31 Aralık 2020 Perşembe

Bizim Evden Haberler


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

GENEL MANZARA

Acayip bir yıl geçirdik. Ne varsa gördük: Koronası-çekirgesi, salgını-savaşı, ambargosu-savunması, cinayeti-tacizi, arsızı-hırsızı; pisliğini örteni, gözünü yumanı, kulağını tıkayanı, aklımızla alay edeni; insanlık düşmanı ırkçıları, İslam korkusu üreten zorbaları, yersiz yurtsuz masumları…  Hepsini bu geçtiğimiz yıl içinde gördük vallahi! Bunlar hem bizim evde hem dışarıda. Anlayacağınız her yanda. Eskilerin dediği gibi umum-i belvâ. Herkesin başına bela, herkes bir şekilde müptela. Genci-yaşlısı, kadını-erkeği, amiri-memuru, köylüsü-kentlisi, işçisi-patronu… Hiç fark etmiyor, yakalıyor, yakasını bırakmıyor, ya biri ya öteki. Bir boşluğun, sarhoşluğun, gafletin, açığın veya açlığın olmaya görsün! Hele bir de varsa hırsın ve hevesin, gemlenmez arzuların, görünme ve gösterme tutkuların; peşindeysen hazların, baştan çıkaran havaların, uçuran gazların, süründüren tozların, esrarlı ortamların, saçma tılsımların, kötü alışkınlıkların, akla ziyan taşkınlıkların…

Artık ne deyim ben sana?

BİZİM EVDEN MANZARA

Bunları burada bırakıp gelelim bizim eve.

Bugünlerde evde bir curcuna, laflar havada uçuşmada. Ağzına geleni söyleyen, söylediğine pişman eden, uçmaya kalkışıp yere çakılan, hava atayım derken kapaklanan, üste çıkayım derken altta kalan, savurayım derken savrulan; yanmayan saçta kavrulan, yandım diye bağıran, saman çöpünü hezen zannedip altında ezilen, sinekten korkup köşede büzülen, bir damla sudan nem kapıp soluğu acilde alan, kıldan tüyden işkillenip armut sapından, üzüm çöpünden hesap yapan; bilimden din çıkaran, dualara sataşan, her gördüğüyle dalaşan, görmeyince hırçınlaşan; bir köşede küf tutan, her bulduğunu yutan, herkesin yanında saf tutan…   Bunların hepsi hatta daha fazlası bizim evde var.

“İyi de bu evde hiç mi güzellikler, iyilikler, dostluklar, arkadaşlıklar, kardeşlikler, yardımseverlikler… yok?

Var elbette. Olmaz olur mu? Hem de âlâsı. Varolan güzelliklerin yanında o sayılanlar, devede kulağı kalır. Ama güzelliklerin hiç biri afişe olmuyor, medyamız tarafından manşet yapılmıyor be kuzum!

Peki, biz niye onları sayıyoruz? Hiçbiri olmasın, ebediyen tedavülden kalksınlar diye. Biliyorum bu dediğim, ancak cennette olur. Neticede dünya hayatı, imtihan meydanı. Bu tür şeyler olacak ve bizler bu meydanda bunlara bulaşmadan yaşamanın bir yolunu bulmaya çalışacağız inşallah.

EVDEN HABERLER

Bunları da bir yana bırakalım, gelelim bizim evden haberlere. Haberimiz üç tane, her biri birbirinden afişe.

1. KUR’AN’I TARTIŞMAYA AÇMA

Geçmişte kaldı sanıyorduk, meğer derinden devam ediyormuş. Bir anda çıktı, hemen de başköşeye oturdu. Odalarda, salonlarda, hatta balkonlarda bile konuşuldu. Evin ilan köşesinin en başına kondu. Bir anda evde öbekleşmeler başladı, her öbek gardını aldı, birbirine parmak salladı.

Neymiş? Kur’an öyle değil, böyleymiş.

Nasıl başladı? Tefsirci sıfatını taşıyan ev halkından biri, Kur’an hakkında konuştu, sonra da ortalıktan savuştu. Allah’ı tenzih edeyim derken Kur’an’ı ve Hz. Peygamber’i tartışmaya açtı, ortalık karıştı.

