28 Kasım 2018 Çarşamba

Hâricî İbadilerin Örnek Aldığı Bir İmam: Rüstemîlerin Kurucusu Abdurrahman b. Rüstem


Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
İslâm Tarihinde ortaya çıkan siyasi ve itikadî ekoller, belli şahsiyetleri ön plana çıkarmaktadırlar. Ehl-i Sünnet mensupları Hulefa-yı Raşidin olarak adlandırılan dört halifeyi ön plana çıkarırken özellikle onlar arasında adaletiyle, ilk kurumları tesis etmesiyle ve diğer uygulamalarıyla Hz. Ömer’i birçok açıdan örnek gösterirler. Bunun yanında Hariciler, Mutezile ve Zeydiler Hz. Ömer’in hilafetini meşru kabul ederek onun uygulamalarını örnek olarak gösterirler. Hatta birçok konuda onun dönemindeki uygulamaları icma konusu yapmaktadırlar. Yine sözü edilen mezhep mensupları Ömer b. Abdülaziz’e de ayrı bir önem atfetmekte ve onun uygulamalarını örnek göstermektedirler. Onun döneminde Şiî ve Harici isyanların durma noktasına geldiği bilinmektedir. Bu iki önemli tarihi şahsiyetin örnekliği gibi Harici İbadiler arasında da önemli bir konuma sahip olan menkıbeleri dilden dile dolaşan bir lider (imam) bulunmaktadır. Bu kişi Rüstemîler devletinin kurucusu İran’dan Afrika’ya göç eden bir ailenin çocuğu olan Fars asıllı Abdurrahman b. Rüstem’dir. Onun soy şeceresi genellikle şu şekilde gösterilmektedir: Abdurrahman b. Rüstem b. Behram b. Sabûr b. Bâzân b. Sabûr Zi’l-Ektâf (Fars Kralı).[1] Abdurrahman b. Rüstem’in Emevîlerin son döneminde Kayrevân’a geldiği anlaşılmaktadır. Buradaki ilim ortamında iyi bir seviyeye gelen İbn Rüstem, İbâdîler’in Basra’ya gönderdiği ilk beş bilgin arasına girebilmiştir.[2]

Ğadir-i Hum’un Aslı Nedir?


Prof. Dr. Mehmet Azimli
Şia’nın Hz. Ali’nin, hilafete Hz. Peygamber tarafından atandığına dair önemle ileri sürdüğü delillerin başında Ğadir-i Hum olayı gelir.[1] Bu anlatıma göre özetle; Hz. Peygamber Veda haccı dönüşü Ğadir-i Hum[2] mevkinde Hz. Ali’nin elinden tutmuş ve onun kendinden sonra halife olmasını vasiyet ettiği anlamına gelen sözler söylemiştir.[3] Dahası olayla ilgili olarak Hz. Peygamber’e -esasen Yahudiler hakkında nazil olan- Maide-67’deki “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.” ayetinin nazil olduğu iddia edilmiş ve mesele Hz. Peygamber’in peygamberlik görev şartlarının Hz. Ali’nin imametini ilan etmesine bağlı olduğu noktasına kadar götürülmüştür.[4]

24 Kasım 2018 Cumartesi

Kıbrıs’ta Sultan Halamızı Ziyaret

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Bismihî Teâlâ…
Rahmeti Engin Rabbimize Hamd, Gönderdiği Rahmet Elçisine Selam…
*
Efendim, O’nun halası bizim de halamız olur nitekim. O’nun halasını ziyaret etmek de, sanki kendi halamızı hatta bütün halaları ziyaret gibi olur herhalde. Halaların şahı ve feriştahı desek çok abartmış olmayız inşallah…

21 Kasım 2018 Çarşamba

Kitap Tanıtımı: Halifelik Tarihine Giriş


Halifelik Tarihine Giriş
(Başlangıçtan IX. Asra Kadar)
Yazar: Mehmet AZİMLİ
Öykü Kitabevi / 2005 (1. Baskı), 196 sayfa
      Edip AKYOL
 İst. Ünv. İslam Tarihi ve Sanatları/Doktora öğrencisi

Müslümanların siyasi tarihi gözden geçirildiğinde, tarihi süreçte en çok tartışma konusu olan problemlerin ve birçok siyasî-itikâdî mezhebin ilk varoluş sebebinin “Halifelik Sorunu” olduğu görülecektir. Halifelik konusunda birçok dini-siyasi tartışma yapılmış, kanlar dökülmüş ve mezhepsel ayrılıklar meydana gelmiştir. Hilafet meselesinden dolayı ana bünyeden en büyük ayrılışı gerçekleştiren ise Şia olmuş ve hilafetin kimde olup olmayacağı tartışması yüzünden faklı bir yapılanma içine girmiştir.
Yazar kitabın önsözünde; eğer hilafet kurumu, tarihi süreçte problemsiz bir şekilde yerini alabilseydi, İslam fetihleri daha geniş alanlara yayılabilir, İslam Medeniyeti ve Kurumları daha net bir şekilde kendini ortaya koyabilirdi diyerek, hiçbir devletin engelleyemediği yeni dinin fetihlerini, hilafet kavgalarının engellediğini belirtmiştir.
Bununla birlikte, Hz. Peygamber’den sonra ashabın karşı karşıya kaldığı ilk önemli problemin ve daha sonraki asırlarda da Müslümanlar arasında en büyük ihtilafın hilafet sorunundan kaynaklandığını vurgulamıştır.

