5 Aralık 2018 Çarşamba

Hariciliğe Farklı Bir Bakış-I


Prof. Dr. Mehmet Azimli
Giriş
Hariciler, Hz. Ali döneminde ortaya çıkmış olup fikirlerini tam olarak ortaya koyamamış, kendini anlatamamış, sürekli olarak taşkınlıklarıyla gündeme gelen, bu sebeple marjinal olarak yaşamak zorunda kalan bir gruptur. Dindardırlar, Kur’an’ı her konuda öncelerler. Bunlarda samimi bedevi imanı vardır. Cömert ve sertlikleri ile meşhurdurlar.[1]

Hariciler, önemli kısmı Kuzey[2] ve taşra Araplarından oluşan ancak homojen bir yapı arz etmeyen ve birlikteliklerinin merkezine Müslümanlığın değerlerini koyup, kavmiyetçiliğe özellikle Kureyş merkezli ayrımcılığa karşı mücadele ettikleri için sürekli dışlanmış ve merkezi iktidarlarca kötü gösterilmiş topluluktur. Bu dışlanmışlık, sonraki yıllarda kendilerini merkezden uzakta ifade etmeye sevk etmiş ve Müslüman coğrafyasının uzak topraklarında (Batı Afrika, İç İran, Umman, İç Afrika ve Cezire dağları…..) kendilerini göstermeye çalışmışlardır.
Onlar, Hz. Ali’nin ordusundan ayrıldıkları zaman Abdullah b. Habbab ve hamile eşini katlettikleri, aynı zamanda başkasına ait bir hurmayı yediklerine hemen ağızlarından çıkardıkları,[3] bir Hıristiyanın domuzunu öldürdükleri için parasını ödedikleri gibi rijit örnekler üzerinden tanıtılmışlardır.[4] Ancak bu anlatımlar, rakiplerinin tanımlamasıdır. Onlar, İbn Habbab olayını sürekli reddetmişler ve bu eylemi yapan Basra Haricilerinden olan Misar isimli şahsı da içlerine kabul etmemişlerdir. Hurma ve domuz olayı ise onların kötülüğüne değil erdemine işaret eden bir olaydır. Ancak sürekli bu iki rijit olayın kıyası üzerinden kötülenmişler ve kendilerini bir türlü anlatamamışlardır.
Hariciler, sürekli İslam tarihinin daimi suçluları olarak anlatılmaktan kurtulamazlar. Nerede yanlış bir iş varsa onlara mal edilir. Örneğin bu grubun Hz. Osman’ın katledilme sürecinde Medine’yi basan ve halifeyi katledenler oldukları yaygın bir kanaattir.[5] Halbuki Medine’yi basan grubun içinde Eşter gibi Hz. Ali’nin taraftarı ve Adiy b. Hatem gibi Hz. Ali’nin yanında Haricilere karşı savaşan önemli kişiler vardır. Belki bu grubun içinden bir kısmının daha sonra Haricilere katıldığı söylenebilir. Ancak bu durum, Medine’yi basan isyancıların Harici olarak nitelendirilmesini gerektirmez.
Yine Cemel savaşına sebep oldukları iddia edilen muhayyel İbn Sebe grubu ile Haricilerin aynı oldukları, Tahkim olayında Hz. Ali’yi tahkime zorlayan ve Muaviye ile anlaşmaz ise gerekirse kılıç kullanabilecekleri tehdidini yapanların da yine Hariciler olduğu yaygın olarak bilinir.[6] Oysaki Hariciler, Hz. Ali’nin hilafetinin son yıllarında ortaya çıkan bir gruptur.[7] Hz. Osman’ın katilleri daha çok Hz. Ali’nin yanındadırlar ve Haricilere karşı kıyasıya mücadele etmişlerdir. Yine bazı müelliflerin belirttiği gibi; Sebeilerin sonradan Haricilere dönüştüğü tezi doğru değildir. Onlar Sebeiyye denilen gruptan ayrılmış değil, Müslümanlıktan neşet etmiş bir gruptur ve aşırı şiayı savunan Sebeiyye ile tamamen ters düşmüşlerdir.[8] Daha ilginç olanı; Hariciler, Şiilere “Sebeiler” şeklinde hitap etseler de[9] Sünni müelliflerce Sebeilerden neşet ettikleri ithamından kurtulamazlar.[10]
Aslında Hariciler İslam adına kendilerine öğretilen öğretiler üzerinden hareket ediyor ve Müslümanlığı ilkeler üzerinden savunuyorlardı. Onlar ilkesizlikleri sorguluyorlardı. Kendilerine öğretilen din doğru ise, buna göre hareket edilmeliydi. Mesela, onlara göre bu ilkeler gereği; Zübeyr, Talha, Aişe halifeye yani Hz. Ali’ye isyan eden baği konumundaydılar.[11]
Samimiyetle Müslüman olmuşlardı. Ancak “gelin Müslüman öldürelim!” denilince şaşırmışlardı. Onlar samimiyetle Hz. Ali’ye şunu soruyorlardı: “Cemel’de savaşıp Müslüman öldürmek caiz de esir almak neden haram oluyor?”[12] Doğrusu bu soruya cevap verilememiştir. Eğer Cemel’de katledilen Aişe grubundaki Müslümanlar öldürülmeyi hak ettilerse, daha hafif bir şey olan ganimetlerinin alınması veya esir edilmeleri hangi ilkeye göre yasak olacaktır? Sıffin’de savaşa girişmişler sonra anlaşma yapılmasına anlam verememişlerdir. “Şimdiye kadar niye bu kadar insanı öldürttünüz o zaman?” diye düşünüyorlardı. Doğrusu onlarınki yaşananlar karşısında bir hayalkırıklığı tepkisiydi. Örneğin, onların ortaya çıkışına zemin hazırlayan sebeplerinden biri de Hz. Osman ile başlayan süreçte, ganimetten pay almasınlar diye bedevilerin savaşa gönderilmemesini kabullenememeleriydi.[13]
İşte ilk İslam cemaatinin bütün bu ilkesizlikleri, Haricilerde savrulmalar meydana getirdi, bir daha Müslüman dünya ile entegre olamadılar ve aralarındaki makas gittikçe açıldı. Sonuçta Haricileri ilk baştan itibaren gayet tutarlı, söylediklerinin arkasında duran, ilkeli bir grup olarak görmekteyiz.[14] Onlar, Cemel Savaşı’nda savaşı başlatmamışlar, Tahkim’de de baştan itibaren sürekli Hz. Ali’ye savaşa devam etmesini telkin etmişlerdir.
Devam edecek….



[1]              Adnan Demircan, Din-Siyaset İlişkisi, İstanbul 2000, 34.

[2]              Adnan Demircan, Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt, İstanbul 2008, 86.

[3]              Ebu Ubeyd, Kitabu’l-Emval, Kahire 1968, 477. Madde.

[4]              Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, Beyrut 1996III, 136.

[5]              Harun Yıldız, Hariciliğin Doğuşu ve Gelişimi, Ankara, 2010, 44.

[6]              Demircan, Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt, 53.

[7]              Demircan, Din-Siyaset İlişkisi, 44.

[8]              Julius Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Ankara, 1989, 16.

[9]              Taberi, Tarihu’t-Taberi, Kahire, trz, II, 43; Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, 13-15.

[10]            Sabri Hizmetli, İslam Tarihi, Ankara 2006, 450.

[11]            Bkz. Salim b. Zekvan, es-Sire, Newyork, 2001, 7-40.

[12]            Yıldız, 58.

[13]            Yıldız, 45.

[14]            Yıldız, 68.


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar