OTUZ
ÜÇ YIL SONRAYA MEKTUP
Şaban
Öz
17.12.1991
İnatçıymışım,
laftan anlamıyormuşum, dik başlıymış! Diyene bakar mısın, iki satır aşağıda “iş
inada bindi” diyor. Kaç yaşına gelmiş adamsın benimle inatlaşıyorsun. Neymiş
efendim, diyecekmişim ki, “senin doğrularını yaşamaktansa…”, doğrunun seninle
birlikte olduğuna kim karar verdi? Ne güzel bir kafaya ulaşmışım ben: “doğru
olan benimle olandır!” Yaşlı başlı adamsın, seninle polemiğe girecek değilim!
Ama emin ol, doğrunun senin yanında olduğu sadece sana ait bir iddia! Sana ait
bir iddiayı da doğru kabul edip gün sonunda kendimi sana göre şekillendirecek
değilim! Bu dik başlılık mı şimdi?
Tabi
bütün anlattıklarının ilahiyatı bırakamadığımın sonuçları olduğunu tahmin
edebiliyorum. Yanlış zamanda yanlış otobüse binince bunlar oldu. Ama bak
hakkını teslim etmeliyim mektubunda sevindiğimi tek şey ayrı yazılması gereken
“de”yi öğrendiğimi fark ettim.
Babamı
ihmal etme demişsin… Nasihate bak! Ne sanıyordun, sonsuza kadar beraber olmayı
mı? Elbette biliyorum bir gün vefat edeceğini, bir gün ayrılacağımızı. Mesele
onun ayrılacağı değil, ayrıldığı zaman benden razı olup olmayacağı. Onunla
yaşadıklarımız, sohbetlerimiz, güzel günlerimiz… Geriye baktığımda onunla
hatıralarımdan mutlu oluyorsam, geriye kalan ömrümde de bu yetmez mi? İki gün
kal demiş de kalmamışsın… Daha dün konuştuk, senden söz ettim, “bir şey olmaz,
sıkma canını” dedi. Dedim “ben neye dönüşmüşüm” … Güldü, “her yazana
inanmayacaktın oysa” dedi… Kendi acılarını bana dayatmaya kalkma e mi?
Sınavlara
girme, şunlara başvurma falan diye çiziktirmişsin! O sınavlara girmeseydim, o
yarışmalara başvurmasaydım o cümleyi nasıl kuracaktın acaba gerçekten çok merak
ediyorum? Benim yaşadıklarımı alıp üzerine tecrübe inşa etmiş; geri dönmüş bana
satmaya kalkıyorsun! Ben ise sadece kaderime inanmaya ve kaderimi yaşamaya
devam edeceğim!
İnsanlara
güvenmeme meselesi… Birilerinin ihaneti, saygısızlığı, terbiyesizliği… Ne büyük
meselelermiş! Harbiden bak, kendini ne sanıyorsun ki? Yaratıcılarına,
peygamberlerine ihanet eden insanlar sana niye etmesinler ki? Vefasızlık,
nankörlükmüş! Ne yaptığını bilmiyorum ama yaptıklarını Allah için mi yaptın
yoksa sana vefalı olsunlar, sana minnet duysunlar diye mi yaptın? Allah için
yaptı isen susacaksın! Yok kendin için yaptı isen almışsın işte karşılığını
yine susacaksın! Ben “insanlara inanmaya devam edeceğim” derken onların yapıp
etme potansiyellerini unutacağım, görmezden geleceğim anlamında demeyeceğim ki!
Daha bu yaşımda bile insanların ne kadar iki yüzlü olduğunu görebiliyorum. Sen
unutmuşsan ve kırılmışsan… Yani kusura bakma ama oldukça safsın demektir!
Gelecekteki
aileme dair söylediklerin… Ne güzel değil mi, oradan çocuklarımın adına bile
karar vermişsin! Sırf senin yüzünden ikisinin de adını değiştireceğim! Yok, yok
şaka yapıyorum, isimlerini sevdim, beni de yükten kurtarmış oldun! Yalnız
yazmışsın ki onları ihmal etmişmişim… Onlar senin yaşında kendileri için
yaptıklarını anlamıyorlarsa, iyi bir eğitim verememişsin demektir! Ne yaptın
ihmal ettin de gezmeye tozmaya mı çıktın? Yoksa oturup inancın için, inandığın
için çalıştın mı? Ürettin mi? Şayet inandığın şey uğruna onları ihmal ettiysen
anlayacaklardır seni… Hatta bu çalışmalarında katkıları olduğu için sevinecekler,
bunun bir parçası oldukları için mutlu olacaklardır. Hiç oturup onlarla bunu
konuştun mu? Sor bakalım ne diyecekler, bir şikayetleri var mı? Yoksa seninle
gurur mu duyuyorlar? Ona göre bunu dert edin veya edinme değil mi? Ne günlere
kaldık ya Rabbim! Kalkmış 50 yaşındaki adama akıl veriyorum… Eşimin kıymetini
bilmek… Bunu tartışmaya bile gerek yok. Kimle evleneceğimi bilmiyorum ama
sonuçta eşim olmuşsa konu kapanmıştır!
Dostluklar,
Fenerbahçe kısmını ise geçiyorum. Zaten burada Fenerbahçe’yi izleyemiyorum
acayip sinir olmuş durumdaydım o yüzden hiç sana laf yetiştirmekle
uğraşmayacağım...
Efendim,
bir kamyon dolusu bana laf saymışsın ben de sana izninle bazı şeyleri
hatırlatayım olur mu?
Bir
iki veya çok fazla insan sana yamuk yaptı diye, bir iki insan bir iki öğrenci
karaktersiz çıktı diye inandığından vazgeçme olur mu? İnandığın yolda tek mi
kaldın… Yürü la, yürü! Niye sağına soluna bakıyorsun ki? Niye yanında
birilerini arıyorsun ki? Seninle yürümediler diye veya seninle yola çıkanlar
yolda seni taşlamaya başladılar diye vaz mı geçtin? Ne ucuz bir vazgeçiş! Ucuz
insanlar için nelerden yüz çevirdiğinin farkında mısın?
Şehir
seni kabul etmediyse ülkede şehir mi bitti? Bir yayınevi kabul etmediyse ülkede
yayınevi mi bitti? Tamam zorlamayayım, olmuyorsa bırakalım da… Geçen hafta
Yoldaki İşaretler’i okudum. Diyordu ki, “ayağına diken batsa da yürüyeceklerin
yoludur!” Bak anladığım kadarıyla
etrafında çok güzel insanlar da var. Niye bir iki tanesine takılıp kalıyorsun
da onlarcasını görmezden geliyorsun? İnanıyorum ki, senin zamanında da seninle
yürüyecek, yürümek isteyecek gençler olacaktır. Niye bu vazgeçiş? Niye bu
teslimiyet? Yapma bunu… Sonra vazgeçip ne yapacaksın ki? Öldükten sonra mesela
Resulullah’a ne diyeceksin? Bir iki tane terbiyesiz yüzünden, bir iki
olumsuzluk yüzünden vazgeçtim mi? Resulullah’ın yüzüne nasıl bakacaksın?
Hallettin mi aklındakileri, bitirdin mi projeleri? Kafana sok, her vazgeçiş bal
gibi yenilgidir, kaçıştır! Bencilliktir! Ve hatta ihanettir! Evet kaybettiğin
zaman kazanırsın da ama kaybettiğinde vazgeçmezsin. Neydi o ergen sözü; “bir
daha yenil ama daha iyi yenil!” Şimdi kalk ve ne yapman gerekiyorsa dünden daha
iyi yap! Veya dünden daha kötü yap ki, senden sonra kimse o kadar kötüsünü
yapamasın!
Açıkçası
seni pek sevdiğimi söyleyemem. Muhtemelen kendi döneminde de pek
sevilmiyorsundur! Ama sana saygı duyuyorum!
O
yüzden hürmetlerimle
33
Yıl Önceki Sen
0 yorum:
Yorum Gönder