlerini yok ederler.[44] Parçacık ve anti-parçacık çarpıştığında tüm kütle enerjiye dönüşür. Evrenin ilk saniyelerinde parçacıkların ve anti parçacıkların birbirini yok etmesi sonucunda, günümüzde bildiğimiz ve gördüğümüz madde kalmıştır. Salt fizik yasalarına kalsaydı, evrenin ilk saniyelerinde meydana gelen imha sürecinde, geride hiç madde kalmaması gerekirdi. Ancak evrenin ilk saniyelerinde meydana gelen imhada, sıradan madde lehine bir dengesizlik söz konusu olmuştur.[45] Bu dengesizlik olmasa idi, mevcut madde ve dolayısıyla evren olmayacaktı. Bu dengesizlik, ilahi müdahaleye işaret eder.

Karbon, evrende yaşamın ortaya çıkabilmesi için gerekli olan temel elementtir.[46] Karbon, yıldızların içinde üç helyum atomunun birleşmesiyle oluşur. İki helyum çekirdeği (alfa parçacığı) birleşerek berilyum çekirdeğini oluşturur. Ancak bu çekirdek kararsızdır ve 10^-16 saniye gibi çok kısa ömürlüdür. Bu kısa sürede eğer hemen bir üçüncü helyum çekirdeği eklenirse karbon çekirdeği oluşur. Bu birleşme süreci, "üçlü alfa süreci" olarak adlandırılır ve belirli bir enerji seviyesinde gerçekleşir.[47] Bu enerji seviyesi 7, 27 megaelektronvolt (MEV) civarındadır. Bu enerji seviyesi, karbon çekirdeğinin rezonans enerjisi olarak bilinir ve dar bir aralıkta hassas bir şekilde ayarlanmıştır. Eğer bu enerji seviyesi biraz farklı olsa karbon çekirdeği oluşamaz. Karbonu oluşturan enerji seviyesinin dar bir aralıkta olması ince ayara işaret eder. Ayrıca aynı ortamda karbon çekirdeklerine bir helyum çekirdeği eklenerek oksijen çekirdekleri de üretilir.[48] Karbon kararlı bir çekirdektir ve tüm karbon helyum ile reaksiyona girebilir. Ancak evrende yeterli karbonun birikebilmesi için karbon gereğinden fazla oksijene dönüşmez. Karbon oluşumunun ince ayarı en çok vurgulanan örneklerden biri olsa da evrendeki diğer elementlerin bollukları da benzer fiziksel sabitlerin ve nükleer reaksiyonların hassas dengelerine bağlıdır.

Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızı, gezegenimizdeki yaşam koşulları için son derece hassas bir dengeye sahiptir.[49] Daha yavaş dönüş, gece ve gündüz sürelerinin uzamasına neden olurdu. Bu da Güneş alan tarafın aşırı ısınmasına ve karanlıkta kalan tarafın aşırı soğumasına yol açardı. Bu durum, bildiğimiz anlamda yaşamın devamını çok zorlaştırırdı. Daha hızlı dönüş, atmosferdeki hava akımlarının (rüzgarların) hızını aşırı derecede artırırdı. Sürekli ve çok şiddetli kasırgalar ve fırtınalar oluşurdu. Bu da yine yeryüzünü yaşanmaz hale getirirdi.

Yer kabuğunun kalınlığı da bir diğer hayati parametredir.[50] Mevcut kalınlığından daha ince bir kabuk, gezegeni sürekli volkanik patlamaların ve sismik felaketlerin tehdit ettiği istikrarsız bir yapıya büründürürdü. Daha kalın bir yer kabuğu ise, atmosferdeki oksijenin önemli bir kısmını emerek kayaların içine hapseder ve atmosferi canlılar için yetersiz bırakırdı. Ayrıca levha tektoniğini durma noktasına getirirdi.[51] Levha tektoniği, karbon gibi yaşam için gerekli olan elementlerin geri dönüştürüldüğü, volkanik aktiviteyle atmosfere gaz salındığı ve gezegenin iç ısısının dengelendiği hayati bir süreçtir. Bu sürecin durması, Dünya'yı jeolojik olarak ölü, atmosferi ve iklimi dengesiz bir gezegene dönüştürürdü.

