GENEL MANZARA
Acayip bir yıl geçirdik. Ne varsa gördük: Koronası-çekirgesi, salgını-savaşı, ambargosu-savunması, cinayeti-tacizi, arsızı-hırsızı; pisliğini örteni, gözünü yumanı, kulağını tıkayanı, aklımızla alay edeni; insanlık düşmanı ırkçıları, İslam korkusu üreten zorbaları, yersiz yurtsuz masumları… Hepsini bu geçtiğimiz yıl içinde gördük vallahi! Bunlar hem bizim evde hem dışarıda. Anlayacağınız her yanda. Eskilerin dediği gibi umum-i belvâ. Herkesin başına bela, herkes bir şekilde müptela. Genci-yaşlısı, kadını-erkeği, amiri-memuru, köylüsü-kentlisi, işçisi-patronu… Hiç fark etmiyor, yakalıyor, yakasını bırakmıyor, ya biri ya öteki. Bir boşluğun, sarhoşluğun, gafletin, açığın veya açlığın olmaya görsün! Hele bir de varsa hırsın ve hevesin, gemlenmez arzuların, görünme ve gösterme tutkuların; peşindeysen hazların, baştan çıkaran havaların, uçuran gazların, süründüren tozların, esrarlı ortamların, saçma tılsımların, kötü alışkınlıkların, akla ziyan taşkınlıkların…
Artık ne deyim
ben sana?
BİZİM EVDEN
MANZARA
Bunları burada
bırakıp gelelim bizim eve.
Bugünlerde evde
bir curcuna, laflar havada uçuşmada. Ağzına geleni söyleyen, söylediğine pişman
eden, uçmaya kalkışıp yere çakılan, hava atayım derken kapaklanan, üste çıkayım
derken altta kalan, savurayım derken savrulan; yanmayan saçta kavrulan, yandım
diye bağıran, saman çöpünü hezen zannedip altında ezilen, sinekten korkup
köşede büzülen, bir damla sudan nem kapıp soluğu acilde alan, kıldan tüyden
işkillenip armut sapından, üzüm çöpünden hesap yapan; bilimden din çıkaran, dualara
sataşan, her gördüğüyle dalaşan, görmeyince hırçınlaşan; bir köşede küf tutan,
her bulduğunu yutan, herkesin yanında saf tutan… Bunların hepsi hatta daha fazlası bizim evde
var.
“İyi de bu evde
hiç mi güzellikler, iyilikler, dostluklar, arkadaşlıklar, kardeşlikler,
yardımseverlikler… yok?
Var elbette.
Olmaz olur mu? Hem de âlâsı. Varolan güzelliklerin yanında o sayılanlar, devede
kulağı kalır. Ama güzelliklerin hiç biri afişe olmuyor, medyamız tarafından
manşet yapılmıyor be kuzum!
Peki, biz niye onları
sayıyoruz? Hiçbiri olmasın, ebediyen tedavülden kalksınlar diye. Biliyorum bu
dediğim, ancak cennette olur. Neticede dünya hayatı, imtihan meydanı. Bu tür
şeyler olacak ve bizler bu meydanda bunlara bulaşmadan yaşamanın bir yolunu
bulmaya çalışacağız inşallah.
EVDEN HABERLER
Bunları da bir
yana bırakalım, gelelim bizim evden haberlere. Haberimiz üç tane, her biri
birbirinden afişe.
1. KUR’AN’I
TARTIŞMAYA AÇMA
Geçmişte kaldı
sanıyorduk, meğer derinden devam ediyormuş. Bir anda çıktı, hemen de başköşeye
oturdu. Odalarda, salonlarda, hatta balkonlarda bile konuşuldu. Evin ilan
köşesinin en başına kondu. Bir anda evde öbekleşmeler başladı, her öbek gardını
aldı, birbirine parmak salladı.
Neymiş? Kur’an
öyle değil, böyleymiş.
Nasıl başladı? Tefsirci
sıfatını taşıyan ev halkından biri, Kur’an hakkında konuştu, sonra da
ortalıktan savuştu. Allah’ı tenzih edeyim derken Kur’an’ı ve Hz. Peygamber’i
tartışmaya açtı, ortalık karıştı.
Oldu mu ya şimdi?
Eh be kardeşim!
