16 Eylül 2018 Pazar

İhsan Süreyya Sırma Kitabı &Pervari’den Paris’e

İhsan Süreyya Sırma Kitabı &Pervari’den Paris’e
(Aşk, Heyecan, İnanç, Gayret, Fedakârlık, Vefa, Samimiyet ve Başarının Hikâyesi)
Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
İslam Tarihi hocamız Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın hayat hikâyesini ve akademik deneyimini sade bir üslup ile ortaya koyan “İhsan Süreyya Sırma Kitabı & Pervari’den Paris’e” adlı kitap biraz geç elime ulaştı. Nihayet beklediğime değdi. Zira bu değerli kitabı hocam İhsan Süreyya Sırma imzalı bir şekilde hediye etti. Hocama müteşekkirim. Bilindiği gibi hocamız seyahati çok seviyor, gezip gördükleri yerleri sonradan yazıya geçiriyor. Hocamızın seyahat yazılarının yanı sıra “Dağların Sırrı”ve “Nehirlerin Dili” adlı kitapları okunmaya değerdir. Zira bu kitaplarında hocamız tırmandığı dağlar ve kenarında gezip dolaştığı nehirler ile adeta konuşuyor, kendine özgü üslubuyla dağların ve nehirlerin tarihçesini ortaya koyuyor. Dağların Sırrı adlı eserinde ilimizde bulunan Erek dağını da yazmıştır. Bu dağda yetişen ve Vanlıların son zamanlarda yayla muzu dedikleri “rebez/rebes”ışgın/uşkun denilen sebzesinden, bu dağda öten kekliklerden, Van’ın meşhur âlimi Melâ Ali’den ve bu dağda bir süre ikamet eden Bediüzzaman’dan söz ediyor. Pervari’den Paris’e adlı kitabın bir yerinde anlattığı gibi Hocamız Van şehrini çok sevmektedir. Bu sevginin bir tezahürü olarak Kurban Bayramından önce kıymetli hanımefendi eşiyle Van’a geldiler. Van’ı ve Bahçesaray’ı gezdikten sonra Pervari’ye gittiler. Sağ olsunlar bizimle de görüşme talebi nezaketinde bulundular. İşte değerli kitabını bu görüşme sırasında imzalayıp hediye ettiler. Biz de hacca gitmenin telaşı içerisinde idik. Zira hac için ismimizi yazmıştık ve nihayet 11 yıl sonra kuradan adımız çıkmıştı. Bu heyecanla yolda okurum diye hocamızın hediye ettiği kitabı hac bavuluna koydum ve bu yolculuk sırasında kitabı okudum. Okurken her iki hocamız ile zaman tünelinde adeta hasret giderdim. Kitap ile ilgili medyada şimdiye değin çok yazılar yazıldığını biliyorum. Geç de olsa kitap ile ilgili olarak duygu ve düşüncelerimi, okurken altını çizdiğim yerlerin bir kısmını bu yazı ile anlatmak istedim. 

İhsan Süreyya Hocamız ile 1983-1984 öğretim yılında Erzurum’da tanıştık. Ancak bizim derslerimize girmediğinden başka şubelere gidip Hocamızın derslerini dinlemiştik. İslam Tarihi dersimize bir dönem onun doktora öğrencisi olan Mustafa Ağırman Hoca girdi, İhsan Süreyya Hoca’nın hazırladığı ders notlarından sorumlu tuttu ve güzel hitabetiyle Siyer’i bize sevdirdi; diğer dönem ise biraz rahatsızlığı olan bir hocamız İslam Tarihi dersine girdi, derslerde Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi adlı kitabını okuyup yazdırmıştı. 1984-85 öğretim yılından itibaren Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi’ne yatay geçiş yaptıktan sonra İhsan Süreyya Hocamızın yayınlarını takip etmeye çalıştım, hem onu hem de Mustafa Ağırman Hocamızı hep hayırla yâd ettik. Hoca’nın ilk yayınladığı eserlerden İslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkenceadlı kitabından başlayarak peyderpey yayınlanan makale ve kitaplarını okumaya; sohbet, konferans ve programlarını takip etmeye çalıştık. 
Kitaptan anlaşıldığına göre İhsan Süreyya Hoca, küçüklüğünden itibaren okumayı seven ve bu uğurda gayret gösterip fedakârlığa katlanan bir şahsiyettir. Zira ilkokuldan sonra tahsil hayatını sürdürmek için evden kaçmayı bile düşünmüştür. Sonuçta bir şeyhin müsaadesi üzerine ailesinin de rızasını alarak Liseyi bitirinceye kadar Pervari’den Siirt’e gelip okuma hayatını sürdürmüştür. Ortaokul 1’den 2’ye geçtiği yıl Pervari’de bulunan bir müsteşrikten birkaç cümle İngilizce öğrenebilmek ve pratik yapmak için uzaklardan ona su taşımış ve ekmek almıştır (s. 66-67).
Hoca’nın hayatında tevafuklar fazlaca yer tutmaktadır. Bu tevafuklardan biri de Hoca’nın Ankara İlahiyat Fakültesi’nde Arapça, Farsça, İngilizce, Osmanlıca öğretildiğini duyması üzerine oraya kaydolmasıdır. Hocamız bu Fakülte’de Muhammed Hamidullah, Muhammed Tanci, Tayyib Okiç gibi hocalar, Mikail Bayram, Mehmet Said Hatiboğlu, Talat Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu vb. şahsiyetlerle tanışma ve onlarla sohbet etme imkânı bulmuştur. Kitapta bu mümtaz şahsiyetlerle ilgili önemli ve ilginç anekdotlar bulmak mümkündür. Kitapta anlatılan şu hatıra o dönemin ilim adamlarını tanımak açısından önemlidir. Cerrahoğlu, Koçyiğit ve Hatiboğlu’nun profesör olması üzerine o sırada Erzurum’da bulunan Tayyib Okiç Hoca, İhsan Süreyya Hoca’yı çağırıp ona bir liste ve lüks bir lokantanın adını vererek “Bunları yarın öğlende falan lokantaya, davet edeceksin benim adıma” demiş, sebebi sorulduğunda ise “Bugün benim üç oğlum profesör olmuştur” diye cevap vermiştir. Bu kişiler Türkiye’de ilahiyat alanındaki ilk profesörleri olduğundan dolayı Tayyib Okiç Hoca çok sevinmiş ve etrafında bulunan ilim adamlarına ikramda bulunmuştur. 
İhsan Süreyya Hoca Ankara’daki günlerini, hocalar ve öğrenci arkadaşları ile ilişkilerini sorulan sorular muvacehesinde cevaplamaya çalışmaktadır. Necip Fazıl’la tanıştığını, onun sohbet ve konferanslarına devam ettiğini, onun bir hayranı olduğunu, Tayyib Okiç, Hilmi Ziya Ülken, Cavit Sunar, Mehmet Toplamacıoğlu Hüseyin Gazi Yurdaydın vb. hocalarının dersleri nasıl anlattıklarını ifade eder.  Suut Kemal Yetkin Hoca’dan etkilendiğini ve derslerini zevkle dinlediğini belirtir. Bütün bunlara rağmen Hocamız Ankara İlahiyatın o günkü eğitim beklentilerini karşılamadığını zaten durumun buna müsait olmadığını; iyi bir felsefe eğitimi aldığını ancak ilahiyatçı olacak kadar eğitim almadığını haftada öğretilen 4 saat ile Arapça’yı tam olarak öğrenmediğini belirtir. Bunun yanı sıra Hocamız kendi imkânıyla Ankara’da dil öğrenmek için büyük çaba sarf eder, almış olduğu 175 liralık kredi parasından 50 lirasını her ay İngilizce kursuna verir. Avrupa’ya gittikten sonra da bursunun yarısından fazlasını kitap ve fotoğraf makinesi filmlerine harcadığını söyler. Hoca, sorulan bir soru üzerine yaşadığı yerleri mukayese etmeye çalışır ve şöyle der: “Pervari’den Siirt’e gelince bu sefer uzaktan bakıyor ve Pervari’nin tamamını algılıyorsunuz. Ankara’ya gelince de Siirt ile Pervari çok küçük göründü. Hele Fransa’ya gidince bu sefer Türkiye’yi Pervari gibi görüyorsunuz… Ama Amerika’ya gidince bu sefer Avrupa’yı öyle görüyorsunuz. İnsanoğlu böyledir.” (s. 96). 
İhsan Süreyya Hoca, Arapça, İngilizce ve Mezhepler Tarihi derslerinin sınavını başarıp yurtdışı doktora sınavını kazandıktan sonra Ankara İlahiyat’a uğrar, orada İslam Tarihi hocası Bahriye Üçok onu odasına çağırır ve ona “Avrupa’ya gidiyormuşsun! Neyse burada adam olmadınız, orada olursunuz” der. Ramazan ayında olmalarına rağmen hocaya “Söyle bakalım, ne içersin, çay, kahve?” diye sorar. İhsan Süreyya Hoca, “Hocam, Ramazan ayıdır” der. Bunun üzerine Bahriye Üçok “Ayol, sen bu kafayla mı gidiyorsun Avrupa’ya” der. Hocamız ise ona, “Oraya gidince dinsiz mi olacağız” şeklinde cevap verir. Üçok, “Seni orada düzeltirler” der. Hocamız böyle hocaların yanında yetişmelerine rağmen Avrupa’da daha iyi olup döndüğünü Allah’a şükrederek açıklar. 
İhsan Süreyya Hoca, Fransa’ya gittikten sonra orada çektiği sıkıntıları etraflıca anlatır. Oraya ilk gittiğinde Dâü’s-sıla (sıla hasreti hastalığı) denilen konuşmama hastalığına yakalandığını, zira 15 gün hiç kimse ile konuşamadığını, sadece fırına gidip ekmek aldığını, bir gün sokakta esmer birini gördüğünde ona selam verdiğini, karşıdaki kişinin “aleyküm selam” diye karşılık vermesi üzerine, gidip adama sarıldığını, adamın Cezayirli olduğunu anladığında ona “Allah aşkına, on beş gündür bir insanla konuşamadım. Bir kahvede oturalım, benimle on beş dakika konuş, biraz içim açılsın.” diye ricada bulunduğunu, adamın onu Türk işçilerinin yanına götürdüğünü, işçilerle karşılaştığında ise onların nasıl dinden uzaklaştıklarını ve onlarla yaptığı sohbeti dramatik bir şekilde anlatır. Fransızcayı öğrenmek için çok çaba sarf ettiğini ve hiçbir fedakârlıktan kaçınmadığını o güzel üslubuyla ortaya koyar. “Pardon” kelimesinin telaffuzunu öğrenmek için bir adamla altı defa çarpıştığını şu şekilde anlatır: Mahmud adlı mağazada “bir şeyler ararken 25-30 yaşlarında bir adamla çarpıştık. Adam “Pardon!” dedi. Ama öyle güzel telaffuz etti ki çok hoşuma gitti. O an orada bir şey yaptım: Adamcağız farkına varmadan onun pardon telaffuzunu öğrenebilmek için altı defa kendisine çarptım…” Ertesi gün gidip durumu hocasına anlatır, hocası bu olaya güler.  
İhsan Süreyya Hoca daha sonra Arapça öğrenmek ve değişik vesilelerle Tunus, Fas ve Cezayir’e gider. Oralara giderken başında geçen maceraları anlatmaya çalışır. Hoca’nın bir özelliği de gezip gördüğü yerler hakkında anında notlar alıp daha sonra hatırat olarak yayınlamasıdır. Öğrencilerine sürekli şu tavsiyede bulunur: “Bir yere gittiğinizde orayı güzel gezin, güzel yazın, bir daha ya gidersiniz, ya gitmezsiniz.” (s. 164) Yine Hocamıza göre gezip görülen ülkelerin romanları, hikâyeleri, müzikleri ve tiyatroları bilinmelidir. Örneğin Victor Hugo’nun Sefiller adlı romanını okumayan kişi Fransa’yı ne tanır ne de anlar. Hocamız da çok erken yaşlarda bu romanı okumuş ve ondan etkilendiğini değişik vesilelerle dile getirmektedir. Yine Shakespeare’i okumadan İngiltere’yi tanıyabilmenin mümkün olmadığını anlatmaktadır. İhsan Süreyya Hoca’nın Fransa’da yaşadığı zaman kiraladığı evler, kiracı - ev sahibi,  komşu ilişkileri ve benzeri konularda anlattıkları da çok ilginçtir. İnsani ilişkilerin yok denecek derecede az olduğu, her şeyin menfaat ve maddi çıkar üzere bina edildiğini, temizlik anlayışlarının farklı olduğunu değişik örneklerle dile getirir. Mesela Hoca’nın kiraladığı bir evde banyonun olup olmadığını sorması üzerine ev sahibinin “ne yapacaksınız banyoyu” diye sorması bu ilginç olaylardan birisidir. Hocanın anlattığına göre bazı konularda da bizim yapmamız gerekeni onlar yapıyorlar. Mesela erken uyuyorlar, erken kalkıyorlar. Gece 11.00’de bir evin ışığı yanıyorsa o ya Türk’tür, ya Arap’tır, ya İranlıdır. 
İhsan Süreyya Hoca, Fransa’ya gittikten sonra Hamidullah Hoca ile tanışmasını, onun sohbetlerine ve derslerine katılmasını Allah’ın bir lütfu olarak değerlendirir. Hamidullah Hoca’dan çok etkilendiğini defalarca belirtir. Hoca’nın fazla yemek yemediğini, makarna, süt, meyve suyu ve yoğurt gibi yiyecekler yediğini, et yemek gibi bir alışkanlığının olmadığını, tüm çabasını ilmi ve irşad faaliyetlerine ayırdığını anlatır. İhsan Süreyya Hoca, Hamidullah Hoca’nın kendisine Hz. Peygamber (s.a.s)’i anlatmak üzere sizi bir yere davet ettiklerinde mutlaka gitmelerini tavsiye ettiğini bundan dolayı bu amaçla davet edilen tüm yerlere gitmeye çalıştığını ifade eder. İhsan Süreyya Hoca, zaman konusunda çok hassas olduğu, hastalık derecesinde titiz olduğu bunu da Hamidullah Hoca’dan öğrendiğini belirtir. Bu konuda randevulaştığı kişilerle ve konferans vermek üzere gittiği yerlerde bazı sorunlar yaşadığını örneklerle anlatır. Ancak Hocamız ne pahasına olursa olsun zamanı yerinde kullanmaya ve randevularına zamanında gitmeye özen gösterir. Bu konularda gereken hassasiyeti göstermeyenlerle yollarını ayırır, onları ikaz eder. Randevusuna gelmeyeni kim olursa olsun ben adam saymıyorum, der. 
İhsan Süreyya Hoca, kitap almaya, okumaya ve yazmaya büyük önem verir. Bazen cebindeki tüm parayı gözünü kırpmadan kitap almak için sarf ettiğini söyler. Gittiği konferanslarda kitap okumanın önemini detaylı bir şekilde anlatır. Bu konudaki düşüncelerini şu şekilde anlatır: “Kendimi bildim bileli kitabı çok severim. İlkokuldan beri kitabı severim, hâlâ da alıyorum. Kitap bir sevgilidir. Ara sıra onu koklamak lazım, sevmek lazım. Yaprakları arasında dolaşmak lazım. Niye? Çünkü kitap size çok şey veriyor. Yapraklarını çeviriyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki sizi Çin’e götürmüş, sizi Rusya’ya götürmüş, sizi Peygamber dönemine götürmüş. Kitap tarif edilemez bir sevgilidir. O sevgilinin peşine düştünüz mü zevk alırsınız.” (s. 328) Derslerine de kucağında kitaplarla gelir ve etkileyici bir şekilde derslerini işlerdi. Bundan dolayı Erzurum’da bulunduğu sıralarda değişik fakültelerde okuyan öğrenciler gelip Hocamızın derslerini dinlerlerdi. 
Sayın Prof. Dr. Adnan Demircan’ın nehir söyleşileri şeklinde hazırladığı “İhsan Süreyya Sırma Kitabı & Pervari’den Paris’e” adlı kitap her iki hocamızın ortak bir ürünü olarak yayın hayatında yerini almıştır. Kitapta İhsan Süreyya Hocamıza merak edilen sorular, kaliteli, seviyeli ve titiz bir şekilde sorulmuş, Hocamız da aynı şekilde hazırlıklı olduğu soruları büyük bir özveri ile cevaplamıştır. Sonuçta yukarıdaki başlıkta da belirtildiği gibi “aşk, heyecan, inanç, gayret, fedakârlık, vefa, samimiyet ve başarının hikâyesi” olan bir eser ortaya çıkmıştır. Bu kavramlarla özetlemeye çalıştığımız eser, İhsan Süreyya Hoca’nın hayatını ve akademik deneyimini anlaşılır, edebi bir üslup ile ortaya koymuştur. Yukarıda anlatılan ilginç hatıraların daha fazlasını merak edenler mutlaka bu kitabı okumalıdırlar. Özellikle üniversitede okuyan, İslami Bilimler ve İslam Tarihi alanında ilerlemek isteyen öğrenciler bu kitaptan dile getirilen bilgi ve deneyimden haberdar olduklarında çokça yararlanacakları aşikârdır. Bu kitaba benzer nehir söyleşilerinin yayınlanmasını temenni ederim.  

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar