26 Aralık 2018 Çarşamba

Hariciliğe Farklı Bir Bakış-IV


Prof. Dr. Mehmet Azimli

Haklarında Üretilen Rivayetler
Hariciler Şia’dan çok sert tavır gördükleri gibi benzer bir tavrı Sünni algıdan da görmüşlerdir. Onları kötülemek üzere yığınlarca rivayet uydurulmuş, Hz. Peygamber’in dilinden hadisler üretilmiştir. Hz. Peygamber’den yaklaşık 30 sene sonra ortaya çıkan bu fırka için Sünni dünyanın hadis literatüründeki en önemli kitaplarında bab başlıkları oluşturulmuş ve üretilen rivayetler buralara yerleştirilmiştir. Bunlar da “Delail-i Nübüvvet” çerçevesinde sunulmuştur. İşte bunlardan birini Buhari şöyle aktarır:

19 Aralık 2018 Çarşamba

Kur’an’ın Dilsel Mahiyeti


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Yüce Allah her peygambere gönderdiği kavmin dilinde vahyi indirmiştir. Şu ayet meali bu gerçeği ifade etmektedir:  İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.” (İbrahim 14/4) İbn Kesîr ayetin açıklamasında bunun Yüce Allah’ın halkına yönelik bir sünneti yani değişmez muamelesi olduğunu dile getirir. (bk. İbn Kesir, Tefsir, ilgili ayet yorumu)  Yüce Allah bu sünneti doğrultusunda vahyini kimi zaman İbranice, kimi zaman Süryanice kim zaman da Arapça indirmiştir. Cebrail vasıtasıyla bütün bu dillerde inen ilahî kelamlar, Allah’ın zatıyla kaim kelamına delalet etmektedir. Vahyi indiren, alemdeki hiçbir türe benzemeyen kadîm olan Allah’tır. Allah hitabını peygambere bir cümle şeklinde bildirdiğinde ona uygun sesler yani Arapça’nın ya da bir başka dilin kalıplarına uygun lafızlar yaratır, ardı sıra onları muhataba işittirir” (Bâkıllânî, et-Takrîb ve’l-İrşâd es-Sağîr (nşr. Abdullah b. Ali Ebû Zenîd), Beyrut 1413/1993, I, 322; Ebü’l-Muin en-Nesefî, Tebsıratü’l-edille, DİB Yayınları, Ankara 2004, I, 372)

Hariciliğe Farklı Bir Bakış-III


Prof. Dr. Mehmet Azimli

Harura
Hz. Ali, tahkimi kabul edince ordudan daha sonra Harici olarak nitelendirilen ve sayıları bazı rivayetlerde 12.000 olarak verilen grup ayrılarak Harura’ya gitti.[1] Hz. Ali onlarla konuşmak için önce İbn Abbas’ı gönderdi. Onlar ilk olarak “Hz. Ali’nin, Yusuf 40. ayette geçtiği üzere[2] Kur’an yerine insanların hükmüne razı olduğunu” belirttiler. İkinci olarak “eğer karşı taraf mümin ise mümine karşı savaşmak haram iken niye bizi savaştırdı, değilse niye yok edinceye kadar savaştırmadı, ganimet ve esir almaya izin vermedi?” Üçüncü olarak, “kendisini müminlerin emiri konumundan niye düşürdü?” Şeklinde sorular sordular. Tabi ki bunlara verilen cevaplar onları tatmin etmiyordu.[3]

18 Aralık 2018 Salı

Sadece Gelecekten Endişe İçinde Bulunanlara

 Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Barca
Günümüz İslam dünyasının hemen hemen her yerinde safdil bazı eskici ve yeniciler, dindar hayranlarının hayran bakışları ve teveccühlerine calip retoriklerinin bir gün yanlışlanabileceğinden veya mahallelerinde hatta semt, ilçe, il ve ülkelerinde popülerleştikçe belki bir gün kendilerine kötü gözle yaklaşabileceğinden ve dolayısıyla bugüne kadar bu halleri ile kazandıkları tüm kazanımlarının berhava olabileceğinden korkuyorlar.  Çok bilgili ve önemli oldukları zehabına kapılmış ve kendilerini adeta birer kurtarıcı gibi gören bu iki gurup mensupları, komik bir şekilde aynı anda -dereceleri farklı olsa da- popülerleştikçe, hayranlarının, tabilerinin ve övücülerinin artmasıyla kazanımlarının artırılması ümidini de taşımaktadırlar. İkisi de son kertede mümin olarak devam etmelerinin ve görünmelerinin en iyisi olduğunu çok iyi biliyor ve bunun farkındalar. Bu senaryoyu yazan ve bu sözde kurtarıcıları konuşturan her şeyi bilmekte, görmekte ve bıyık altında her ikisinin bu basit haline gülmektedir. Çünkü her şey bir plan dâhilinde ve hiçbir aksama olmadan işlemektedir. Onlar ise gerçekte oyuna düşürülmüş veya bu oyunu bilinçli veya bilinçsiz kabul etmiş bir piyondan başka bir şey değiller. Belki düşündükleri güzel veya çirkin şeylerle karşılaşabilirler veya aksi de mümkündür. Ama bunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü onlar senaristin daha büyük amaçları için yem ve kurban hükmündedirler ve senarist için ikisi de birbirlerinin aynısıdırlar. 

13 Aralık 2018 Perşembe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Hz. Peygamber’in (sav) Vedâ Hutbeleri

 Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
Hz. Peygamber’in (sav) Hicretin onuncu yılında (Miladi 632) gerçekleştirdiği haccına Vedâ Haccı, bu esnada toplanan Müslümanlara hitabına da Vedâ Hutbesi adı verilir. Vedâ hutbesi (Hutbetü’l-Vedâ) tabiri İslâm tarihi kaynakları arasında ilk defa Câhiz’in el-Beyân ve Tebyîn’inde zikredilmiş (nşr. Abdüsselam M. Hârûn, I-IV, Kahire 1968, II, 30-31), kendisinden sonra gelen Müslüman müellifler de bu tabiri kullanmıştır. Öyle ki, gerek İslâm dünyasında, gerekse ülkemizde bu tabirin isminde yer aldığı müstakil eserler kaleme alınmıştır.  Hâşim Sâlih Mennâ’nın Hutbetü’r-Rasûl fî Hacceti’l-Vedâ, (Dübey 1996); Cihan Aktaş’ın Vedâ Hutbesi: İnsanın Temel Hakları,(İstanbul 1992); Vehbi Ünal’ın, Peygamber Efendimizin Vedâ Hutbesi,(İstanbul 1998) ve Yavuz Ünal’ın Hz. Muhammed’in Vasiyeti (Vedâ Hutbesi),(Çorum 2006) kitapları buna örnek olarak verilebilir.

Ahanda Cini Gördüm!

Prof. Dr. Cağfer Karadaş
Gecelerin uzun, gündüzlerin kısa olduğu zamanlardı. İlkokula yeni başlamıştım. Ders dinlemekten, koşup oynamaktan bir hayli yorulmuştum. Eve geldiğimde kimse dokunmasa ya da seslenmese hemen bulduğum ilk yere düşüp uyuyacak gibiydim. Zaten eve geldiğimde işler beni bekliyordu. Eee… ne de olsa ben bir yumuş oğlanıydım. Evin abdest ibriklerini doldurmak, anacığımın ocağı tutuşturmak için istediği tezekleri getirmek benim işimdi. Anlayacağınız köy yerinde yaşına göre herkese bir iş vardı. İşlerimi bitirdiğimde artık uykum da iyice kaçmıştı. Zaten akşam olmuş, sofra hazırlanmıştı. Üşüştük ailecek sofranın başına, Allah ne verdiyse yedik, doyduk. Ne güzel günlerdi o günler… Büyükler arada bir uyarırdı: Yavrum önünden ye, kaşığına az yemek al, sakın sofraya doğru aksırma, döke saça yeme… Sofralar aynı zamanda edep ve adabın öğrenildiği yerdi.

12 Aralık 2018 Çarşamba

Hariciliğe Farklı Bir Bakış-II


Prof. Dr. Mehmet Azimli
Tahkim’de Haklımıydılar?
Hariciler için söylenen yaygın anlatım “hem Tahkim’i istedikleri hem de tahkim gerçekleşince Hz. Ali’ye karşı çıktıkları” şeklindedir.[1] Yani Kur’an sahifelerinin kaldırılması üzerine Haricilerin Hz. Ali’yi Tahkim’e zorladıkları,[2] yaklaşık 20 bin Haricinin Hz. Ali’yi tehdit ederek savaşı bıraktırttığı aktarılır.[3] Bu görüşü teyit bağlamında Hz. Ali’nin “ben size savaşa devam dedim siz bıraktırdınız” dediği nakledilir.[4]

8 Aralık 2018 Cumartesi

حال المسلمين في يومهم هذا

حال المسلمين في يومهم هذا

تفرقوا علي طريق الشيطان واقتتلوا 
  قائدهم الكفر واتخذواالاءسلام عدوا 

ماالفرق اءذا بين المسلم وأعدائه
ان كانوا علي نفس الدستور في العيش و القدر

لاوالله لا يفلحون ما داموا يعيشون في ظل كفرهم
والكفار آمرفي امرهم الدهر و الايمان

تركوا القرآن والسنة في وسوسة الشيطان
حتي غلبتهم انفسهم في ارتداد و السفه

يتذبذبون في الضلال لا حلال لهم ولا حرام

احسان ثريا صيرما













5 Aralık 2018 Çarşamba

Hariciliğe Farklı Bir Bakış-I


Prof. Dr. Mehmet Azimli
Giriş
Hariciler, Hz. Ali döneminde ortaya çıkmış olup fikirlerini tam olarak ortaya koyamamış, kendini anlatamamış, sürekli olarak taşkınlıklarıyla gündeme gelen, bu sebeple marjinal olarak yaşamak zorunda kalan bir gruptur. Dindardırlar, Kur’an’ı her konuda öncelerler. Bunlarda samimi bedevi imanı vardır. Cömert ve sertlikleri ile meşhurdurlar.[1]

28 Kasım 2018 Çarşamba

Hâricî İbadilerin Örnek Aldığı Bir İmam: Rüstemîlerin Kurucusu Abdurrahman b. Rüstem


Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
İslâm Tarihinde ortaya çıkan siyasi ve itikadî ekoller, belli şahsiyetleri ön plana çıkarmaktadırlar. Ehl-i Sünnet mensupları Hulefa-yı Raşidin olarak adlandırılan dört halifeyi ön plana çıkarırken özellikle onlar arasında adaletiyle, ilk kurumları tesis etmesiyle ve diğer uygulamalarıyla Hz. Ömer’i birçok açıdan örnek gösterirler. Bunun yanında Hariciler, Mutezile ve Zeydiler Hz. Ömer’in hilafetini meşru kabul ederek onun uygulamalarını örnek olarak gösterirler. Hatta birçok konuda onun dönemindeki uygulamaları icma konusu yapmaktadırlar. Yine sözü edilen mezhep mensupları Ömer b. Abdülaziz’e de ayrı bir önem atfetmekte ve onun uygulamalarını örnek göstermektedirler. Onun döneminde Şiî ve Harici isyanların durma noktasına geldiği bilinmektedir. Bu iki önemli tarihi şahsiyetin örnekliği gibi Harici İbadiler arasında da önemli bir konuma sahip olan menkıbeleri dilden dile dolaşan bir lider (imam) bulunmaktadır. Bu kişi Rüstemîler devletinin kurucusu İran’dan Afrika’ya göç eden bir ailenin çocuğu olan Fars asıllı Abdurrahman b. Rüstem’dir. Onun soy şeceresi genellikle şu şekilde gösterilmektedir: Abdurrahman b. Rüstem b. Behram b. Sabûr b. Bâzân b. Sabûr Zi’l-Ektâf (Fars Kralı).[1] Abdurrahman b. Rüstem’in Emevîlerin son döneminde Kayrevân’a geldiği anlaşılmaktadır. Buradaki ilim ortamında iyi bir seviyeye gelen İbn Rüstem, İbâdîler’in Basra’ya gönderdiği ilk beş bilgin arasına girebilmiştir.[2]

Ğadir-i Hum’un Aslı Nedir?


Prof. Dr. Mehmet Azimli
Şia’nın Hz. Ali’nin, hilafete Hz. Peygamber tarafından atandığına dair önemle ileri sürdüğü delillerin başında Ğadir-i Hum olayı gelir.[1] Bu anlatıma göre özetle; Hz. Peygamber Veda haccı dönüşü Ğadir-i Hum[2] mevkinde Hz. Ali’nin elinden tutmuş ve onun kendinden sonra halife olmasını vasiyet ettiği anlamına gelen sözler söylemiştir.[3] Dahası olayla ilgili olarak Hz. Peygamber’e -esasen Yahudiler hakkında nazil olan- Maide-67’deki “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.” ayetinin nazil olduğu iddia edilmiş ve mesele Hz. Peygamber’in peygamberlik görev şartlarının Hz. Ali’nin imametini ilan etmesine bağlı olduğu noktasına kadar götürülmüştür.[4]

24 Kasım 2018 Cumartesi

Kıbrıs’ta Sultan Halamızı Ziyaret

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Bismihî Teâlâ…
Rahmeti Engin Rabbimize Hamd, Gönderdiği Rahmet Elçisine Selam…
*
Efendim, O’nun halası bizim de halamız olur nitekim. O’nun halasını ziyaret etmek de, sanki kendi halamızı hatta bütün halaları ziyaret gibi olur herhalde. Halaların şahı ve feriştahı desek çok abartmış olmayız inşallah…

21 Kasım 2018 Çarşamba

Kitap Tanıtımı: Halifelik Tarihine Giriş


Halifelik Tarihine Giriş
(Başlangıçtan IX. Asra Kadar)
Yazar: Mehmet AZİMLİ
Öykü Kitabevi / 2005 (1. Baskı), 196 sayfa
      Edip AKYOL
 İst. Ünv. İslam Tarihi ve Sanatları/Doktora öğrencisi

Müslümanların siyasi tarihi gözden geçirildiğinde, tarihi süreçte en çok tartışma konusu olan problemlerin ve birçok siyasî-itikâdî mezhebin ilk varoluş sebebinin “Halifelik Sorunu” olduğu görülecektir. Halifelik konusunda birçok dini-siyasi tartışma yapılmış, kanlar dökülmüş ve mezhepsel ayrılıklar meydana gelmiştir. Hilafet meselesinden dolayı ana bünyeden en büyük ayrılışı gerçekleştiren ise Şia olmuş ve hilafetin kimde olup olmayacağı tartışması yüzünden faklı bir yapılanma içine girmiştir.
Yazar kitabın önsözünde; eğer hilafet kurumu, tarihi süreçte problemsiz bir şekilde yerini alabilseydi, İslam fetihleri daha geniş alanlara yayılabilir, İslam Medeniyeti ve Kurumları daha net bir şekilde kendini ortaya koyabilirdi diyerek, hiçbir devletin engelleyemediği yeni dinin fetihlerini, hilafet kavgalarının engellediğini belirtmiştir.
Bununla birlikte, Hz. Peygamber’den sonra ashabın karşı karşıya kaldığı ilk önemli problemin ve daha sonraki asırlarda da Müslümanlar arasında en büyük ihtilafın hilafet sorunundan kaynaklandığını vurgulamıştır.

9 Kasım 2018 Cuma

Kendini Bilmez Geçmişinden Bi Haber Bir Hadsize Cevabımdır


Prof. Dr. Cağfer Karadaş
Efendim, geçenlerde bir dostum. “Cağfer hoca sen kerameti mi inkar ediyorsun?” diye sordu. Dedim, düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü. “Hayırdır, nereden çıktı bu, benim sana geçen gönderdiğim yazıyı okumamışın anlaşılan”, dedim. Çünkü o dosta gönderdiğim yazıda keramet meselesinden bahsediyordum.
Dostum, bana birisi senin Anahatlarıyla Ehl-i Sünnet Akaidi  kitabınla ilgili fotoğraflar gönderdi, dedi. (O birisinin ismini de verdi ama şimdi söylemeyim, fitne fücuru dökülmesin ortaya) Bu kitapta tehlikeli fikirler varmış, kerameti inkar ediyormuşsun, okunması sakıncalı kitapmış.
Dedim ona, gönder o fotoğrafları bana. Gönderdi. Anaaa… bu da ne? Allah’ım dünyada böyle tipler de varmış. Adam, idam fermanımı yazmış, sonra gerekçe aramaya koyulmuş. Aman ne gerekçeler!?

5 Kasım 2018 Pazartesi

Kitap Tanıtımı: Fitne (Kardeşlerin Savaşı)


Fitne (Kardeşlerin Savaşı), Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN[1], Beyan Yayınevi, İstanbul 2015,2. Baskı, ISBN: 978-975-473-619-9, 159 sayfa
                                                     HAZIRLAYAN: İsmail TANRIVERDİ[2]
         Bu eser, Hz. Peygamber’in vefatından yaklaşık çeyrek asır sonra meydana gelen fitne hareketlerinin objektif bir şekilde değerlendirilmesinin imkânını konu edinmektedir.  Eser, bu fitne olaylarının arka planını iyice tahlil edip günümüze yansımalarını tarafsız bir gözle yeniden ele almayı ve söz konusu dönemle ilgili akla takılan yığınla soruların gerçek cevaplarını bulmaya çalışmaktadır. İbn Haldun’un dediği gibi aslında tarihi dönemler suyun renginin birbirine benzediğinden daha çok birbirine benzer. Bu gözle tarih –özellikle de İslam Tarihi- okunduğunda o günle bugünün problemlerinin birbirine şaşırtıcı benzerliğiyle karşılaşırız. Bu yönüyle elimizdeki eser tarihi anlamanın yanında günümüze ışık tutacak tecrübelerin kazanımını sağlamaktadır.        

Kerbela isminin etimolojisi

Kerbela kelimesinin etimolojisi için üç farklı kaynak tezi öne sürülmüş: Aramca, Farsça ve Arapça...

1-) Aramca iki kelimeden oluşur: kerb + ila. Aramca'da kerb, ibadet edilen, namaz kılınan yer, harem anlamındadır. İla ise Allah demektir. Yani buna göre Kerbela, Haremullah anlamına gelir. Mescidi Aksa ve Mescidi Haram ve Mescidi Nebevi'nin de benzer şekilde adlandırıldığını hatırlayınız. İddiaya göre Hz. İbrahim ilk defa burada namaz kılmış, buradan Şam diyarına oradan Mısır'a ve nihayetinde Arabistan'a gitmiştir.

Yine Ker-bela şeklinde başka bir Aramca terkip mevcuttur. Ker-kuk, Ker-cevz, Ker-şef, Ker-buran gibi... Bunlar hep Aramik isimlerdir. Buradaki Ker, Arapça'daki Kefr kelimesinden bozma bir kelimedir. Genellikle köy ve bazen de diyar anlamındadır. Bence doğru olan budur.

2-) Farsça'dan geldiği söylenmiştir. Ker + Bela. Bela musibet yeri anlamında. Farsça'ya bu kelime ve anlamın Aramca'dan geçtiği düşünülmektedir.

3-) Arapça bir kelime olduğu söylenmiştir. Arapça Kerbeletun (كربلة) kelimesi gevşeklik anlamına gelir. Hani elin ayağın dolaşır gitmek istemezsin ya, öyle bir şey. Ve yine Kambur anlamına geliyor.

***

Bana sorarsanız bu kelime'nin aslı Aramicedir ve Ker-Bela (Bela köyü, Bela diyarı) şeklindedir. Çünkü bu bölge eski Babil, Aşur, Aram bölgesidir ve bu cıvardaki tüm bölge adları neredeyse tümü Aramca kökenlidir. Ker-kuk gibi...

Ayrıca Kerbela (كربلاء) (yani Aramca kalıbındaki gibi) söyleniyor, Dört harf kökenli Arapçadaki Kerbeletun denmiyor.

***

Hz. Hüseyin'den önce de bu isimle anılıyordu. Eğer Hz. Hüseyin'in katlinden sonra bu ismi almış olsaydı, muhakkak Arapça bir kelime olacaktı.

Kerbela kasvetli ve zor bir bölge olmuştur. Muhtemelen Hz. Hüseyin'den önce de burada ağır kıyımlar yaşanmış. Mekanın ruhu sık sık tekrar eder. Gizli Felsefe kitabının yazarı Agrippa der ki; "eğer ağır katliam yaşanmış bir yerden geçerseniz o bölgenin kasvetini hissedersiniz." Bu yüzden olsa gerektir ki, Hz. Peygamber efendimiz geçmiş ümmetlerin helak olduğu bölgelerden geçerken ashabından sessiz ve hızlı yürümelerini istemiş.

