EMEVÎLER DÖNEMİNDE ZEKÂT
UYGULAMALARI
Prof. Dr. Adem APAK
İslâm tarihinde Muaviye b. Ebû Süfyan’ın Hz. Hasan’dan halîfeliği devralmasıyla başlayıp Mervan b. Muhammed’in öldürülmesine kadar geçen döneme Emevî Asrı adı verilir. Gerek Hz. Peygamber (sav) devrinde yaşamış sahâbe ile ondan sonraki nesil arasında bir zaman köprüsü olması, gerekse bu süreçte meydana gelen hadiselerin Müslümanların zihninde derin izler bırakmış olması sebebiyle, Emevîler devleti İslâm tarihinin üzerinde en fazla tartışma yapılan dönemini teşkil eder. Bu tarihi sürece dair akademik, entelektüel ve popüler ilgi ve alâka günümüzde devam etmektedir.
Dört halîfe
döneminde istişare sonucunda seçilen halîfelikten güç kullanılarak ele
geçirilen yönetim sistemine geçilmesi, bunun akabinde devletin kurucusu Muaviye
b. Ebû Süfyan tarafından halîfeliğin saltanata dönüştürülmesi; buna tepki
olarak gerçekleştirilen Hz. Hüseyin muhalefetinin Kerbelâ faciasıyla
sonuçlanması, yönetimin uygulamalarına karşı çıkan Medine’nin işgal ve yağmaya
tâbi tutulması, Mekke’nin muhasara altına alınması ile Kâbe’nin yakılması,
muhtelif bölgelerde pek çoğu ashâb çocuğu olan binlerce Müslümanın öldürülmesi,
ayrıca muhtelif sebeplerle meydana gelen kabile savaşlarında sayısız insanın
katledilmesi gibi hadiseler Emevîler döneminde öne çıkan siyasî ve toplumsal
olaylar olarak özetlenebilir. Bir devlet için çok kısa sayılabilecek bir ömür
olan 90 yıllık süreçte bu kadar çok izler bırakan hadiselerin yaşanması, o
devletin ve tarihinin tartışmalara sebep olmasını tabii kılar. Bundan dolayıdır
ki gerek dünyada gerekse ülkemizde İslâm tarihi araştırmaları içinde Emevîlere
dair akademik ve popüler çalışmalar diğer İslâm devletlerine nispeten daha
fazla olmuştur. Ancak İslâm tarihinin bu en hareketli döneminin pek çok
tarafının hala aydınlatılmaya ihtiyacının olduğu da bir gerçektir. Döneme ait
çalışmaların çokluğunda tarihi bir sürecin aydınlatılması niyeti kadar, bir
takım mezhep ve ideolojik anlayışların propaganda gayretinin etkin olduğu da
unutulmamalıdır. Zira Emevîler tarihi boyunca zikri geçen bazı aktörlerin
kişilikleri ve faaliyetleri tarih disiplini olduğu kadar siyasetin de konusu
olmuş, başka bir ifadeyle tarihî şahıslar ve hadiseler siyasallaştırılmıştır.
Bu durum dönemin hadiselerinin izah edilmesini daha da karmaşık hale
getirmiştir. Tarihi hadiselerin siyasallaştırılmasında öncü rol şüphesiz Şii
temayüllü alim ve tarihçilerindir. Şii meşrepli bazı tarihçiler, İslâm
tarihinin en parlak dönemlerinden birine sahne olmuş bu dünya devletini
neredeyse kötülükler imparatorluğu şeklinde takdim etmeye çalışmışlardır.
Onlara göre Emevî halîfelerinin büyük bir kısmı Allah’ın dinini dünyevî
menfaatleri adına istismar eden, Allah’ın kullarını köle edinen, ilahî emirler
konusunda lakayt davranan, idare ettikleri insanlara sürekli zulmeden, en
önemlisi de İslâm dininin getirdiği bütün değişimleri görmezlikten gelip İslâm
toplumunda cahiliye dönemi Arap anlayışını hâkim kılmaya çalışan insanlardır.
