3 Haziran 2023 Cumartesi

İran Gezi Günlüğü: Tarihin, İnancın ve Kültürün Derinliklerine Kısa Bir Yolculuk


İRAN GEZİ GÜNLÜĞÜ: TARİHİN, İNANCIN ve KÜLTÜRÜN DERİNLİKLERİNE KISA BİR YOLCULUK

(19-24.05.2023)

Prof. Dr. Mahmut ÇINAR

Merkezi Kum kentinde bulunan Uluslararası el-Mustafa Üniversitesi tarafından ilmi toplantılara katılmak ve ilim insanlarıyla görüşmelerde bulunmak üzere İran’a davet edildim. 19.05.2023, Cuma sabahı iki arkadaşımla birlikte Mahan Havayollarına ait bir uçakla İstanbul’dan Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havaalanına uçtuk. Havaalanında bizi karşılayan rehberimizle birlikte doğrudan Kum’a gittik. Otelimize yerleştikten sonra, İmam Mehdi ile özdeşleşen Cemkaran Mescidi’ne gittik. Cemkaran daha önce bir köy iken şimdilerde Kum’un bir mahallesi haline gelmiş. İmam Mehdi’nin yönlendirmesiyle burada bu camiinin inşa edildiğini kaydediyorlar. Şu var ki bu bir söylenceden daha çok, inkârı mümkün olmayan kesin bir bilgi olarak nakledilmektedir. Oldukça büyük ve son derece kalabalık bir ziyaretçi kitlesi var. Müştemilatında sosyal mekânlar, ikram yerleri gibi ilaveler de var. Dinî hayatın bu kadar canlılığı çok az yerde vardır. Etrafta İmam Mehdî’yi çağrıştıran levha, slogan ve ifadeler çok yer alıyor. Kocaman mescidin her biri bir masumu temsil eden on dört minaresi var. Bu ortamda adeta İmam Mehdi’nin nefesini hissediyorsunuz.[1]

1 Haziran 2023 Perşembe

Merhum Kasım Hocam’ın Ardından


MERHUM KASIM HOCAM’IN ARDINDAN

Doç. Dr. İbrahim Barca

Akademik manada ilmi hayatıma gözlerimi kendisiyle açtığım Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Kasım Şulul hocamın, vefat ettiğini öğrendim. Yaklaşık beş yıl kanserle mücadele eden Hocam ilaçlarla ayakta kalmaya çalışsa da bedeni bu ağır hastalığa daha fazla dayanamadı ve netice de her faniyi bekleyen “inna lillahi” emrine boyun eğdi. Allah’a ve onun elçisi kâb-ı kavseyn makamının sahibine büyük muhabbeti olduğuna şahit olduğum Hocam, umarım eltâf-ı ilâhiyeye mazhar olur ve mukarrabîn ve sıddîkîn ile haşr olunur.

30 Mayıs 2023 Salı

“Uhud” Hayatımızın Neresinde? Biz “Uhud’un” Neresindeyiz?


“UHUD” HAYATIMIZIN NERESİNDE? BİZ “UHUD’UN” NERESİNDEYİZ?[1]

Doç. Dr. Cuma Karan

“Bizim Uhud’umuz neresi? Ve biz Uhud’un neresindeyiz?” soru ile başladık yazımıza. Uhud, tek bir dağ silsilesi olarak Medine’ye, 5 kilometrelik yani bir saatlik yürüme mesafesinde coğrafi bir mekân.  Bedir gazası/savaşında mağlup olan müşriklerin intikam almak amacıyla Müslümanlarla karşı karşıya geldikleri bir yer. Bu yer Kur’ân-ı Kerîm’de ve İslam tarihinde kendisinden çokça bahsedilen, Müslümanların yüze yakına şehit verdiği, Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden bahsedilen ve Hz. Peygamber’in: “Biz Uhud’u’ severiz o da bizi sever” dedikleri salt bir coğrafi mekân mı?  Veya geçmişte yaşanmış ve bitmiş tarihi bir vakıa mı? Dinlerin ilahi mesajlarını, semboller ve mekânlar üzerinden verdiği bilinen bir hakikattir. Tarihte de insanlar duygularını, inançlarını ve amaçlarını aynı şekilde semboller, mekânlar ve figürler üzerinden ifade etmişlerdir. Küçük bir kara parçasının bile, nice büyük devletleri karşı karşıya getirdiği, değer yüklenen bir sembole hakaretin ise aynı şekilde devletleri savaşın eşiğine getirdiği tarihi bir gerçektir. Bu değişmez tarihi gerçek, dün de öyle idi, bugün de öyle, yarın da öyle olacaktır. Yani nesneler, mekânlar ve semboller üzerinden verilen mesajlar hep var olagelmiştir.

22 Mayıs 2023 Pazartesi

Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi


HZ. LÛT’UN FITRAT ÇAĞRISI ve KAVMİNİN HELAK SEBEBİ

Prof. Dr. Cağfer Karadaş

 

“Lût, kavmine demişti ki:

“Siz, kesinlikle daha önce hiçbir milletten hiç kimsenin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz.

Siz erkek erkeğe ilişki kurmaya, fıtrat yolunu kapatmaya,

Toplantılarınızda ahlâk dışı işler yapmaya devam edecek misiniz?”[1]

15 Mayıs 2023 Pazartesi

Dünkü Geçmişim Bugünkü Endişem


DÜNKÜ GEÇMİŞİM BUGÜNKÜ ENDİŞEM

Cağfer KARADAŞ

Çocuktum Kıbrıs çıkarmasıyla haberdar oldum gazetelerden. Haber yazarlarmış, insanları bilgilendirirlermiş. Bir de dedemin radyodan haber dinlemelerini takip ederdim. Şarkısı, türküsü olmayan sade müzikleri hiç anlamazdım. “Ne yapıyorlar diye” diye sorardım. “Acans başlayacak, saat dolduruyorlar yavrum” derdi. Demek ki, dedem de böyle bilirmiş.

13 Mayıs 2023 Cumartesi

Yüce Allah’ın Kurduğu Yapıya Saygı


YÜCE ALLAH’IN KURDUĞU YAPIYA SAYGI

Cağfer KARADAŞ

Yüce Allah evreni yaratmış, orada belli yapılar ve ilişki ağları oluşturmuştur. Evren içerisinde akıllı ve iradeli yarattığı insanı erkek ve kadın cinsiyeti olarak belirlemiş, aralarında tesis edilen evlilik bağıyla insanlığın varlığını ve sürekliliğini sağlamayı murat etmiştir. Diğer bir deyişle Yüce Allah insanı bir kadın ve bir erkek olarak yaratmış, insan neslinin bu iki zıt cinsiyetin hukuk çerçevesinde birlikteliğinden doğacak çocuklarla devam etmesini dilemiştir.

Erkekle kadının bir araya gelmesi aileyi, ailelerin bir araya gelmesi de kabileleri ve milletleri oluşturmuştur. Bu topluluklar ve kurumsal yapılar, insan neslinin hem varlığının hem de sürdürebilirliğinin sebebi ve güvencesi kılınmıştır. Nitekim “İnsanı sudan/nutfeden yaratan, onun için akraba ve hısımlık bağı kuran Yüce Allah’tır. Senin Rabbin her şeye güç yetirendir”[1] ayetinde insanın yaratılışı ve etrafında oluşan akrabalık ve hısımlık bağları ifade edilmektedir. Bu bağlarla oluşan birlikteliğin doğal sonucu olarak başta aile olmak üzere diğer toplumsal yapıların meydana gelir.

Buna göre toplumun en küçük yapı taşı olan aile kurumunun amacı erkekle kadını sadece cinsel bir amaçla birleştirmek değil, bilakis insanlığın devamını sağlamak ve doğacak çocukların bakım ve güvenliğini temin etmektir. Bu güvenliğin sağlanmasında bazen aile de yeterli olmamakta bu yüzden ailelerin bir araya gelmesiyle oluşan akraba topluluklarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu topluluklara Araplar kabile derken Türkler boy ifadesini kullanmışlardır. Kabile/boy, dayanışma ve yardımlaşma kültürünün oluştuğu ve sürdürüldüğü bir yapının adıdır. İslam’da bu yapının korunması, akrabalık bağlarının canlı tutulması anlamına gelen sıla-i rahim kavramıyla ifade edilir. Bu bağları kesenler veya ihmal edenler şiddetli bir şekilde kınanır.[2] Çünkü akrabalık ilişkisi kan bağına göre oluştuğundan bu yapıyı kuran bizzat Yüce Allah’tır. Bu bağın kesilmesi, O’nun iradesine ve takdir ettiği fıtratına aykırı davranmak anlamına gelir.

Öte yandan insanın güvenliği hususunda bazen kabile birlikteliği bile yeterli olmamakta, milletler ve devletler şeklinde daha büyük organizasyonlara ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim “Ey insanlar! Sizi bir erkek ve kadından yarattık, tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, ona itaatsizlikten en çok sakınanızdır (أتقىكم). Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir ve her şeyden haberdardır”[3] ayetinde kadın ve erkekten oluşan aile ve onların bir üst kurumsal yapısı olan kabile ve millet ifade edilmektedir. Kur’an’da liteârafû (لتعارفوا) olarak geçen ve “tanışasınız diye” tercüme edilen kavram sadece kuru bir tanışma değil; Allah’ın kurduğu nesep ilişkisini bilme ve dikkate almanın yanında maruf yani iyilik üzere yardımlaşma ve dayanışmaya işaret eder. Ayetin sonundaki takva vurgusu ise bu şekilde verilmiş anne, baba, aile, kabile ve millet gibi biyolojik bağlar üzerinden övünç ve üstünlük çıkartılamayacağını ifade eder. Çünkü Allah katında üstünlük ancak takvayla yani Allah’a itaatsizlikten sakınma ve buyruklarını gözetmekle gerçekleşir.[4]

Demek oluyor ki bütün bu yapılar insanlığın devamı için Yüce Allah’ın takdir ettiği hem başlangıç noktası hem de güvenlik şemsiyesidir. Bu konum veya yapılar kişilerin kazandığı değil, hazır bulduğu ortam, imkân ve şartlardır. Bunlar üzerinden bir üstünlük iddiası da doğru değildir, çünkü bu yapıların içinde bulunmak Allah’ın takdiriyledir. Bir insanın doğarken anne, baba, aile, kabile ve milletini seçmesi söz konusu değildir; dolayısıyla kendi katkısı veya etkisi bulunmayan bir yapıyı övünç veya üstünlük malzemesi yapması, anlamsız ve beyhude bir gayrettir. Ancak Allah’ın iradesiyle oluşmuş olmaları dolayısıyla bu yapılara saygı duyulur ve varlıklarının korunmasına özen gösterilir.

Anılan yapılar aynı zamanda fertler ve gruplar arasında sağlıklı ve dengeli bir işleyişi sağlamak için hiyerarşi, kanun, kural, gelenek ve görenek gibi düzenlemelere ihtiyaç duyar. Çünkü toplum içerisinde ilişkileri düzenleyen ve sınırları tayin eden diğer bir deyişle hak ve sorumlulukları belirleyen kurallar olmadan insanların bir arada yaşaması ve sürdürülebilir bir iletişim zemini oluşturması mümkün değildir. Çünkü her toplumda doğal olarak bir yardımlaşma ve çatışma ikilemi bulunmaktadır. Bu gerçek doğrultusunda Yüce Allah peygamberler göndererek söz konusu yardımlaşma ve çatışma ikileminin adalet ve hakkaniyet çerçevesinde düzenlenmesini bildirmiştir.[5]

Nitekim “otorite, kanun ve nizam olmadan insanların bir arada yaşaması mümkündür” şeklindeki anarşistlerin iddiaları ütopik bir söylemden öteye geçememiştir. Zira bugün dahi bu toplumsal yapıların ve kuralların önemi zihinlerdeki yerini korumakta ve hayattaki işlevsel değerini sürdürmektedir.

