Prof. Dr. Cağfer
KARADAŞ
Ismayıl Hakkı
Baltacıoğlu 1949’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi açılması oturumunda şunları söylüyordu:
“Ismayıl
Hakkı Baltacıoğlu (Kırşehir) – … Bir İlahiyat Fakültesi kurulmasından maksat
medreseyi diriltmek değildir. Çünkü Fakülte ile medreseyi ayıran çok temelli
bir karakter vardır. O da şudur: Medresenin çalışması nassi, apriyori,
kablettecrübîdir. Fakülteler ilim evleri olduğundan, bunlar mukayeseye,
müşahedeye ve en sonunda da mümkün olursa, izaha çalışmaktadır. Yani birincisi
sübjektif olduğu kadar, ikincisi objektiftir. O halde hükümetin şayan-ı dikkat
olan isteği şudur: Bütün manasıyla ilim haysiyeti ve ilim karakteri taşıyan bir
fakülte meydana getirmek. Öylesine bir fakülte ki, diğer fakültelerden hiç bir
surette ayrılığı olmayacaktır.
Bizim
istediğimiz İslâm İlâhiyatı Fakültesidir. Ama medrese değil, ilmi karakter
taşıyan İslâm İlâhiyat Fakültesi. İslâm dinini; İslâm mezheplerini … ilmî
surette tedkik edecek bir ilmî fakülte.
İlâhiyat
Fakültesini açmayı büyük bir olay olarak kabul ediyorum kendi hesabıma. Bunun
feyizlerini ve nimetlerini daha sonra göreceğiz.
Şimdi benim
nazar-ı dikkati celbetmek istediğim nokta şudur: Kısaca tebarüz ettireyim.
İlahiyat Fakültesi İslâmiyeti bütün olarak tetkik etmekle beraber metotlarında,
meselelerinde müspet ilimlere dayanmalıdır. Bu budur, efkâr-ı umumiyece bu
vuzuh faydalıdır.
Bu İlâhiyat
Fakültesi Atatürk inkılâbından sonra ikinci defa Türkiye’de açılıyor. İlk defa
Atatürk İnkılâbından sonra İstanbul Üniversitesi içinde kurulmuştu. O İlâhiyat
Fakültesinde benim de mesuliyetim vardı. Bir nevi sosyoloji fakültesi yaptık.
Fakat burada yani Fakültede İslami bilimler esas, sosyolojik bilgiler yardımcı
olacaktır.”
*
İslam dünyası
XIX. yüzyıldan itibaren batıdaki iki gelişmeden oldukça etkilendi. Birincisi
yukarıdaki konuşmada da ifade edildiği gibi pozitivist (müspet ilimlere
dayanan) anlayışla ortaya konulan başta sosyoloji olmak üzere sosyal
bilimleri adeta kutsama ve bunları dini bilimlerin yerine ikame etme. Hatta
pozitivist yaklaşımla dinî bilimlere ayar çekme. İkincisi ise batıdaki Kitab-ı
Mukaddes çalışmalarını Kur’an ve Hadislere uygulama. Bu iki çaba bizim köklü
ilim geleneğimizin ihmal edilmesini ve ilimler sınıflamasının tersyüz
edilmesini beraberinde getirdi.