31 Aralık 2023 Pazar

Hz. Peygamber’in (sav) Yönetici Kimliği

HZ. PEYGAMBER’İN (SAV) YÖNETİCİ KİMLİĞİ 

Prof. Dr. Âdem APAK

Allah Rasûlü’nün (sav) peygamberlik misyonu, ferdî ve manevî hayat kadar maddî ve içtimaî ha­yatın da mükemmellik ölçüsünü ortaya koymayı ve insanlığa her iki alanda kıla­vuzluk yapmayı hedeflemektedir. Hz. Muhammed (sav), bir Elçi olarak insanları Allah’ın davetine çağırmak, manevî anlamda onları olgunlaştırmakla birlikte, devlet adamı niteliğiyle de yönetim sanatının en ince örneklerini göstermiş, bu anlamda da gelecekteki bütün devlet adamlarına siyasî öncülük yapmıştır. Allah Rasûlü’nün (sav) Mekke döneminde daha ziyade nübüvvet yönü ön planda iken, buna karşılık Medine döneminde nübüvvet ile iktidar, yani siyaset birlikte işlev görmüştür. Başka bir ifadeyle Allah Rasûlü (sav), Medine’de risâletini siyaset (devlet) destekli olarak gerçekleştirmiş, dinî sorumluluk ile siyasî iradeyi birleştirmiştir. Dolayısıyla Medine döneminde Allah Rasûlü’nün (sav) siyasi kişiliği, devlet adamlığı yönü, ayrıca bununla birlikte anılması gereken askerî şahsiyeti ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Allah Rasûlü’nün (sav) risalet hayatı ve faaliyetlerinin incelenmesinde mutlaka onun yöneticilik kişiliği ve organizasyonlarının dikkate alınması gerekir.

Hz. Peygamber’e (sav) göre yöneticilik için sorumluluk almada kriter, geçmişteki vazifeler veya tanınmış olmak değil, o alanda sahip olunan ehliyet ve kabiliyettir. Nitekim Allah Rasûlü (sav) klasik Arap yönetim geleneğini şaşırtır bir şekilde pek çok genç ancak ehil olduğu anlaşılan sahâbîleri önemli görevlere getirilmiştir. O kadar ki, Allah Rasûlü (sav) Amr b. Hazm (ra) daha 17 yaşında iken Necran'a vali tayin etmiş,[1] Mekke'nin fethi sırasında Müslüman olan ve yirmili yaşlarına yeni girmiş bulunan Attâb b. Esîd'i (ra) Yarımada’nın bu en önemli şehri Mekke’nin idaresine getirmiştir.[2] Hz. Peygamber’in (sav) vefa­tından az önce göndereceği, içinde büyük sahâbîlerin de yer aldığı orduya kuman­dan tayin ettiği Üsâme b. Zeyd (ra) de yirmi yaşına henüz girmiştir. Onun tecrübe eksikliğine dair şikâyetler kendisine ulaştırılınca Allah Rasûlü (sav), Üsâme’nin bu vazife için ehil olduğunu ifade etmiştir. Üsâme’nin bundan önceki yıllarda da daha genç yaşta seriyye komutanı olarak görev yaptığı da bilinmektedir. Hz. Peygamber (sav) yönetimde ehliyet sahibi kişileri görevlendirmeye çalışırken, bunun tersi bir siyasî tasarrufun toplumlar için felakete sebep olacağını ifade etmiş, üstelik ehil ol­mayan kişilerin göreve getirilmesini kıya­met alâmeti olduğunu söylemiştir.[3]

Hz. Peygamber’in (sav) idarî hayatta vazgeç­mediği prensiplerden biri de meşveretti. O, şayet açık bir vahiy söz konusu olmazsa, pek çok önemli icraatında ashabın ileri gelenleriyle istişare yapmayı, onların görüşlerini almayı adet edinmiştir.