Bu gerçeği kavrayamayan bazı toplumlar, toplumun en küçük yapı taşı olan ailenin çözülmesi sonucu nasıl vahim sonuçların doğduğu, nüfus artışının eksiye düştüğü, ölenlerin sayısının doğanlardan fazla olduğu acı gerçeğiyle yüzleşmektedirler. Sözgelimi “AB üyesi 28 ülkede 2018 yılında ölümlerin sayısı doğumları geçmiştir. AB’de bu dönemde toplam 5,3 milyon ölüm, 5 milyon doğum gerçekleşmiştir. AB'nin nüfus artışı yaklaşık 1,1 milyon göçmenden kaynaklanmıştır.”[6]

11 Şevval 1444 / 1 Mayıs 2023



[1] Furkân 25/54.

[2] Bakara 2/27; Nisâ 4/1.

[3] Hucurât 49/13.

[4] Matüridî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, Mizan Yayınları, XIV, 76-77; Zemahşerî, el-Keşşâf, el-Mektebetü’t-Tevfikiyye, IV, 407; Safedî, Keşfu’l-esrâr, İSAM, IV, 132; Razî, et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’Turasi’l-Arabî, XXVIII, 128.

[5] Şehristanî, Nihâyetü’l-ikdâm, s. 238.

[6] bk. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abnin-nufusu-513-5-milyon-oldu/1527828; 19.04.2023; 15:02.



 

6 Nisan 2023 Perşembe

İnsana Ters Cinsel Eğilim

İNSANA TERS CİNSEL EĞİLİM

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

İnsan bünyesinde kimi birbirine zıt kimi uyumlu birçok özellik, güç ve imkân bulunmaktadır. Bunlar fıtrî ve potansiyel olarak her insanda mevcuttur. Bu potansiyel özelliklerin işlerlik kazanmasında, pratiğe dönüşmesinde ve sonuç üretmesinde kişinin kendisi, çevresi, geçmişten devraldığı kültürel ve tarihî miras ile yetişme ortamı ve aldığı eğitimin oldukça büyük etkisi vardır. Farklı ortamlarda yetişen ikizler arasında görülen farklılıklar ancak bu şekilde izah edilebilmektedir. Kalıtımsal olarak gelen etkenlerin belli düzeyde etkisi olsa bile yukarıda saydığımız etkenler mutlak anlamda baskın çıkabilmekte ve kişiliği şekillendirmektedir. Hz. Peygamber’in “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusî yapar”,[1] hadisi bu etkiye işaret etmektedir.

28 Mart 2023 Salı

Deprem Değil Adaletsizlik Binası Öldürür


DEPREM DEĞİL ADALETSİZLİK BİNASI ÖLDÜRÜR

این جهان کوهست وفعل ما ندا

سوی ما آید نداها را صدا

Bu cihan bir dağ, yaptıklarımız ise nida,

Bizim tarafa ise nidalarımızın sedası gelir ancak

Hz. Mevlâna

Doç. Dr. İbrahim BARCA

6 Şubat 2023 günü saat 04:17’de Maraş Pazarcık merkezli 7.7 büyüklüğünde bir deprem hadisesi meydana geldi. Aynı gün içinde saat 13.24'te Maraş Elbistan merkezli 7.6 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. Bu iki deprem neticesinde yaşanan yıkımlarda resmi rakamlara göre yaklaşık 50 bin insanımız hayatına kaybetti. Allah, vefat etmiş olan tüm kardeşlerimize rahmet eylesin, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar nasip etsin. Binlerce yaralanma ve sakatlanma vakasının yanında şu an için kayıpların da bulunduğu resmi ve gayr-ı resmi makamlarca ifade edilmektedir. Maddi zarar ise şimdilik ancak tahmin edilebilir. Hükümetin 4. Seviye alarm vermesi uluslararası toplumun harekete geçmesini sağlamış başta Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi yönetimi ve Azerbaycan devleti, deprem bölgesi için yardımlarını ve kurtarma ekiplerini hemen yollamıştır.  Ülke içinde ise adeta bir seferberlik hareketi başlamış ve ülkenin her yerinde kamu çalışanları ile beraber sivil insanlar ve örgütler kurtarma ve diğer yardım destekleri çalışmalarına katılmışlardır. Bu meydanda ülkede yedi günlük yas ilan edilmiş, bayraklar yarıya indirilmiş ve depremden etkilenen yerlerde OHAL ilan edilmiştir. Ayrıca depremzedelerin durumlarını iyileştirmeye yönelik olarak barınma ve gıda gibi temel ihtiyaçları karşılanmaya ve deprem bölgesinden daha güvenli yerlere intikalleri kolaylaştırılmaya çalışılmıştır. Bu ve buna benzer çalışmalar halen devam etmektedir.

Deprem esnasında ve depremi izleyen ilk günlerde –kurtarma ve yardım ekiplerinin azlığı, geç kalması ve yetersizliği nedeniyle- büyük bir çaresizlik yaşanmıştır.  Bu yaşanan çaresizliğin geride kalan ve şahit olan insanlarda ruhi manada ne tür tahribat yapacağı ve ne tür travmalara neden olacağı zaman içinde daha iyi görülecek ve netleşecektir. Yine bunun topluma bakan yönünde gelecek günlerin ne gibi olumsuzluklar getireceğini şimdiden kestirmek olanaksızdır. Elbette depremzedelere yönelik yapılan tüm yardım ve destek çalışmaları; onların hissettikleri bu çaresizliğin bireysel ve toplumsal olumsuz etkilerini azaltma noktasında çok önemlidir ve hayatidir. 

Ülkemizde böylesi felaketlerden sonra hemen herkes bireysel ve maşeri vicdanı tatmin etmek bağlamında suçlu ve suçlular arama girişimine girerler.  Bu büyük deprem felaketinde de aynı girişim yaşandı ve hala sürmektedir. Genellikle bu meyanda ilk aşamasından son aşamasına kadar bir yapının, bir binanın ortaya çıkmasında görevini gereği şekilde yapmayan tüm çalışanları, sahipleri; bu haliyle yapılara ve binalara izin ve ruhsat verenler suçlandı. Bu türden insanlardan bazıları derdest edildi.  Bu derdest edilme ve suçlanma durumu söz konusu bu insanlarla sınırlı kalacak. Zira Türkiye gibi ülkelerde ulusal ve yerel, i aktif veya pasif yönetici, bürokrat ve iş adamlarına/kadınlarına –herhangi bir sorumluluk, suç ve dahlileri olsa bile kolay kolay hesap sorulamaz. Söz konusu suçlu görülen kesimlerin dışında kalan halk çoğunluğu ise zaten hiçbir zaman suçlu görülmezler.

