Mardin Artukluları
Necmettin
İlgazi, Sultan Muhammet Tapar’ın Haçlılar’la mücadele için Musul ve civarına
vali olarak tayin ettiği Emir Çavlı ile birlikte Habur suyu civarında I.
Kılıçarslan’a karşı yapılan savaşa (1107) katıldı. Ardından müttefiki Çavlı ile
arası açılınca onun elinde bulunan Nusaybin’i ele geçirdi.(1107) Ancak Musul
valiliğinden azledilen Çavlı’nın sultana karşı ittifak teklifini de reddetti.
Bunun üzerine kendisine Irak Selçuklu Sultanı Sultan Mahmud tarafından 1108’de
Harran, 1111’de Meyyafarikin hediye edilmiştir.[1]
Musul bölgesi
valiliğine tayin edilen Emir Aksungur el-Porsuki’nin İlgazi’nin oğlu Ayaz’ı
hapsetmesi ve hakimiyeti altında olan Mardin yörelerine akınlarda bulunması
üzerine İlgazi, yeğenleri Belek b. Behram ve Davud ile birlikte harekete
geçerek Aksungur’u[2] 1116’da yenilgiye uğrattı[3] ve
Muhammet Tapar’ın kendisini cezalandıracağını bildiği için Suriye’ye gidip
Mevdud’un katlinden dolayı sultanla arası açık bulunan Dımaşk hakimi Atabeğ
Tuğtegin’le anlaştı. Antakya Haçlı prensi Roger ile de bir ittifak yaparak
asker toplamak maksadıyla Mardin’e giderken Humus Emiri Hayır Han (Kırhan) b.
Karaca tarafından bir baskınla yakalanıp 1115’de hapse atıldı. Fakat daha sonra
bazı şartlarla anlaşmaya varılması üzerine serbest bırakıldı.[4]
Halep Emiri
Emir Lü’lü’ün öldürülmesinden sonra 1117 tarihinde Haçlılar karşısında güç
durumdaki Halep ileri gelenlerinin daveti üzerine şehre gidip idareyi ele aldı.
Böylece Halep Selçuklu Melikliği de fiilen sona ermiş oldu.[5] 1122’de
öldüğünde buraya naib olarak bıraktığı yeğeni Süleyman b. Abdulcebbar’a kaldı.[6]
Haçlı
organizasyonları çok güçlü ve kalabalık bir şekilde doğuya doğru akmıştır.
Ancak bu seferlerin bölgeye aktığı dönem aynı zamanda Müslüman Türklerin de
aynı bölgeye göç ettikleri döneme rastlamaktadır. İşte bu dönemde Müslüman
Türkler bir anda haçlılarla mücadele görevi ile karşı karşıya gelmiş oldular.
Zaten şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; eğer bu dönemde Müslüman Türklerin
bölgeye göçleri olmasaydı, muhtemelen haçlılar Urfa’nın da ötesine geçecekler
ve Cezire Bölgesine hakim olacaklardı. Buna yetecek güce ve cesarete de
sahiptiler. İşte bu dönemde ortaya çıkan ve Haçlılarla mücadele bayrağını
taşımaya başlayan bu yeni güç, haçlılara nefes aldırmadı.
Selçukluların
Anadolu kolunu temsil eden Anadolu Selçukluları haçlı sürülerini Anadolu’da
eritirken, kalanlar da karşılarında bu mücadeleyi sürdüren önemli kişiler
buldular. Bunlardan ilki Necmettin İlgazi’dir. Daha sonra ise bu rolü Urfa’nın
fethiyle büyük ses getiren Nurettin Zengi üstlenecektir. Meselenin izahı
sadedinde dönemin şahitlerinden birinin ifadesine başvuralım. Dönemin
tarihçilerinden İbn Ezrak’ın belirttiği gibi; babaları ile birlikte Sökmen,
İlgazi ve yeğenleri Belek’in mücadelelerinden dolayı Haçlıların yanında önemli
itibarları vardı ve onlar üzerinde büyük bir korku salmışlardı.[7]
Necmettin
İlgazi, daha önceki dönemde Muhammet Tapar’a kırgınlığı sebebiyle onun emriyle
1111 tarihinde Haçlılar’a karşı teşkil edilen Selçuklu ordusuna bizzat
katılmayıp bir miktar kuvvetle oğlu Ayaz’ı göndermişti. Dört yıl sonra ise
Tuğtegin ve Toganarslan’la beraber 1115 tarihinde Halep bölgesindeki Tel
Danis’te Kudüs Kralı II. Baudouin ve diğer Haçlı prenslerinin kumandasındaki
büyük bir Haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirip geri çekilmek zorunda bıraktı.
İlgazi, Haçlılarla mücadele için Şam atabeği Tuğtegin’le bir anlaşma yaptıktan
sonra asker toplamak üzere Mardin’e gitti. Burada topladığı kuvvetlerle
Dilmaçoğulları Emiri Toğanaslan ve Munkızi Ailesi’nden Usame ile birleşip 40
bin kişi ile Telifrin vadisinde 1119 tarihinde Antakya prensi Roger’le yaptığı
savaşta Haçlıları büyük bir yenilgiye uğratıp Haçlı ordusunu imha etti ve
Roger’i öldürdü.[8]
Üsame b. Munkız’ın Kitabu’l-İtibar’daki ifadesine göre; 40 bin kişilik Haçlı
ordusundan 20 kişi Antakya’ya dönebilmişti.[9]
Franklar bu savaşa “Kanlı Meydan” diyorlardı.[10]
Haçlılara böyle
önemli bir darbe indirmesi, İslam Dünyasında büyük bir sevinçle karşılandı.
Abbasi Halifesi Müsterşid-Billâh Necmettin İlgazi’ye hil’at ve değerli
hediyeler gönderdi. [11]
Şairler de onu öven şiirler söylediler. Bu zaferden sonra İlgazi, Doğu Akdeniz’e
kadar olan Kuzey Suriye’yi kontrolü altına aldı. Tuğtegin’le birlikte
Haçlıların elinde bulunan İm ve Zerdena kalelerini fethetti. Bu dönemde
Nusaybin’i de aldı.[12]
Bunu takip eden günlerde Haçlılara kesin bir darbe indirmek maksadıyla
Türkmenlerin yoğun bir şekilde yerleştiği Güneydoğu Anadolu bölgesinden
topladığı kuvvetlerle Fırat’ı geçip Tel Başir’den Keysün’a kadar olan Haçlı
topraklarını ele geçirdi. Azaz Kalesi’ni kuşatıp kendisine katılan Tuğtegin ile
birlikte 1120 tarihinde Kudüs Kralı II. Baudouin ve Urfa Kontu Joscelin de
Courtenay’a karşı başarılı mücadelelerde bulundu. Daha sonra Halep’e gelen
İlgazi, Haçlılarla yeniden mücadele için asker toplamak üzere yerine oğlu
Şemsüddevle Süleyman’ı naib olarak bırakıp Mardin’e gitti. Bu dönemde aynı
zamanda bölgede halk için rahatlıklar sağlıyor ve halkı bezdiren pazar
vergilerini kaldırıyordu.[13]
Irak Selçuklu
Sultanı Mahmud b. Muhammed Tapar, Gürcü Kralı II. David’in ağır baskı ve
takibatına maruz kalan Tiflis ve yöresindeki Müslüman halkın yardım talebi
üzerine Türk emirlerinin katıldığı bir ordu oluşturulmasını emretti ve 1121’de
o dönemin başarılı kişisi Necmettin İlgazi’yi de ordunun başına görevlendirdi.
İlgazi, hemen harekete geçip henüz yardımcı kuvvetler kendisine erişmeden Tiflis’e
yöneldi. Ancak dağ geçitleri arasında Kıpçaklar’dan da destek alan Gürcülerin
ani baskınına uğradı.[14]
Büyük bir bozgun yaşayan İlgazi, yenilgiden sonra[15]
Mardin’e döndü.[16]
Oğlu Süleyman’ın kendisine isyan ederek idaresini ele geçirdiği Halep’e gidip yeğeni
Bedrüddevle Süleyman’ı şehrin yöneticiliğine tayin etti. Daha sonra Haçlılar’la
mücadele için tekrar asker toplamak amacıyla Mardin’e döndü.
İlgazi, 1122’de
yeğeni Belek b. Behram ile Güneydoğu Anadolu’dan sağladığı kuvvetlerle yeniden
Suriye’ye yöneldi. Kendisine katılan Tuğteginle birlikte Haçlı işgaline uğrayan
Zerdena Kalesini kuşattı. Ancak, bu sırada hastalandı. Haleb’e gidip tedavi
olduktan sonra Mardin’e döndü. Oradan Meyyafarikin’e giderken Evseluhin’de
1122’de yolda vefat etti.[17]
Naaşı geçici olarak Meyyafarikin’de Sindeli denilen yere gömüldü. Bir süre
sonra Mescidü’l-Emir’de Kubbetü’s-Sultan’ın kuzey tarafındaki türbesine
nakledildi.[18]
Urfalı Mateos’un onun Halep’te ölüp naşının Harran’a oradan da Meyyafarikin’e
nakledildiğine dair bilgisi yanlış bir bilgidir.[19] 1143 tarihinde oğlu Hüsamettin Timurtaş
babasının kabrini Mardin Kalesindeki Mescid-i Hıdır’daki şehitliğe nakletti.[20]
[1]
İbnü’l-Esir, X, 592.
[2]
İbnü’l-Esir, X, 501.
[3]
İbnü’l-Ezrak, Mervani Kürtler Tarihi, 239.
[4]
Farklı bilgiler için bkz. İbnu’l-Ezrak, 32.
[6]
İbn Adim, 123.
[7]
İbnu’l-Ezrak, 122.
[8]
İbnü’l-Esir, X, 555.
[9]
Üsame b. Munkiz, İbretler Kitabı, Çev; Yusuf Ziya Cömert, İstanbul, 1992,
165.
[10]
Hüseyin Kayhan, “Haçlılar Karşısında Artuklular”, I. Uluslararası Mardin
Sempozyumu, İstanbul, 2006, 54.
[11]
İbnü’l-Esir, X, 567.
[12]
İbnu’l-Ezrak, 32-33.
[13]
Azimî, 43.
[14]
İbn Adim, 145.
[15]
İbn Şeddad, III, 431.
[16]
İbnü’l-Esir, X, 567.
[17]
İbnü’l-Esir, X, 604.
[18]
İbnu’l-Ezrak, 38; İbn Şeddad, III, 433.
[19]
Urfalı Mateos, 272.
[20]
İbnu’l-Ezrak, 52.
0 yorum:
Yorum Gönder