Bu sebeple Ömer b. Abdülaziz dışındaki Emevî halîfelerinin neredeyse tamamı,
dünyayı önceleyip dini ikinci planda tutan, kan dökücü, zındık, mülhid,
bidatçi, hatta kâfir sayılmışlardır. Emevîlere karşı bu menfi bakış yazılan
tarih kitaplarında da itirazsız kabul görmüş, bununla paralel olarak Emevî
halîfeleriyle ilgili olarak olumlu değerlendirmeler çok sınırlı kalmıştır.
Siyasi
gelişmelerin yanı sıra Emeviler döneminde kurumlaşma faaliyetleri de önemli bir
aşama kaydetmiştir. Esası Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’in tatbikatına dayanan
uygulama ve kurumlar daha sonraki Hulefâ-i Raşidin ve Emevîler döneminde de
zamanın şartlarına göre tezahür etmiş ve rol oynamıştır. İslam dininin beş
esasından biri olan zekât ibadeti ve uygulamalarının umumi kaide ve çerçevesi
de Hz. Peygamber (sav), onun ardından da Hulefa-i Raşidin döneminde
konulmuştur. Muaviye ile başlayan Emevîler döneminde ise temel esaslar
değişmemekle birlikte teferruata müteallik bir kısım uygulama farklılıkları,
bazen de siyasi, ekonomik ve bölgesel farklılıklardan kaynaklanan uygulama
farklılıkları gözlenmiştir. Bu çalışmada Emevi asrında Muaviye’den başlamak
üzere bilhassa Ömer b. Abdülaziz dönemindeki zekât uygulamaları, bilhassa
uygulamaların farklı yönleri dikkate sunulacaktır.
A.
Muaviye Dönemi
Muaviye’nin
Medine valisi Mervân b. Hakem bir gün minbere çıkarak halka halife Muaviye’nin
kendisine halkın hakkı olan tahsisatın eksiksiz size ödenmesini
emrettiğini, kendisinin de bu konuda gayret gösterdiğini, ancak ödenen sürekli
tahsisat ve ödemeler dolayısıyla (bu seferki ödeneklerin yüz bin dirhem eksik
olduğunu, bu nedenle halifenin kendisine bir yazı göndererek, Yemen’den gelecek zekât merkeze ulaştığında bu eksiğin
tamamlanacağını bildirmişti. Ancak insanlar şu sözlerle valiye itirazda
bulunmuşlardır: Hayır, Allah’a yemin ederiz ki ondan (zekâttan) tek bir dirhem almayacağız. Başkasına ait bir hakkı hiç alır
mıyız? Yemen’den gelecek mallar zekâttır. Zekât ise öksüz ve
yoksulların hakkıdır. Oysaki bize verilen tahsisat cizye ve fey kaynaklarından karşılanmaktadır. Muâviye’ye yaz, ödeneklerimizin kalan kısmını hemen
göndersin.” Bunun üzerine Mervân Medinelilerin itirazlarını Şam’a bildirmiş,
Muaviye de tahsisatın kalan kısmını Şam’dan Mervân’a göndermiştir.[1] Buradan
zaman zaman devletin halka ödemesi gereken maaşları tamamlamada zekât
gelirlerinden faydalandığını gösterir. Medineliler bu uygulamaya itiraz edip zekât
malını kabul etmemişlerdir. Ancak başka belde halkı için benzer bir durum söz
konusu olduğunda onların ne tür tepki gösterdiklerine dair herhangi bir bilgiye
ulaşamadık.
B.
Ömer b. Abdülaziz
Ömer b.
Abdülaziz’in halktan zekât almadaki temel prensibi onun bir amiline gönderdiği
şu talimatnamesinde açıkça ortaya konulmaktadır: «İnsanları
fidye, sofra külfeti ve vergi mükellefiyetinden muaf tut. Aslında vergi denen bu mükellefiyet insanların mallarını
eksiltmektir. Allah buyurur ki: “İnsanların mallarını eksiltmeyin ve
yeryüzünde fesat çıkararak fenalık etmeyin.”[2]
O hâlde sana zekât getiren kimsenin zekâtını al. Kim de sana zekâtını
vermezse Allah onu hesaba çekecektir.»[3]
Ebu
Ubeyd’e göre denizden çıkarılan şeyler hakkında Resulullah’a yahut ondan sonra işbaşına gelen halifelere sahih bir yolla isnad edilen
bir rivayet bize intikal etmiş değildir. Dolayısıyla Allah Rasûlü (sav)
denizden çıkarılanları, zekâttan muaf tutmuştu. Bununla birlikte Ömer b. Abdülazîz, denizden çıkarılan şeyleri, karadan
çıkarılan madenler mesabesinde değerlendirmiştir. Onun bu konudaki Ömer’in
görüşü, madenlerin zekâta tâbi olduğu şeklindeydi.[4] İbn
Sa’d’da geçen bir rivayete göre Ömer b.
Abdülazîz madenlere zekât koymuştur ki, bu durum, konuyla ilgili ilk uygulama
idi. Kendisi halifeliği sırasında amillerine şöyle bir talimat göndermiştir:
Halifeliği sırasında şöyle yazmıştı: Madenlerden humus (beşte bir) alınmayacak,
fakat zekât alınacaktır.[5]
Balıkların
zekatıyla ilgili olarak Ömer b. Abdülazîz, Umman amiline yazdığı bir mektupta «İki yüz dirhem kıymetine ulaşmadıkça balıktan vergi almamasını istemiştir: «Eğer balık iki yüz dirhem kıymetine ulaşırsa ondan zekât al.» [6].
Ömer
b. Abdülaziz’in toplanan zekâtın sarfıyla ilgili olarak amillerine verdiği
talimat elimizdedir. Buna göre halife zekâtın öncelikle toplanan yere sarf
edilmesini esas almıştır. Nitekim amillerine: «Zekâtın yarısını (yerinde) harcayın.
Yarısını da bana gönderin,» şeklinde talimat göndermiştir. Ravi, onun ertesi
yıl ise zekâtın tümünün yerinde taksimini emrettiğini bildirir.[7] Bu
hususta Ebu Ubeyd yaygın uygulamayı şöyle aktarır: «Zekât (hayvanların sulandığı) su ehline taksim edilir. Burada
ehil kimse yoksa mal sahibi en yakın su bölgesine bakar. Burada bulduğu ehil
kimselere zekâtı taksim eder. Burada da bulamazsa yakınlık derecesine göre
sonraki bölgelere (bakar).[8]
İbn
Sa’d’ın rivayetine göre Ömer b. Abdülaziz, bazen zekâtı
kalbi İslâm’a ısındırılmak istenen kişilere (müellefe-i kulûb) vermiştir. Nitekim
kendisi kalbi İslâm’a ısındırılmak için Bıtrîk’a (Patrik) zekât malından
vermişti.[9]
Yine İbn Sa’d’a
göre Ömer b. Abdülazîz’den önceki idareciler, öşür ve zekât mallarından Allah
Resûlü’nün (sav) mescidini cuma günleri için tütsülerler; Ramazan ayında da
koku sürerlerdi. Ömer b. Abdülazîz halife olunca tütsülemenin bırakılmasını ve
eskiden yapılan kokulama işlemlerinin izlerinin de yok edilmesini emretmiştir.[10]
C.
Hişam b. Abdülmelik
Halife Hişam döneminde zekâtın borçlulara destek niyetiyle de
harcandığını, ancak bunun devlet tarafından görevi ihmal suçu olarak
değerlendirilip, borçluya zekât fonundan yardım eden amilin cezalandırıldığına
dair bir rivayet bulunmaktadır. Hişam b. Abdülmelik zamanında el-Hakem b.
Cevvâd el-Muttalib el-Mahzûmî Irak bölgesinde zekât amilliği yapıyordu. Kureyş’in ileri gelenlerinin boynuna bir borç düşmüştü.
Kureyşli şahsın hurma ve ekin tarlarından oluşan bir malı vardı. Bu borç
sebebiyle bu malların satılmasından endişe etti. Hemen Irak’ta bulunan Hâlid b.
Abdullah el-Kasrî’ye gitmek için Medine’den çıktı. Hâlid, yanına gelen
Kureyşlilere iyilik yapardı. Adam Feyd’e geldiğinde orada el-Hakem b.
el-Muttalib’i gördü. el-Hakem Medine, Hicâz ve Necid’in bir bölgesinin
zekâtlarını toplamakla görevliydi. Kureyşli adam el-Hakem’in yanına geldiğinde
ayağa kalktı; onu minderine oturttu ve geliş sebebini sordu. Adam başından
geçenleri el-Hakem’e anlattı. el-Hakem, “Burada zekât mallarından bazı mallar
vardır; sen de borçlusun ve zekâtı en fazla hak edenlerden birisin” dedi ve o
malları Kureyşliye verdi. Malın toplam miktarı, 4 bin dinar idi. Onun borcu ise
ancak 3 bin dinara yakındı. el-Hakem ona, “Allah senin yolunu kısalttı” dedi.
Bunun üzerine Kueyşli adam dönmeye başladı. el-Hakem de onu yolcu etti.
el-Hakem zekât toplama görevinden azledilince hesap vermeye başladı. Onu bu
göreve tayin eden yönetici kendisine “Dinarlar ve dirhemler nerede?” diye
sorduğunda el-Hakem, “Bize açılan elleri onlarla doldurduk ve [mağdurların]
haklarını ödedik” dedi. Bunun üzerine el-Hakem hapse atılmıştır. (276/B). Bunun
üzerine Ensârlı bir şair onun durumunu şu şekilde dile getirmiştir:
Ey dostlarım! Cömertlik hapistedir, ağlayın cömertliğe!
Çünkü cömertliğin yolları kapandı üstümüze.
İyiliğin sahibni görürsün, seğirtiyor gözleri hapiste,
Her akşam ve her kuşluk vakti… (Ensab, 10).
Muaviye
döneminde de olduğu gibi, Hişam b. Abdülmelik zamanında da Medinelerin
atalarının zekât malları ile verilmesi teşebbüsünde bulunulmuş, ancak şehir
halkının buna itirazı sebebiyle zekâtın atâ şeklinde verilmesinin önüne
geçilmiştir: Hişâm b. Abdülmelik’in halifeliği zamanında Medinelilere atâ
verilmesi emredildi. Fakat fey, atâ için kâfi gelmeyince halife atâların
Yemâmelilerin gönderdiği zekâttan tamamlanmasını emretti. Bunun üzerine onların
zekâtları Medinelilere verilmek üzere hayvanlara yüklendi. Konuya ilişkin haber
Medinelilere ulaşınca onlar “Allah’a yemin olsun ki, biz atâlarımızı insanların
zekâtından ve kirlerinden almayacağız. Biz atâmızı feyden alacağız. Develere
yüklenmiş olan zekât malları geldi. Medineliler develeri Medine dışında
karşılayıp geri çevirmeye çalıştılar. Elbiselerinin yenleriyle develerin
yüzlerine vurarak, bir taraftan da şöyle diyorlardı: “Allah’a yemin olsun ki,
biz onları Medine’ye sokmayacağız. Çünkü onların üzerinde zekât malları
vardır.” Böylece develer geri çevrildi. Durum halife Hişâm b. Abdülmelik’e
ulaştırıldığında atâlarının zekât mallarından verilmemesini, atâlarının tamamı
feyden verilmek üzere başka malların yüklenip götürülmesini emretti. (İbn
Sa’d).
0 yorum:
Yorum Gönder