Oldu mu ya şimdi?

Eh be kardeşim! Ne güzel tefsirci olacaktın, oldun da zaten. Bir meal yazdın, bir de tefsir yazıyordun. Devam et işte işine! Fikirlerini gene söyle üslubunca ve usulünce. Derdin Yüce Allah’ı tenzih ise bunu da söyle. Ama sen ne yaptın? Allah’ı tenzih için Kur’an hakkında garip şeyler deyip Hz. Peygamber için olmadık sözler ettin.

“Yok, Kur’an’daki bazı ifadeler Allah’a değil (hâşâ!) Peygamber’e aitmiş. Böylesi insanî ifadeleri Allah kullanmazmış.”

İyi de güzel kardeşim! Yüce Allah bu Kur’an’ı kendisine değil, yarattığı ve yönettiği evrendeki kullarına gönderdi. Onların anlayacağı, kavrayacağı ve uygulayabileceği bir ifade ve üslupla indirdi. İyilerin yanında kötülerin sıfatlarını da saydı ki, dostlarını ve düşmanlarını kulları bilsinler de yanlışa düşmesinler diye. Muhkemi indirdi yol göstermek için, müteşabihi indirdi sınamak için. Sizin mantığınızla gidersek, evrende sevmediğimiz, kötü gördüğümüz veya beğenmediğimiz şeyleri Allah yaratmış olamaz, demeye başlarız. Hâşâ ve kellâ!

En çok zoruma giden, ilmi ve hikmeti öğreten Hz. Peygamber’in bir mitoloji yazarına benzetilmesi.

Ne bu Allah aşkına!

Biz seni tefsirci olacak, hatta tam da oldu, diye düşünürken tek tipçi bir yorumcu olup çıkmışsın. Kur’an’ın bir kavramını alıp tek bir anlama indirgeyip “aha da buldum!” vaveylasıyla ortalığı ayağa kaldırmışsın. Hazırda bekleyen velvelecilere de iyi bir fırsat sunmuşsun. Bundan sonra artık, ister al, ister sat!

Suyutî dedin, Zerkeşî dedin, haydi bunlarla bir kısım insanları ikna ettin. Mukatil’i, Hevvarî’yi, Taberî’yi, Maturidi’yi, Vahidî’yi, Zemahşeri’yi, Razî’yi… hasılı koca bir tefsir külliyatını hiç hesaba katmadın. İki tane geç dönem kaynak üzerinden kendini haklı çıkartmaya çalıştın. “Bu fikirler onlar da var” dedin. Peki, neden Matüridî’deki bilgileri atladın? Neden bu görüşün Batınîlere ait olduğunu belirtmedin? Bunları bilmiyor olamazsın. Nitekim el-İftihâr’da iftiharla söylüyorlar bunu. Yıllarca Batınîlik çalıştın, bunu ve daha fazlasını biliyorsun; tefsir külliyatına da çok iyi vakıfsın. Koronayla savaşırken virüs kapan tabipler gibi, yoksa sen de Batınilikten virüs mü kaptın?

(Kur’an’ın iniş mahiyeti için bakınız: https://www.insaniyet.net/kuranin-dilsel-mahiyeti/)

Bu nasıl bir yaman çelişki? Daha dün aslanlar gibi modern batınî yapılara karşı kaleminle ve kalıbınla mücadele ediyordun. Onların bütün kirli çamaşırlarını ortaya döküyordun. Bin yıl öncesinin ölmüş, bitmiş, gitmiş batınî fikirlerini şimdi dillendirmenin zamanı mıydı? Derdin neydi?

“Özelde dillendirdim vallahi, açığa söylemedim” deme. Bugünün teknolojik tecessüs çağında özel mi kaldı? En iyi sen biliyorsun, o modern batınî-haşhaşî yapıların insanların nasıl özeline girdiklerini, nasıl gafil avladıklarını, nasıl şantaj uyguladıklarını! Aynı şeyin senin başına gelmeyeceğinden nasıl emin olabildin?

Bak biri, senin üzerinden evin hengâmesini batıya nasıl pazarlamış?

“Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de devletin Sünni-Hanefi İslam yapısına sahip çıkmasının ve diğerlerini yok saymasının etkisiyle Diyanet ve İmam Hatipler gibi İlahiyat Fakülteleri de bütün dinlere eşit mesafede tutum sergileyen, kuşatıcı ve eleştirel bir anlayışa sahip olmak yerine, muhafazakar-gelenekçi bir Sünni-Hanefi din anlayışını öğretmeyi hatta benimsetmeyi amaçlayan kurumlar olagelmiştir.” (https://tr.euronews.com/2020/12/06/mustafa-ozturk-u-istifaya-goturen-kur-an-yorumu-ve-turkiye-de-sekulerlesme-gerilimi, 22.12.20; 11:24)

Buyur buradan yak sevgili kardeşim! Sen neyin derdinde, elin oğlu neyin peşinde?

Haydi, düzelt şimdi düzeltebilirsen, pazara sürülen bu devenin eğriliklerini!

*

Bir de evin ters köşesinde oturanlar var. Eskiden de vardılar. Şimdilerde sesleri daha bir gür çıkıyor. Sanki tam tekmil bekleşiyorlar. Birisi bir söz söylese de, hemen hesabını görsek, defterini dürsek. Hücuma hazırlar, ellerinde yaftalar: sapkın, kafir, zındık, hain…

Bu laflar ne kadar da tanıdık! Haricilerden beri kanıksadık.

Birisi batınîlerin bin yıl önceki fosilleşmiş görüşlerini acayip bir üslupla dillendirir, öteki bin yıl önceki haricî kafayı diriltme gayretindedir. Hey gidinin ters köşe sakinleri. Keşke sakin sakin otursanız da, evin huzurunu bozmasanız!

Evet dostlar, kardeşler, arkadaşlar!

Söyleyin Allah aşkına!

Bu muydu, görmek istediğiniz manzara, duymak istediniz sadâ, solumak istediğiniz hava?

Nerde kaldı dava? Geçti gitti sevda?

Koparıldı bir yaygara, akıllarda kaldı kavga, rezillik çıktı ayyuka!  

Güzelliklere elveda, iyiliklere okunsun salâ.

Elde kalan: haybe. Bütün telaşlar: beyhude.

Zihnime takıldı gitti, atmaya çalışıyorum, atamıyorum. Bunların anlaşmalı hareket ettiklerini düşünmeye başladım. Evin zıt köşelerinde oturup kaş göz işaretiyle haberleşiyorlar mı ne? Sonra kendime kızdım “Yok daha neler?” dedim. Ama bu şüphe iyice kafamda yer etti. Sanki biri pas atıyor, öteki tutmaya hazır. Bir anda başlıyorlar, birbirlerini taşlıyorlar…

Olan orta yerde duran garibanlara oluyor. Sinirleri geriliyor, kafaları şişiyor, gözleri kararıyor, kulakları sağır oluyor…

Ah, benim gariban orta halli ev halkım!

2. MİSYONER İLAHİYATÇILAR

En afişe haber, hepsine beş çeker: Misyoner İlahiyatçılar.

Ey Yüce Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!

Türkiye’de İlahiyat denildiğinde II. Abdulhamit Han tarafınan ilk defa kurulan 120 yıllık tarihi geçmişi olan, İslamî ilimlerin öğretildiği fakülteler akla gelir. Biz yıllarca içindeyiz nasıl bir körlük (!) görememişiz. Elin tarihçi oğlu, dışardan röntgenimizi çekmiş, şıppadanak görüvermiş. Adamda göz var, bir de tecessüs, elinde kusur arama motoru, atlamaz hiçbir küsuru…  Eh, bu da onun minnacık kusuru…

Peki, misyoner kimdir? TDK’ya soralım: “Bir dini, özellikle Hristiyanlığı yaymakla görevli kimse.” Bir de İslam Ansiklopedisi’ne soralım: “Misyonerlik: “Evrensel dinler ve özellikle Hıristiyanlık bağlamında dinin yayılması amacıyla yapılan sistematik faaliyetler. Misyoner: Bu işi yapan kişi”. Oxford Languages ne demiş? “Misyoner: Hıristiyan olmayan toplumlarda bu dini yaymaya çalışan, bununla görevli kimse”.

Neymiş misyoner? Hıristiyanlığı yaymaya çalışan kişiler yani papazlar.

Şimdi acayip bir şey ortaya çıktı. Kim bu ilahiyat fakültelerinde Hıristiyanlığı yaymaya çalışan kişiler? Kim bu papazlar?

Diyor ki, beyefendi: “İlahiyatçılar bana kızıyor. Biz misyoner miyiz? diyorlar. E be kardeşim! Ben size demiyorum ki!”

Bak, bak, bak! Savunmaya bak! Be güzel kardeşim! Kime diyorsun? Açık konuşsana! Kitabın kapağına bir de haç işareti kondurmuşsun! Kim bu İlahiyat fakültelerinde Hristiyanlık propagandası yapanlar? Neden bütün İlahiyatları zan altında bırakıyorsun? Ha, amacın buysa? Tamam. Demek ki, sende, İlahiyatlara karşı içten kaynayan bir karın ağrısı var. Kronik mi? Eh, onu da sen bileceksin ya da bir tabibe görüneceksin!

Bir de kitabın tanıtımına bakalım:

“Hak her zamana güneş gibi açık ve meydanda iken, batıl ise Misyoner İlahiyatçılar eliyle her devirde kılıktan kılığa giriyor.

Misyoner İlahiyatçılar, hakkı insanların gözünden düşürmek veya üzerini örtüp göstermemek için çırpınıyor. Nihayet hak diye batılı insanlara kabul ettirmeye çalışıyor.

İseviliği nasıl bozdular ve aynı yöntemleri İslam'a nasıl uyguladılar?

Batı, İslam dünyasındaki misyoner ilahiyatçılar nasıl devşirdi?

Misyoner İlahiyatçıların İslam'ı bozma yöntemleri ve fikirleri nelerdir?

Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesini devreden çıkarmak, tasavvufu inkâr, tarikatlara düşmanlık ve İslam medeniyetini bütünüyle reddetmek gibi bir garabetin içine nasıl düştüler?”

(https://www.ktbkitap.com/urun/misyoner-ilahiyatcilar, 20.12.20; 22:50)

Allah, Allah! Neymiş meğer bu ilahiyatçılar! Ben ilahiyatçıyım ama vallahi ben bile korktum: “Bâtılı kılıktan kılığa sokanlar, İseviliği bozanlar, aynı yöntemi (neyse o?) İslam’a uygulayanlar, Sünnet-i seniyye’yi devreden çıkaranlar, tasavvuf inkarcıları, tarikat düşmanları… Yetinmemişler İslam medeniyetini de tümden reddetmişler…  Bir acayip varlıklar, Hz. İsa zamanından beri varmışlar!

Merak ediyor insan: Nasıl bir zihin dünyası var bu beyefendinin? Bu kadar alakasız şeyleri nasıl bir araya getirebilmiş? Acaba bütün çalışmaları da, böyle mi? Ben ne bakayım ne de göreyim. Tecessüs onun olsun!

Ama müsaade edin, bir iki şey söyleyeyim:

E be kardeşim! Medeniyetten, İsevilikten, İslam’dan söz ediyorsun. Akademisyen unvanı taşıyorsun, öyleyse bilmen gerekir: Her kavram ve terim, eski tabirimizle her mefhum ve ıstılah bulunduğu inanç ve düşünce ortamında anlam kazanır. Bu yüzden içinde oluştuğu inancın, dinin ve medeniyetin rengini yansıtır. Atalar ne güzel demiş: “her taş yerinde ağırdır”. Bazılarının bir felsefe terimi olan metafiziği, getirip kelam ve tasavvuf alanına sokmaya çalışmaları veya bir Hıristiyan mezhep ismi olan Ortodoks terimini getirip Ehl-i Sünnet karşılığında kullanmaları gibi sen de bir Hıristiyanlık kavramını getirip Müslüman mahallesinde satmaya kalkışıyorsun. İlahiyat ve İslami İlimler Fakültesindeki bütün akademisyenleri de töhmet altında bırakıyorsun. Bunun kul hakkı olduğunu hiç düşünmüyor musun? Bilmiyorsan bunu, güvendiğin bir İlahiyatçıya sor?