Gezegenimizin yaşanabilirliğini tanımlayan kritik faktörler arasında, kütlesi tarafından belirlenen yerçekimi kuvveti, atmosferin hem bileşimini hem de kalıcılığını şekillendiren hayati bir rol oynar.[52] Bu kuvvetin hassas ayarı, yaşam için adeta bir bıçak sırtı dengeyi temsil eder. Eğer Dünya'nın kütlesi ve dolayısıyla yerçekimi mevcut olandan daha zayıf olsaydı, gezegenin atmosferik kaçış hızı düşer ve yaşam için vazgeçilmez olan su molekülleri gibi hafif bileşikler zamanla uzay boşluğuna savrulurdu. Bu durum, gezegeni geri döndürülemez bir kuraklığa sürükleyerek biyosferin oluşumunu daha en başında imkânsız kılardı. Tersi bir senaryoda, yani daha güçlü bir yerçekiminin varlığında ise Dünya, gaz devlerine benzer bir kaderi paylaşırdı. Bu yüksek çekim gücü, gezegenin ilk oluşumundan kalan metan ve amonyak gibi hafif ve zehirli gazlardan oluşan ilksel atmosferini hapsetmesine neden olurdu. Böylesi bir atmosfer hem kimyasal yapısı hem de yaratacağı ezici basınç ile oksijene dayalı yaşamı imkânsız kılardı. Dolayısıyla Dünya'nın mevcut yerçekimi, zehirli ilksel gazların kaçmasına izin verecek kadar zayıf, ancak suyu ve bugünkü hayat dostu atmosferi koruyacak kadar güçlü olan mükemmel bir dengeyi yansıtmaktadır.

Güneş'e olan ideal uzaklığımız, Dünya'yı yaşanabilir kılan en temel faktörlerden biridir.[53] Eğer gezegenimiz Güneş'e şu anki konumundan daha yakın olsaydı, aşırı sıcaklık nedeniyle gezegenimiz kavrulurdu. Aşırı sıcaklık, suyun buharlaşmasına neden olur, karaların çölleşmesine yol açar, yaşamın var olamayacağı koşullar yaratırdı. Eğer gezegenimiz Güneş'e şu anki konumundan daha uzak olsaydı, aşırı soğuma nedeniyle Dünya bir buzul çağına girerdi. Bu durumda atmosferdeki su döngüsü tamamen sekteye uğrar, bitki ve hayvan yaşamı imkânsız hale gelirdi.

Ay ile Dünya arasındaki çekim kuvveti, gezegenimizdeki doğal dengeler ve yaşamın sürdürülebilirliği için kritik bir faktördür.[54] Eğer bu çekim etkisi şu ankinden daha fazla olsaydı, Ay'ın şiddetli çekimi Dünya'nın atmosfer koşullarını, kendi ekseni etrafındaki dönüş hızını ve okyanuslardaki gelgitleri derinden etkilerdi. Aşırı büyük gelgitler, kıyı bölgelerini yaşanmaz kılardı. Dönüş hızındaki değişimler, günlerin süresini ve dolayısıyla iklimi temelden farklılaştırırdı. Ay'ın çekim etkisi daha az olsaydı, bu durum şiddetli iklim değişikliklerine yol açardı. Zayıflayan gelgitler, okyanus akıntılarını bozarak gezegenin ısı dağılımını sekteye uğratırdı ve tahmin edilemez hava olaylarına neden olurdu.

Dünya atmosferindeki oksijen ve azot oranı, yeryüzündeki yaşamın sürdürülmesi için kritik bir denge sunar.[55] Eğer oksijen oranı daha fazla olsaydı, yaşamsal fonksiyonlar aşırı derecede hızlanırdı. Bu durum, hücreler üzerinde toksik etkilere yol açardı, metabolizmayı hızlandırırdı ve yaşlanmayı artırırdı. Eğer azot oranı daha fazla olsaydı, artan atmosferik basınç, solunum ve dolaşım sistemleri için aşırı yük oluştururdu. Bu da yaşamın devamlılığını tehdit ederdi.

Sayısız ince ayar örnekleri, evrenin dışındaki bir nedene ve bir tasarımcıya işaret eder. İnsan aklı, bir düzen gördüğünde mutlaka bir düzenleyici iradenin varlığını kavrayacak şekilde işler. Ancak materyalistler, tamamen maddi bir evrenin kendi kendini meydana getirdiğini ve kökeni için başka bir açıklamaya gerek olmadığını ileri sürerler. Materyalistler, ince ayara karşı çoklu evren modeli ve antropik ilke argümanını ileri sürmüştür.

Güncel bilim, evrenin bir başlangıcının olduğunu, bu başlangıcın kara delikler gibi bir tekillik olduğunu, bu tekillikte zaman ve mekanın olmadığını, bu tekilliğin evveliyatının olmadığını, zaman ve mekanın bu tekillikten sonra yaratıldığını, bu tekillikten sonra evrenin genişlediğini, genişlemenin hala devam ettiğini, sonlu bir süre içinde genişleyen evrenin sınırlı olduğunu,  nihayetinde (genel göreliliğe göre) evrenin ya kendi içine çökeceğini veya evrenin karadeliklerden ibaret kalacağını öngörür. Sonradan var olan ve sınırları olan evren, Yüce Yaratıcıya işaret eder.

Yaratıcı fikrine mahal vermek istemeyen materyalistler, ezeli ve sınırsız bir evren arzularlar. Gerçekleşme ihtimali en düşük olan ihtimallerin yeterli süre verildiğinde sonsuz ve sınırsız bir evrende gerçekleşebileceği iddiasıyla materyalistler tarafından teist anlayışa karşı çoklu evren modeli ortaya atılmıştır.[56] Onlara göre evren sonsuzdur ve şans eseri düzgün ve düzenli olan bir bölgede ortaya çıktık. Onlara göre sonsuz sayıda evren bulunmaktadır ve şans eseri düzgün ve düzenli olan bir evrende ortaya çıktık. Diğer evrenlerde yaşam olduğu takdirde bu durum ince ayara işaret eder. Bundan dolayı diğer evrenlerde yaşamın bulunmadığını, sadece içinde bulunduğumuz evrende tesadüfen yaşamın ortaya çıktığını iddia ederler.

Yüce Allah’ın sonsuz kudretine dayanarak âlemlerin sonsuz ve sınırsız olduğu söylenebilir. Ancak Yüce Yaratıcıyı tanımayan materyalistler, güncel bilimle sonsuz ve sınırsız evren elde edemeyeceklerini bildiklerinden dolayı, sonsuz ve sınırsız evren elde etmek için materyalist anlayışa uygun varsayıma dayalı çoklu evren modeli uydurmuşlardır. Ancak sonsuz sayıda evrenin var olduğuna ilişkin bir delilleri bulunmamaktadır. Ayrıca diğer evrenlerde yaşamın bulunmadığına ilişkin bir delilleri bulunmamaktadır.

Materyalist anlayışa dayalı çoklu evren hipotezi absürttür. Zira gözlenebilir evren, statik olmayıp dinamik bir yapıya sahiptir. Ayrıca gözlenebilir evren, tehlikeli ve şiddetli nesneler ile doludur. Gözlenebilir evren, dinamik bir yapıya sahip olmasına rağmen mükemmel bir düzene sahiptir. Bu düzen, evrenin her yerinde ve her zerresinde gözlenen hassas dengelere dayanır. Bu dengeler, evren sonsuz olsa bile ihtimaller hesabına dayanarak açıklanamaz. Gözlenebilir evren, her an yenilenen ve her an müdahaleye muhtaç görünüm arz eder. Gözlenebilir evren, her an müdahaleye hazır daimî bir müdebbire ihtiyaç duyar.