Ne güzel tefsirci olacaktın, oldun da zaten. Bir meal yazdın, bir de tefsir
yazıyordun. Devam et işte işine! Fikirlerini gene söyle üslubunca ve usulünce.
Derdin Yüce Allah’ı tenzih ise bunu da söyle. Ama sen ne yaptın? Allah’ı tenzih
için Kur’an hakkında garip şeyler deyip Hz. Peygamber için olmadık sözler
ettin.
“Yok,
Kur’an’daki bazı ifadeler Allah’a değil (hâşâ!) Peygamber’e aitmiş. Böylesi insanî
ifadeleri Allah kullanmazmış.”
İyi de güzel
kardeşim! Yüce Allah bu Kur’an’ı kendisine değil, yarattığı ve yönettiği evrendeki
kullarına gönderdi. Onların anlayacağı, kavrayacağı ve uygulayabileceği bir
ifade ve üslupla indirdi. İyilerin yanında kötülerin sıfatlarını da saydı ki, dostlarını
ve düşmanlarını kulları bilsinler de yanlışa düşmesinler diye. Muhkemi indirdi
yol göstermek için, müteşabihi indirdi sınamak için. Sizin mantığınızla gidersek,
evrende sevmediğimiz, kötü gördüğümüz veya beğenmediğimiz şeyleri Allah
yaratmış olamaz, demeye başlarız. Hâşâ ve kellâ!
En çok zoruma
giden, ilmi ve hikmeti öğreten Hz. Peygamber’in bir mitoloji yazarına benzetilmesi.
Ne bu Allah
aşkına!
Biz seni tefsirci
olacak, hatta tam da oldu, diye düşünürken tek tipçi bir yorumcu olup
çıkmışsın. Kur’an’ın bir kavramını alıp tek bir anlama indirgeyip “aha da
buldum!” vaveylasıyla ortalığı ayağa kaldırmışsın. Hazırda bekleyen velvelecilere
de iyi bir fırsat sunmuşsun. Bundan sonra artık, ister al, ister sat!
Suyutî dedin,
Zerkeşî dedin, haydi bunlarla bir kısım insanları ikna ettin. Mukatil’i, Hevvarî’yi,
Taberî’yi, Maturidi’yi, Vahidî’yi, Zemahşeri’yi, Razî’yi… hasılı koca bir
tefsir külliyatını hiç hesaba katmadın. İki tane geç dönem kaynak üzerinden
kendini haklı çıkartmaya çalıştın. “Bu fikirler onlar da var” dedin. Peki, neden
Matüridî’deki bilgileri atladın? Neden bu görüşün Batınîlere ait olduğunu
belirtmedin? Bunları bilmiyor olamazsın. Nitekim el-İftihâr’da iftiharla
söylüyorlar bunu. Yıllarca Batınîlik çalıştın, bunu ve daha fazlasını
biliyorsun; tefsir külliyatına da çok iyi vakıfsın. Koronayla savaşırken virüs
kapan tabipler gibi, yoksa sen de Batınilikten virüs mü kaptın?
(Kur’an’ın iniş
mahiyeti için bakınız: https://www.insaniyet.net/kuranin-dilsel-mahiyeti/)
Bu nasıl bir
yaman çelişki? Daha dün aslanlar gibi modern batınî yapılara karşı kaleminle ve
kalıbınla mücadele ediyordun. Onların bütün kirli çamaşırlarını ortaya
döküyordun. Bin yıl öncesinin ölmüş, bitmiş, gitmiş batınî fikirlerini şimdi
dillendirmenin zamanı mıydı? Derdin neydi?
“Özelde
dillendirdim vallahi, açığa söylemedim” deme. Bugünün teknolojik tecessüs çağında
özel mi kaldı? En iyi sen biliyorsun, o modern batınî-haşhaşî yapıların
insanların nasıl özeline girdiklerini, nasıl gafil avladıklarını, nasıl şantaj
uyguladıklarını! Aynı şeyin senin başına gelmeyeceğinden nasıl emin olabildin?
Bak biri, senin
üzerinden evin hengâmesini batıya nasıl pazarlamış?
“Osmanlı
döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de devletin Sünni-Hanefi İslam
yapısına sahip çıkmasının ve diğerlerini yok saymasının etkisiyle Diyanet ve
İmam Hatipler gibi İlahiyat Fakülteleri de bütün dinlere eşit mesafede tutum
sergileyen, kuşatıcı ve eleştirel bir anlayışa sahip olmak yerine, muhafazakar-gelenekçi
bir Sünni-Hanefi din anlayışını öğretmeyi hatta benimsetmeyi amaçlayan kurumlar
olagelmiştir.” (https://tr.euronews.com/2020/12/06/mustafa-ozturk-u-istifaya-goturen-kur-an-yorumu-ve-turkiye-de-sekulerlesme-gerilimi,
22.12.20; 11:24)
Buyur buradan
yak sevgili kardeşim! Sen neyin derdinde, elin oğlu neyin peşinde?
Haydi, düzelt
şimdi düzeltebilirsen, pazara sürülen bu devenin eğriliklerini!
*
Bir de evin
ters köşesinde oturanlar var. Eskiden de vardılar. Şimdilerde sesleri daha bir gür
çıkıyor. Sanki tam tekmil bekleşiyorlar. Birisi bir söz söylese de, hemen
hesabını görsek, defterini dürsek. Hücuma hazırlar, ellerinde yaftalar: sapkın,
kafir, zındık, hain…
Bu laflar ne
kadar da tanıdık! Haricilerden beri kanıksadık.
Birisi batınîlerin
bin yıl önceki fosilleşmiş görüşlerini acayip bir üslupla dillendirir, öteki
bin yıl önceki haricî kafayı diriltme gayretindedir. Hey gidinin ters köşe
sakinleri. Keşke sakin sakin otursanız da, evin huzurunu bozmasanız!
Evet dostlar,
kardeşler, arkadaşlar!
Söyleyin Allah
aşkına!
Bu muydu,
görmek istediğiniz manzara, duymak istediniz sadâ, solumak istediğiniz hava?
Nerde kaldı
dava? Geçti gitti sevda?
Koparıldı bir
yaygara, akıllarda kaldı kavga, rezillik çıktı ayyuka!
Güzelliklere
elveda, iyiliklere okunsun salâ.
Elde kalan: haybe.
Bütün telaşlar: beyhude.
Zihnime takıldı
gitti, atmaya çalışıyorum, atamıyorum. Bunların anlaşmalı hareket ettiklerini
düşünmeye başladım. Evin zıt köşelerinde oturup kaş göz işaretiyle haberleşiyorlar
mı ne? Sonra kendime kızdım “Yok daha neler?” dedim. Ama bu şüphe iyice kafamda
yer etti. Sanki biri pas atıyor, öteki tutmaya hazır. Bir anda başlıyorlar, birbirlerini
taşlıyorlar…
Olan orta yerde
duran garibanlara oluyor. Sinirleri geriliyor, kafaları şişiyor, gözleri
kararıyor, kulakları sağır oluyor…
Ah, benim
gariban orta halli ev halkım!
2. MİSYONER
İLAHİYATÇILAR
En afişe haber,
hepsine beş çeker: Misyoner İlahiyatçılar.
Ey Yüce
Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!
Türkiye’de İlahiyat
denildiğinde II. Abdulhamit Han tarafınan ilk defa kurulan 120 yıllık tarihi
geçmişi olan, İslamî ilimlerin öğretildiği fakülteler akla gelir. Biz yıllarca
içindeyiz nasıl bir körlük (!) görememişiz. Elin tarihçi oğlu, dışardan
röntgenimizi çekmiş, şıppadanak görüvermiş. Adamda göz var, bir de tecessüs,
elinde kusur arama motoru, atlamaz hiçbir küsuru… Eh, bu da onun minnacık kusuru…
Peki, misyoner
kimdir? TDK’ya soralım: “Bir dini, özellikle Hristiyanlığı yaymakla görevli
kimse.” Bir de İslam Ansiklopedisi’ne soralım: “Misyonerlik: “Evrensel dinler
ve özellikle Hıristiyanlık bağlamında dinin yayılması amacıyla yapılan
sistematik faaliyetler. Misyoner: Bu işi yapan kişi”. Oxford Languages ne
demiş? “Misyoner: Hıristiyan olmayan toplumlarda bu dini yaymaya çalışan,
bununla görevli kimse”.
Neymiş misyoner?
Hıristiyanlığı yaymaya çalışan kişiler yani papazlar.
Şimdi acayip
bir şey ortaya çıktı. Kim bu ilahiyat fakültelerinde Hıristiyanlığı yaymaya
çalışan kişiler? Kim bu papazlar?
Diyor ki,
beyefendi: “İlahiyatçılar bana kızıyor. Biz misyoner miyiz? diyorlar. E be
kardeşim! Ben size demiyorum ki!”
Bak, bak, bak!
Savunmaya bak! Be güzel kardeşim! Kime diyorsun? Açık konuşsana! Kitabın kapağına
bir de haç işareti kondurmuşsun! Kim bu İlahiyat fakültelerinde Hristiyanlık
propagandası yapanlar? Neden bütün İlahiyatları zan altında bırakıyorsun? Ha,
amacın buysa? Tamam. Demek ki, sende, İlahiyatlara karşı içten kaynayan bir
karın ağrısı var. Kronik mi? Eh, onu da sen bileceksin ya da bir tabibe
görüneceksin!
Bir de kitabın tanıtımına
bakalım:
“Hak her zamana
güneş gibi açık ve meydanda iken, batıl ise Misyoner İlahiyatçılar eliyle her
devirde kılıktan kılığa giriyor.
Misyoner
İlahiyatçılar, hakkı insanların gözünden düşürmek veya üzerini örtüp
göstermemek için çırpınıyor. Nihayet hak diye batılı insanlara kabul ettirmeye
çalışıyor.
İseviliği nasıl
bozdular ve aynı yöntemleri İslam'a nasıl uyguladılar?
Batı, İslam
dünyasındaki misyoner ilahiyatçılar nasıl devşirdi?
Misyoner
İlahiyatçıların İslam'ı bozma yöntemleri ve fikirleri nelerdir?
Peygamber
Efendimizin sünnet-i seniyyesini devreden çıkarmak, tasavvufu inkâr,
tarikatlara düşmanlık ve İslam medeniyetini bütünüyle reddetmek gibi bir
garabetin içine nasıl düştüler?”
(https://www.ktbkitap.com/urun/misyoner-ilahiyatcilar,
20.12.20; 22:50)
Allah, Allah! Neymiş
meğer bu ilahiyatçılar! Ben ilahiyatçıyım ama vallahi ben bile korktum: “Bâtılı
kılıktan kılığa sokanlar, İseviliği bozanlar, aynı yöntemi (neyse o?) İslam’a
uygulayanlar, Sünnet-i seniyye’yi devreden çıkaranlar, tasavvuf inkarcıları,
tarikat düşmanları… Yetinmemişler İslam medeniyetini de tümden reddetmişler… Bir acayip varlıklar, Hz. İsa zamanından beri
varmışlar!
Merak ediyor
insan: Nasıl bir zihin dünyası var bu beyefendinin? Bu kadar alakasız şeyleri
nasıl bir araya getirebilmiş? Acaba bütün çalışmaları da, böyle mi? Ben ne
bakayım ne de göreyim. Tecessüs onun olsun!
Ama müsaade edin,
bir iki şey söyleyeyim:
E be kardeşim!
Medeniyetten, İsevilikten, İslam’dan söz ediyorsun. Akademisyen unvanı
taşıyorsun, öyleyse bilmen gerekir: Her kavram ve terim, eski tabirimizle her
mefhum ve ıstılah bulunduğu inanç ve düşünce ortamında anlam kazanır. Bu yüzden
içinde oluştuğu inancın, dinin ve medeniyetin rengini yansıtır. Atalar ne güzel
demiş: “her taş yerinde ağırdır”. Bazılarının bir felsefe terimi olan
metafiziği, getirip kelam ve tasavvuf alanına sokmaya çalışmaları veya bir Hıristiyan
mezhep ismi olan Ortodoks terimini getirip Ehl-i Sünnet karşılığında
kullanmaları gibi sen de bir Hıristiyanlık kavramını getirip Müslüman
mahallesinde satmaya kalkışıyorsun. İlahiyat ve İslami İlimler Fakültesindeki
bütün akademisyenleri de töhmet altında bırakıyorsun. Bunun kul hakkı olduğunu
hiç düşünmüyor musun? Bilmiyorsan bunu, güvendiğin bir İlahiyatçıya sor?
Ah be sevgili
kızanım! Bütün bunları yapıp, insanlar sana sitem edince de, “beni yanlış
anladınız” diye bağırıp çağırıyorsun, bin dereden su getiriyorsun. Ne deyim
şimdi ben sana? Geç aynanın karışışına da, kendine bir bak, söylediklerini bir
tart.
3. MÜSLÜMANLARIN ENGİZİSYONU
Bu da en az
onun kadar afişe: Müslümanların Engizisyonu.
Tövbe
estağfirullah!
Demiş ya şair:
“Ne günlere kaldık, ey gazi hünkar!”
Müslüman ve
engizisyon. Nasıl bir araya getirilir?
Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!
Müslümanı
herkes biliyor. Ne demek şu engizisyon? TDK’ya soralım: “Orta Çağda,
Katoliklerde katı din inançlarına karşı gelenleri cezalandırmak için kurulan
kilise mahkemelerinin adı”. Bir de İslam Ansiklopedisi’ne soralım: “Engizisyon:
Hıristiyanlık’tan uzaklaşan veya dinî esaslara aykırı davranan kimseleri
cezalandırmak için kurulan Katolik kilise mahkemeleri.” Oxford
Languages ne demiş? “Engizisyon: ortaçağda batı ülkelerinde, Katolikliğin
katı inançlarına karşı gelenleri sapkın sayarak cezalandırmak için kurulan
kilise mahkemesi.”
Neymiş
engizisyon? Katolik kilise mahkemesi.
Kilisenin
anlamı da şu: “Hıristiyanlık inancını benimseyenlerin oluşturduğu topluluk,
mezhep; hıristiyan mâbedi”(DİA). Demek ki kilise kavramının üç anlamı varmış:
Topluluk, mezhep ve mabet.
Bu kardeşimiz
İslam tarihçisi.
Peki, söyler misiniz,
İslam tarihinde bir mezhebin, bir topluluğun veya bir caminin mahkemesi oldu
mu? Bunlar kendi ilkelerine uymayan insanları tıpkı Katoliklerde olduğu gibi
yargıladılar mı? Bana sakın Haricileri gösterme! Onlar devlete isyan etmiş
eşkıya sürüsü. Marjinal bir iki olayı da genellemeye kalkışma! Ama sen kitabını
kimlerle başlatıyorsun? Ebu Zer el-Gıfarî, Abdullah İbn-i Mesud (ra)… Söyler misin,
hangi topluluk, hangi mezhep hangi mabet bu güzide sahabileri yargıladı? İslam
Tarihçiliğin buysa eyvallah! Ne deyim? Ötekine dediğimi sana demiş olayım.
Hıristayan bir
mezhep içerisinde oluşmuş bir kavramı/terimi alıp İslam tarihi içinde göstermeye
kalkışmak en hafif tabiriyle, anakronizmdir. Nedir anakronizm? “Herhangi bir olay ya da varlığın içinde
bulunduğu zaman dilimi ile kronolojik açıdan uyumsuz olması.”
Hakkımız yok
arkadaşlar, böyle uyumsuzluklar oluşturmaya, insanları yanıltmaya, armutla
elmayı karıştırmaya, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya…
Ah be güzel
kardeşim! Yaptığın yetmiyormuş gibi, bir de çıkmışın karşıt evin balkonuna bizim
eve yönelik tellallık yapmışsın, almışsın, vermişsin, ha bire sallamışsın...
Herhalde onlara “bakın size ne güzel kozlar pardon hediyeler” getirdim
demişsindir.
E be
arkadaşlar. İsim bulamıyorsanız, konu sıkıntısı çekiyorsanız, içerik
oluşturamıyorsanız gelin birlikte imece usulü bulalım da! Yeter ki, olmadık
işler peşinde koşmayın, evin huzurunu bozmayın.
Dedim ya bunlar
evin zıt köşelerine çekilmiş aynı kafalar. Birinin diğerinden farkı yok. Al birini
vur ötekine, hepsi benzer ses çıkarır.
İHTAR
Bizler böyle evin
içinde didişirken, elin oğlu bu toz duman içinde, ortaya saçılan ne
pisliklerini örtüyor ya da neleri götürüyor. Bir düşünün isterseniz. Hani
“cambaza bak” derlermiş ya!
10 Cemaziyelevvel
1442 / 25 Aralık 2020.
0 yorum:
Yorum Gönder