9 Kasım 2018 Cuma

Kendini Bilmez Geçmişinden Bi Haber Bir Hadsize Cevabımdır


Prof. Dr. Cağfer Karadaş
Efendim, geçenlerde bir dostum. “Cağfer hoca sen kerameti mi inkar ediyorsun?” diye sordu. Dedim, düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü. “Hayırdır, nereden çıktı bu, benim sana geçen gönderdiğim yazıyı okumamışın anlaşılan”, dedim. Çünkü o dosta gönderdiğim yazıda keramet meselesinden bahsediyordum.
Dostum, bana birisi senin Anahatlarıyla Ehl-i Sünnet Akaidi  kitabınla ilgili fotoğraflar gönderdi, dedi. (O birisinin ismini de verdi ama şimdi söylemeyim, fitne fücuru dökülmesin ortaya) Bu kitapta tehlikeli fikirler varmış, kerameti inkar ediyormuşsun, okunması sakıncalı kitapmış.
Dedim ona, gönder o fotoğrafları bana. Gönderdi. Anaaa… bu da ne? Allah’ım dünyada böyle tipler de varmış. Adam, idam fermanımı yazmış, sonra gerekçe aramaya koyulmuş. Aman ne gerekçeler!?

5 Kasım 2018 Pazartesi

Kitap Tanıtımı: Fitne (Kardeşlerin Savaşı)


Fitne (Kardeşlerin Savaşı), Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN[1], Beyan Yayınevi, İstanbul 2015,2. Baskı, ISBN: 978-975-473-619-9, 159 sayfa
                                                     HAZIRLAYAN: İsmail TANRIVERDİ[2]
         Bu eser, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık çeyrek asır sonra meydana gelen fitne hareketlerinin objektif bir şekilde değerlendirilmesinin imkânını konu edinmektedir.  Eser, bu fitne olaylarının arka planını iyice tahlil edip günümüze yansımalarını tarafsız bir gözle yeniden ele almayı ve söz konusu dönemle ilgili akla takılan yığınla soruların gerçek cevaplarını bulmaya çalışmaktadır. İbn Haldun’un dediği gibi aslında tarihi dönemler suyun renginin birbirine benzediğinden daha çok birbirine benzer. Bu gözle tarih –özellikle de İslam Tarihi- okunduğunda o günle bugünün problemlerinin birbirine şaşırtıcı benzerliğiyle karşılaşırız. Bu yönüyle elimizdeki eser tarihi anlamanın yanında günümüze ışık tutacak tecrübelerin kazanımını sağlamaktadır.        

Kerbela isminin etimolojisi

Kerbela kelimesinin etimolojisi için üç farklı kaynak tezi öne sürülmüş: Aramca, Farsça ve Arapça...

1-) Aramca iki kelimeden oluşur: kerb + ila. Aramca'da kerb, ibadet edilen, namaz kılınan yer, harem anlamındadır. İla ise Allah demektir. Yani buna göre Kerbela, Haremullah anlamına gelir. Mescidi Aksa ve Mescidi Haram ve Mescidi Nebevi'nin de benzer şekilde adlandırıldığını hatırlayınız. İddiaya göre Hz. İbrahim ilk defa burada namaz kılmış, buradan Şam diyarına oradan Mısır'a ve nihayetinde Arabistan'a gitmiştir.

Yine Ker-bela şeklinde başka bir Aramca terkip mevcuttur. Ker-kuk, Ker-cevz, Ker-şef, Ker-buran gibi... Bunlar hep Aramik isimlerdir. Buradaki Ker, Arapça'daki Kefr kelimesinden bozma bir kelimedir. Genellikle köy ve bazen de diyar anlamındadır. Bence doğru olan budur.

2-) Farsça'dan geldiği söylenmiştir. Ker + Bela. Bela musibet yeri anlamında. Farsça'ya bu kelime ve anlamın Aramca'dan geçtiği düşünülmektedir.

3-) Arapça bir kelime olduğu söylenmiştir. Arapça Kerbeletun (كربلة) kelimesi gevşeklik anlamına gelir. Hani elin ayağın dolaşır gitmek istemezsin ya, öyle bir şey. Ve yine Kambur anlamına geliyor.

***

Bana sorarsanız bu kelime'nin aslı Aramicedir ve Ker-Bela (Bela köyü, Bela diyarı) şeklindedir. Çünkü bu bölge eski Babil, Aşur, Aram bölgesidir ve bu cıvardaki tüm bölge adları neredeyse tümü Aramca kökenlidir. Ker-kuk gibi...

Ayrıca Kerbela (كربلاء) (yani Aramca kalıbındaki gibi) söyleniyor, Dört harf kökenli Arapçadaki Kerbeletun denmiyor.

***

Hz. Hüseyin'den önce de bu isimle anılıyordu. Eğer Hz. Hüseyin'in katlinden sonra bu ismi almış olsaydı, muhakkak Arapça bir kelime olacaktı.

Kerbela kasvetli ve zor bir bölge olmuştur. Muhtemelen Hz. Hüseyin'den önce de burada ağır kıyımlar yaşanmış. Mekanın ruhu sık sık tekrar eder. Gizli Felsefe kitabının yazarı Agrippa der ki; "eğer ağır katliam yaşanmış bir yerden geçerseniz o bölgenin kasvetini hissedersiniz." Bu yüzden olsa gerektir ki, Hz. Peygamber efendimiz geçmiş ümmetlerin helak olduğu bölgelerden geçerken ashabından sessiz ve hızlı yürümelerini istemiş.

Yazarlar