Materyalistlerin ince ayara karşı kullandıkları diğer bir argüman ise antropik ilkedir.[57] Bunun başlıca iki versiyonu vardır. Zayıf antropik ilke, en yaygın ve temel versiyondur. Bu versiyon şöyle der: “Biz, evrenin yaşama elverişli olduğunu gözlemliyoruz. Aksi takdirde burada olamazdık. Eğer evren yaşamı mümkün kılmasaydı, zaten onu gözlemleyebilecek bilinçli varlıklar da olamazdı. Biz, sadece yaşamın mümkün olduğu bir evrende var olabiliriz. Evrenin bize uygun görünmesi, bir tesadüf ya da mucize değildir, gözlemci konumumuzdan kaynaklanan mantıksal bir zorunluluktur. Burada gözlemci önyargısı vardır. Dolayısıyla evrenin bize uygun görünmesi açıklama gerektirmez.” Güçlü Antropik İlke ise şöyle der: “Evrenin yaşamı mümkün kılacak şekilde olması salt bir rastlantı değildir. Evrenin yaşamı destekleyecek şekilde ayarlanmış olmasının bir açıklaması olmalıdır. Evrenin doğasında bilinçli yaşamı destekleme potansiyeli bulunmalıdır. Evren, bilinçli yaşamın ortaya çıkmasına imkân verecek şekilde olmak zorundadır. Çünkü ancak böyle bir evrende kendimizi gözlemleyebiliriz.” Zayıf antropik ilke "açıklama gerektirmez" derken güçlü antropik ilke "açıklaması olmalıdır" der. Ancak bu versiyon genellikle çoklu evrenler hipotezini açıklama olarak sunar. Ancak teleolojik ve metafizik açıklama sunanlar da vardır.

Antropik ilke, evrenin yaşamı destekleyecek şekilde görünüyor olmasının şaşırtıcı olmadığını, çünkü zaten gözlemleyebilen bilinçli varlıklar olarak burada bulunmamızın bu koşullara bağlı olduğunu savunur. Tasarımcıya gerek kalmadan gözlemci olmanın doğası gereği evrenin bu şekilde görünmesini normalleştirir.

Antropik ilke, gerçek bir neden-sonuç açıklaması sunmaz. "Biz buradayız, çünkü buraya uygun bir evrende yaşıyoruz" demek, sadece bir gözlemdir, bir açıklama değildir. Yanmayan evlerde yaşayan insanlar, evlerinin neden yanmadığını "eğer yanıyor olsaydı içinde yaşayamazdım" diyerek açıklayamazlar. Bu açıklama sadece gözlemci önyargısını ifade eder. Antropik ilke, ayrıca döngüsel (kısır) mantık kullanır. İlke şu mantığı izler: “Ancak yaşamı mümkün kılan bir evrende gözlem yapabiliriz. Gözlem yapabiliyoruz, öyleyse evren yaşamı mümkün kılmalıdır.” Bu döngüsel mantık, ele alınan konunun nedenini açıklamadan sadece sonucu tekrar eder. Bu tür ifade, hiçbir yeni bilgi sağlamaz. Antropik ilke, ayrıca olağanüstü düşük olasılıkları açıklamaz, sadece geçiştirir. Antropik ilke, evrenin neden belirli fiziksel sabitlere sahip olduğunu açıklamaz, sadece bu sabitler olmasaydı bizim burada olamayacağımızı belirtir. Bu, "Neden piyangoyu ben kazandım?" sorusuna "Çünkü kazanan bileti sen tuttun" diye cevap vermek gibidir. Antropik ilke, evrenin bilinçli bir şekilde tasarlandığı fikrine karşı salt ön kabul içerir, felsefi olarak absürd ve yüzeysel bir yaklaşım sergiler.

 

 



[1] Kuran, 23/71, 35/41, 54/49, 55/5-6, 67/3-4; en.wikipedia, Fine-tuned universe

[2] en.wikipedia, Gravity

[3] en.wikipedia, Electromagnetism

[4] en.wikipedia, Bohr model

[5] en.wikipedia, Quantum mechanics

[6] en.wikipedia, Wave–particle duality, De Broglie–Bohm theory

[7] en.wikipedia, Uncertainty principle

[8] en.wikipedia, Atomic orbital

[9] en.wikipedia, Chemical bond

[10] en.wikipedia, Nuclear force

[11] en.wikipedia, Weak interaction

[12] en.wikipedia, Deuterium

[13] en.wikipedia, Proton–proton chain, Deuterium fusion, CNO cycle, Triple-alpha process, Alpha process

[14] en.wikipedia, Proton, Neutron

[15] en.wikipedia, General relativity

[16] en.wikipedia, Einstein field equations

[17] en.wikipedia, Cosmological constant

[18] en.wikipedia, Friedmann equations, Alexander Friedmann, Georges Lemaître

[19] Hubble, Edwin, A Relation Between Distance and Radial Velocity Among Extra-Galactic Nebulae, Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America (PNAS), Cilt 15, Sayı 3, Eylül 1929, Sayfa 168-173, https://www.pnas.org/doi/10.1073/pnas.15.3.168

[20] en.wikipedia, Friedmann equations

[21] en.wikipedia, Density

[22] en.wikipedia, Deceleration parameter

[23] Perlmutter, S. Et al. (The Supernova Cosmology Project), Measurements of Omega and Lambda from 42 High-Redshift Supernovae, The Astrophysical Journal, Cilt 517, Sayı 2, ocak 1999, Sayfa 565–586, https://arxiv.org/abs/astro-ph/9812133

[24] en.wikipedia, Accelerating expansion of the universe

[25] en.wikipedia, Hubble’s Law

[26] en.wikipedia, Dark energy

[27] en.wikipedia, Conservation of energy

[28] en.wikipedia, Entropy

[29] en.wikipedia, Orbital mechanics

[30] en.wikipedia, Circular orbit

[31] en.wikipedia, Orbital decay

[32] en.wikipedia, Galaxy rotation curve

[33] Jaime E. Forero-Romero, Sergio Contreras, Nelson Padilla, Cosmic web alignments with the shape, angular momentum and peculiar velocities of dark matter haloes, Monthly Notices of the Royal Astronomical Society, Cilt 443, Sayı 2, 11 Eylül 2014, Sayfalar 1090–1102, https://doi.org/10.1093/mnras/stu1150 & https://arxiv.org/abs/1406.0508v2

[34] en.wikipedia, Dark matter

[35] en.wikipedia, Lambda-CDM model

[36] en.wikipedia, Baryon

[37] en.wikipedia, Missing baryon problem

[38] en.wikipedia, Warm–hot intergalactic medium

[39] en.wikipedia, Galaxy merger

[40] Roger Roger Penrose, The Emperor’s New Mind, Oxford University Press, London, 1999 (First published 1989), Pages 339-345 & The Road To Reality, Jonathan Cape, London, 2004, pages 726-732

[41] ibid

[42] en.wikipedia, Universal probability bound

[43] en.wikipedia, Antimatter

[44] en.wikipedia, Annihilation

[45] en.wikipedia, Baryon asymmetry, Baryogenesis, Leptogenesis

[46] en.wikipedia, Carbon

[47] en.wikipedia, Triple-alpha process

[48] en.wikipedia, Alpha process

[49] en.wikipedia, Earth's rotation

[50] en.wikipedia, Earth's crust

[51] en.wikipedia, Plate tectonics

[52] en.wikipedia, Gravity of Earth

[53] en.wikipedia, Habitable zone

[54] en.wikipedia, Tidal force

[55] en.wikipedia, Atmosphere of Earth

[56] en.wikipedia, Multiverse

[57] en.wikipedia, Anthropic principle

 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar