31 Aralık 2017 Pazar

Kitap Tanıtımı: Saltanata Giden Yolda: Muâviye bin Ebi Süfyan

İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda: Muâviye bin Ebi Süfyan
      Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2014, 256 sayfa ISBN: 978-975-8190-26-3
Elimizdeki bu eser müellifin, 1990 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Muâviye b. Ebi Sufyan ve Devlet Politikası” adında doktora tezi olarak hazırlanmıştır. İlk olarak 1990 yılında kitap olarak yayınlanmıştır.
Muâviye, yaptığı ve ortaya koyduğu faaliyetlerle İslam tarihinde kendisinden en çok söz ettirenlerden biri olmuştur. Hilafete gelişi ve kendinden sonra oluşturmuş olduğu Hilafet sistemi çağlar boyu tartışma konusu olmuştur. Onun kurmuş olduğu söz konusu hilafet sistemiyle hilafet saltanata dönüşmüştür. Bunun neticesinde oluşturduğu mevzubahis hilafette, halifelerin Ümeyye ailesinden olmasından dolayı Emevîler olarak isimlendirilmiştir.

30 Aralık 2017 Cumartesi

Silvan’lı Zehebî

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Bu çalışmamızda Silvan’lı olup İslam Tarihinin en önemli bilginlerinden sayılan Muhammed bin Osman bin Kaymaz bin Abdullah el-Farıkî, (Mertapolis, Meyyafarikin, Silvan) ed-Dımeşkî, (Şam) et-Türkmanî, (Türkmen kökenli) ez-Zehebî’nin (babası kuyumcu) hayatı ve İslam tarihçiliğini tanıtmak istiyoruz.
Ortaçağın mühim kale-şehirlerinden biri olan Silvan, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun Sultanı Melikşah devrinde Selçuklulara intikal etmesinden önce (1085), Diyarbakır bölgesi dolaylarına Türkmen ahali yerleşimi mevcuttu.[1] Selçuklu akınlarıyla birlikte de Silvan, yoğun Türkmen göçlerine sahne olmuştu. Bu yoğun göç ile gelen Türkmen toplulukları kendilerini, o dönemde İslam dünyasına karşı batıdan gelen haçlı seferlerine karşı mücadele içinde buldular. Şunu rahatlıkla söylemek mümkündür ki; bu göçlerle gelenler Haçlıların bölgede hakim bir güç olarak kalmalarını kesin olarak engelledi. Bu dönemde haçlı güçleriyle mücadeleyi özellikle Mardin, Harput ve Hasankeyf merkezli devletler kuran Artuklular ve onların ilk liderleri olan Necmettin İlgazi, Sökmen ve Belek’in birlikte yaptıklarını görüyoruz. Özellikle Artukluların Mardin şubesinin başındaki Necmettin İlgazi, Haçlıların doğudaki emelleri üzerine esaslı darbeler vurmuştur. Daha sonra bu bayrağı Urfa Fatihi Nurettin Zengi alacaktır.

27 Aralık 2017 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Üç Emir Üç Yasak

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Her cuma günü hutbe sonunda bir âyet-i kerime okunur. Bu âyette her cuma günü müminlere Allah’ın üç emri ve üç yasağından bahsedililir.
Hutbenin sonunda okunan âyeti Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz’in tespit ve teklif edilmiştir.  Halife Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona incelemiş ve bu âyette karar kılmıştır. Ömer b. Abdülaziz’in bu teklifi o zamanda Müslümanlar tarafından kabul görmüş ve bu adet onun uygulaması olarak günümüze kadar ulaşmıştır[1].  Bu âyette Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabayı yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. Tutasınız diye size öğüt verir.[2]
Ayet hakkında büyük tefsir alimi Kadı Beyzavi şöyle der: “Kur’ân-ı Kerim’de bu âyetten başka âyet olmasaydı, sadece bu âyet Kur’ân’ın herşeyi beyan ettiğine ve alemlere rahmet ve hidâyet rehberi olduğuna delil olarak yeterdi”. Gerçekten bu âyet, toplumsal hayat düzeninin temel unsurlarını vurgulamakta, toplumu tahrip eden tehlikelere de işaret etmektedir. Bu emir ve yasaklar sadece müslüman toplumlar için değil, diğer toplumlar için de dikkate alınması gereken prensiplerdir.

Necmettin İlgazi-III

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Şahsiyeti
Artuklular’ın Mardin şubesinin kurucusu olan Necmettin İlgazi, Ortadoğu İslam alemini ciddi tehlikelere maruz bırakan Haçlılar’a Musul ve Suriye Atabegi İmadüddin Zengi’den ve Zengi’nin komutanı olan Selahaddin-i Eyyübi’den önce ağır darbeler indirmiş bir şahsiyettir. Onun ölümüyle Halep, Haçlılar karşısında savunmasız kalmıştır.
İlgazi, özellikle Irak Türkmenleri üzerinde büyük bir nüfuza sahipti. Çok karışık bir dönemde imparatorluğun en önemli ve prestijli görevi olan Bağdat Şahneliği[1] görevini Bağdat’ta dört yıla yakın bir süre yapması, Haçlı saldırıları karşısında bunalmış olan Halep halkına rahat bir nefes aldırması, onun iyi bir asker olduğu kadar dirayetli bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Halife Müsterşid-Billah ile Irak Selçuklu Sultanı Mahmut’un kendisine sığınan Hille Emiri Dübeys b. Sadaka’nın teslim edilmesini istemelerine rağmen himayeye devam etmesi, babası Artuk’un Melikşah’a kafa tutmasına benzemektedir.
Babaları Artuk’un siyasi teşekkül kurmakta gecikmesine rağmen, oğulları üç adet Artuklu Emirliği kurmuşlardır. Bunlardan Necmettin İlgazi’nin kurduğu Mardin şubesi, üç asırlık süresiyle Selçuklu döneminin en uzun süren hanedanı olmuştur. Artuk oğulları aynı zamanda Haçlıların yanında önemli itibarları vardı ve onlar üzerinde büyük bir korku salmışlardı.[2]

24 Aralık 2017 Pazar

Necmettin İlgazi-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Mardin Artukluları
Necmettin İlgazi, Sultan Muhammet Tapar’ın Haçlılar’la mücadele için Musul ve civarına vali olarak tayin ettiği Emir Çavlı ile birlikte Habur suyu civarında I. Kılıçarslan’a karşı yapılan savaşa (1107) katıldı. Ardından müttefiki Çavlı ile arası açılınca onun elinde bulunan Nusaybin’i ele geçirdi.(1107) Ancak Musul valiliğinden azledilen Çavlı’nın sultana karşı ittifak teklifini de reddetti. Bunun üzerine kendisine Irak Selçuklu Sultanı Sultan Mahmud tarafından 1108’de Harran, 1111’de Meyyafarikin hediye edilmiştir.[1]

22 Aralık 2017 Cuma

Ebul’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Tevbe

Ebul’l-Beşer el-Ebyazi
İnsan tabii olarak hata etme ve günah işleme özelliğine sahiptir.  Onun ruhunda hayır ile şer, iyilik ile kötülük her zaman birlikte vardır. Bu nedenle insanlar hem günahsız olan meleklik, hem de günahlar içinde bocalayan şeytanlık sıfatlarını üzerlerinde taşırlar. Sadece peygamberler ismet yani günah işlememe vasfıyla korunmuşlardır. 
Allah kullarına doğruyu göstermek için hidâyet önderi olan peygamberler ve insanlara ışık olarak ilahi kitaplar göndermiş, onlara neyin iyi neyin kötü, neyin faydalı neyin zararlı olduğunu bu şekilde bildirmiş ve kurtuluşa ermeleri için ne yapmaları gerektiğini onlara duyurmuştur. Bu emirlere uyan insanlar kurtuluşa erecekler, uymayanlar ise hüsrana uğrayacaklardır.  Kullarının güzel amellerini kat kat mükafatla ödüllendiren Cenab-ı Hakk, onların günahlarını ise sadece misliyle cezalandırmakta, ayrıca onların günahlardan kurtulmaları için, yapılanlardan pişmanlık duymak anlamına gelen tevbe kapısını her zaman sonuna kadar açık tutmakta ve pek çok âyette tevbe edenleri bağışlayacağını bildirmektedir.

21 Aralık 2017 Perşembe

Hz. Fâtıma’nın (rah) Evliliği ve Aile Hayatı

Prof. Dr. Adem APAK
Mîlâdî 609 yılında Mekke’de dünyaya gelen Hz. Fâtıma (rah) Hz. Peygamber’in (sav) en küçük kızıdır. Lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehra olmakla beraber, kendisi “iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betûl ismiyle de tanınmıştır.[1]
Siyer kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın (rah) adı ilk kez müşriklerin Hz. Peygamber’e (sav) karşı gerçekleştirdikleri bir saldırı vesilesiyle geçer. Rivayete göre Kâbe’de namaz kılmakta olan Rasûl-i Ekrem’in (sav) secdeye vardığı sırada müşriklerden Ukbe b. Ebû Muayt tarafından omzuna bir deve işkembesinin atılması üzerine hadiseye şahit olan küçük yaştaki kızı Fâtıma koşarak babasının üzerindeki pislikleri temizlemiş, bu esnada bunu yapanlara kızıp söylenmiştir.[2] Hz. Peygamber’in (sav) hicretinden kısa bir müddet sonra Hz. Fâtıma (rah), yanında Hz. Ali (ra) ile onun annesi Fâtıma bint Esed (rah) olduğu halde üvey annesi Sevde (rah), kız kardeşi Ümmü Gülsüm (rah) ve Ebû Bekir’in (ra) ailesiyle birlikte Medine’ye hicret etmiştir.[3]

Mardin İlk Artuklu Emiri Necmettin İlgazi (1106-1122)

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Bu çalışmada Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kurulan üç Artuklu devletinden en uzun ömürlüsü olan Mardin Artuklularının kurucusu Necmettin İlgazi’yi tanıtmak istiyoruz. Çalışmamızda Artuk Bey’in Kudüs Emiri olmasının ardından oğullarının değişik bölgelerde hakim olması ve nihayet Necmettin İlgazi’nin Bağdat şahneliğinden sonra Mardin’e hakim olup bölgede kurulan üç Artuklu şubesinden en uzun ömürlüsü olan Mardin Artuklu devletini kurması ve siyasi faaliyetlerinden bahsedeceğiz.

20 Aralık 2017 Çarşamba

Mescid-i Nebevî’nin İnşası ve İlk Fonksiyonları

 
Prof. Dr. Adem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلَّا اللَّهَ فَعَسَى أُولَئِكَ أَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ (18Tevbe,)
Allah'ın mescidlerini sadece, Allah'a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler. (Tevbe, 18).
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (114)
Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, ahirette büyük azab da onlaradır. (Bakara, 2/114).

18 Aralık 2017 Pazartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Teslimiyet

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Teslimiyet, Allah’ın kamil iman sahiplerine bahşettiği çok önemli bir haslettir. Bu sırrı kavrayan müminler, karşılaştıkları her türlü zorluk ve sıkıntılı durumlarda bu hali yaratanın Allah olduğunun şuurunda olurlar. Dolayısıyla teslimiyet, onların azimlerini, şevk ve imanlarını ziyadeleştirir. Bu üstün ahlâkın en güzel örnekleri de şüphesiz insanların en üstünleri olan peygamberlerin hayatlarında görülür. Kur’ân-ı Kerîm buna şahitlik eder:
“Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahitler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin İlahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın İlahı olan tek bir İlaha ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi. (Bakara, 2/133).

13 Aralık 2017 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Kâbe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Sözlükte "dört köşeli veya küp şeklinde olmak" anlamındaki ka'b kökün­den gelen ka'be "küp şeklinde nesne" de­mektir. Kur'ân-ı Kerîm'de Kâbe adı iki defa geçmektedir:
“Ey İnananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kâbe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah Güçlü'dür, Öç alıcı'dır”. (Mâide, 5/95); “Allah, hürmetli ev Kâbe'yi, hürmetli ayı, kurbanı, boynu tasmalı kurbanlıkları insanların faydası için ortaya koydu. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi Bilen olduğunu bilmeniz içindir”. (Maide, 5/97).

Abbasilerin İlk Asrında Arap-Bizans İlişkileri

Prof. Dr. Adem APAK

GİRİŞ
Arap-Bizans münasebetlerinin geçmişi, esasında Romalılar döneminde M.Ö. IV ile M.S. 106 yılları arasında hüküm süren Nabâtî Krallığı’na kadar ulaşır. İslâmiyet’in zuhurundan sonra Hicazlı Araplar ile Bizans İmparatorluğu arasındaki resmî ilişkiler ise Hz. Peygamber’in (sav) dine davet mektuplarıyla başlatılır. Mûte savaşı, Bizans ile Müslümanların ilk önemli karşılaşması, aynı zamanda Hicaz Araplarının Yarımada dışını hedef alarak gerçekleştirdikleri ilk askerî faaliyet olmuştur. Hulefâ-i Râşidîn dönemi İslâm dininin Arap Yarımadası dışına hızla yayılmaya başladığı ve Bizans’ın uzun zamandır Sâsânîlere karşı korumak için mücadele verdiği toprakların, Müslümanların eline geçtiği dönemi temsil eder. Bizans bu süreçte meydana gelen fetih hareketlerine mukavemet gösterememiş ve kısa süre içinde Suriye ve Filistin’den çekilmek zorunda kalmıştır. Arap Bizans münasebetlerin en yoğun olduğu İslam tarihi dönemi ise Emevi asrıdır. Bizans ile yapılan savaşlarda Müslümanlar genelde taarruz eden, Bizanslılar ise savunmaya çekilen taraf konumunda olmuşlardır. Ancak bununla birlikte her iki devlet için de tam bir üstünlük gerçekleşmemiştir. Gerek Arapların gerekse Bizans’ın zaman zaman rakibine üstünlük sağladığı dönemler olmuş, ancak bu üstünlük uzun süre devam etmemiştir. Bunda her iki tarafın da kendi iç problemleri ve saltanat mücadeleleriyle baş etmek durumunda kalmalarının etkisi büyüktür. Bununla birlikte gerçekleştirilen savaşlar bir hâkimiyet mücadelesinden çok prestij sağlama ve kendi asıl bölgelerini koruma düşüncesiyle cereyan etmiştir. Bizans için öncelikli koruma alanı İstanbul, Emevîler için ise Şam toprakları olmuştur.