Ah be sevgili kızanım! Bütün bunları yapıp, insanlar sana sitem edince de, “beni yanlış anladınız” diye bağırıp çağırıyorsun, bin dereden su getiriyorsun. Ne deyim şimdi ben sana? Geç aynanın karışışına da, kendine bir bak, söylediklerini bir tart.

 3. MÜSLÜMANLARIN ENGİZİSYONU

Bu da en az onun kadar afişe: Müslümanların Engizisyonu.

Tövbe estağfirullah!

Demiş ya şair: “Ne günlere kaldık, ey gazi hünkar!”

Müslüman ve engizisyon. Nasıl bir araya getirilir?  Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!

Müslümanı herkes biliyor. Ne demek şu engizisyon? TDK’ya soralım: “Orta Çağda, Katoliklerde katı din inançlarına karşı gelenleri cezalandırmak için kurulan kilise mahkemelerinin adı”. Bir de İslam Ansiklopedisi’ne soralım: “Engizisyon: Hıristiyanlık’tan uzaklaşan veya dinî esaslara aykırı davranan kimseleri cezalandırmak için kurulan Katolik kilise mahkemeleri.” Oxford Languages ne demiş? “Engizisyon: ortaçağda batı ülkelerinde, Katolikliğin katı inançlarına karşı gelenleri sapkın sayarak cezalandırmak için kurulan kilise mahkemesi.”

Neymiş engizisyon? Katolik kilise mahkemesi.

Kilisenin anlamı da şu: “Hıristiyanlık inancını benimseyenlerin oluşturduğu topluluk, mezhep; hıristiyan mâbedi”(DİA). Demek ki kilise kavramının üç anlamı varmış: Topluluk, mezhep ve mabet.

Bu kardeşimiz İslam tarihçisi.

Peki, söyler misiniz, İslam tarihinde bir mezhebin, bir topluluğun veya bir caminin mahkemesi oldu mu? Bunlar kendi ilkelerine uymayan insanları tıpkı Katoliklerde olduğu gibi yargıladılar mı? Bana sakın Haricileri gösterme! Onlar devlete isyan etmiş eşkıya sürüsü. Marjinal bir iki olayı da genellemeye kalkışma! Ama sen kitabını kimlerle başlatıyorsun? Ebu Zer el-Gıfarî, Abdullah İbn-i Mesud (ra)… Söyler misin, hangi topluluk, hangi mezhep hangi mabet bu güzide sahabileri yargıladı? İslam Tarihçiliğin buysa eyvallah! Ne deyim? Ötekine dediğimi sana demiş olayım.

Hıristayan bir mezhep içerisinde oluşmuş bir kavramı/terimi alıp İslam tarihi içinde göstermeye kalkışmak en hafif tabiriyle, anakronizmdir. Nedir anakronizm?  “Herhangi bir olay ya da varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi ile kronolojik açıdan uyumsuz olması.”

Hakkımız yok arkadaşlar, böyle uyumsuzluklar oluşturmaya, insanları yanıltmaya, armutla elmayı karıştırmaya, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya…

Ah be güzel kardeşim! Yaptığın yetmiyormuş gibi, bir de çıkmışın karşıt evin balkonuna bizim eve yönelik tellallık yapmışsın, almışsın, vermişsin, ha bire sallamışsın... Herhalde onlara “bakın size ne güzel kozlar pardon hediyeler” getirdim demişsindir.

E be arkadaşlar. İsim bulamıyorsanız, konu sıkıntısı çekiyorsanız, içerik oluşturamıyorsanız gelin birlikte imece usulü bulalım da! Yeter ki, olmadık işler peşinde koşmayın, evin huzurunu bozmayın.

Dedim ya bunlar evin zıt köşelerine çekilmiş aynı kafalar. Birinin diğerinden farkı yok. Al birini vur ötekine, hepsi benzer ses çıkarır.

İHTAR

Bizler böyle evin içinde didişirken, elin oğlu bu toz duman içinde, ortaya saçılan ne pisliklerini örtüyor ya da neleri götürüyor. Bir düşünün isterseniz. Hani “cambaza bak” derlermiş ya!

10 Cemaziyelevvel 1442 / 25 Aralık 2020.

 

 

  


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar