Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
İslâm Tarihinde ortaya çıkan siyasi ve itikadî ekoller, belli
şahsiyetleri ön plana çıkarmaktadırlar. Ehl-i Sünnet mensupları Hulefa-yı
Raşidin olarak adlandırılan dört halifeyi ön plana çıkarırken özellikle onlar
arasında adaletiyle, ilk kurumları tesis etmesiyle ve diğer uygulamalarıyla Hz.
Ömer’i birçok açıdan örnek gösterirler. Bunun yanında Hariciler, Mutezile ve
Zeydiler Hz. Ömer’in hilafetini meşru kabul ederek onun uygulamalarını örnek
olarak gösterirler. Hatta birçok konuda onun dönemindeki uygulamaları icma
konusu yapmaktadırlar. Yine sözü edilen mezhep mensupları Ömer b. Abdülaziz’e
de ayrı bir önem atfetmekte ve onun uygulamalarını örnek göstermektedirler. Onun
döneminde Şiî ve Harici isyanların durma noktasına geldiği bilinmektedir. Bu
iki önemli tarihi şahsiyetin örnekliği gibi Harici İbadiler arasında da önemli
bir konuma sahip olan menkıbeleri dilden dile dolaşan bir lider (imam) bulunmaktadır.
Bu kişi Rüstemîler devletinin kurucusu İran’dan Afrika’ya göç eden bir ailenin
çocuğu olan Fars asıllı Abdurrahman b. Rüstem’dir. Onun soy şeceresi genellikle
şu şekilde gösterilmektedir: Abdurrahman b. Rüstem b. Behram b. Sabûr b. Bâzân
b. Sabûr Zi’l-Ektâf (Fars Kralı).[1] Abdurrahman
b. Rüstem’in Emevîlerin son döneminde Kayrevân’a geldiği anlaşılmaktadır.
Buradaki ilim ortamında iyi bir seviyeye gelen İbn Rüstem, İbâdîler’in Basra’ya
gönderdiği ilk beş bilgin arasına girebilmiştir.[2]
Abdurrahman b. Rüstem, Hâricî-İbâdî mezhebine ait temel bilgileri ilk
olarak Kayrevân’da öğrenmiştir. Hâricîlik mezhebine ilgisi Mağrib’de İbâdî
mezhebine davet eden (ed-Dâ’î) Seleme b. Sa’d aracılığıyla başlamıştır. Yine
Seleme’den etkilenerek Mağrib’de bir Hâricî-İbâdî devletinin kurulması fikrine
sahip olmuştur.[3]
Abdurrahman b. Rüstem, Kayrevân’daki İbâdî eğitimin kendisine yeterli
gelmediğini anlayınca hocası Seleme b. Sa’d’ın tavsiyesi üzerine dört arkadaşı
ile birlikte Basra’da ilim tahsil etmeye karar verdi. Zira o dönemde Basra
İbâdî mezhebinin eğitim merkezi idi. Tavsiye üzerine Abdurrahman ve arkadaşları
Basra’daki İbâdî mezhebinin lideri Ebû Ubeyde Müslim b. Ebî Kerîme’nin yanına
giderek birkaç yıl ilim tahsil ettiler. Abdurrahman ile birlikte Basra’ya giden
ve kendilerine hameletü’l-ilim (ilim taşıyıcıları) adı verilen diğer
dört kişinin adları ise şöyledir: Ebû’l-Hattâb Abdula’la b. es-Semh
el-Me’âfirî, ‘Âsım es-Sidrâtî, İsmail b. Dirar el-Ğadamisî ve Ebû Davud
en-Nefzâvî.[4] Bu kişiler Afrika’daki
değişik kabileleri ve yerleşim birimlerini temsil ediyordu.