İstişare kavramı, İslâm siyasî sisteminde bü­yük bir ehemmiyete sahiptir. Rasûlüllah’ın (sav) kendisi idarî meselelerde sahabesiyle daima is­tişarede bulunmuş ve uygulamalarıyla bu kav­ramın önemini ashabına da geniş bir şekilde kabul ettir­mişti. Kur'ân bu hususta Rasûlüllah’a (sav) şu şekilde öğüt vermektedir: "Allah'tan bir rahmet dolayısıyladır ki on­lara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için mağfiret di­le. Ve (yapacağın) işler konusunda onlarla müşavere et. Bir kez azmedersen de artık Al­lah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah kendisine tevekkül edenleri sever."[4] Kur’ân-ı Kerîm bu kavramı Müslümanların özelliklerinden biri olarak da zikretmektedir. "Rablerinin çağrısı­na icabet ederler, namazı dosdoğru kılarlar, işleri kendi aralarında şûra iledir."[5]

Kur’ân’da istişareden açık bir şekilde bahsedilmekle birlikte bu konuda uygu­lanmanın nasıl gerçekleştirileceğine dair açık bir bilgi yoktur. Bu sebeple ilk Müslümanlara istişarenin icraatı bizzat Allah Rasûlü (sav) tarafından gösterilmiştir. Nitekim o, mühim meselelerde nihaî kararı olma­dan önce daima hikmet ve bilgi sahibi saha­beleri ve iman etmiş kabilelerin temsilcileriyle görüş alış-verişinde bulunmuştur. Bununla birlikte ne Kur’ân’da ne de Rasûlüllah’ın (sav) uygulamalarında müşa­vere edileceklerin sayısı, seçim, görev süre­leri ile ilgili sıkı ve sabit kurallar bulunmaz. Anlaşılan bu meseleler tamamıyla Müslümanların takdirine ve zamanın şartlarının imkanına bırakılmıştır.

Hz. Peygamber (sav) ilâhî irâdeye ters düşecek bir hatada bulunmaz. Eğer o, bir kanun ve bir hüküm ifade edecek olan yanlış bir iş yapacak olursa, Allah Teâlâ onu vahiy yoluyla düzeltir. Eğer başkalarını zarara sokan bir hatası olmuşsa da Rasûlüllah (sav) onlara haklarını öderdi. Nitekim ömrünün son günlerinde bir gün Mescid'e ge­lip şöyle demiştir: “Şayet herhangi birinizin sırtına vurmuş isem, işte kısas için sırtım; şayet ben herhangi birinize hakarette bulunmuşsam öç almak için işte benim şeref ve haysiyetim. Şayet ben herhangi birinizin malını almış isem işte benim mallarım”. Buradan anlaşılıyor ki, “Yönetici asla hata yapmaz” sözünün İslâm'da hiçbir geçerliliği yoktur. Hatta Allah’ın rasûlleri bile müşterek hukuka uymak ve ida­relerinde âdil olmakla mükelleftirler ve bundan sorumludurlar. Nitekim Allah Teâlâ Kur'ân'da; “Kendilerine (peygamber) gönderilenlere de mutlaka soracağız, onlara gönderilen (peygamberlere her hal­de soracağız”[6] buyurur. Allah nasıl ki Hz. Dâvûd'a âdil olmasını söylemişse aynı şekilde Hz. Muhammed'e (sav) âdil olmasını ve emredildiği gibi doğru davranmasını em­retmiştir: “İşte bunun için sen (onları İslâm’a dâvet et. Emrolunduğun üzere dosdoğru harekette sebat et, onların hevâ heveslerine uyma ve de ki; ben Allah'ın indirdiği bir kitaba inandım, Aranız­da adalet etmekle emrolundum. Allah, sizin Rabbiniz olduğu gibi bizim de Rabbimizdir. Sizin işleriniz size bizim işlerimiz bize ait­tir. Sizinle aramızda bir hükümleşme de yoktur, Allah, sizi de bizi de bir araya getirecektir ve gidiş onadır.”[7]

Allah Rasûlü (sav) getir­diği hukuka uymada çok titiz davranmış ve hiçbir sapma yapma­dan ona tamı tamamına uymuştur. Bu bakımdan ona hiçbir ada­letsizlik izafe edilememiştir. Hz. Peygamber’in (sav) herkes için ortaya konulan hukuka uyması bir esas olduğuna göre ondan sonra iş başına gelecek olan idareci­lerin aynı hukuka uymaları elbette bir esas ve bir mecburiyettir.

