Prof. Dr. Âdem APAK
Peygamberler ilahi tebliğin insanlara
ulaştırılması için Allah tarafından seçilmiş müstesna şahsiyetlerdir. Bu
sebeple kendilerine diğer insanlarda bulunmayan mucizeler, ismet (günahtan
korunma) sıfatı gibi beşer üstü hususiyetler bahşedilmiştir. Bununla birlikte
peygamberlerin birer beşer ve insan oldukları hususuna da dikkat çekilmiştir.
Nitekim kelime-i şehâdetin muhtevası bu hakikate işaret eder. Kur’ân’da da
ifadesini bulduğu üzere insanlara gönderilecek bir elçinin yine beşer
nitelikleri haiz bir insan olmasının lüzumu vardır. (İsrâ, 95; En’âm,
6/9).
İnsanlar için, kendileri gibi doğan,
büyüyen, yiyip-içen, uyuyan, hasta olan, aile kurup çocuk sahibi olan, hayatın
her türlü sıkıntılarıyla karşılaşıp bunlara göğüs geren, tabiatıyla acılar
çeken, yoksulluğu da bolluğu da yaşayan, hastalanan ve nihayet ölen beşer bir
peygamber örnek olabilir. Zira insanlar ancak böyle bir beşerle hayatlarını özdeşleştirebilir,
örnek alabilir ve onun gibi yaşamayı hedefleyebilirler.
Kendilerine verilen olağanüstü hâller, şüphesiz
seçilen peygamberlerin Allah indinde ne kadar değerli ve isteklerinin ne kadar
geçerli olduğunu gösterir; ama ortalama insanlar için onlarda asıl dikkate
alınması gereken yönleri onların birer insan olarak Allah’ın emirlerini
gerçekleştiren söz ve uygulamaları, hâl ve tavırları, davranış ve ahlâklarıdır.
Buradan, günümüz insanına Hz. Peygamber’in (sav) insanî yönünü belirginleştirir
bir şekilde takdim edilmesinin, başka bir ifadeyle Allah Rasûlü’nün (sav)
peygamberlik sıfatıyla birlikte, bir beşer olarak tanıtılmasının gereği ortaya
çıkar. Hâlbuki İslâm tarihi kaynaklarının önemli bir kısmında Hz. Peygamber’in
(sav) hayatının olağanüstü boyutta aktarıldığı, bütünüyle mucize merkezli bir
peygamber takdimimin yapıldığı; gerek siyer kitaplarında, gerekse edebiyat
eserlerinde Hz. Peygamber’in (sav) aşırı abartma ve yüceltmelerle kuşatıldığı
görülür. Örnek vermek gerekirse, onun doğumundan itibaren hayatıyla ilgili
olarak olağanüstü hadiseler pek çok kitapta yer bulmuştur. Bilhassa doğumu
esnasında meydana geldiği rivayet edilen olaylar, çocukluğu sırasında yaşadığı
bildirilen olağanüstü hadiseler zaman zaman efsane boyutunda kaynaklarda teferruatlı
bir şekilde yer almıştır. Bu bilgilerin pek çoğu daha sonraki dönemlerde başka
inanç mensuplarıyla yaşanan etkilenme ve dinî rekabet sebebiyle ihdas edilmiş malumat
kabilinden olup neredeyse Kur’ân’ın bize takdim ettiği Hz. Peygamber’i (sav)
gölgede bırakır mahiyet arzeder. O kadar ki zamanla Müslümanlardan bir kısmı,
onun beşer özelliklerini göz ardı ederek Hıristiyanların Hz. Îsâ’yı, Yahûdîlerin
de Hz. Üzeyr’i yüceltmedeki aşırılıklarını andıran anlayışlara yönelmişlerdir.
Hâlbuki: “Yahûdîler, Üzeyir Allah’ın oğludur, dediler;
Hıristiyanlar Mesih Allah’ın oğludur, dediler. Bu daha önce inkâr edenlerin
sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin!
Nasıl da uyduruyorlar.” (Tevbe, 9/30) âyetinde onların anlayışlarının yanlışlığı
açıkça vurgulanmış, Müslümanlar da aynı hataya düşmemeleri konusunda da
uyarılmıştır.
Hayatın her yönünde olduğu gibi inanç konusunda insanların birbirlerinden
etkilendikleri gerçeğinin bilincinde olan Allah Rasûlü (sav) de benzer uyarıyı
tekrarlama ihtiyacı duymuş ve “Sizden öncekilerin yollarını karış karış, adım
adım izleyeceksiniz.” buyurmuş, “Yahûdî ve Hıristiyanları da mı ey Allah’ın
Rasûlü?” diye sorulduğunda da “Başka kimler” cevabını vermiştir.( Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 50, İ’tisâm, 14,
16; Müslim, İlim, 6). Hz. Peygamber (sav) yine bu bahiste “Hıristiyanların
Meryem oğlu İsa’yı abartarak övdükleri gibi beni övmeyin, ben ancak Allah’ın bir
kuluyum, bana Allah’ın kulu ve Rasûlü deyiniz.” ifadeleriyle ashabını
kendisinin beşer hususiyetini ihmal etmemeleri hususunda defaatle ikaz
etmiştir. (Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 48). Ölüm döşeğinde iken de
“Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen Yahûdî ve Nasârâ’ya Allah lanet
etsin!” sözleriyle ashabını kendisinden sonra aynı yanlış davranışa düşmeme
konusunda son kez uyarmıştır.(Buhârî, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 50). Ancak
gerek Kur’ân-ı Kerîm, gerekse Allah Rasûlü’nün (sav) açık ikazlarına rağmen
Müslümanlar, muhtemelen farklı din mensuplarıyla girdikleri tartışmalarda
dinlerini kendilerince savunma ve muhataplarını -onlardan sıkça duydukları-
olağanüstü hadiselerle ikna gayreti neticesinde Hz. Peygamber (sav) ile ilgili
olarak onun beşer olma hususiyetini ihmal eder mahiyette aşırı övgü ve yüceltme
yoluna yönelmişlerdir. Halbuki, benzeri hatalı tutumlara karşı, Kur’ân’da Hz.
Peygamber’in (sav) beşeri yönüne defaatle dikkat çekilmiştir:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan
önce de peygamberler geçmiştir. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?
Geriye dönen, kendisi için dönmüş olur, bu tavır Allah’a hiçbir zarar vermez.
Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir”.(Âl-i İmrân,
3/144); “De ki, namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin
Rabbi olan Allah içindir.”(En’âm, 6/162);“Şüphesiz sen de öleceksin,
onlar da ölecekler. Ey insanlar, sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda
duruşmaya çıkarılacaksınız”.(Zümer, 39/30-31).
İslâmî tebliğin başlangıç dönemlerinde
Mekke müşrikleri de kendilerine gönderilen elçinin bir beşer olmasını
anlayamamışlar; onun aslında beşer üstü adeta bir melek şeklinde olması yahut
melekler eşliğinde gelmesi gerektiğini söylemişlerdir. Müşriklerin bu görüşleri
Furkân Suresi 7-8. âyetlerinde zikredilir: “Şöyle dediler: Bu nasıl
peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer. Ona, beraberinde bulunup uyarak bir
melek indirilseydi ya. Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya
faydalanabileceği bir bahçesi olsaydı.” Onların bu görüşüne
yine İlahi Kitap’ta “Zaten, kendilerine hidayet
rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, “Allah, peygamber
olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir. Şunu söyle: Eğer
yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten,
peygamber olarak bir melek gönderirdik” (İsrâ, 17/94-95); “Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu
insan sûretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük”
(En’âm, 6/9) âyetleriyle cevap verilmiştir.
Unutulmamalıdır ki, Hz. Muhammed’i (sav)
beşer üstü konuma çıkararak rol-model alınmasını zorlaştıran, hatta
imkânsızlaştıran anlatımlar ve abartmalar, yüceltmek veya saygı göstermek bir
tarafa, işlevi ve örnek alınması bakımından onu devre dışı bırakmaktan başka
bir sonuç getirmez. Aksine bu tür anlayışlar Hz. Peygamber’i (sav) yol
göstericiliği ve evrenselliği anlamında onun misyonunu bütünüyle ortadan
kaldırmak anlamına gelir. Çünkü insanlar için örnek alınamayan bir peygamberin
varlığı ile yokluğu arasında bir fark yoktur. Hâlbuki Hz. Peygamber (sav) kıyamete
kadar sadece müminler için değil, bütün insanlar için rahmet kaynağı, hidayet
rehberi ve örnek alınacak ahlâk sahibi olarak gönderilmiştir. (Ahzâb, 33/21).
Allah’ın çağrısını insanlığa aktarmakla
görevli olan Allah Rasûlü (sav) beşer özelliklerini haiz bir insan olması
hasebiyle kendisi bir eştir, bir babadır, bir komşudur, bir komutandır, bir
liderdir; özetle ortalama bir insanının hayatın bek çok safhasında kendisiyle
paralellik kurabileceği özellikleri taşıyan bir beşerdir. Dolayısıyla
insanlığın, bilhassa da Müslümanların, insanî özellikleri şahsında barındıran
bir peygamberi beşer olarak örnek almaları ve onun gibi davranmaları pekâlâ
mümkün, hatta gereklidir. Onun insan olarak ortalama insanlara örnek olmasının
en açık örneklerini aile hayatında görmek mümkündür. Zira Allah Rasûlü’ (sav)
her şeyden önce bir aile reisidir. Kendisinden evlilik ve aile kurumuna teşvik edici pek çok rivayet
aktarılmıştır: “Dört şey Peygamber'in sünnetindendir: Haya, güzel koku
sürünmek, misvak kullanmak ve
evlenmek.” “Kimin evlenme
külfetine gücü yeterse, evlensin. Zira (evlenme),
gözü haramdan son derece meneder. İffeti de o nispette muhafaza eyler.” (Buhâri, Nikâh, 15;
Nesaî, Nikâh, 13 ).
Hz.
Peygamber (sav)’e erkeğin hanımı üzerindeki en önemli görevi onun nafakasını
temindir. “Erkeğin, hanımına
harcadığı her şey sadakadır.” “Erkek hanımına su bile içirse onun ecri vardır.” “Kıyamet günü kişinin
mizanına konacak ilk şey,
ailesinin nafakası için harcadıklarıdır”. (Buhârî,
Nefekât, 14; Müslim, Zekât, 47). Allah Rasûlü’ne (sav) göre erkeklerin en hayırlıları
eşlerini memnun etmeye çalışan, onları razı edenlerdir: "En hayırlınız, ehline karşı hayırlı olandır. Ehline
karşı en hayırlınız benim". buyurur. Yine Allah Rasûlü (sav) eşleri
Allah'ın (c.c.) kocalarına emanet
ettiğini bildirmiştir. (Tirmizî, Radâ11; İbn Mâce, Nikâh,
50; Ebû Dâvûd, Sünnet 16). Bu sebeple Allah Rasûlü (sav) ashabına kadınlarıyla
ilgili çok hassasiyet göstermelerini istemiş, onlara “Kadınlarınızı nasıl köle -veya hayvan- döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca
utanmadan, onlarla beraber oluyorsunuz?”
buyurmuştur. Ashabdan bazılarının kadınların şımarıp fesadı artırdıklarını
söyledikten sonra onların dövme izni istemelerine ise şu cevabı vermiştir: “Bilin
ki, kadınını ancak şerlileriniz döver.” (Buhârî, Tefsîru sûre 91;
Müslim, Cennet, 49; Ebû Dâvûd, Nikâh, 43, İbn Mâce, Nikâh
51).
Aile reisi olan Hz. Peygamber (sav), aynı
zamanda bir babadır da. Evliliğin asıl hedefi ve meyvesi olan çocuklara karşı
derin bir sevgi ve şefkat besleyen Allah Rasûlü (sav) seviyelerine inmek
suretiyle onların problemleriyle yakinen ilgilenmiştir. Onun çocukları kucağına
alıp sevdiği ile ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır. Nitekim bir defasında
torunu Hasan'ı severken yanında bulunan kabile reislerinden Akra' b. Hâbis onu
görür ve "Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var, hiçbirini
öpmedim" der. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (sav) muhatabına "Merhamet
etmeyene merhamet olunmaz" buyurur. Yine "Siz çocukları öper misiniz?
Biz öpmeyiz" diyen bir kişiye "Allah senin kalbinden merhameti alıp
çıkardıysa ben ne yapabilirim" buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 18).
Hz. Peygamber’in (sav)
çocuklarına sınırsız şefkat ve sevgisinin bir başka tezahürü, onların vefatları sırasında kendisinde görülen üzüntü
halidir. Nitekim son çocuğu İbrahim’in vefatı üzerine gözyaşı dökerken
dilinden şu sözcükler dökülmüştür: “Göz
ağlar, kalp üzülür, fakat biz Allah'ın rızasına uymayan söz sarf etmeyiz.
Vallahi ey İbrahim, ölümün sebebiyle hepimiz üzgünüz”. (Buhârî, Cenâiz 32).
Allah
Rasûlü (sav) terbiyesinde olan çocuklara karşı davranışlarını sevgi ve müsamaha
üzerine bina etmiştir. Kendisi çocukların vaki hatalarını tashihte de azar,
tenkit, tahkir, surat ekşitme gibi yollara başvurmamıştır. Enes b. Mâlik’ten bu
konuda yapılan muhtelif rivayetleri şöyle
birleştirmek mümkün: "Hazarda ve seferde on yıl Rasûlüllah’a (sav) hizmet ettim. Yaptığım işler, her
seferinde onun istediği şekilde gerçekleşmedi. Buna
rağmen bana bir kerecik
olsun ne vurdu, ne kötü söyledi, ne azarladı, ne surat yaptı, ne de ayıpladı. Bir kere olsun "of " dahi
demedi. Yaptıklarımdan hoşuna gitmeyen için "Ne fena yaptın" demedi.
Yaptığım bir şey için: "Bunu niye böyle yaptın?", yapmadığım bir emri için de: "Onu niye
yapmadın!" diye hesaba çekmedi.
Hanımlarından biri "Keşke şöyle yapsaydın!" diye müdâhale edecek
olsa: ''Bırakın çocuğu, o Allah'ın murad ettiği şeyi yapmıştır" derdi.
(Müslim, Fedâil 51).
Örnek bir baba olan Hz. Peygamber (sav) aynı
zamanda bir dede örnekliğini de göstermiştir. Onun torunlarını evde bazen sırtına,
bazen karnının üzerine alıp eğlendirdiği rivayet edilir. Hatta zaman zaman
camide namaz kıldırıyorken bile çocuklar onun omzunda veya sırtında olurlardı. Nitekim
Hz. Zeyneb'den kız torunu Ümâme bu çocuklardan biridir. Hz. Peygamber (sav)
onu namazda omzuna alır, rükûa gittiğinde yere bırakır, kalktığında tekrar
omzuna alırdı. (Buhârî, Salât 106;
Müslim, Mesâcid 41) Bir defasında Hz. Peygamber (sav) secdedeyken
sırtına Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin binince, ininceye kadar secdeyi uzatmıştı.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 494; Nesâî, Tatbik 82).
Rivayete göre Rasûlüllah (sav) mescidde insanlara
hitap ederken torunları Hasan (ra) ve Hüseyin (ra) gömlekleri içinde düşe kalka
yürüyerek yanlarına geldiler. Rasûl-i Ekrem (sav) minberden indi, onları kaldırdı,
ardından da şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ malınız ve evlâtlarınız birer
fitnedir" diyerek hakikati buyurmuştur: Şu iki çocuğun düşe kalka
yürüyüşlerine baktım ve vaazımı kesip onları yukarı almaktan kendimi
alıkoyamadım” (İbn Mâce, Libâs 20; Tirmizî, Menâkıb
30; Ebû Dâvûd, Salât 17; Nesâî, Cuma 30).
Yukarıda verilen örnekler Allah Rasûlü’nün
(sav) doğrudan beşer özelliklerine işaret etmektedir. Burada yine de
hatırlatmak gerekir ki, Hz. Peygamber’in (sav) günümüz insanına tanıtılmasında,
başka bir ifadeyle, zamanımızda Allah Rasûlü’nün (sav) anlaşılmasında onun
insanî/beşerî yönünün ön plana çıkarılması demek, ilahî misyonunun, onun
risâlet yönünün ikinci derecede değerlendirilmesi anlamına gelmez. Müslümanlar
için Hz. Muhammed (sav), kendisine vahiy gelen, gerçekleştirdiği dönüşümün
stratejisini ve içeriğini ilahî vahyin belirlediği, başarısının temelinde de
vahyin bulunduğu bir şahsiyettir ve son peygamberdir. Bunun en açık işareti
olan Kur’ân-ı Kerîm de onun en büyük mucizesidir. Hz. Muhammed’in (sav) genel
hayatından bahsedilirken veya hayatının bir bölümünden bir hâdise yazılır veya
anlatılırken mutlaka onun nitelikleri ve davranışında vahye, vahyin rolüne
işaret edilmelidir. Bizim burada açıklamaya çalıştığımız husus, günümüz
Müslümanlarına ve bütün insanlığa Hz. Muhammed’in (sav) takdiminde peygamberlik
ile insanî yönden hangisinin önemli ve öncelikli olduğu meselesi değil, konunun
sunumunda meselenin pratik ve güncel boyutudur.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, günümüz
insanının Hz. Peygamber’i (sav) anlaması konusunda takip edilmesi gereken en
önemli adımlardan biri onun insanî-beşerî yönünün öne çıkarılarak takdim
edilmesidir. Zira tebliğ vazifesiyle görevli olmalarıyla birlikte peygamberler
birer insandırlar. Ayrıca insanlara, Hz. Muhammed’in (sav) Allah’ın yanındaki
makamının yüceliği veya diğer peygamber arasındaki derecesinin büyüklüğünden
çok, insan peygamber kimliği gerekmektedir. Çünkü onlar için kendileri gibi
doğan, büyüyen, yiyip-içen, uyuyan, hasta olan, evlenip çocuk sahibi olan, yöneten,
sıkıntılarla karşılaşan, acılar çeken, yoksulluğu da bolluğu da yaşayan,
hastalanan ve nihayet ölen bir peygamber örnek olabilir. İnsan olarak biz ancak
böyle bir beşerle kendimizi özdeşleştirebilir, bu niteliklere sahip bir insanı
kendimize örnek alabilir ve onun gibi yaşamayı hedefleyebiliriz. Buna karşılık
sıradan insan olarak bizlerin peygamberlerin olağanüstü hallerini ve
gösterdikleri mucizeleri örnek alıp yaşamamız ve uygulamamız imkânsızdır.
Verilen olağanüstü haller, seçilen peygamberlerin Allah indinde ne kadar
değerli ve isteklerinin ne kadar geçerli olduğunu gösterir; ama bizler için
asıl dikkate alınması gereken yönleri, onların birer insan olarak Allah’ın
emirlerini gerçekleştiren söz ve uygulamaları, hal ve tavırları, davranış ve
ahlâklarıdır.
BİBLİYOGRAFYA
AHATLI,
Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, İstanbul 2002.
APAK,
Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi I, Ensar Neşriyat, İstanbul 2006; Bir
Siyer Âlimi Olarak Muhammed Hamidullah, Hayatı Kişiliği ve Düşünceleri İle
Muhammed Hamidullah, İstanbul 2005.
ARPAGUŞ,
Hatice Kelpetin, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları,
İstanbul 2001.
BEYHAKÎ,
Delâilü’n-Nübüvve ve Ma‘rifeti Ahvâli Sahibi’ş-Şerîa, I-VII, Beyrut
1985.
BULUT,
Halil İbrahim, Nübüvvetin İsbatı Açısından Hissî Mucizeler, (Basılmamış
Doktora Tezi), İstanbul 2001.
ERUL,
Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâleti Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet
İlmi Dergi -Peygamberimiz Hz. Muhammed Özel Sayısı-, Ankara 2003.
HAMİDULLAH,
Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1991.
İSLÂMOĞLU,
Mustafa, Üç Muhammed, İstanbul 2008.
KARADAŞ,
Cağfer, “İsbat-ı Nübüvvet ve Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği
Adlı Eser Üzerine”, Hadis Tetkikleri Dergisi, sy. 1, İstanbul 2003.
SARIÇAM,
İbrahim, “Hz. Muhammed’in Hayatının Güncel Sunumu Üzerine Bazı Düşünceler”, İSTEM,
yıl. 4, sy. 7, Konya 2006.
SARMIŞ,
İbrahim, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak I-II, Konya 2005.
SIDDIKÎ,
Mazharuddin, Kur’ân’da Tarih Kavramı, (çev. Süleyman Kalkan), İstanbul 1990
Hz.Peygamberi insanlık sınırlarının dışına o kadar çıkarmışız ki bazı vicdan sahibi hocalarımız büyük bir gayretle kitlelere onun insan olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar.
YanıtlaSilHz.Peygamberi insanlık sınırlarının dışına o kadar çıkarmışız ki bazı vicdan sahibi hocalarımız büyük bir gayretle kitlelere onun insan olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar.
YanıtlaSilEfendimizin (S) cocuklarin hata ve kusurlarina karsi hareketleri ile anlatilan/yazilanlardan onun 'kizma' nin insani olan taraflarini goremiyoruz. Bu konuda hic mi bir rivayet yok?
YanıtlaSilEfendimizin (S) cocuklarin hata ve kusurlarina karsi hareketleri ile anlatilan/yazilanlardan onun 'kizma' nin insani olan taraflarini goremiyoruz. Bu konuda hic mi bir rivayet yok?
YanıtlaSil