5 Kasım 2018 Pazartesi

Kitap Tanıtımı: Fitne (Kardeşlerin Savaşı)


Fitne (Kardeşlerin Savaşı), Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN[1], Beyan Yayınevi, İstanbul 2015,2. Baskı, ISBN: 978-975-473-619-9, 159 sayfa
                                                     HAZIRLAYAN: İsmail TANRIVERDİ[2]
         Bu eser, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık çeyrek asır sonra meydana gelen fitne hareketlerinin objektif bir şekilde değerlendirilmesinin imkânını konu edinmektedir.  Eser, bu fitne olaylarının arka planını iyice tahlil edip günümüze yansımalarını tarafsız bir gözle yeniden ele almayı ve söz konusu dönemle ilgili akla takılan yığınla soruların gerçek cevaplarını bulmaya çalışmaktadır. İbn Haldun’un dediği gibi aslında tarihi dönemler suyun renginin birbirine benzediğinden daha çok birbirine benzer. Bu gözle tarih –özellikle de İslam Tarihi- okunduğunda o günle bugünün problemlerinin birbirine şaşırtıcı benzerliğiyle karşılaşırız. Bu yönüyle elimizdeki eser tarihi anlamanın yanında günümüze ışık tutacak tecrübelerin kazanımını sağlamaktadır.        
   
Eserin başında, Sahâbe döneminde karşılaştığımız ihtilafların nesnel bir yaklaşımla ele alınmasının mümkün olup olmadığı sorusuna cevap aranmaktadır. Daha sonra çerçevesi çizilen çalışma alanı içerisinde olguların tespiti yapılmakta, son bölümde ise olguların sebep ve sonuçları etrafında çözümlemeler yapılmaktadır. Yazar eserin başında “Kuşkusuz mezheplerin penceresinden tarihi okursak, hakikate yaklaşmamız çok daha zor olur” der (s. 10). Bu minvalde Şîa, tarihi kendi kurgusu üzerinden okumakta, Ehl-i Sünnet ise sıkıntılı olay ve olgular üzerinde konuşmamayı ve savunmacı reflekslerle hadiselere bakmayı tercih etmektedir. Bu yüzden yazar çalışmayı mezhep gözüyle değil, tarih ilmi ve hakikati tasvir etme çabasıyla ele aldığını ifade eder.
Yazar, kitabın başlığı konusunda dönemin olaylarına sık sık atıf yapan hadis kitaplarındaki “Fiten” başlığından ilham alındığını ifade eder. Bu kelime Kur’ân-ı Kerim’de genellikle olumsuz anlamda kullanılmakla beraber “imtihan, ibtila” anlamlarında da kullanılmıştır. Sünni dünyanın, Hz. Peygamber’in irtihâlinden başlayıp Hz. Ali’nin vefatıyla sonlandırılan 30 yıllık döneme verdiği “Hulefâ-yi Râşidîn” kavramı dahi bu döneme önyargılarla bakmayı gerekli kılacaktır. Şiiler ise Hz. Ali’den önceki ilk üç halifeyi gasıp olarak nitelemekte ve döneme ilişkin kurgularını bu çerçevede sunmaktadırlar. Haricîler de yine aynı dönemi görüşlerine uygun farklı olumsuz kurgularla okumaktadırlar. “Hulefâ-yi Râşidîn”  kavramı, Sünni dünyanın özellikle de bu iki görüşün döneme ilişkin yanlış okumalarını tadil etme düşüncesinden doğmuş olmalıdır. Önemli olan döneme ilişkin bu ve benzeri okumaların farkında olarak değerlendirmelerde bulunmaktır.
Yazar, eserin giriş kısmında dört halife ve Hz. Hasan dönemlerini özet bir şekilde okuyucuya hatırlatmakta ve çalışmanın çerçevesine uygun olaylara vurguda bulunmaktadır. Burada, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde hızlı bir şekilde devam eden fetihlerin, iç problemleri öteleyen bir süreç olduğu vurgusu önemli bir tespittir.
Yazar, “Sahâbe dönemi ihtilaflarını nesnel değerlendirmenin imkânı” başlığı altında söz konusu dönemde meydana gelen ihtilafların sonradan Şiâ, Haricîler ve Ehl-i Sünnet arasında temel yaklaşım farklarının ortaya çıkışını şekillendirdiğini belirtir. Mezheplerden arındırılmış bir bakış açısını yakalamak ise gerçekten zor bir iştir. Bu anlamda dönemi araştıranların sorunlarını ele alan yazar, burada önyargılardan soyutlanmanın ve sağlam kaynaklara ulaşmanın yanı sıra kaynakları değerlendirmenin zorluklarından bahseder. Daha sonra bilginin kaynaklarından doğan sorunlara değinilmektedir. Burada ise karşımıza bilgiyi kaydedenlerin taraftarlığı veya algısını yansıttığı gerçeği çıkmaktadır. Aynı zamanda sözlü gelenek üzerinden bilginin taşınmasının getirdiği sıkıntılar veya metne dönüşen bilginin ravinin algısına göre şekillendiği problemiyle karşılaşmaktayız. Yazar, bu bölümde “sözlü gelenek üzerinden nakilden kaynaklanan sorunlar” ve “yazılı metinlerin naklinden kaynaklanan sorunları” maddeler halinde sıralamaktadır. Yine çalışma kapsamında vurgulanan problemlerden biri olarak, kaynaklarda yer alan bilginin kapsamından kaynaklanan sorunlar ve bilgiye yaklaşımdan kaynaklanan sorunlar ele alınmaktadır. Daha sonra Ehl-i Sünnet’in yaklaşımı ve sorunlarını ele alan yazar, burada Ehl-i Sünnet’in geliştirilen dinî-siyasî söylemlere karşı sergilediği reaksiyonun temel umdelerini maddeler halinde sıralamaktadır. Aynı şekilde Şia’nın yaklaşımı ve sorunlarının yanı sıra diğer mezheplerin yaklaşım ve sorunlarına da vurguda bulunur.
Eser, tarihçiyi bekleyen problemleri göz önüne sererken olgulara bakışımızla ilgili ön kabullerimizden kaynaklanan sıkıntılarla birlikte olgu-insan ilişkisi üzerinde durmaktadır. Hz. Peygamber’in tasvirleriyle çerçevesi ve sınırları belirlenmiş bir dönem başlığında ise, Hz. Peygamber’in dilinden söz konusu dönemle ilgili kahramanların gelecekteki tutumları ve olaylardaki duruşları hakkında önceden aktarılan rivayetlerin (eğer bu rivayetler doğru kabul edilirse) bu dönemle ilgili değerlendirmeleri sınırlandırdığı vurgulanır. Benzer şekilde koruma altına alınmış ve faziletleri belirlenmiş kahramanlar da dönemle ilgili değerlendirmeleri güçleştirmektedir. Olayların yaşandığı dönemle ilgili yer, zaman, coğrafya, toplum yapısı, sosyolojik ve psikolojik yapı gibi arka planı ihmal edilmiş bir tarih, bizi hakikate ulaştıramaz. Ayrıca tarihçinin karşı karşıya olduğu önemli problemlerden biri de, alışık olunan çerçevenin dışına çıkıp eleştirel gözle bakanlara karşı olumsuz algıların oluşturulmasıdır. Buna benzer bir durum da ideolojik tepkiselliğin beslediği bir algı üzerinden tarihi okuma problemidir.  Yazar, bütün bu sorunlarla karşı karşıya kalan bir tarihçi, araştırmacı veya okuyucu için olgulara nasıl bakmalı sorusuna cevap olarak şunları sıralar:
1.      Geçmişi günümüzle okumak
2.      İnsanın beşeri vasıflarını göz ardı etmemek
3.      Olguları günah-sevap ekseninden kurtarmak
4.      Ön yargıdan kaçınmak
5.      Hakikatin tarafında olmak
Burada yazarın şu önemli değerlendirmesi olgulara bakışımız açısından çok önemlidir: “Bazı insanlar, tarihi olgulara karşı tarafsızlığı, bir zafiyet olarak görüyorlar ve taraf olmanın gerekli olduğunu düşünüyorlar. Oysa içinde yaşadığımız veya bizi etkilemeye devam eden olgular hususunda taraf olmak, yaşadığımız zamana şahit olmanın gereği olan erdemli bir davranıştır. Geçmişte meydana gelen hadiselere taraf olmak ise olguları sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize engel olur. Pratikte ise hiçbir faydası yoktur.”(s. 55)
Eserin ikinci bölümünde sahabe döneminde ki ihtilaflar ele alınmaktadır. Yazar, sahabe döneminde fitnenin en büyük kıvılcımı sayılabilecek olan bir siyasi cinayet olarak Hz. Osman’ın katli konusunda olguların arka planı ışığında hadiselerin seyrini anlatır. Bu dönemde siyasi mücadelenin dini kavramlar üzerinden yürütülmeye çalışılması dikkat çekici olmuştur. Daha sonra Hz. Osman’a yöneltilen eleştirileri sıralayan yazar, bunları şu şekilde tasnif eder:
1.      Mali konulardaki icraatları
2.      Yönetici atamaları
3.      Bazı sahabelere karşı tutumu
4.      Amcasının sürgün cezasını kaldırması
5.      Bazı dini uygulamaları
6.      Algı oluşturmaya yönelik eleştiriler
Yazar, Hz. Osman’ın katli ve sonrasında meydana gelen siyasi bölünmelere dikkati çekerek ortaya çıkan siyasî bloklaşmaların üzerinde durur. Bu siyasî bloklardan biri Ali taraftarları (şîatü Ali) dır. Hz. Ali’ye taraf olanları yazar şöyle sıralamaktadır:
1.      Hz. Ali’nin halife olması gerektiğini düşünen akrabaları ve arkadaşları
2.      Hz. Osman’a isyan edip katline bulaşanlar
3.      Uzun süre siyasetten uzak kalmış ya da bırakılmış olan Ensâr
4.      Kabilesinin çıkarını yeni Halife’yi desteklemekte görenler
5.      Siyaset belirlemekte etkin olmayan halk yığınları
Bir diğer siyasî bloklaşma ise Osman taraftarları (şîatü Osman) diyebileceğimiz ayrı bir taraftar grubu idi. Yazar bu blokta yer alanları da şöyle sıralamaktadır:
1.      Halife’nin öldürülmesiyle sahip oldukları birçok şeyi kaybeden Ümeyyeoğulları
2.      Muâviye ve onun siyasî güdümündeki Suriyeliler
3.      Hz. Âişe’nin etrafında şekillenen Mekke muhalefeti
4.      Hz. Osman’ın öldürülmesinden zarara uğrayanlar
5.      Kureyş’in çeşitli kolları
6.      Hz. Osman’ın öldürülmesinden rahatsızlık duyan halk yığınları
Bu iki siyasi bloklaşma karşısında tarafsız kalanlar da vardı. Bunların başında Sa‘d b. Ebî Vakkâs geliyordu. Onun yanında Abdullah b. Ömer, Üsâme b. Zeyd ve Ebû Musa el-Eş‘arî de tarafsızlığı tercih edenlerdendi.
Yazar bu bölümün ilerleyen konularında iç savaş olarak niteleyebileceğimiz Cemel savaşı, Sıffîn savaşı, Tahkim olayı ve Nassa literal bakışın doğurduğu bir hareket olarak Haricîler’i ele almaktadır. Bu bölümün sonunda ise ikinci bir siyasî cinayet olarak nitelendirdiği Hz. Ali’ye yapılan suikastı işlemektedir. Bu konuyu işlerken yazar, sadece olayların seyrini değil olgu ve algılar çerçevesinde hadiselerin bir arka plan haritasını da gözler önüne sermektedir.
Eserin son bölümünde fitne yıllarında İslâm dünyasını ele alan yazar, ilk önce siyaset dünyasından bahseder. Burada Halifelerin Kureyş’ten seçilmesi konusu işlenirken bu seçimde Kureyşli olmanın gerekliliği algısının nasıl yerleştiği üzerinde durulur. Daha sonra Halifelerin iktidara geliş sürecini anlatan yazar, bazı Halifelerin Müslümanlar tarafından öldürülmesine giden süreci ve bu süreçte toplum yapısını ele alır. Fitne olaylarını pekiştiren gerekçelerin başında sorunları çözmeye yönelik politikaların yetersizliği ve özellikle de siyasî sistemin sorunun çözümünde yetersiz kalması gelmektedir. Müslüman toplumu önemli ölçüde motive eden bir unsur olarak fetihlerin üzerinde duran yazar,  bununla birlikte dönemin toplum yapısını etraflıca ele almaktadır. Bu bölümde son olarak ekonominin yanı sıra bireysel tutum ve tercihler üzerinde durulmaktadır.
Ashâbın ileri gelenleri arasında meydana gelen iktidar mücadelesi, Müslümanlar arasında Şiî, Haricî, Mürcie, Mutezile ve Ehl-i Sünnet düşüncesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Son olarak diyebiliriz ki, İslâm tarihinin ilk asrında kardeşler arasında meydana gelen bu fitneyi besleyen etkenler, geçmişten tevarüs eden sorunlar olup sorunun temelinde sosyal, siyasî ve ekonomik ilişkiler önemli bir yere sahip olmuştur.



[1] İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı öğretim Üyesi.
[2] İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı doktora öğrencisi.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar