Prof. Dr. Mehmet Azimli
Şia’nın Hz. Ali’nin, hilafete Hz. Peygamber tarafından
atandığına dair önemle ileri sürdüğü delillerin başında Ğadir-i Hum olayı gelir.[1] Bu
anlatıma göre özetle; Hz. Peygamber Veda haccı dönüşü Ğadir-i Hum[2]
mevkinde Hz. Ali’nin elinden tutmuş ve onun kendinden sonra halife olmasını
vasiyet ettiği anlamına gelen sözler söylemiştir.[3] Dahası
olayla ilgili olarak Hz. Peygamber’e -esasen Yahudiler hakkında nazil olan- Maide-67’deki “Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak
olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.” ayetinin nazil olduğu
iddia edilmiş ve mesele Hz. Peygamber’in peygamberlik görev şartlarının Hz. Ali’nin imametini ilan etmesine bağlı olduğu noktasına kadar
götürülmüştür.[4]
Bu anlatım tarzı ile Ğadir-i Hum olayı, Sünni dünya ile Şia arasındaki en önemli polemiklerden biri haline
getirilmiş ve mesele tamamen mezhebi polemiklere kurban edilmiştir. Bu arada
Hz. Peygamber’in ağzından karşılıklı uydurmalar üretilmiştir.[5]
Ne yazık ki bu olayda da mezhebi körlük, akıl almaz boyutlardadır.
Esasen Ğadir-i Hum rivayeti ilk kaynaklarda bulunmamaktadır.
Bu bağlamda İbn İshak, İbn Hişam, İbn Sad, Vakıdi, Taberi bundan bahsetmez. Buhari gibi kaynakların
yanında hadis kaynaklarının da çoğu konuyu zikretmez. Malik gibi ilk hadis kaynakları olayı vermez. Bu
konudan ilk bahseden hadis kaynağı İbn Hanbel’dir. Ancak buradaki rivayetin sonundaki Hz.
Peygamber’in dilinden, “Allah’ım ona dost olana sen dost ol, ona düşmanlık
yapana sen de düşman ol!” anlamında yer alan kısmın sonradan eklendiği
belirtilir.[6]
Bütün bunlardan sonra olayın aslının ne olduğunu izah
etmek gerekmektedir. Olayı Ehl-i Sünnet taassubuyla tamamen inkar etmeye de gerek
yoktur.[7]
Ancak olay, Şia’nın iddia ettiği gibi de değildir. Doğrusu olayın
serencamı özetle şu şekildedir:
Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi Yemen bölgesine amil (vergi görevlisi) olarak
göndermiştir.[8]
Hz. Ali, Yemen’de ki vergileri dağıtırken bunların arasında bulunan “Vasife” isimli bir cariyeyi kendine ayırmış, onu gece
çadırına almış, sabahleyin de gusletmiştir. Bu durumu kabullenemeyen diğer
sahabiler orada Hz. Ali ile tartışmışlar ve dönüşte durumu Hz. Peygamber’e
şikayet etmişlerdir. Hz. Peygamber ise Hz. Ali’nin görevli olarak bu mallardan
hakkı olduğunu,[9]
alacağı mallara karşılık cariyenin küçük bir hisse olduğunu söyleyerek
tartışmayı kapatmak istemiştir.[10]
Ayrıca Hz. Ali, yanında getirdiği mallarla Mekke’ye yaklaşırken Hz. Peygamber’e rapor vermek üzere
arkadaşlarından önce gelmiş ve Hz. Peygamber’e Yemen’de yaptıklarını rapor
etmiştir. Ancak o, malların başından ayrılınca geride kalanlar devlete ait bu
malları aralarında paylaşmışlardır.[11] Bu durumu
haber alan Hz. Ali bunlarla tartışmış ve bu tartışmalar Mekke’de ve devamında Medine’ye dönüşte de devam etmiştir. Bu tartışmaların
kendisine ulaşması sonucu önce sukut edip[12] meselenin
yumuşamasını bekleyen Hz. Peygamber, daha sonra tartışmanın ve şikayetlerin
sürekli tekrarlanması[13]
ve artması üzerine konudan sıkılmış, Ğadir-i Hum mevkiinde Hz. Ali’ye karşı aşırı söz sarf
edenlere karşı onu savunmak amaçlı olarak, “Ali’den Ne istiyorsunuz? Ali
bendendir, ben de ondanım, ona kızmayın.”[14] “Kim
Ali’ye eziyet ederse bana eziyet eder.”[15] “Ben
kimin velisi[16]
isem Ali de onun velisidir.” anlamına gelen sözler söylemiştir.[17]
Şia, bu sözleri bağlamından kopartıp, abartarak Hz.
Ali’nin imametinin Hz. Peygamber tarafından tescillendiğine delil olarak
getirmiştir.[18]
Ayrıca Sünni kaynaklar içindeki bazı ifadelerden yola çıkarak[19]
Hz. Ali’nin halifeliğinin Hz. Ebu Bekir tarafından gasbedildiğine vurgu yapmaya
çalışmıştır. Yine Şia, bu anlayışını desteklemek için Hz. Peygamber’in
vefat ederken Hz. Ali’nin kulağına gizli bir şeyler fısıldadığı da aktarılarak
bununla Hz. Ali’nin halifeliğini kastettiği şeklinde rivayetlerle iddialarını
desteklemeye çalışmıştır.[20]
Benzer bir fısıldaşmanın da Taif olayında olduğu, sahabenin bunu aralarında
konuşunca Hz. Peygamber’in, “Gizli konuşmayı ben istemedim. Allah emir
buyurdu.” dediği nakledilerek bu anlayış perçinlenmeye çalışılmıştır.[21]
Bu bağlamda Şia, Ğadir-i Hum olayına destek amaçlı olarak yukarıda
aktarılanlar dışında başka rivayetleri de kullanmıştır. Tebuk Savaşı’na giderken Hz. Ali’nin Medine’de bırakılmasının
sebebini açıklarken Hz. Musa’nın yokluğunda ailesinin işlerine Hz. Harun’un bakması konusunu misal göstererek, “Bana
karşı sen, Musa’ya karşı Harun’un durumundasın fakat benden sonra peygamber
yoktur.” şeklindeki sözünü[22]
halifelik için delil getirme çabasına girmişlerdir. Halbuki bu uzun ve
meşakkatli yolculuk için Hz. Ali, Hz. Peygamber’in ailesinin başında
bırakılmıştır.[23]
Bütün bu üretilmiş rivayetlerden hareketle Hz. Ali’nin
halife olması gerektiğini çıkaran Şia’ya karşı İbn Teymiyye’nin Sünni bir gayretle yaptığı, Hayber’deki sancak ve Tebuk’taki Hz. Musa benzetmesi ile ilgili rivayetleri tümden
reddederek, “Ehl-i Sünnet, bunları Haricilere karşı Hz. Ali’yi savunma adına
uydurmuştur.” şeklinde[24]
bir karşı görüşe gitmeye de gerek yoktur.
Esasen olayın serencamı yukarıda zikrettiğimiz gibi Hz.
Ali’nin ganimet malları içinden bir cariyeyi alması ve onunla beraberliğinin
sahabilerce tenkidinden ibarettir. Hz. Peygamber’in sahabilere yönelik basit
uyarı sözlerinden Şia’nın yaptığı gibi evrensel hükümler çıkarmak mümkün
değildir ve onlara bu konuda çok sert davrandığı şeklindeki aktarımlar da
esasen onun davet uslubuna uymaz.
Şunu söylersek sanırız yeterli olacaktır: Eğer Hz.
Peygamber, Hz. Ali’yi kendinden sonra halife olarak atamak istiyorsa bunun için
gizli konuşma yapmasına, fısıldaşmasına veya burada olduğu gibi yol üstünde
tesadüfen gelişen bir olay üzerine bu iddia edilen sözleri söylemesine ve hiç
kimseden çekinmesine de gerek yoktu. Veda Hutbesi’nde binlerce sahabe huzurunda bunu açıkça
ilan ederdi, mesele biterdi.[25]
Dahası eğer bu ayet bunun için geldiyse Medine’de de minbere çıkar bunu teyiden
ilan ederdi.
[1] Belazuri,
II, 356.
[2] Bu
sebeple Hz. Ali’nin liderliğinin ilan edildiği Şii devletler ve Nusayriler bu
günü bayram ihdas etmişlerdir. Mehmet Azimli, Hz. Ali Nesli’nin
İsyanları, Konya
2010, 118.
[7] İbn
Teymiyye, bilginlerin bu tür rivayetleri mezhep taassubuyla inkar ettiğini belirtir,
bkz. İbrahim Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve Şahsiyeti”, Hz.
Ali Sempozyumu, Bursa
2005, 21.
[8] Hz.
Peygamber’in Hz. Ali’yi başka bir seferde Halid b. Velid’in haksızlıkla
katlettiği Ben-i Cezimelerin diyetini ödemesi için gönderdiğini görüyoruz,
Belazuri, II, 354.
[9] Tevbe,
60. ayet gereği.
[10] Buhari,
Meğazi, 63; Nesai, 94.
[13] Nesai,
86.
[14] Tirmizi,
Menakıb, 21; Nesai, 87.
[15] Belazuri,
II, 379.
[17] Tirmizi,
Menakıb, 21.
[18] Hikmet
Zeyveli, 204 vd.
[19] Halbuki
konunun Nehcu’l-Belağa’da zikredilmemesi dikkat çekicidir, Zeyveli, 150.
[20] Nesai,
151.
[21] Tirmizi,
Menakıb, 21.
[22] İbn
Sad, III, 24; Tirmizi, Menakıb, 21.
[23] İbn
Sad, III, 23.
[24] Bu
konuda geniş değerlendirmeler için bkz. Sarıçam, “Hz. Ali’nin Hayatı ve
Şahsiyeti”, 21.
[25] Zeyveli,
150.
ne güzel anlatıyorsunuz, tabi ki din hakkında bilgi kıtlığı olan insanlara bunu bu şekilde aktarıp inandırmak kolay, ben de size şunu soruyorum, acaba ebu bekir kimin emri veya rızası üzerine halife olmuştur, onun peygamberden sonra halife olması gerektiği ile ilgili bir vasiyet ve ilan yoktur, bunu ebu bekir hangi irade ile yapmıştır, bence size yakışan en güzel cevap şu dur وَمَا مُحَمَّدٌ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ ٱلرُّسُلُ ۚ أَفَإِيْن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ ٱنقَلَبْتُمْ عَلَىٰٓ أَعْقَٰبِكُمْ ۚ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ ٱللَّهَ شَيْـًٔا ۗ وَسَيَجْزِى ٱللَّهُ ٱلشَّٰكِرِينَ
YanıtlaSileğer ebu bekirin peygamberden sonra halife olması ilgili kesin bir kanıt ayet veya hadis şeklinde , buyurun bize anlatın bizde bilelim..