Hz. Peygamber (sav) Allah’ın kendisine emir buyurduğu adaletle hükmetmekte ve hükmü esnasında danışma müessesesini uygulama emirlerine uymuş ve bunu icraatıyla açıkça ortaya koymuştur. Bu konuda İslâm tarihi kaynakları birçok örnek aktarır. Meselâ, hicret sonrası Medine’de yine bir toplum oluşturma çabaları adına burada yaşayan Yahûdîlerle görüşmeler yapmış, onların fikirlerini de almıştır. Bedir savaşına karar verilmesi esnasında ashabı ile istişare etmiş, savaştan önce Ebû Süfyan’ın başında bulunduğu kafilenin yolunun kesilmesi, aynı zamanda Mekke ile savaşı göze almak anlamına geleceği için, bu konuda hem Muhacirûn hem de Ensâr’ın ayrı ayrı görüşünü almış, onlarla mutabakat zemini sağladıktan sonra Mekke kervanı üzerine sefer düzenlenmesi talimatını vermiştir. Aynı şekilde Bedir savaşı öncesinde Hubâb b. Münzir’in teklifi doğrultusunda ordunun yerini değiştirmiştir.[8] Yine savaştan sonra esirlere yapılacak muamelenin nasıl olması gerektiği hususunda ashabla istişare yapılmış, Hz. Ebû Bekir’in görüşü benimsenerek esirler fidye karşılığı serbest bırakılmıştır.[9] 

Rasûlüllah (sav) Müslümanlar ile Mekke müşriklerinin ikinci büyük savaşı olan Uhud harbinden önce de takip edilecek savaş stratejinin belirlenmesi için ashabın fikrini almıştır. Savaşın Medine dışında yapılması ya da sadece şehrin savunulması şeklindeki iki görüş müzakere edilmiş, Allah Rasûlü (sav) bizzat şehrin savunulmasını isterken, genel kanaat birinci alternatif üzerinde yoğunlaşınca bu görüşü benimsemiştir.[10] Hendek savaşında da Rasûlüllah (sav) gerçekleştirilen istişare toplantısı sonucunda Selman-ı Farisî’nin teklifi olan şehrin zayıf ve açık yerlerini korumak için Medine’nin etrafında hendek kazılması teklifini kabul etmiş ve savunma buna göre planlanmıştır.[11]

Allah Rasûlü’nün (sav) istişaresi sadece savaş stratejilerinin belirlenmesiyle alâkalı değildir. O, vahiyle açıklanmayan bütün mühim meselelerde ashabın görüşlerine müracaat etmiştir. Buna örnek vermek gerekirse Rasûlüllah (sav) Medine’ye geldiğinde, namaza davet için en uygun aracın ne olduğu konusunda sahabeleri ile görüş alışverişinde bulununca, Müslümanlardan bazıları ateş yakılmasını, bir kısmı Yahûdîler ya da Hıristiyanlar gibi boru ya da çan çalınmasını önermişlerdir. Nihayet ashabdan biri rüyasında bir insanın “gür sesiyle ezan okuduğunu” gördüğünü söyleyince Hz. Peygamber (sav) namaz çağrısı için bu son teklifi kabul etmiştir.[12]

Hudeybiye seferi sırasında, Rasûlüllah (sav) Mekkelilerin müttefiki olan ve İslâm aleyhine bir kaynaşma içinde bulunan müşrik kabileler üzerine harekete geçmek istemişti. Ancak Hz. Ebû Bekir’in tavsiyesi üzerine kararını değiştirerek ilk önce Mekkelilerle karşılaşmaya karar vermiştir.[13]

Gerek Kur‘ân âyetleri gerekse Hz. Peygamber’in (sav) uygulamalarında, insanların her türlü işlerinde mutlaka başkalarının görüş ve tecrübelerinden yararlanması sonucu çıkmaktadır.  Bu hem Allah’ın bir emri ve tavsiyesi hem Hz. Peygamber’in (sav) bir sünneti hem de Müslümanların menfaati gereğidir. Bunun bilincinde olan Müslümanlar dışındaki topluluklar dahi danışma müessesinde istifade yoluna gitmişler ve günümüzde ettikleri gittikçe artan danışmanlık şirketleri kurma teşebbüslerine girişmişlerdir. Bu nedenle Müslümanlar şayet her alanda başarılı olmak istiyorlarsa İslâm’ın ortaya koyduğu ve Hz. Peygamber’in de (sav) icraatıyla en anlamlı örneklerini sunduğu bu müesseseden azami derecede istifade etmeye çalışmalıdırlar. 

Müslümanlar için ideal yönetim örneklerini sunan Rasûlüllah (sav) iç siyasette yöneticilerle halk arasında mesafe bulunmasını hiçbir zaman hoş karşılamamış, bunların birbirleriyle sürekli temas halinde olmalarını, hatta iç içe yaşamalarını istemiştir. "Kim insanların bir işini üzerine alır da zayıf ve güçsüzlerle arasına engeller koyarsa kıyamet günün­de Allah da onun önüne engel çıkarır."[14] "Kim Müslümanların işini üstlenir de yoksullara, haksızlığa uğ­rayanlara ve ihtiyaç sahiplerine kapısını kapatırsa Allah da onun ihtiyacına karşı rahmet kapılarını kapatır"[15] mealindeki hadisleri yönetici-halk ilişkilerinin sağlıklı yürümesi hususunda emsalsiz prensipleridir. Hz. Peygamber (sav) kendisinin koyduğu bu esasları hayata geçirmek için sürekli olarak halkın arasına gi­rer, çarşıyı pazarı dolaşır, şikâyetleri din­ler ve gerektiğinde müda­hale eder, çözüm üretirdi. Dev­let işleriyle vazifeli kimselerin bu vesile ile maddî menfaat sağlayıp sağlamadıklarını sürekli bir şekilde kontrol ederdi.[16] "Kim bize âmil olmuşsa bir zev­ce edinsin, hizmetçisi yoksa bir hizmetçi alsın, evi yoksa bir ev edinsin"[17] sözleriyle de yöneticilerin kendilerine bağlanan maaş dı­şında menfaat teminini, açıkça haksız kazanç ve hırsızlık olarak nitelerdi.[18][19]

 

 



[1] Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtibü’l-İdariyye, I, 318, 401-402.

[2] M. Abdülhay el-Kettânî, 1,256, 397.

[3] Buhârî, İlim, 2.

[4] Âl-i İmrân, 3/159.

[5] Şûrâ, 42/ 38.

[6] A’râf, 7/6

[7] Şûrâ, 42/53.

[8] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts. II, 271-272

[9] Müslim, Cihâd 58; Tirmizî, Cihâd 34

[10] Vâkıdî, Kitabu’l-Meğâzî, (thk. Marsden Jones), I-III, Beyrut 1984, I, 209-214; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), II, 38-39

[11] Buhârî, Cihâd ve’s-Siyer 34; Vâkıdî, Meğâzî, II, 454.

[12] İbn Hişam, es-Sîre, II, 141-150

[13] Buhârî, Meğâzî, 37

[14] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239.

[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111,441, 480.

[16] Buhârî, Ahkâm, 24,41; Müs¬lim, İmâre, 7.

[17] Ebû Dâvûd, İmâre, 10.

[18] Ebû Dâvûd, İmâre, 10.

[19] Bu konuda ayrıca bk. (Vâkıdî, Meğâzî, I, 48-53, 108-109, 209-211, II, 445; İbn Hişam, es-Sîre, II, 193-197, III, 52, 177; Hamidullah, Muhamed, İslâm Peygamberi, I, 186-213, II, 837-907, 1030-1043; Sırma, İhsan Süreyya, “Asr-ı Saadette Devlet Başkanlığı”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, II, 21-42; Algül, Hüseyin, “Asr-ı Saadette İdari Hayat”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, II, 145-162; Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, I, 353-398.


 

17 Aralık 2023 Pazar

Otuz Üç Yıl Sonraya Mektup


OTUZ ÜÇ YIL SONRAYA MEKTUP

Şaban Öz

17.12.1991

Mektubunu okudum. Ne hale dönüşmüşüm diyerek açıkçası kendimden korktum. Yükseklikten korkmasam bir daha teşebbüs ederdim sana ulaşmadan hayatımı sonlandırmaya ama sonra fark ettim, seni yok etmek benim elimde…

16 Aralık 2023 Cumartesi

Otuz Üç Yıl Önceye Mektup


Otuz Üç Yıl Önceye Mektup[1]

Prof. Dr. Şaban Öz

15.12.2023

Sevgili 33 yıl önceki Ben!

Henüz 17 yaşındasın ve artık bir üniversitelisin. Sana yıllar sonradan tam tamına 33 yıl sonradan yazıyorum. Bu mektubu hiçbir zaman okuyamayacaksın ve okumadığın için aynı hataları yapacaksın…Ama bunun sebebi bu mektubu okuyamadığın olmayacak. Hem inatçısın hem laftan sözden anlamıyorsun… Hatta eminim bu mektubu okuyacak olsan “senin doğrularını yaşamaktansa kendi yanlışlarımı tercih ederim” diye ukala ukala konuşurdun!

13 Aralık 2023 Çarşamba

Şam Emevîleri Dönemi İspanya’sında Kabilevi ve Etnik Rekabetin Siyasal ve Toplumsal Hayata Etkileri


ŞAM EMEVÎLERİ DÖNEMİ İSPANYA’SINDA KABİLEVİ VE ETNİK REKABETİN SİYASAL VE TOPLUMSAL HAYATA ETKİLERİ 

Prof. Dr. Adem APAK

Emevîler Muâviye b. Ebî Süfyân tarafından Araplar’ın iç mücadelesi sonunda, başka bir ifadeyle Arap’ın Arap’la savaşı neticesinde kurulmuş bir devlettir. Nitekim devletin kurucu unsurunun Araplar olması, ayrıca devletin Arap öncelikli siyaset takip etmesi sebebiyle, Emevîler, “Arap devleti” olarak da vasıflanmıştır. Emevî devleti, esasta Adnânîler ve Kahtânîler olmak üzere iki ana Arap soyuna dayanmaktadır. Asırlardan beri aralarında sürekli olarak rekabet ve düşmanlık bulunan mezkur Araplarla iktidarını sürdürmek durumunda kalan devlet için bu durum, daha kuruluş safhasında başlı başına bir problem sebebi olmuştur. Bu problem, Emevî asrı boyunca devam etmiş, hatta devletin yıkılışında önemli derecede belirleyici olmuştur. Dolayısıyla Emevîler devrinde kabîlelerarası asabiyet kavgalarının etkinliğini vurgulamak için, bu dönemi, Adnânî-Kahtânî veya Kaysî-Kelbî asabiyet mücadelelerinin tarihi olarak nitelemek yanlış olmaz.

8 Aralık 2023 Cuma

Emevîler Döneminde Zekât Uygulamaları


EMEVÎLER DÖNEMİNDE ZEKÂT UYGULAMALARI

Prof. Dr. Adem APAK

İslâm tarihinde Muaviye b. Ebû Süfyan’ın Hz. Hasan’dan halîfeliği devralmasıyla başlayıp Mervan b. Muhammed’in öldürülmesine kadar geçen döneme Emevî Asrı adı verilir. Gerek Hz. Peygamber (sav) devrinde yaşamış sahâbe ile ondan sonraki nesil arasında bir zaman köprüsü olması, gerekse bu süreçte meydana gelen hadiselerin Müslümanların zihninde derin izler bırakmış olması sebebiyle, Emevîler devleti İslâm tarihinin üzerinde en fazla tartışma yapılan dönemini teşkil eder. Bu tarihi sürece dair akademik, entelektüel ve popüler ilgi ve alâka günümüzde devam etmektedir.

2 Aralık 2023 Cumartesi

Elleriyle Yazıp Allah’a İftira Atanlar


ELLERİYLE YAZIP ALLAH’A İFTİRA ATANLAR

 

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

أعوذ بالله...

فَوَيْلٌ لِلَّذٖينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْدٖيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ

“Kendi elleriyle yazıp da “işte bu Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun!” (el-Bakara 2/79).

25 Kasım 2023 Cumartesi

Hz. Osman Dönemi Dâhilî Problemler ve Sebepleri


HZ. OSMAN DÖNEMİ DÂHİLÎ PROBLEMLER VE SEBEPLERİ

Prof. Dr. Adem APAK

    Hz. Osman dönemi sadece parlak zaferlerin gerçekleştirildiği bir süreç değil, aynı zamanda İslâm toplumunu derinden sarsan hadiselerin yaşandığı bir süreci çağrıştırır. Bu nedenledir ki tarihçiler, Hz. Osman’ın hilâfet dönemini kronolojik olarak genelde iki kısma ayırmışlardır. Birincisi (H.24-29/M.644-649) yıllarını içine alan “Sükûnet Dönemi”, diğeri de (H.30-35/M.650-655) yılları arasında tekabül eden “Karışıklık Dönemi”dir.[1] Böyle bir ayrıma gidilmesinin sebebi, karışıklıkların ikinci devrede ortaya çıkmış olmasıdır.[2] Ancak ilk dönemin tamamen sükûnet içinde geçtiği, karışıklıkların sadece ikinci devrede meydana geldiği şeklindeki bir genellemeci düşünce de isabetli değildir. Esasında olayların asıl sebeplerini, meydana gelişlerinden daha öncelerde aramak gerekir. Kanaatimizce ikinci dönemdeki karışıklıklar, geçmişte meydana gelen hoşnutsuzlukların bir dışavurumu şeklinde tezahür etmiştir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, toplumsal sarsıntılar salt patlama anlarında doğmazlar; onları bir hazırlık dönemi önceler. Öyle ki, başlangıç ve gelişme aşamasındaki şikâyet, hoşnutsuzluk ve kin birikir; sonra da patlama gerçekleşir.

23 Kasım 2023 Perşembe

Mekke Fethi’nin Arkaplanı


MEKKE FETHİ’NİN ARKAPLANI

Prof. Dr. Adem APAK

Mekke‘den Medine‘ye yapılan hicreti Müslümanlar için bir kaçış ve sığınma olarak değerlendirmemek gerekir. Esasında buraya göç Müslümanlar adına nihaî hedef değil, daha yakın ve uzak hedefler için bir başlangıç teşkil eder. Bu anlamıyla Medine’ye gerçekleştirilen hicret, daha önce yapılan Habeşistan hicretinden hem sebepleri hem gerçekleşme şekli hem de sonuçları itibariyle tamamen farklıdır. Habeşistan göçü, Mekke’de can güvenliği endişesi duyan bazı Müslümanların hayatlarını koruma amacıyla gerçekleştirdiği geçici bir çözümdü. Gidenlerin burayı yurt edinme gibi bir hedefleri de bulunmuyordu. Nitekim onlardan bir kısmı gitmelerinden kısa süre sonra dönmüş, geri kalanlar da şartlar uygun hale geldiğinde Yarımada’ya geri gelmişlerdir. Bütün bunlara karşılık Medine’ye göçte Müslümanlar için can güvenliği ve sığınma ihtiyacı tâlî derecede bir etkiye sahiptir. Buraya hicretteki esas gaye ise Müslümanlar için huzur ve güven ortamını tesis etmek, davete uygun yeni bir merkez sağlamaktır. Daha açıkçası Medine yeni bir millet (ümmet) ve yeni bir devletin kuruluş merkezi olarak seçilmiştir. İşte bütün bunlar sebebiyle gerek Hz. Peygamber’in (s.a.s), gerekse diğer Müslümanların Medine’ye hicretini Mekke’den bir kaçış, Medine’ye sığınma değil, daha koordineli dinî ve siyasî projenin başlangıcı olarak görmek daha doğru olur.

19 Kasım 2023 Pazar

Balkanların Fethinde ve İslamlaşmasında Hizmetleri Bulunan Bursalı Vezir Kara Timurtaş Paşa


BALKANLARIN FETHİNDE VE İSLÂMLAŞMASINDA HİZMETLERİ BULUNAN BURSALI VEZİR KARA TİMURTAŞ PAŞA 

Prof. Dr. Adem APAK

  Bursa’nın Osmanlı Devleti’nin gerçek anlamda ilk başkenti olması sebebiyle, kuruluş döneminde devlet idaresinde görev yapanların çoğu Bursa merkezli ailelere mensupturlar.  Bunların önde gelenleri Akça Koca, Bayezid Paşa, Çandarlı, Şeyh Edebalı, Gazi Evranos, Hacı İvaz Paşa, Hacı İlbeği, Köse Mihail Bey, Lala Şahin Paşa, Turhan Bey ve Timurtaş Paşa aileleridir.[1] Osmanlı ilk dönem asker, devlet ve ilim adamları genelde bu ailelerden, ya da onların himaye ettikleri şahıslardan çıkmıştır. Bu nedenle -Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinin iyi tespit edilebilmesi için- zikredilen ailelere mensup devlet adamları ve onların faaliyetlerinin araştırılması gerekmektedir.

17 Kasım 2023 Cuma

Siyer İlminin Öncüleri: Vehb b. Münebbih


SİYER İLMİNİN ÖNCÜLERİ: VEHB B. MÜNEBBİH

Prof. Dr. Adem APAK

GİRİŞ

İlk siyer çalışmaları esas olarak sahâbe nesliyle başlar. Fakat onlar bu konuda müstakil kitap yazmamışlar, sadece ulaştıkları bilgileri bir taraftan düzensiz bir şekilde kaydederken diğer taraftan da kendilerinde bulunanı sonraki kuşağa şifahi olarak nakletmişlerdir. Bu sebeple siyer ve meğâzîye ait ilk eserleri yazmak Müslümanların ikinci nesli olan Tâbiûna nasip olmuştur. Nitekim onlar da Hz. Peygamber (sav) zamanına ait bazı yazılı vesikalar yanında ashâbdan kendilerine sözlü gelenekle intikal eden haberleri hem nakletmeye hem de kronolojik esasa göre yazmaya başlamışlardır. Bu tür telif faaliyeti hicretin birinci asrında süratli bir gelişme göstermiş, bilhassa Emevîlerin sonu ile Abbâsîlerin başında ilk büyük siyer eserleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Siyer alanında zikri geçen dönemin en mühim simaları ise Ebân b. Osman, Urve b. Zübeyr, Şurahbil b. Sa’d ile Vehb b. Münenbbih’tir. Vehb aynı zamanda İslâm öncesi haberlerin rivayetiyle meşgul olanlar arasında da yer alır ki bu konuda kendisiyle birlikte öne çıkanlar ise Ubeyd b. Şeriyye, Muhammed b. Sâib el-Kelbî, Ka’bu’l-Ahbâr’dır. Adı geçen âlimler eski hikâyeleri ve hurafeleri rivayet etmekle birlikte Yahûdî efsanelerini de nakletmişlerdir. Dolayısıyla onlar İslâm’daki İsrâiliyâtın da kaynakları kabul edilirler.[1]

16 Kasım 2023 Perşembe

Sen Öleceksin De Onlar Kalacak Mı?


SEN ÖLECEKSİN DE ONLAR KALACAK MI?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

اعوذ بالله...

اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ

“Şimdi sen öleceksin de onlar ebedî mi kalacaklar?”

(Enbiya 21/34)

12 Kasım 2023 Pazar

Siyerin Öncüleri: Mûsâ b. Ukbe (ö. 141/758)


SİYERİN ÖNCÜLERİ: MÛSÂ B. UKBE (ö. 141/758)

Prof. Dr. Adem Apak

    GİRİŞ

    İslâm tarihçiliğinin ilk örneklerini meğâzî ve siyer kitapları teşkil eder. Başka bir ifadeyle İslâm tarihinin hadis disiplininden bağımsızlığını kazanmaya başlamasının ilk sonuçları meğâzî ve siyer eserleridir, denilebilir. Kaynaklarda meğâzî kelimesi “arzu, istek, savaşmak, savaş yeri” manalarına gelen “meğzâ” kelimesinin cem’i olup, bundan türeyen “gazve” ise “savaş” karşılığında kullanılmaktadır. Meğâzî “gâzîlerin savaş menkıbeleri” anlamında olduğu gibi, gazveler manasındaki “meğzât” kelimesinin çoğulu şeklinde de kullanılmıştır. Teknik anlamıyla meğâzî “Hz. Peygamber’in (sav) her türlü askerî faaliyetleri” veya “bu faaliyetleri konu edinen kitaplar” demektir.[1] Siyer ise kelime anlamıyla “sîre”nin çoğulu olup “yönelmek, seyahat etmek” anlamlarına gelir. Istılahî olarak ise siyer “Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını ele alan hâl tercemesi” demektir.[2] Tarifinde de ifade edildiği gibi siyerin alanı meğâzîye göre daha şümullüdür. Buna göre siyer, meğâzîyi de içine almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını konu alan rivayetleri bir araya toplayan risâle ve kitaplara siyer veya sîre adı verilmiştir.

10 Kasım 2023 Cuma

Yemişim Rivâyetinizi...


Yemişim Rivâyetinizi...

Prof. Dr. Şaban ÖZ

Daha önceki ilmin tabana yayılması çabalarını sorguladığım yazı yüzünden başıma gelenleri sanırım hepiniz biliyorsunuzdur. Eleştirdiğim bütün kesimler, hiçbir utanma duygusuna kapılmaksızın “bir ilahiyatçının itirafları” başlığını atarak ciddi ciddi ayar vermişlerdi. Hatta birçok ilahiyat hocası dahi ne dediğimi anlamaksızın bu vesileyle topa kafa uzatmışlardı...

Siyerin Öncüleri: İbn Hişâm (ö. 218/833)


SİYERİN ÖNCÜLERİ: İBN HİŞÂM (ö. 218/833)

Prof. Dr. Adem APAK


GİRİŞ

İslâm tarihçiliğinin ilk örneklerini meğâzî ve siyer kitapları teşkil eder. Binaenaleyh İslâm tarihinin daha köklü bir ilim dalı kabul edilen hadis ilmi disiplininden bağımsızlığını kazanmaya başlamasının ilk ürünleri meğâzî ve siyer eserlerini görmek mümkündür. Sözlüklerde meğâzî kelimesi “arzu, istek, savaşmak, savaş yeri” manalarına gelen “meğzâ” kelimesinin çoğulu olup, bundan türeyen “gazve” ise “savaş” karşılığında kullanılır. Diğer taraftan Meğâzî “gâzîlerin savaş menkıbeleri” anlamında olduğu gibi, gazveler manasındaki “meğzât” kelimesinin çoğulu şeklinde de kabul edilmiştir. Bu durumda meğâzî terimi “Hz. Peygamber’in (sav) her türlü askerî faaliyetleri” veya “bu faaliyetleri konu edinen kitaplar” demektir.[1] Siyer ise kelime anlamıyla “sîre”nin çoğulu olup “yönelmek, seyahat etmek” anlamlarına gelir. Istılahî olarak siyer “Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını ele alan hâl tercemesi” demektir.[2] Tarifinde de ifade edildiği gibi siyerin alanı meğâzîye göre daha kapsamlıdır. Bu durumda siyer, meğâzîyi de içine almaktadır. Ezcümle Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını konu alan rivayetleri bir arada toplayan risâle ve kitaplara siyer veya sîre adı verilmiştir.

8 Kasım 2023 Çarşamba

İsrail’in Son Teoterörist Katliamları


İSRAİL’İN SON TEOTERÖRİST KATLİAMLARI

Doç. Dr. İbrahim BARCA

Bu yazı, Dünya’nın en vahşi, kibirli ve kendini beğenmiş topluluğu olan Siyonist İsrailliler tarafından katledilen, bedenleri paramparça edilen Filistinli çocuk, kadın ve erkek kardeşlerime ithaf edilmiştir.

6 Kasım 2023 Pazartesi

Müminlerin Kardeşliği


MÜMİNLERİN KARDEŞLİĞİ

Prof. Dr. Âdem APAK

GİRİŞ

Hz. Peygamber’in (s.a.s) risâleti boyunca temsil ve tebliğ ettiği evrensel davetinin temel unsurları Vedâ hutbelerinde açık olarak son defa insanlığa ilân edilmiştir. Hutbelerde İslâm’ın bütün insanlığa hitap eden prensip ve esaslar dile getirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s), Âdem peygamberin (as) soyundan gelen bütün insanların eşit olduğunu ifade etmiş, Allah’a iman, insan haklarına saygı, özellikle kadın haklarının gözetilmesi gibi hususlara dikkat çekmiş, Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan biri olan kul hakkına önemle işarette bulunmuştur. Aynı şekilde câhiliye adetlerinden olan faiz ve kan davalarının kaldırıldığı bu hutbe vesilesiyle bir kez daha hatırlatılmış, suçun şahsîliği esasına atıfta bulunulmuş, ayrıca eşlerin birbirleri üzerindeki hak ve sorumlulukları, Müslümanların kardeşliği, emânetlerin sahiplerine iade edilmesinin önemi üzerinde durulmuş; inanç bağlarının güçlendirilerek Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılmanın önemi gibi dinin temel, insanlığın evrensel konuları vurgulanmıştır. Veda hutbelerinde dile getirilen temel hususlardan birisi de İslâm dinin en önemli hedeflerinde birisi olan ve tebliğ süreci boyunca Allah Rasûlü’nün (s.a.s) inşa etmeye çalıştığı din kardeşliği anlayışının korunması ve sürdürülmesidir. Zira Müslümanlar arasında inanç merkezli olarak kurulan ümmet bilincinin devamı ancak müminler arasındaki din kardeşliğinin tesisi ve güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır.

Yazarlar