10 Aralık 2017 Pazar

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: İhlas ve Samimiyet

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Cemiyeti içinde çoğu zaman “iyi niyetli olamak” “kötü niyetli olmak”, “niyeti halis olmak”, “niyeti bozuk olmak” gibi deyimler duyarız. Bunlar yapılan işlerde niyetin önemini açıkça vurgulamaktadır. Niyetsiz, hedefsiz bir işin gerçekleşmesi mümkün değildir. İnsanlar iyi olsun kötü olsun her türlü işlerinde önce niyet ederler sonra da fiillerini gerçekleştirmeye girişirler. İbadetlerde de niyet gereklidir, gerek kalben gerekse dil ile olsun niyetsiz bir ibadetin yapılması mümkün değildir. Nitekim niyet namazın farzlarında biri kabul edilmiştir.
Allah da kullarından, yapmış oldukları işlerinde iyi niyeti, ihlası, içtenliği ve samimiyeti beklemekte, onlardan ibadetlerini halis niyetle yapmalarını istemektedir. Beyyine suresinde şöyle buyurulur:
“Onlar, dini Allah için halis kılarak batıl dinleri bırakıp tevhid dinine yönelmekle yalnız Allah’a ibadet etmek, namazı dürüst kılmak, zekat vermekle emrolunmuşlardır. İşte doğru din budur”. (Beyyine, 5)

5 Aralık 2017 Salı

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Hurafe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Hurafe akla ve gerçeğe aykırı dü­şen aldatıcı söz anlamına gelir. Bu nedenledir ki, masal, efsane gibi gerçek dışı olarak kabul edilen bilgi ve rivâyetlere hurafe denilmiştir. Ayrıca insanların oluşunu kavramada zorluk çektikleri sihir ve büyü ile ilgili görülen inançlar da genelde bu kelimeyle ifade edilir. Hurafe nevinden bilgi ve inanışların eskiden olduğu gibi günümüz insanları tarafından da ilgi ve alaka gördükleri bir gerçektir.
Genel olarak hurafe mantıkî ta­banı olmayan, gerçek hayatla ilişkisi bu­lunmayan inanç ve uygulamalar, iyilik ve­ya kötülük getirebileceğine inanılan, özellikle de akıl ve tecrübe yoluyla açıklanamayan durumlarda karşımıza çıkar. Bu kelimeye Kur’ân-ı Kerîm’de tesadüf edilmez. Ancak hurafe ile anlam yakınlığı bulunan uydurulmuş söz manasına gelen üstûre kelimesinin çoğulu esâtîr ifadesi bulunmaktadır. Mekke müşrikleri de, insanlar üzerinde etkili olmasını engellemek için Hz. Peygamber’i (sav) şairlik, sihirbazlık, büyücülükle nitelemişler, ona cinlerin, şeytanın musallat olduğu iftirasını atmışlar, kendilerine ulaştırılan âyetleri de büyü ve “Esâtiru’l-Evvelîn” (Eskilerin masalı) olarak vasıflandırmak suretiyle vahyin ilahi meşruiyetini şüpheli göstermeye çalışmışlardır. Kur’ân’da bu hususa şöyle işaret edilmektedir:

3 Aralık 2017 Pazar

Hulefa-yı Raşidîn Döneminin İslâm Tarihindeki Yeri ve Önemi İle İlgili Bir Giriş Denemesi

                                                             Prof. Dr. Mehmet Salih ARI

Hz. Peygamber’in vefatıyla İslâm tarihinde yeni ve önemli bir dönem başlamıştır. Müslümanlar Peygamber’den sonra ilk sınavlarını siyasî alanda vermek durumunda kalmışlardı. Müslümanların Peygamberi, Devlet başkanları ve Ordu komutanlığını şahsında toplamış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) vefat etmiş, müslümanlar lidersiz kalmıştı. O peygamberlerin sonuncusu olduğundan yeniden bir peygamber gelmeyecekti. Ne var ki geride bıraktığı İslam toplumu, lidersiz devleti daha ileri götüremeyeceği gibi, başsız bir devletin devamı da imkânsızdı. Bunun önemini kavrayan müslümanlar Saide oğulları çardağında toplanarak yeni liderlerini seçtiler ki bundan böyle “Müslümanların devlet başkanı” anlamına gelen hilafet gündeme geldi. Hz. Ebubekir İslam devletinin başına halife, yani devlet başkanı seçildi.

Yazarlar