Bu kişiler Basra’da zor şartlar altında ve alabildiğince gizli bir
şekilde eğitimlerini sürdürdüler. Zira Basra’daki Abbâsî yöneticilerinden
korkuyorlardı. Ebû Ubeyde, yeraltında bir odada onlara ders veriyordu. Oranın
başına da bir bekçi dikerek tanımadıkları kişiler yaklaştıklarında bekçi
elindeki zembili sallayarak onları uyarıyordu. Onlar da tehlike geçinceye kadar
sessiz kalıyorlardı.[5] Basra’ya giden bu kişiler
orada beş yıl kaldılar.[6] Bu süre zarfında İbâdiyye
mezhebi üzerine eğitim gördüler. Mağrib’deki İbâdîler’in durumunu etüt ettiler.
Orada bir devlet kurmanın temellerini attılar.
Abdurrahman ve arkadaşları belli bir eğitimden geçtikten sonra hocaları
Ebû Ubeyde onlara memleketlerine dönmelerini orada belli bir güce
ulaştıklarında kendilerine bir lider (imâm) seçmelerini tavsiye etti.
Ebû’l-Hattâb’ın lider olmasına işaret etti. Bu beş kişi Mağrib’e ulaştıklarında
ilk olarak Abdurrahman’ın imâm (yönetici) olmasını istediler. Fakat o özür
beyan etti ve yöneticilik yapmaktan çekindi. Bunun üzerine Ebû’l-Hattâb’ı imâm
(yönetici) yaptılar.[7]
İbâdîler’in ilk imâmı Ebû’l-Hattâb el-Meâfirî’nin imâmeti boyunca
Abdurrahman b. Rüstem Kayrevân’ın valisi olarak hizmet etti. 144/761 yılında
Abbâsî ordusu komutanı İbnü’l-Eş’as bu imâmete son verip Kayrevân’a
yaklaştığında Abdurrahman b. Rüstem ailesi ile birlikte batıya yani Orta
Mağrib’e doğru gitti.[8] Sufeccec vadisine
yerleştikten sonra ona destek vermek üzere Trablus’un İbâdî âlimlerinden altmış
kişi gelerek onun hareketine katıldılar.[9]
Trablus ve Cebelü Nefûse bölgesindeki İbâdîler’in reisi Ebû Hâtim’in
öldürülmesinden sonra Orta Mağrib’deki İbâdî kabilelerden Lemâye, Levâte ve
Nefzâve gibi kabileler İbn Rüstem’in liderliği etrafında toplanmaya başladılar.[10] Bu İbâdî cemaati,
Trablus’ta meydana gelen isyan ve ayaklanmalardan sonra gerçekleşen göçlerle
daha da güçlendi. İbn Rüstem bu kabilelere yöneticilik yaptı. Daha doğrusu
160/777 ya da 162/779 yılında İbâdîler’in tam anlamıyla resmi imâmı oluncaya
kadar onlara İmâmü’d-difa’a (savunma imâmı)[11]
oldu.[12] Daha sonra birçok kabile ittifak
ederek, “Allah’ın kitabı, Resûlullah’ın sünneti ve Hulefâ-yi Raşidîn’in
takip ettiği yol üzerine” Abdurrahman b. Rüstem’e imam olarak biat ettiler.
İbn Rüstem de onların biatini kabul etti.[13]
Bu seçim aynı zamanda imâmet konusunda Kureyşli olmayı şart koşmayan
İbâdîler’in temel esaslarına da uygundu. Zira İbâdîler, Ehl-i Sünnet’ten farklı
olarak imâmın Kureyş’ten veya herhangi başka bir kabileden olmasını şart
koşmamışlardır. Bilakis imâm olacak kişinin güçlü bir kabilesinin olmamasını
tercih sebebi olarak görmüşlerdir.[14]
Ortaçağ İslâm coğrafyasında iktidara gelen hemen hemen her hanedânın yeni
bir şehir kurması gelenek haline gelmişti. Bu düşüncenin siyasi, ekonomik ve
stratejik arka planı bulunmaktadır. Temelde sorun her ne kadar güvenlik ile
ilgili olsa da yeni bir şehrin kuruluşu aynı zamanda bir hanedânlığın
kuruluşunun hatırası ve adını tarih boyu ölümsüzleştirmek istemesi gibi
düşüncelere dayanmaktadır.[15]
Abdurrahman b. Rüstem de bu geleneğin dışına çıkmadı. Etrafında bulunan
İbâdîler ile beraber kuracakları devlete bir başkent edinmek istedi. Birçok
yeri inceledikten sonra Benî Hammâd kalesi ile Tilimsan arasında yer alan eski
Bizans kenti Tiart’e 5 mil
(9 km .)
uzaklıkta olan bir yerde 161/778 tarihinde Tahert şehrini kurmaya karar verdi.[16] Şehrin yerini tam ıslah
ettiklerinde namaz kılmak için bir yer düzelttiler ve orada namaz kılıp bir
mescid inşa ettiler.[17] Camii, Fas’taki Zeytuniye
ve Kayrevân camisi örnek alınarak inşa edilmiştir.[18]
İbâdîler, caminin akabinde yerleşim birimleri inşa etmeye başladılar.
Şehrin inşasında da Kayrevân’ı örnek aldılar. Şehirde evler, köşkler, hamamlar,
oteller, mağazalar, değirmenler ve çarşılar yapmaya başladılar. Kısa sürede
Tahert bayındır bir şehre dönüştü. Zengin bir topluluk ve parlak bir ticarete
sahip oldu. İslâm dünyasının her köşesinde insanlar Tahert’e gelmeye başladı.
Bunun sonucunda Tahert’in ekonomisi gittikçe gelişti ve parlak bir medeniyet
haline geldi.[19] Ordugâh olarak kurulan bu
şehir gittikçe içinde büyük evlerin, sarayların ve çarşıların olduğu bayındır
bir şehre dönüştü ve şöhreti her tarafa yayıldı.[20]Tahert
296/908’de Şiî dâî Ebû Abdullah tarafından zapt edilerek tamamen tahrip edildi.
Şehir bu tarihten itibaren Berberîler’in tarihinde ancak çok silik bir rol
oynamıştır.[21]
Abdurrahman b. Rüstem’in takip ettiği siyaset, İslâm coğrafyasının
değişik bölgelerinde hem duyuldu hem de oralarda yaşayan özellikle İbâdîler’in
beğenisini topladı. Arap yarımadasının güneyinde, Irak’ta ve Farsların yaşadığı
bölgelerde yaşayan İbâdîler’in birçoğu yeni kurulan devletlerine göç etmeye
başladılar.[22] Bu devlete göç edemeyen
doğudaki İbâdîler’in merkezi Basra’daki İbâdîler aralarında birçok maddî yardım
toplayarak kendi mezheplerinden güvenilir buldukları birkaç kişiye teslim edip
onlara şöyle dediler: “Mağrib’de bir imâm ortaya çıkmıştır. Adaletiyle orayı
kuşatmıştır. İleride doğuya da hakim olacaktır. Oraya da adaletle
hükmedecektir. Bu mallarla birlikte onun ikamet ettiği şehre gidiniz. Şayet o
anlatıldığı gibi iyi bir inanca ve sağlam bir yaşam biçimine sahipse, toplanan
bu malları ona veriniz. Şayet bu özellikler sözü edilen İmâm’da yoksa onun
uygulamaları, hal ve davranışları ile tebaasına karşı nasıl davrandığına
bakarak bize onun hakkında bilgi getiriniz.”[23]
Böylece Basra’daki İbâdîler, Rüstemîler Devleti’ne yardım etmek için üç
deve yükü mal ile birlikte Tahert’e elçilerini gönderdiler. Elçiler Tahert’e
yaklaştıklarında getirdikleri malı şehrin dışında bırakarak şehre girdiler ve
yönetim binasını sormaya başladılar. Yöneticinin evine vardıklarında onu evin
damında çalıştığını gördüler. Kölesi de ona yardım edip çamur taşıyordu. İmâm
ile görüşmek için kölesi aracılığıyla izin istediler. İbn Rüstem onların
sözlerini işittiğinde işaret ederek onların biraz beklemelerini söyledi. İşini
bitirdikten sonra vücudundaki çamuru yıkadı ve onlara izin verdi. Onlar İmâm
Abdurrahman’ın yanına girip selam verdiler. Abdurrahman b. Rüstem onlara yemek
olarak eritilmiş yağ ve ekmek ikram etti.[24]
İmâm Abdurrahman’ın evinde bir hasır ve hasırın üstünde kendisinin üzerinde
oturduğu bir deriden başka şahsına ait bir yastık, bir kılıç, bir mızrak ve
evinin bir köşesinde bağlı bulunan bir atı vardı.[25]
Gördüklerinden hareketle İmâm Abdurrahman b. Rüstem’in sade bir hayat
yaşadığı ve tam arzuladıkları bir yaşam biçimi sürdürdüğü kanaatine vardılar.
Yemeklerini yedikten sonra İbn Rüstem’den izin isteyerek kendi aralarında
gizlice konuştular. Sonunda getirdikleri malı İmâm Abdurrahman’a vermek
konusunda görüş birliğine vardılar. Gördükleri konusunda hoşnut olduklarını açıkladılar.
Malları getirip İbn Rüstem’e teslim ettiler. Bu malların Basra’daki İbâdîler
tarafından yardım için gönderildiğini ona söylediler.[26]
Bu sırada namaz vakti girdiğinden insanlar namaz kılmak için camide
toplanmışlardı. İbn Rüstem onlara namaz kıldırdıktan sonra kabilelerin ileri
gelenleri ile bir toplantı düzenledi. Basra’dan gelen yardım hakkında onların
görüşlerini sorarak onlarla istişare etti. Toplantı sonunda çıkan karara göre
gelen yardımın üçte biri ile deve ve at gibi hayvanlar, üçte biri ile silah
satın aldılar. Üçte birini ise fakirlere dağıttılar. İbn Rüstem gelen yardımı
elçilerin huzurunda belirtilen şekilde dağıtımını sağladıktan sonra onlara
memleketleri olan Basra’ya gitmeleri için izin verdi.[27]
Rüstemîler Devleti’nin gelişip ilerlemesinde bu yardımın büyük katkısı
oldu. Devlet aldığı silah, deve ve atlar sayesinde güvenliğini teminat altına
aldı. Zayıflarını ve yoksullarını güçlendirdi, fakirlerini kalkındırdı.
Düşmanlarına karşı kendisini daha güvenli hissetti. İbâdîler tüm bu açıklarını
kapattıktan sonra imar işlerine başladılar. Boş toprakları değerlendirerek yeni
bahçe ve bostanlar edindiler. Nehir yataklarını ıslah ettiler, değirmenleri
daha işlek hale getirdiler. Buna benzer gelir kaynakları oluşturdular.
Şehirlerini genişleterek daha rahat yaşamaya başladılar.[28]
Tahert’ten dönen elçiler Basra’ya gittiklerinde arkadaşlarına İmâm
Abdurrahman b. Rüstem’in yaşantısı, adaleti ve fazileti hakkında bilgi
verdiler.[29] Bu durumdan memnun kalan
Basra’daki İbâdîler üç yıl sonra ikinci kez yardımda bulunma kararını alarak
öncekinden daha fazla yardım topladılar. On deve yükü yardımı daha önceki
elçilerle Tahert’e gönderdiler. Elçiler şehre vardıklarında Tahert’in değişip
geliştiğini gördüler. Şehirde köşklerin yapıldığını, bağ ve bahçelerin
ekildiğini, şehrin etrafının surlarla çevrildiğini ve refah düzeyinin
yükseldiğini fark ettiler.[30]
Basra’dan gelen elçilerin ikinci kez getirdiği bu mallar İbn Rüstem’e
ulaştığında, namazdan sonra ileri gelenlerle bu konuyu oturup istişare etti.
Sonunda İmâm Abdurrahman’ın görüşü sorulduğunda, İmâm elçilere dönerek şöyle
dedi: “Mallarınızı geri götürün. Kuşkusuz bu malları bize gönderenler ona
daha çok muhtaçtırlar. Zira biz adaletin egemen olduğu bir yerde yaşıyoruz.
Onlar ise zulmün hakim olduğu bir ülkededirler. Bu mallarla canlarını,
mallarını ve dinlerini koruyup geçimlerini sağlasınlar.”[31]
Bu karar elçilere çok zor geldi, onları üzdü. Fakat İmâm’a itaat etmek
zorundaydılar. Getirdikleri yardımı geri götürdüler. Bu haberi duyan Basra’daki
İbâdîler İbn Rüstem’in dünyalıklar karşısındaki zühdünü ve ahirete olan
rağbetini beğendiler. Onun imâmlığını onayladılar bunu mektuplar aracılığıyla
İbn Rüstem’e ulaştırdılar.[32]
İbn Rüstem’in birinci defa gelen yardımı kabulü bazı önemli eksikliklerin
giderilmesi içindi. Devletin yerli yerinde oturmasından sonra gelen yardımı
reddetmesi ise gelen malın zekât olması ve bu zekâtın toplandığı yerdeki
fakirlere dağıtılmasının daha öncelikli olduğu düşüncesinden dolayıdır. Birinci
defa gelen yardımın zekât olmadığı ikinci defa gönderilen yardımın zekât
olmasından dolayı geri çevrilmiş olabileceği de söylenmektedir.[33] Gerekçe her ne olursa olsun
elçilerin bütün ısrarlarına rağmen Abdurrahman b. Rüstem, devletin ihtiyaç
duymadığı bir yardımı geri çevirerek doğudaki İbâdîler’in gönlünde taht
kurabilmiştir.
Abdurrahman b. Rüstem imâmet görevine geldikten sonra İbâdîler’in hoşnut
olduğu bir siyaset takip etti. Böylece Kuzey Afrika’daki İbâdî cemaatleri
Tahert İbâdî imâmeti etrafında toplandılar. İbn Rüstem, Kur’an ve Sünnet’e
bağlı, iyiliği emredip kötülükten yasaklayan, zühd sahibi ve çok ibadet eden
bir imâmdı.[34] Malikî mezhebine bağlı
İbnü’s-Sağîr’in, İbn Rüstem hakkındaki aşağıdaki değerlendirmesi, onun takip ettiği
siyasetin anlaşılması konusunda yardımcı olmaktadır: “İbn Rüstem, yönettiği
toplumun insanlarıyla övgüye değer güzel bir yaşam sürdü. Onun uygulamalarına
hal ve tavırlarına kimse karşı çıkmadı, ona kimse kin beslemedi.” Bu
değerlendirmeyi yaptıktan sonra İbnü’s-Sağîr, İbn Rüstem’in mescitte zayıf, dul
ve çaresiz insanların dertlerini dinleyip çözmeye çalıştığını, insanların
işlerinden yüz çevirmediğini, hep insanlarla ilgilendiğini, Allah için hiçbir
kınayıcının kınamasından korkmadığını kaydetmektedir.[35]
Rüstemîler döneminde yaşayan İbnü’s-Sağîr, Abdurrahman b. Rüstem
dönemindeki kadıların seçkin kişilerden seçildiğini, beytülmâlın dolu olduğunu,
güvenlik memurlarının (şurta) görevlerini yerine getirdiğini, zekât
memurlarının kimseye haksızlık etmeden gerekli zekât miktarını toplayarak
fakir, yoksul, ihtiyaç sahipleri ve görevlilere dağıttıklarını, artakalan
devlet gelirlerini Müslümanların yararlı işleri için harcadıklarını
belirtmektedir.[36]
Abdurrahman’ın dönemi huzur ve sükûn içinde geçti, zamanında hiçbir
ayaklanma olmadı. O herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Darbımesel olacak
kadar nezih bir hayat yaşadığı söylenen İbn Rüstem’in aynı zamanda büyük bir
âlim olduğu aktarılmaktadır. Günümüze intikal etmeyen bir tefsiri ve
hutbelerini topladığı bir mecmuası olduğu da rivâyet edilmektedir.[37] İbâdî âlimlerden bazıları
onun dönemini Hulefâ-yi Raşidin dönemi gibi görmektedir.[38]
İbn Rüstem öleceğine yakın günlerde ileri gelen kişileri ve âlimleri
toplayıp kendinden sonraki imâmı seçme görevini yedi kişilik bir şûraya havale
etti. Şûrâ üyeleri şu kişilerden oluşuyordu: Mesud el-Endelüsî, Ebû Kudâme (ya
da Kaddame), Yezid b. Fendîn el-Yefrinî, ‘Imrân (Osman) b. Mervân el-Endelüsî,
Abdülvehhâb b. Abdurrahman b. Rüstem, Ebû’l-Muvafık Sa’dus b. Atiyye, Şükr
(Şakir) b. Salih el-Kutâmî ve Mus’ab b. Serman (Sedmân).[39]
Abdurrahman b. Rüstem 171/787 yılında vefat ettiği rivayet edilmektedir.[40] İbâdî kaynaklar İbn
Rüstem’in Hz. Ömer’i örnek edinerek imâmı seçmek için böyle bir şûrâ
oluşturduğunu kaydetmektedirler. Ancak İbn Rüstem’in şûrâsı ile Hz. Ömer’in
şûrâsı arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Zira Hz. Ömer’den farklı
olarak Abdurrahman b. Rüstem, oğlunun halife olarak seçilmesini açık bir şekilde
yasaklamamıştır. Hz. Ömer ise oğlu Abdullah’a sadece seçme yetkisini vermişti,
seçilme yetkisini vermemişti. Yine Hz. Ömer üç gün zarfında halifenin
seçilmesini şart koşmuştu. Abdurrahman b. Rüstem ise bir-iki ay süre tanımıştı.
İbn Rüstem’in ölümünden sonra şûrâ toplandı. Kimi halife seçecekleri
konusunda bir veya iki ay müzakere ettiler. Sonuçta tüm İbâdî Müslümanlar iki
kişinin imâmlığına eğilim gösterdiler: Mesud el-Endelüsî ve Abdülvehhâb b.
Abdurrahman. Bazıları Mes’ud’un; bazıları ise Abdülvehhâb’ın imâm olarak
seçilmesini istediler. Çoğunluk Mesud’un imâm seçilmesi eğilimindeydi. Halkın
birçoğu acele davranarak ona biat etmeye koşuştular. Mesud ise zühd ve
takvasından dolayı imâmeti istemiyordu. Bundan dolayı kaçıp gizlendi. Bunun
üzerine halk Abdurrahman b. Rüstem’in oğlu Abdülvehhâb’a biat etmeye başladı.
Mesud halkın kendisini terk ettiğini Abdülvehhâb’a biat ettiklerini duyduğunda
o da acele bir şekilde Abdülvehhâb’a ilk biat edenlerden olmak için çabuk
davrandı.[41] Abdülvehhâb’ın imâm
olabilmesi için ileri gelen İbâdîler’in Mes’ud el-Endelüsî’ye baskı uygulayarak
onu imâmetten vaz geçirmiş oldukları da muhtemeldir.[42]
Her ne kadar Abdülvehhâb özgür irade ve seçim ile imâm olarak seçildiği
söylense de sonuçta işin verâsete dönüştüğü gerçeği göz ardı edilemez. Birçok
İbâdî’yi kızdıran husus da bu olmuştur. Ayrıca çoğunluğun Mes’ûd el-Endelüsî’yi
imâm olarak seçmek istemelerinin nedeni de imâmetin verâsete dönüşmesine engel
olmak istemelerinden dolayıdır.[43]
Nihayet bütün inanç ve gayretlerine rağmen bu devlette de imamet saltanata
dönüşmüştür.
BİBLİYOGRAFYA
ARI, Mehmet Salih, Haricilerin
Kurduğu Devlet Rüstemiler, 2009 Van.
BÂRUNÎ,
Süleyman b. Şeyh Abdillah, el-Ezhârü’r-Riyâdiyye fî E’imme ve
Mülûki’l-İbâdiyye, Tunus 1986.
DERCİNÎ, Ebû’l-Abbas Ahmed b.
Said b. Süleyman (670/1271), Kitâbu Tabakâti’l-Meşâih bi’l-Mağrib, y.y.,
t.y.
el-BEKRÎ; Abdullah b. Abdülazîz
b. Muhammed Ebû Ubeyd, el-Muğrib fî Zikri Biladi İfrikıyye ve’l-Mağrib min
Kitâbi’l-Mesâlik ve’l-Memâlik, nşr. Baron de Slane, ed. Fuat Sezgin,
Frankfurt 1993.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, İbâdiye’nin
Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983.
HAREİR, İdris Saleh, The
Rustumid State 144-296/762-909, University of Utah, Utah 1976, Basılmamış
Doktora Tezi.
HARİRÎ, Muhammed İsa, ed-Devletü’r-Rüstemiyye
bi’l-Mağribi’l-İslâmî: Hadaretuha ve Alakatuha el-Hariciyye bi’l-Mağrib
ve’l-Endelüs (160-296), Kuveyt 1987.
HASAN, Ali Hasan, Ahbâru
Eimmeti’r-Rüstemiyyîn İbn Sağîr el-Malikî, Kahire 1916.
HAŞİM, Mehdi Talib, el-Hareketü’l-İbadiyye
fî’l-Meşriki’l-Arabî, London 2001.
HİZMETLİ,
Sabri, “Abdurrahman b. Rüstem”, DİA., İstanbul 1988, I, 171-172.
İBN HALDÛN, Abdurrahman b. Muhammed (808/1405), Kitabü’l-’İber ve
Divânu’l-Mübtede ve’l-Haber fî Eyyâmi’l-Arab ve’l-Acem ve’l-Berber ve
men Âsarahum min Zevi’s-Sultani’l-Ekber, Beyrut 1968.
İBN İZÂRÎ, Ebû Abdillah Muhammed el-Merraküşî (695/1295), el-Beyanü’l-Muğrib
fî Ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağrib, I-IV, (thk. Georges Colin), E.
Levi-Provençal, Beyrut 1983.
İBNÜ’S-SAĞÎR
el-MALİKÎ, (3.yy./9.yy.), Ahbâru’l-Eimmeti’r-Rüstemiyyîn, (thk. Hasan
Ali Hasan), Kahire 1984.
MARÇAİS,
Georges, “Tahert”, İA, İstanbul 1993.
MU’NİS, Hüseyin, Tarihu Mağrib ve Hadaretuhu, I-III, Beyrut
1992.
MUAMMER, Ali Yahya, el-İbadiyye fi Mevkibi’t-Tarih el-İbadiyye fi’l-Cezâir,
Kahire 1979.
SÂLİM,
Abdülaziz, Tarihu Mağribi’l-Kebir el-Asru’l-İslâmî, I-IV, Beyrut 1981.
ŞEMMÂHÎ, Ebü’l-Abbas Bedruddin
Ahmed b. Saîd b. Abdilvahid (928/1522), Kitâbü’s-Siyer, (thk. Ahmed b.
Suud es-Seyyabî), Maskat 1987.
TALBİ, M. “Rustamids” The Encycleopaedia of Islam (New Edition),
III. Leiden 1971.
VERCELÂNÎ, Ebû Zekeriya Yahya b.
Ebî Bekr (471/1078), Kitâbu’s-Sîre ve Ahbâru’l-E’imme, (thk. Abdurrahman
Eyyub), Tunus ts.
ZEKKÂR,
Süheyl “ed-Devletu’r-Rüstemiyye fi Tihert”, Dirasatu Tarihiye, Sayı: 12
(1403/1983 Şam) ss. 74-90.
[1] el-Bekrî, s. 67; Vercelânî, s. 58; İbn İzârî, I, 197;
Dercinî, I, 19.
[2] Sâlim, Tarihu Mağribi’l-Kebîr, II,
539.
[3] Vercelânî, 58; Şemmâhî, I, 113; Hasan Ali
Hasan, s. 110.
[4] Vercelânî, s. 57-58; Dercinî, I, 19-20;
Şemmâhî, I, 113.
[5] Vercelânî, s. 59; Dercinî, I, 20.
[6] Vercelânî, s. 59; Şemmâhî, I, 113.
[7] Vercelânî, s. 60; Dercinî, I, 20-21.
[8] Hareir, s. 49.
[9] Vercelânî, s. 76-77; Dercinî, I, 36
[10] İbn Haldûn, el-’İber, VI, 112.
[11] Difa’a imâmı: İbâdîler’in gerçek imâmlarının
vefatı veya yokluğu sırasında gelecek tehlikelere karşı savunma yapmak için
biat ettikleri imâmdır. Geniş bilgi için bkz. Haşim, s. 267-269; Fığlalı, s.
112.
[12] Mu’nis, I, 325; Hareir, s. 50-51.
[13] Vercelânî, s. 87; Dercinî, I, 42.
[14] Hasan Ali Hasan, s. 121.
[15] Hareir, s. 51.
[16] Bk. Vercelânî, 85-86; Dercinî, I, 40-41; Yâkût
el-Hamevî, II, 7.
[17] Vercelânî, s. 86-87; Dercinî, I, 41; ayrıca
bkz. İbn İzârî, I, 196.
[18] Sâlim, Tarihu Mağribi’l-Kebîr, II,
542.
[19] Sâlim, a.g.e., 542.
[20] Zekkâr, s. 76.
[21] Marçais, “Tahert” İA., XI, 630.
[22] Harîrî, s. 101-102.
[23] İbnü’s-Sağîr, s. 241-242.
[24] İbnü’s-Sağîr, s. 242; Vercelânî, s. 88;
Dercinî, I, 45; Şemmâhî, I, 125-126.
[25] İbnü’s-Sağîr, s. 242.
[26] İbnü’s-Sağîr, s. 242-243; Vercelânî, s. 88;
Dercinî, I, 45.
[27] İbnü’s-Sağîr, s. 243.
[28] İbnü’s-Sağîr, s. 243-244.
[29] Vercelânî, s. 88; Dercinî, I, 45.
[30] İbnü’s-Sağîr, s. 246.
[31] Şemmâhî, I, 126.
[32] Vercelânî, s. 88; Dercinî, I, 45
[33] Dercinî, I, 46
[34] Hasan Ali Hasan, s. 123; Fığlalı, s. 101.
[35] İbnü’s-Sağîr, s. 241.
[36] İbnü’s-Sağîr, s. 248-249.
[37] Hizmetli, “Abdurrahman b. Rüstem”, DİA.,
I, 171.
[38] Muammer, el-İbâdiyye fi Mevkibi’t-Tarih,
s. 32, 57.
[39] Bu isimler hakkında bkz. Vercelânî, s. 89;
Dercinî, I, 46; Şemmâhî, I, 130; Bârûnî, s. 99. Vercelânî şûrâ üyelerinin altı
kişiden oluştuğunu söyler, fakat yedi kişinin adını sıralar. Dercinî’nin
kitabında ise Mesud b. Sedman bulunmamaktadır.
[40] Bârûnî, s. 101; M. Talbi, “Rustamids”, III,
639.
[41] Vercelânî, s. 89; Dercinî, I, 46-47.
[42] Mu’nis, I, 327.
[43] Daha geniş bilgi için
bkz. Mehmet Salih Arı, Haricilerin Kurduğu Devlet Rüstemiler, 2009 Van,
s. 49-89.
0 yorum:
Yorum Gönder