Büyük irfan ehli ve alim bir zat olan Hz. Mevlâna, insanın başına gelenlerin kendisinden ve kendi yapıp ettiklerinden kaynaklandığını düşünmektedir. Zira o, bir beytinde şöyle demektedir:

این جهان کوهست وفعل ما ندا  

سوی ما آید نداها را صدا

Bu cihan bir dağ, yaptıklarımız ise nida,

Bizim tarafa ise nidalarımızın sedası gelir ancak.

        Toplum da insanlardan müteşekkil bir insan olarak düşünülebileceğinden toplum insanlarının başına gelenlerin kaynağı bizzat toplumun her kesimidir ve kendisidir.  Bu deprem felaketi neticesinde ve sırasında ortaya çıkan tüm suçların altında bir çeşit zulüm vardır.  Bu ve diğer zulüm kaynaklı suçlarda sadece anılan kesimler değil toplumum tüm kesimleri sorumludur ve bir şekilde aynı suça ortaktır, denilebilir.

          Bazıları neden bir toplumdaki herkes sorumlu olsun diye bu görüşe itiraz edebilir. Ancak toplum bir insan bedeni gibi görüldüğünde ve toplum bedenindeki her kurum ve yapının birbirleriyle ne denli içli dışlı ve etkileşim içinde olduğunu anlaşıldığında bu itirazın ne denli yersiz olduğu da anlaşılabilir. Örneğin bu depremden gerçekten suçlu olan herhangi bir müteahhidi seçelim ve alıp Japonya’ya götürelim. Bu şahıs orada da buradaki gibi bir bina yapmakla görevlendirilsin. Oradaki insan toplumunun ve toplum insanının adaletli yapısından dolayı öyle bir bina inşa eder ki 9 şiddetindeki bir depreme bile bana mısın demez ve dayanır.  Peki neden?...

      Umarım bu deprem esnasında ve sonrasında yaşanılanlardan adalet namına bu toplum dersler çıkarır. Bunun neticesinde ise toplumumuz -deyim yerindeyse eğer- adaleti ahlak edinen ve imanın şartlarından biri bilen nesillerden müteşekkil olur inşallah!

Not: Bu yazıyı bu deprem felaketinde vefat eden ve bir şekilde etkilenen tüm depremzede kardeşlerime ithaf ediyorum. 


 

21 Mart 2023 Salı

Nevruz Nedir? Ne Değildir?

 



Bugün 21 Mart, aslında sıradan bir gün. Bugünü özel kılan aslında

Ne bazı Türklerin ve Devletin anlattığı gibi Ergenekon'dan çıkış günüdür

Ne bazı Kürtlerin inandığı Demirci Kawa'nın Dahhâk'a karşı başlattığı özgürlük günüdür.

Ne de Şia'nın ve Alevilerin inandığı gibi Gâdir-î Hum günüdür veya onların inancına göre Mehdinin geleceği gündür.

Ne de İranlıların takvimlerinin ilk günü olmasıdır

Ne de Zerdüşt dinine göre yılın ilk günü olmasıdır.

Aslında nevruz bunların hiç birisi değildir. Sadece her millet nevruzu millileştirerek kendi milli bayramı haline getirmiştir ama aslında o hiç kimsenin malı değildir. Bütün bu efsanelerle ilintilendirilmesi sadece uydurmadır.

NEVRUZ NEDİR?

Farsça yeni gün anlamına gelen nevruz aslında yılbaşıdır. Yani kışın bittiği ve baharın geldiği ilk gündür. Tamamen bir tabiat olayıdır. Çünkü 21 Mart Ekinoks olup gece ve gündüzünün eşit olduğu ve ardından günlerin uzamaya başladığı süreçtir. Bahar bayramıdır. İnsanlar kıştan çıkıp bahara ulaşmadan dolayı kutlama yapmışlardır.

Nevruz geleneğinin kuzey yarımküre asya milletleri arasında yaygın olması da bunu gösterir. Çünkü 21 Mart kuzey yarım kürede ilkbaharı gösterirken aynı tarihte güney yarım küre kışa hazırlanmaktadır.

Tüm Asya ve Anadolu ilkçağ halkları baharın başladığı bugünü sadece bir tabiat olayı olarak kutlamış, zamanla buna birçok felsefi anlamlar yüklenmiştir. Yani ölümden tekrar dirilişe falan gibi...

MECUSİLİK -ZERDÜŞTLÜK- İLE ALAKASI NEDİR?

Aslında bugünün bunlarla bir alakası yoktur. Tamamen bir tabiat olayıdır. Fakat zerdüştler bunu takvimlerinin başlangıcına almış, bir nevi yılbaşı haline getirmişlerdir. Bu nedenle zerdüştle alakası görülmektedir. Hatta İran'ın milli takviminin yılbaşı da 21 Mart olduğu gibi Celali takviminin de başlangıcı odur ve 1984 yılına kadar da bizim mali yılbaşımız da 21 Mart'tı.

Zerdüştler, bu takvimi kendi dinsel kimlikleriyle yeniden formel haline getirince tabi ki dinsel simgelerini de olaya dahil etmekten kendilerini alamadılar ve 21 Mart kutlamalarına ateşin üzerinden atlama geleneğini de eklediler. Çünkü Zerdüşt inancında iyilik tanrısı Ahura Mazda'yı ateş simgelemektedir. Ayrıca Ahura Mazda'nın diğer adı olan Hürmüz'de bu 21 Mart gününü veya güneş yılının ilk günü olan 21 Mart gününün adıdır. Dolayısıyla bu dine göre de kutsal bir gündür. Zerdüştlük, Bahailik ve Yezidilikte aynı zamanda bayramdır.

BAHARIN BAŞLANGICI

Tarım toplumlarında ilkbahar önemli bir yer tutar. Bu toplumların tüm hareket ve eksenleri tarım çerçevesindedir. Dolayısıyla ilkbaharın ilk günü onları için büyük önem taşır.

DİPNOT

Eskiden nevruz ülkemizde yasaktı. Kürt bayramı diye tepki gösterilirdi. Her nevruz kan dökülür ortam gerilirdi. Sonra Türki Cumhuriyetlerle ilişki kurulunca Nevruz'un oradakilerin kültüründe de büyük bir yer kapladığı görüldü ve ardından Nevruz bir Türk günüymüş denilerek serbest bırakıldı (1995). 

Tüm İslam tarihinde Müslüman devletler bu günlerin kutlamasına izin verdikleri gibi alimler de bu konuda ses çıkarmamışlardır.

Kaynaklar Hz. Muaviye döneminde Nevruz ve Mihrican gününün kutlandığını ve bugünde Farisilerin adeti olan hükümdara hediye verme geleneğinin sürdüğünü ve bu hediyelerin Emevî hükümdarlarına verildiğini, daha sonra da Abbasî hükümdarların aldığını belirtirler. Hatta Hz. Muaviye döneminde toplanan bu hediyelerin (para) 10.000 dinara ulaştığı da belirtilir. Bundan dolayı da hiçbir sahabi ve tabiin aliminin yöneticileri kınamadığı da görülmüştür.

ŞERH

Şimdi nevruz olmasına rağmen kavga dövüş çıkmadığından ve serbest olduğundan farkında bile olmuyoruz. Bugün çok sakin bir nevruz günü yaşadık. Demek ki baskı olmayınca sorun da olmuyor. Kim nasıl inanır veya bugüne hangi anlamı yüklerse yüklesin önemli değil. Ama bilinen gerçek bugün ilkbaharın ilk günü ve ekinoks'tur. Ayrıca gerçek yılbaşı aslında 21 Mart'tır. Hristiyanların takvimindeki 1 Ocak gerçek bir yılbaşı olmayıp tam yılın ve kışın ortasıdır. Kışın ortası ve bir mevsimin ortası nasıl yılbaşı oluyor o da ayrı bir tartışma konusu. İnşallah onu da yılbaşında uzun uzun yazarız.

HAŞİYE

NEVRUZ VE İSLAM

Nevruz ile ilgili yazdığımız bu yazıyı farklı yönlere çekmeye çalışanlar veya okuduğunu anlamayan insanlar için işin bu boyutunu da açıklamak zorunluluk haline geldi.

Hz. Enes’in aktardığına göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye geldiğinde Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günlerinin olduğunu öğrendi. Bu günler “neyin nesidir?” diye sordu. Medineliler de: “Biz cahiliyye devrinde bu günlerde eğlenirdik” dediler. Hz. Peygamber “Muhakkak Yüce Allah, size bugünlerin yerine daha iyilerini, Kurban ve Ramazan bayramlarını lütuf olarak verdi.” buyurdu (en-NESAİ, 1981: 3-4, 265). Hadisin orijinalinde nevruz ve mihracen günleri ifadesi geçmemektedir. Fakat alimler bahsedilen bu iki günün bu günler olduğunu belirtmişlerdir. Halbuki Medine'de Mecusi veya İranlı yoktu. Bu durum, Arapların İran etkisinde kalıp bu iki günü aldığı şeklinde bizi düşündürmektedir.

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa, o kimse onlardan olur.” (Tirmizi ve Müslim). Buradaki ilke başka toplumlara (özellikle gayri müslimlere) benzemeye çalışmamak üzerinde vurgu yapıldığı gibi, benzemeye çalışılan adet ve geleneklerin gayri islami olması veya onların dinlerinden gelen bir kültür olmasıdır. Bu duruma noel kutlamaları da girmektedir.

Eski dönemlerde Müslümanların bu konudaki durumları kesindi. Çünkü daha farklı kültürler İslamlaşmamıştı. Ama İran ve Asya toplumları Müslümanlaşınca eski geleneklerini birden koparıp atamadılar. Bu geleneklerini İslam boyasıyla boyadılar. Mesela Şiiler bugünü Gâdir-î Hum günü, Hz. Ali'nin Peygamberin omuzuna çıkarak Kabe'deki putları kırdığı gün ve Mehdi'nin geleceği gün şeklinde yeniden dizayn ettiler.

İSLAM ALİMLERİN TUTUMU

Alimlerin bu konudaki tutumlarını gruplandırmak gerekir fakat temel ilke şudur:

1. Bugündeki kutlamaları tamamen reddedenler yukarıdaki hadise dayanarak reddetmişlerdir.

2. Reddetmeyip suküt edenler ise artık bu toplumlar da Müslüman olduğundan bunu ateşperest bir anlayışla yapmayacaklarını düşündüklerinden dolayıdır.

3. Bugünü bir ibadet olarak değil sadece bahar bayramı olarak bir doğal olay olarak kutlayıp eğlence tertip eden avamlar olduğundan sukut etmişlerdir.

4. İran ve Hind toplumlarına yakın olup bu toplumların İslamlaşmamış olan kesimlerine yakın olan alimler bu günlerin Müslümanlar tarafından da kutlanmasına kesinlikle karşı çıkmışlardır.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, Mektûbat’ında buyuruyor ki:

“Hindûların bayram günlerine (ve ateşe tapanların Nevruz günlerine ve Hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına) hürmet etmek ve o zamanlarda onların âdetlerini onlar gibi yapmak asla Müslümana yakışmaz.”

5. Kesin olarak reddeden İkinci kısım ise, İmam-ı Birgivi’nin Vasiyetname adlı eserinde şöyledir: “Kafirlerin kullandıkları ve yaptıkları haram olan ve küfür alameti bulunan şeyleri Müslümanların yapmaları durumunda harama ve küfre düşüreceğidir.” Bunların haricinde:

“Ölüm ile tehdit, bir uzvu kesmek, malın tamamını telef etmek, hapis ve şiddetli dayak gibi ciddi bir tehdit olmadan, o tür şeylerin kullanılması asla doğru olmayacağıdır. Bilmeyerek veya şaka olarak herkesi güldürmek için yapan küfre girer. Büyük Kostantin’in Hıristiyanlık dinine karıştırdığı Noel gecesini ve Çemşid’in uydurduğu Nevruzu milli bayram olarak tanıtıyorlar. Müslümanlar bunlara aldanmamalıdır. Bilgisizlik özür değildir. Farzları ve haramları öğrenmek Allah’ın emridir. Bunları öğrenmeyeler ayrıca bu yüzden günaha girerler.”  Menavi ve Camiüssağır’daki bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:

“İşlenen bir günahta alime bir misli, cahile iki misli yazılır.” diye haber verince Sahabeler sordular: “Ey Allah’ın Rasulü niçin böyledir?” Rasulullah onlara şöyle cevap verdi: “Günahı öğrenmemekte bir günahtır”

 İmam Zehebî -Allah ona rahmet etsin-, "Teşebbuhu'l-Hasîs bi Ehli'l-Hamîs"; s: 46'da şöyle demiştir:

"Nevruz'a gelince, Mısır halkı, aşırıya giderek bugünü kutlamaktadırlar. Nevruz, Kıbtîlerin yılının ilk günü olup onlar bugünü bayram olarak kutlamaktadırlar. Müslümanlar da bu konuda onlara benzemektedirler."

Mâliki âlimlerinden İbn-i Kâsim; "Müslümanın, bir Hıristiyan’ın bayram gününde ona bir şey hediye etmesini çirkin görmüş ve bu davranışın, onun bayramını yüceltmek, ona tazim göstermek ve onun küfrüne yardım etmek olarak görmüştür. Aynı şekilde bayramlarında kâfirlere benzemek câiz değildir. Onlara bu konuda benzeyen Müslümana yardım edilmez, aksine böyle yapmasına engel olunur. Bu sebeple bir kimse, onların bayramlarında İslâm'a aykırı olarak bir dâvet yaparsa, onun bu dâvetine icâbet etmek gerekmez. Müslümanlardan bir kimse, diğer zamanlarda yapmış olduğu geleneğe aykırı olarak bu bayramda bir hediye verirse, özellikle de bu hediye, onlara benzemeye yardımcı olacak bir şey ise, onun hediyesi kabul edilmez. Tıpkı doğum günü partisinde mum ve benzeri şeylerin hediye edilmesi gibi. Bayramlarında kâfirlere benzeyen (Müslümanların) cezâlandırılması gerekir."

6. Mutedil olup bu tür günlere değil işin mahiyetine bakan alimler de vardır ki biz de bu sınıfın görüşünü dikkate alıyoruz. Bunlardan İbn-i Abidin; kafirlerin yaptıkları ve kullanmakta oldukları şeylerin iki kısım olduğunu bildiriyor:

“Birincisi her memleketin adet olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan haram olmayan şeyleri yapmak ve kullanmak günah değildir. Pantolon, fes, ve çeşitli ayakkabı,  masada yemek yemek, çatal ve kaşık kullanmak gibi. Örnek olarak Allah Resûlü'nün (s.a.v.), papazlara mahsus bir ayakkabıyı giymesidir.”

 Kadı Han aslında ölçüyü çok güzel koymuştur. Kafire benzemek ve tazim etmek ile geleneksel bir şeyi kutlama veya sadece eğlenme konusunu açmıştır:

"Bir kimse, başka bir günde almadığı bir şeyi sadece Nevruz günü satın alır da onunla, kâfirlerin yücelttikleri ve tazim gösterdikleri gibi, bugünü yüceltmek ve ona tazim göstermek isterse, bu takdirde kâfir olur. Yok eğer yüceltmek ve ona tazim göstermek için değil de sadece eğlenmek için satın alırsa, bu takdirde kâfir olmaz. Eğer Nevruz günü bir insana bir şey hediye eder de bununla o günü yüceltmek ve ona tazim göstermek istemez, bunu sadece insanların bir geleneği olduğu için yaparsa, bu takdirde kâfir olmaz. Müslümanın, bugünden önce veya sonra yapmadığı bir şeyi, bugünde de yapmaması ve kâfirlere benzemekten kaçınması gerekir."

NEVRUZ VE ALEVİLİK

Nevruza Alevi-Bektaşi kesimin daha yakın ilgisinin olduğu da görülmektedir. Aksoy’un derlediği bilgilere göre, nevruz Alevi ve Bektaşilerin bahar günüdür. Yüzyıllardır Alevilerin nevruzu Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutladıkları bir gerçektir. Ayrıca üç gün yılbaşı orucu da tutulmaktadır. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde Alevi-Bektaşiler büyük şenlikler yaparlar, Silifke tahtacıları da Hz. Hüseyin’in doğum günü kabul ederler (Aksoy, 1997: 116), Görüldüğü gibi Alevi-Bektaşi anlayışta nevruz daha canlı tutulmaktadır. Özellikle de Hz. Ali ile irtibatlandırma gayreti içindedirler. Bunun sebebi olarak, Alevi-Bektaşilerin Sünnilere göre, nevruzun daha canlı yaşandığı İran Şiileri ile dini anlamda daha çok anlayış birlikteliği içinde olmaları gösterilebilir.

Şia'da nevruz ile ilgili gelenek ve iddialar da şunlardır: 

1- Cebrail’in Peygamber’e (s.a.v.) bugün gelmiş olması. 2- Hz. Ali’nin (a.s.) Hz. Peygamber’in (s.a.v.) omuzuna çıkarak Kâbe üzerindeki putları kırması. 3- Gâdir-î Hum’da Peygamber’in (s.a.v.) Ali’yi (a.s.) yerine tayin etmesi. 4- Yine bugün Peygamber’in Ali’yi (a.s.) cinleri İslam’a davet etmek için cinler vadisine göndermesi. 5- Ali’nin (a.s.) bugün Hariciler’e karşı zafer kazanması. 6- İmam Mehdi’nin (a.f.) zuhuru böylesi bir günde gerçekleşecektir. 7- İmam Mehdi (a.f.) nevruz günü Deccal'a karşı zafer kazanacaktır ve onu Kûfe şehrinde dara çekecektir. 8- Her nevruz geldiğinde biz zamanın İmamının zuhuruna ümitleniriz. Zira o gün bizim ve şialarımızın günüdür.

NEVRUZ VE KÜRTLER

Türkiye'de daha çok bir Kürt bayramı olarak ortaya çıkmış ve bundan dolayı devlet tarafından yasaklama yoluna gitmiştir. Kürtler bugünü bir Mecusi dini günü olarak değil bir bağımsızlık günü olarak kutlamaktadırlar. Dolayısıyla içine yüklenen anlam farklıdır.

 

NEVRUZ VE YENİ YIL KUTLAMA GELENEĞİ

 Yeni yılın ilk günü geleneğinin eski Mısır medeniyetinden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bu devirlerde yeni yılın ilk gününün güzün (eylül 21) kutlanıldığına işaret edilmektedir. Fakat aynı günün, Batı Anadolu’da MÖ. 5. yy’a kadar, gecenin en uzun günü olduğu günde (aralık 21 ) kutlandığı tespit edilmiştir.

 İlk çağ Anadolu halkları da daha çok ilkbaharı (21 Mart) kutlamaktadırlar. Yani aslında nevruz İran ve Mecusi geleneği olmasından çok önce de kutlanan evrensel bir gündür. Mecusiler bunu kendi dini simgeleriyle simgelemişlerdir.

Yahudilerde ise yeni yılın ilk günü, sivil faaliyetler için güzün (ekim 1), dini faaliyetler için ise ilkyazda (mart 21) kutlanıyordu (Nadas, 1995: 18).

Hıristiyanlardaki paskalya bayramı, eskiden kışın ölüp ilkyazda dirilen tabiat için yapılan bir bayram idi. İznik Konsilinde (325) Hıristiyanların dini inancıyla birleştirilen bu gelenek Hz. İsa’nın ölüp dirildiği gün biçiminde dini bir bayram kimliğine dönüşmüş ve mart 21’i izleyen pazar günü olarak belirtilmiştir (Büyük Larousse, 1994: 14, 9210).

SONUÇ

Aslıda bu konuyla ilgili yazıyı çok uzatabiliriz. Ama burada yazıyı noktalayalım. Nevruz ve diğer tüm bayramlar (başka ulusların dini ve milli bayramları) bir dini bayram olarak kutlamak doğru değildir. Hele bunu dini bayram olarak kutlamak inanç açısından kişiyi zor duruma düşürür. Ama geleneksel olarak gelen ve içinde dini bir değer olmayan, sadece eğlence olarak kutlanan günler için böyle diyemeyiz. Burada kişinin olaya yaklaşımı önemlidir. "Ameller niyetlere göredir" Bu günlerde küfrü simgeleyen sembollerin kutlanması da sakıncalıdır. Ateş üzerinde atlamak gibi. Ama Kürtlerin bugünü Kawa'nın bağımsızlık günü veya Türklerin Ergenekon'dan çıkış günü diyerek millileştirip bir milli bayram olarak kutlamaları dini bir içerikten kaynaklanmıştır. Müslüman için doğru tavır cahiliye adetlerini terk etmesidir. Ama işin caiziyet noktası yukarda açıkladığım gibidir.

ŞERH

Peygamber, burada bize bir bakış açısı ve alternatif sunuyor. Başka milletlere özenmemiz yerine alternatifler üretmemizi tavsiye ediyor. Ayrıca o dönemde bu bayramları kutlayanlar, bunu dinsel bir inançla yapıyorlardı. İslam'ın bu tür günler için hükmü bellidir. O da bu tür günler (Nevruz, yılbaşı, anneler günü, babalar günü, gençlik ve spor günü, Cumhuriyet bayramı) din olarak telakki edilirse caiz değildir. Fakat herhangi bir gün veya sadece eğlence (Şer'i ölçüler içinde) yapılırsa günah olmaz. Ama kafire benzemek için yapılırsa bu günahtır.

 Demek ki günah olmasının ölçüsü :

1.  Din olarak telakki etmek,

2.  İbadet olarak telakki etmek,

3. Kafire benzeme ve şirin gözükmek,

4.  Küfrü mucip işler yapma.

20 Mart 2023 Pazartesi

Fahreddîn Râzî’den Samimi Duygusal Paylaşımlar


FAHREDDÎN RÂZÎ’DEN SAMİMİ DUYGUSAL PAYLAŞIMLAR

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

 

İNSANA DAYANMA ÖLÜR, DAĞA DAYANMA YIKILIR

Büyük İslam düşünürü allâme Fahreddin Râzî, Hicretin 601 (Miladî 1205) yılında tamamladığı Yusuf Suresinin 42. ayetini tefsir ederken sözü kendisine getirerek bir tecrübesini samimiyetle paylamıştır. Bu aslında kişinin dünya hayatında kime dayanacağının ve kime güveneceğinin bir tecrübesidir. Anadolu irfanında dile gelen “Ağaca dayanma çürür, duvara dayanma yıkılır, insana dayanma ölür, dayan kul Allah’a dayan!” tecrübesini Razî, 56 yıllık hayatı içinde yaşamış ve yazmıştır:

“Ömrümün başından şu ana kadar tecrübe ettim ki, insan her ne zaman Allah’ın dışında birine dayansa ve güvense başı beladan, sıkıntıdan, musibetten kurtulmuyor. Aksine başkasına değil de sadece Yüce Allah’a güvenirse her halükârda en güzel şekliyle istediği ve beklediği sonuç meydana geliyor. Ömrümün başlangıcından şu geldiğim elli altı (56) yaşına kadar ki süreç içinde hayat bunu bana gösterdi. Yüce Allah’ın dışında bir kimseden bir ihsan ve ikram beklememek hususunda kalbimde tam bir sükûnet oluştu.”

(et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XVIII, 145).

Not: Kendisinden sonraki alimlerin el-İmâm diye andığı allâme Fahreddin Râzî, 606 / M. 1210 yılında Herat’ta vefat etmiştir. Yani bu satırları yazdıktan beş (5) yıl sonra.

DÜŞMAN BURADA, DOSTLAR NEREDE?

Her gerçek âlimin yaşadığı gibi allame Fahreddîn Râzî de iftiralara uğramış, çamur atmalara hedef olmuş, bühtanlara maruz kalmıştır. Ama o iftiracılardan değil de kılını kıpırdatmayan kendisine gerekli desteği vermeyen dostlarından şikâyetçidir. Okuyalım efendim:

“Kelam ilmini öğrenme uğraşımın başında, iddialarına cevap vermek için felsefecilerin kitaplarına yöneldim. Bu yolda ömrümün yarısını harcadım. Onların fikirlerine cevap teşkil edecek birçok kitap yazmaya Yüce Allah beni muvaffak kıldı. (Burada İmam sekiz kadar kitabının ismini vermiştir). Bu kitapların tamamı bir yönüyle dinin asıllarının açıklaması, diğer yönüyle ise felsefecilerin ve diğer muhaliflerin ortaya attığı şüpheleri reddetme içeriklidir. Hem taraftarlarım hem de karşıtlarım, önceki ve sonrakiler içinde hiç kimsenin bunlara benzer bir kitap yapmadığını itiraf etmişlerdir.

Bunların dışında diğer ilim dallarına dair eserlerim de vardır, ancak burada onları zikretmeyeceğim.

Ömrüm boyunca bütün çalışmam ve çabam Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancını savunmak iken bana düşmanlık besleyenler ve haset edenler durmadan çamur atıyorlar. Benim Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancında olmadığımı iddia ediyorlar. Önyargısız bilenler biliyor ki hem ben hem geçmişlerim Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolundayız. Nitekim dünyanın dört bir yanına dağılmış hem benim hem de babamın öğrencileri insanları yalnızca hak dine ve hak mezhebe çağırmaktadırlar. Onlar bütün bidatleri geçersiz kılma yolunda gayret göstermektedirler.

Beni esas şaşkınlığa sevk eden; iftiracılar, çamur atanlar ve hasetçiler değil de bu tür ithamlara maruz kaldığımda destekleme hususunda kıllarını bile kıpırdatmayan ve hiçbir şekilde düşmanlarıma cevap verme zahmetine girmeyen dostlarım ve ahbaplarım olmuştur. Şunu herkes bilir ki, bir zorluğun üstesinden gelmek ancak yardımlaşma ve dayanışmayla olur. Eğer böyle olmasaydı, Kelîmullah olan Hz. Musa (as) elinde apaçık deliller ve kesin mucizeler olduğu halde Yüce Allah’a dönüp “Harun’u da beni onaylayan bir yardımcı olarak yanımda gönder” (Kasas 28/34) diye talepte bulunmazdı.

Rabbim bizi de sizi de hayırlara ulaştırsın, lütuf ve keremiyle dünyada ve ahirette cezayı hak ettirecek işlerden cümlemizi korusun!”

(İ’tikâdâtu firaki’l-müslimîn ve’l-müşrikîn, nşr. Muhmmed Mu’tasım billah el-Bağdadî, Daru’l-Kütübi’l-Arabî 1407/1986, s. 128-130).

EVLAT ACISI YÜREK YANGISI

Hayatının baharında, gurbet elde, anadan, babadan ve kardeşten uzak bir diyarda kaybettiği evladı Muhammed’in acısı ve yürek yangısı 56 yaşındaki İmam Fahreddîn Râzî’nin benliğini o kadar kaplamış ki, Hicretin 601. (Miladî 1205) yılında yazdığı Yunus, Hûd, Yusuf, Ra’d ve İbrahim Surelerinin sonunda bu yürek yangısını bizlerle paylaşmış, içini dökmüş, dua ve Fatiha talebinde bulunmuştur.  Hatta oğlu için yazdığı mersiyeden bazı beyitleri surelerin sonuna eklemiştir. Her birini yazarken de İmam gün, ay ve yıl olarak tarih koymayı ihmal etmemiştir. Adeta genç oğlunun ölümünü kayda geçirmiştir.

1. Hicrî 601. (Miladî 1205) yılı Recep ayının Cumartesi günü, Yunus Suresinin sonu:

“Oğlum Muhammed’in vefatı sebebiyle kalbim daralıyor ve çok üzülüyorum. Yüce Rabbim onu ruhuyla ve cesediyle mağfiret ve rahmetine gark etsin. Bu kitabımı okuyanlardan özel olarak oğlum için dua etmelerini, rahmet ve mağfiret dilemelerini istiyorum.

(et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XVII, 187).

2. Hicrî 601. (Miladî 1205) yılı Recep ayının Pazartesi gecesi, Hûd Suresi sonu:

Salih ve güzel ahlak sahibi, gençliğinin baharında oğlumun gurbet ilde vefat ettiği haberini aldım. Bu sebepten kalbime ateş düştü, cayır cayır yanıyor. Bütün din kardeşlerimden, hakikat yolu yoldaşlarımdan, bu kitabı okuyan ve istifade eden meslektaşlarımdan Allah adına oğulcuğumu rahmet ve mağfiretle anmalarını talep ediyorum.”

(et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XVIII, 82).

3. Hicrî 601. (Miladî 1205) yılı Şaban ayının yedisi, Çarşamba günü, Yusuf Suresi sonu:

“Oğlum Muhammed’in vefatı dolayısıyla bugün kalbim çok daralıyor. Rabbim onu rahmet ve bağışlamasıyla sarıp sarmalasın, yüksek dereceler ihsan eylesin. Bu kitabımı mütalaa edenlerden hem oğlum hem de kendim için bir fatiha okunmasını istiyorum. Hassaten gurbette kardeşlerden, anneden ve babadan uzakta vefat eden oğlum için dua istiyorum. Bu isteğimi yerine getirenlere ben de çok dua edeceğim.”

(et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XVIII, 229).

4. Hicrî 601. (Miladî 1205) yılı Şaban ayının on sekizi, Pazar günü, Ra’d Suresi sonu:

“Bu kitabımı okuyan ve istifade eden herkesten hassaten oğlum Muhammed için rahmet ve mağfiret dilemelerini istirham ediyorum. Onun için yazdığım mersiyeden bir beyitte şöyle ifade ettim:

Bu fani âlemde hüzün de korku da birbirine karışıktır

Hayırları rüya gibi geçici, şerleri sürekli ve yakındır.”

(et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XIX, 71).

5. Hicri 601 (Miladî 1205) yılı Şaban ayının son günleri Bağdat’ta, İbrahim Suresin sonu:

“Yüce Allah’tan gam ve üzüntüden kurtulmayı, cennetin yüksek derecelerine erişmeyi, cehennem çukurlarından uzak kalmayı diliyorum. O melik, mennân, rahîm ve deyyândır…”

(et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XIX, 150).

 

27 Şaban 1444 / 19 Mart 2023

 


 

Yazarlar