30 Ekim 2018 Salı

Çağdaş Kadının Annelikle İmtihanı


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Anne, adına “Ana gibi yar olmaz” sözüyle tarihe not düşülen… “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” sözüyle samimiyetin ve bağlılığın sembolü kılınan… “Cennet anaların ayakları altındadır” kutlu sözüyle kıymetin ve itibarın mihengi haline getirilen… “Onlara öf bile demeyin…” hitabıyla ilahî himayeye mazhar olan… İşte böyle kutlu bir varlık anne…

24 Ekim 2018 Çarşamba

Sıkıntılı Yıllardan Bir Yazı: Şırnak'ta Rock


Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

“Rock müziği Şırnaklıları coşturdu” - Gazeteler
     Yaşlı olmadığı gibi, sırtındaki yük de pek ağır değildi. Fakat o, yine de adımlarını çok ağır atabiliyor, güçlükle çıkıyordu yukarı mahallenin yokuşunu...
   Onun tarihlerden, günlerden, aylardan pek haberi olmadığı için, tarihi Şırnak’ınkinden de eski olan Dérşev köyünden ne zaman geldiklerini bilmiyordu. Kocasının birileri tarafından öldürüldüğünü duymuş; bir daha haber alamamıştı çocuklarının babasından... Dağda mı, pusuda mı, değirmen yolunda mı, yoksa hiç birinde mi, kaybolup gitmişti Mahmut’u?.. Fato bunları bilmediği gibi kimseye de soramıyordu. O Mahmut’unun akıbetini bilmezken, birileri için Mahmut, ülkedeki binlerce fail-i meçhul kurbanlardan bir tanesi gibi unutulma sürecine girmişti bile...

20 Ekim 2018 Cumartesi

Kitap Tanıtımı: İslam Tarihi II


İSLAM TARİHİ -II
Editörler 
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN
Prof. Dr. Mehmet AZİMLİ
Bilay Yayınları
Ankara, 2018 (1. Baskı), 446 sayfa
ISBN: 978-605-82283-8-2


Elimizdeki bu çalışma, Ülkemizin saygın yayın evlerinden olan ve özellikle de Kur’an ve Tefsir alanlarındaki neşriyatlarıyla tanıdığımız FECR Yayınevinin özel baskılarından biri olarak Bilay yayınları adıyla İlahiyat Serisinin 12. Kitabı olarak yayınlanmıştır. 

19 Ekim 2018 Cuma

Zaman Su Gibi Geçiyor

Celil Çelik
19.10.2018
acelilcelik@gmail.com

Zaman su gibi akıyor denince gerçekten de 70 yaşındaki kişiye sorsanız 20'li yaşları için dün gibiydi der. 20 yaşındaki kişi ise, tam tersi 70 yaşına dek uzun süre yaşayacağını zanneder. 

9 Ekim 2018 Salı

Elveda Çocuk Hoş Gelsin Bireylik

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Sunum: Bu kurgu, bir tespit, üç birey, bir vakıa ve bir akıbetten oluşmaktadır. Her birey için iki senaryo ve sorunlara çözüm vardır. Vakıa ortada ve akıbet sondadır. Bir de hisse vardır efendim, alınası. En gerçek ise sonda saklıdır.

3 Ekim 2018 Çarşamba

Kitap Tanıtımı: İslam Medeniyeti Tarihi, Editör: Prof. Dr. Mehmet Azimli

İslam Medeniyeti Tarihi, Editör: Prof. Dr. Mehmet Azimli[1], Bilay Yayınları, Ankara 2018, ISBN: 978-605-81272-6-5, 384 sayfa
                                            HAZIRLAYAN: İsmail TANRIVERDİ[2]

Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin editörlüğünde bir ders kitabı olarak ele alınan bu eser, başta ilahiyat fakültesi ve Tarih bölümlerinde İslam Medeniyeti Tarihi dersi için kaynak olacak şekilde hazırlanmıştır. Bu eser, İslam Medeniyeti Tarihini on dört bölüm olarak farklı başlıklar altında incelemektedir. Her bir bölüm alanında uzman hocalar tarafından hazırlanmış, okuyucunun o konunun çerçevesi ve içeriği hakkında bilgi sahibi olması amaçlanmıştır.

1 Ekim 2018 Pazartesi

İlim Aynasında Bir Halife: Ömer b. Abdülâzîz


                                                                                          Muhammet Arslan* 
Özet
Zihinlerimize tarih kavramıyla birlikte bir milletin diğer milletlerle çatışması, savaşları ve iktidar mücadeleleri gibi olaylar gelmektedir. Tarih denilince akla siyasal olaylar geldiği kadar sosyal, bilimsel ve kültürel alandaki olaylar da gelmesi gerekmektedir. Bu kısır tarih algısından dolayı Emevîler döneminin genellikle siyasi olayları ele alınmıştır. Bilim ve kültür alanındaki gelişmeleri hep ikinci plâna atılmıştır. İslam tarihinde Emevîler dönemi her yönden yeni adımların atıldığı, yeniliklerin olduğu bir dönem olarak karşımıza çıkar. Bu gelişmeler özellikle Emevî devleti halifelerinden Ömer b. Abdülâzîz döneminde belirgin hale gelir. Bu sebeple de makalemizde hep siyasi/yönetimsel boyutu ele alınan dönemin bilimsel/ilmî alanında yapılan yenilikleri konu edinilecektir 
 Anahtar Kelimeler:Ömer b. Abdülâzîz, Emevî, Bilim-Kültür.

30 Eylül 2018 Pazar

Tarihsel Tecrübe Olarak Merhamet ve Şiddet Açısından İslâm

Prof. Dr. Âdem APAK

GİRİŞ

İslâm’ın rahmet veya şiddet dini oluşu ile ilgili değerlendirmeler geçmişte olduğu gibi zamanımızda da tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bu mesele daha ziyade dini ve ideolojik bakış açılarıyla tenkit etme veya buna karşı savunma konusu olarak ele alınmaktadır. Buna göre bilhassa Batı dünyası ve fanatik İslâm karşıtları İslâm’ın savaş dini olduğu, onun peygamberinin de kan dökücü, dinini kılıçla yayan bir din önderi olduğunu iddia ederlerken; buna karşılık Müslümanlar da İslâm’ın bizzat adından da anlaşılacağı gibi bir barış dini olduğunu, bu dinin peygamberinin ise bir merhamet elçisi olarak bütün insanlığa gönderildiğini ispatlamaya çalışmışlardır. Her iki tarafın da gerek İslâm dininin temel kaynakları olan Kur’an ve hadis, gerekse tarih kitaplarından yola çıkmak suretiyle kendilerini destekleyen deliller ileri sürdükleri görülür. Bu çalışmada biz daha ziyade akademik bir anlayış çerçevesinde İslâm muhaliflerinin iddialarına cevap mahiyetinde bir savunma faaliyeti ortaya koymaktan ziyade, İslâm’ın hazır bulduğu ortamdaki şiddet-rahmet ilişkisi, İslâm’ın yayılması esnasındaki şiddet ilişkisi, ardından da İslâmi fetihlerle birlikte Müslümanların hakim duruma geldikleri dönemlerdeki şiddet-rahmet ilişkisi konularını özet mahiyette tasviri ve karşılaştırmalı bir şekilde ele almak niyetindeyiz. Belki bu değerlendirmeler sonucunda İslam dininin şiddet veya rahmet dini olduğuna dair bir kanaate ulaşmak mümkün olur. Konumuzla ilgili olarak sağlıklı, rasyonel ve tutarlı sonuçlara ulaşabilmek için gerek İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’an, hadis ve peygamber uygulamalarını, gerekse Müslümanların tarih boyunca rahmet-şiddet boyutunda siyasî ve sosyal alanlarda gerçekleştirdikleri faaliyetleri dikkate alınacaktır. Netice olarak da başlangıçtan Emevîler devletinin sonuna kadar geçen tarihi süreç dikkate alınmak suretiyle İslâm tarihinde zaman zaman şahit olunan şiddet tezahürlerinin bizzat İslâmî öğretiden mi, yoksa bu öğretiyi yanlış yorumlayan ya da dikkate almayan Müslüman idarecilerin uygulamalarından mı kaynaklandığı hususu tebellür ettirilmeye çalışılacaktır.  

26 Eylül 2018 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Hz. Peygamber’in (Sav) Vedâ Hutbeleri

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
Hz. Peygamber’in (sav) Hicretin onuncu yılında (Miladi 632) gerçekleştirdiği haccına Vedâ Haccı, bu esnada toplanan Müslümanlara hitabına da Vedâ Hutbesi adı verilir. Vedâ hutbesi (Hutbetü’l-Vedâ) tabiri İslâm tarihi kaynakları arasında ilk defa Câhiz’in el-Beyân ve Tebyîn’inde zikredilmiş (nşr. Abdüsselam M. Hârûn, I-IV, Kahire 1968, II, 30-31), kendisinden sonra gelen Müslüman müellifler de bu tabiri kullanmıştır. Öyle ki, gerek İslâm dünyasında, gerekse ülkemizde bu tabirin isminde yer aldığı müstakil eserler kaleme alınmıştır.  Hâşim Sâlih Mennâ’nın Hutbetü’r-Rasûl fî Hacceti’l-Vedâ, (Dübey 1996); Cihan Aktaş’ın Vedâ Hutbesi: İnsanın Temel Hakları,(İstanbul 1992); Vehbi Ünal’ın, Peygamber Efendimizin Vedâ Hutbesi,(İstanbul 1998) ve Yavuz Ünal’ın Hz. Muhammed’in Vasiyeti (Vedâ Hutbesi),(Çorum 2006) kitapları buna örnek olarak verilebilir.

23 Eylül 2018 Pazar

Kitap Tanıtımı: Toplumun Kuruluşu Etik

Toplumun Kuruluşu Etik, İktisat, Siyaset; Ümit AKTAŞ, Mana Yayınları, İstanbul 2016, ISBN:978-605-66665-2-0, 160 sayfa
  Hazırlayan: İsmail TANRIVERDİ
Bu eser toplum veya ferdi hayatın toplumsallaşma veya iktisadileşme, aile/cemaat olma veya devletleşme gibi seçeneklerde tercih hakkı bile kullanma fırsatı bulmadan nasıl sömürüye dönüştüğünü ele alır. Özellikle bu bağlamda kapitalizmi ve onun temel aracı olan faizi/riba ele alır. Kapitalizmin soy kütüğünü dünyanın kuruluşuna Habil-Kabil mücadelesine hatta Âdem’in cennetten ihracına kadar götüren yazar, insanın fıtratından soyutlanıp nasıl iktisadi bir meta haline getirildiğinin kritiğini yapar.
Bir giriş ve yedi ayrı başlık altında konuyu ele alan yazar, bize toplumun kuruluşu, temeli ve etiğin iktisat ve siyaset eliyle çoğu zaman nasıl arka plana itildiğini ve iğdiş edildiğini anlatır.

21 Eylül 2018 Cuma

-Hz. Ömer'den Yavuz Sultan Selim'e- Kudüs'te İnanç ve İbadet Özgürlüğü


Öğr. Gör. Abdullah ÇAKMAK[1]
İslâm devletlerinin yöneticileri tarafından herhangi bir mevzuda alınan kararların ve uygulanan politikaların arka planında İlahî hükümler ve bu hükümlerin ilk uygulayıcısı olan Hz. Muhammed'in hayatından izler görülür. Bu durum, gayrimüslimlere tanınan inanç ve ibadet hürriyeti bakımından da böyledir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır."[2] ayetinde gayrimüslimlere nasıl bir yaklaşım sergileneceği bildirilmektedir. Buna dair Hz. Muhammed'in uygulamalarına bakılacak olursa, onun Hudeybiye dönüşünde (m. 628), içlerinde dönemin iki süper gücü Bizans imparatoru ve Sasani kisrâsının da yer aldığı altı devlet yöneticisine gönderdiği mektuplarda, öncelikli olarak Allah'a ve O'nun kulu ve elçisi olan Hz. Muhammed'e inanmalarını tebliğ ettiği görülmektedir. Sadece tebliğ ile yetinilmesi ve bu konuda herhangi bir zorlamada bulunulmaması, "Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin."[3] ayeti ile bu mealdeki diğer ayetlerin bir gereğidir. Bunun yanında Müslümanların hâkimiyetlerine aldıkları bölgelerde ise, diğer din mensuplarının can ve mal güvenliğinin sağlanacağı kendilerine bildirilmiştir. "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."[4] ayetinin inmesiyle birlikte artık Müslümanların hâkimiyetini tanıyan, ancak kendi inancında kalmayı tercih edenler ödedikleri cizye karşılığında inanç ve ibadet hürriyetine sahip olmuşlardır. İşte gayrimüslimlerin inanç ve ibadet hürriyetini konu edinen bu açık hükümler, Hz. Muhammed'den başlayarak ondan sonra gelen bütün İslâm yöneticileri tarafından tarihin her döneminde kesintisiz olarak uygulanmıştır.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Osmanlı Devletinde Cemalîler Okulu: Cemal Halvetî ve Zenbilli Ali Cemalî Efendi


OSMANLI DEVLETİNDE CEMALÎLER OKULU: CEMAL HALVETÎ VE ZENBİLLİ ALİ CEMALÎ EFENDİ
Dr. Öğr. Üyesi Ramazan Ata
Özet
                XV-XVI. asırlarda Osmanlı Devleti’nde her alanda olduğu gibi ilim, fikir ve tasavvuf alanında da zirve dönemi yaşanmıştır. Biz bu çalışmamızda dönemin iki köşetaşı diyebileceğimiz, Halvetîliğin Cemalî kolunun kurucusu ve Anadolu’yu Şiileşmekten kurtaran en önemli şahsiyetlerden olan Cemal Halvetî’nin Tefsir Risalesi ile yeğeni olan dönemin şeyhülislamı ve Kanunî dönemi kanunnamelerinin düzenleyicisi Zenbilli Ali Cemalî Efendi’nin Nasihat Risalesi’nin bir karşılaştırmasını yapmaya çalışacağız. Böylece bu zirve dönemde ilimle tasavvufun elele vererek ideal insanı nasıl yetiştirdiğini ortaya koymak için gayret göstereceğiz. Osmanlı Devleti yükselme ve zirve döneminde, pek az istisnalar hariç insanların maddi ve manevi yönden eğitimi için medrese ile tekkeler arasında uyumlu bir birliktelik kurmuştu. İnsan-ı Kamil olmanın yollarını ortaya koymaya çalışan her iki âlim de farklı yöntemlerle aynı sonuca varmışlardır. Değerler eğitimi bakımından baktığımızda, medrese-tekke-zaviye bağlantısı koptuğu andan itibaren Osmanlı Devleti gerilemeye başlamıştır.
                Anahtar Kelimeler: Cemalîler, Cemal Halvetî, Zenbilli Ali Efendi, Halvetîlik.

                SCHOOL OF CEMALÎ IN OTTOMAN EMPIRE: CEMAL HALVETÎ AND ZENBILLI ALI CEMALI
Abstract
                In 15th and 16th centuries Ottoman Empire reached the top in the fields of science, thought and tasawwuf like many other fields. This study is about the comparison of two masterpieces of the period, one of the masterpiece is Kur’an Commentary Booklet of Cemal Halveti who was the founder of Cemalî School of Halvetisim and one of the most important figures saved Anatolia from Shiite and the other masterpiece is Advice Booklet of Zenbilli Ali Cemalî Effendi who was the Sheikh ul Islam of the period and the arranger of statute laws of Suleiman the Magnificent. Thus, in this study it will be discussed that how ideal individual could be grown up by science’s and tasawwuf’s cooperation in the period. During its growth and peak period Ottoman Empire managed to build a union between madrasa and Islamic monetary in order to provide an education for the citizen both materially and morally. Both of the scholars who tried to define the way that would take the individual to the degree of perfect human being reached to same point even they used different methods. It is seen that in terms of value education Ottoman Empire started to decline stage when they abandon the connection between madrasa, Islamic monetary and small Islamic monetary.
Key Words: Cemalis, Cemal Halvetî, Zenbilli Ali Effendi, Halvetîsm.

16 Eylül 2018 Pazar

İhsan Süreyya Sırma Kitabı &Pervari’den Paris’e

İhsan Süreyya Sırma Kitabı &Pervari’den Paris’e
(Aşk, Heyecan, İnanç, Gayret, Fedakârlık, Vefa, Samimiyet ve Başarının Hikâyesi)
Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
İslam Tarihi hocamız Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın hayat hikâyesini ve akademik deneyimini sade bir üslup ile ortaya koyan “İhsan Süreyya Sırma Kitabı & Pervari’den Paris’e” adlı kitap biraz geç elime ulaştı. Nihayet beklediğime değdi. Zira bu değerli kitabı hocam İhsan Süreyya Sırma imzalı bir şekilde hediye etti. Hocama müteşekkirim. Bilindiği gibi hocamız seyahati çok seviyor, gezip gördükleri yerleri sonradan yazıya geçiriyor. Hocamızın seyahat yazılarının yanı sıra “Dağların Sırrı”ve “Nehirlerin Dili” adlı kitapları okunmaya değerdir. Zira bu kitaplarında hocamız tırmandığı dağlar ve kenarında gezip dolaştığı nehirler ile adeta konuşuyor, kendine özgü üslubuyla dağların ve nehirlerin tarihçesini ortaya koyuyor. Dağların Sırrı adlı eserinde ilimizde bulunan Erek dağını da yazmıştır. Bu dağda yetişen ve Vanlıların son zamanlarda yayla muzu dedikleri “rebez/rebes”ışgın/uşkun denilen sebzesinden, bu dağda öten kekliklerden, Van’ın meşhur âlimi Melâ Ali’den ve bu dağda bir süre ikamet eden Bediüzzaman’dan söz ediyor. Pervari’den Paris’e adlı kitabın bir yerinde anlattığı gibi Hocamız Van şehrini çok sevmektedir. Bu sevginin bir tezahürü olarak Kurban Bayramından önce kıymetli hanımefendi eşiyle Van’a geldiler. Van’ı ve Bahçesaray’ı gezdikten sonra Pervari’ye gittiler. Sağ olsunlar bizimle de görüşme talebi nezaketinde bulundular. İşte değerli kitabını bu görüşme sırasında imzalayıp hediye ettiler. Biz de hacca gitmenin telaşı içerisinde idik. Zira hac için ismimizi yazmıştık ve nihayet 11 yıl sonra kuradan adımız çıkmıştı. Bu heyecanla yolda okurum diye hocamızın hediye ettiği kitabı hac bavuluna koydum ve bu yolculuk sırasında kitabı okudum. Okurken her iki hocamız ile zaman tünelinde adeta hasret giderdim. Kitap ile ilgili medyada şimdiye değin çok yazılar yazıldığını biliyorum. Geç de olsa kitap ile ilgili olarak duygu ve düşüncelerimi, okurken altını çizdiğim yerlerin bir kısmını bu yazı ile anlatmak istedim. 

15 Eylül 2018 Cumartesi

İlk Ayetleri(n) Oku(nması)

Dr. Öğr. Üyesi Halit ÇİL
Hz. Peygamber’in Cebrail ile ilk karşılaşması iyi okunmalıdır. Okuma bilmeyen birine ilk emir OKU oluyor. Muhatabın okuma bilmediğini söylemesi üzerine Cebrail onu sımsıkı sarıyor ve sıkıyor. Neden? Çünkü kişi basiret gözünü açarak olayları, neden sonuç ilişkilerini, içinde bulunduğu atmosferdeki hareketliliği, doğayı, hayvanları, bitkileri vs. her şeyi okumalıdır. Sıkıntılara katlanmadan, alınteri dökmeden ilim elde edilmez. Bu sıkma olayı ile Peygamber’e bu ders veriliyor. Çünkü o zaten okuma bilmiyor. Nitekim üçüncü sıkma olayından sonra oku emrine “Ne okuyayım?” diye sual etmesi üzerine inen ilk ayetler bunu ifşa ediyor:

14 Eylül 2018 Cuma

Adamlık Derdi Beni de Gerdi

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Çok gerginim bugünlerde dostlar! Adamlıkla benim de başım dertte. Derdimi size açayım da, belki bir derman olan çıkar içinizden. Zira tek başıma altından kalkabileceğim bir mesele değil bu. Nasıl kalkabilirim ki, ben her şeye muhtaç insanoğlu denilen cinsten gariban bir varlığım. Dört başı mamur adam olmak iddiası gibi, bir hadsizliğe kalkışacak da değilim. Ama en azından ucundan kıyısından bu meseleye bir yakınlık kurabilir miyim derdindeyim. Çapımın ve çarpanlarımın farkındayım. Bu farkındalığı bile bir kazanım olarak görüyorum. Çünkü bunun farkında olmayıp kendini dev aynasında görenler Allah korusun Rabbini bile tanımayacak noktaya kayabiliyorlar. Bu kaymaları yüzünden insanlık defterinden düşürülüyorlar da, farkına varmıyorlar… 

Felsefi ve Bilimsel Yanılgılar



FELSEFİ VE BİLİMSEL YANILGILAR


Celil Çelik
                                         FELSEFİ YANILGILAR

Doğuştan sonsuzluk duygu ve düşüncesine sahip olan insanoğlu “Ben nereden geldim, görevim nedir, sonum ne olacaktır?” diye sormuştur. Akıl yoluyla gerçeği ve mutluluğu bulmaya çalıştığını iddia eden filozoflar da, tarih boyunca ortaya koydukları sistemleriyle bu sorulara cevap vermeye çalışmışlar, ancak tatminkar, açık, tutarlı ve kalıcı çözüm şekilleri bulamamışlardır. Felsefenin sunduğu açıklamalara rağmen insanoğlu yine aynı soruları sormaya devam etmiştir.

Yazarlar