13 Aralık 2017 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Kâbe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Sözlükte "dört köşeli veya küp şeklinde olmak" anlamındaki ka'b kökün­den gelen ka'be "küp şeklinde nesne" de­mektir. Kur'ân-ı Kerîm'de Kâbe adı iki defa geçmektedir:
“Ey İnananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kâbe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah Güçlü'dür, Öç alıcı'dır”. (Mâide, 5/95); “Allah, hürmetli ev Kâbe'yi, hürmetli ayı, kurbanı, boynu tasmalı kurbanlıkları insanların faydası için ortaya koydu. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi Bilen olduğunu bilmeniz içindir”. (Maide, 5/97).

Burada geçen isminin yanı sıra Kur’ân’ın diğer surelerinde Kâbe’ye Beyt,  Beytullah, el-Beytü'l-Atîk, Beytü'1-harâm, el-Beytül-muharrem, el-Mescidü'l-harâm el-Beytü'l-ma'mûr el-Meş'arü'1-harâm, Beniyye, Devvâre, Kâdis, Kıb­le, Hamsa, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir.
Kâbe'nin ilk defa ne zaman ve kimin ta­rafından yapıldığı hususunda kaynaklarda ihtilâf var­dır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu bahiste şu âyetler bulunmaktadır:
"Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı ola­rak insanlar için kurulan ilk ev -mâbed-Mekke'deki -Kâbe'dir (Âl-i İmrân 3/96); "Biz beyti insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamını namaz yeri edinin. Biz İbrahim ve İsmail'e, "Tavaf eden, ibadete kapanan, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun' diye emretmiştik. İbrahim, 'Rabbim, burayı emin bir şehir yap! Halkın­dan Allah'a ve âhiret gününe iman eden­leri çeşitli meyvelerle rızıklandır' dediğin­de -Allah-, "Kim inkâr ederse onu kısa bir süre -dünyada- faydalandırır, sonra da ce­hennem azabına sürüklerim. O ne kötü bir akıbettir!' demişti. Bir zamanlar İb­rahim İsmail ile beraber evin temellerini yükseltirken, 'Ey rabbimiz, bizden kabul buyur! Şüphesiz sen işitensin, bilensin, demişlerdi" (Bakara 2/125-127); "Bir za­manlar İbrahim'e beytin yerini göstermiş -ve şöyle demiştik-: Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf eden, kıyamda bulunan, rü­kû ve secde edenlere evimi temiz tut" (Hac 22/26); "İnsanlar arasında haccı ilân et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yol ve diyarlardan yorgun argın ge­len, zayıf develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları müşahede etmeleri, Allah'ın kendilerine rızik olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler­de Allah'ın ismini anmaları -kurban kes­meleri- için sana -Kâbe'ye- gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de fakir ve yoksullara yedirin. Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve eski evi tavaf etsinler. Kim Allah'ın yasakları­na saygı gösterirse bu, rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır" (Hac 22/ 27-29).
Burada sıralanan âyetlerden Kâbe'nin Hz. İbra­him'den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbra­him'den önce kimin tarafından inşa edil­diği hususunda Kur'an'da herhangi bir bilgi yoktur. Bununla birlikte bazı kaynak­larda ilk yapanların Hz. Âdem yahut oğlu Şît, hatta onlardan daha önce melekler olduğuna dair birçoğu mübalağa ve efsane unsurlarıyla süslü, bir kısmı da sembolik anlamlar taşıyan rivayetler yer almaktadır.
Kâbe'yi ziyaret, Hz. İbrahim zamanın­dan Arabistan’da özellikle de Mekke’de putperestliğin yayılışına kadar tevhid esaslarına uygun olarak sürdürülmüştür. Hz. İbrahim’den sonra Hz. İsmail, Kâbe ve hac hizmetlerini yürüttü. Kendisinden sonra bu görevi on iki oğlundan biri olan Nabit b. İsmail yerine getirdi. (Buhârî, Ehâdîsü’l-Enbiyâ 9).
Huzâalılar dönemi Mekke’sinde şüphesiz en önemli değişiklik, Kâbe’ye putların sokulması olmuştur. Kaynaklarda bunu gerçekleştiren kişi olarak Huzâalılar’ın reisi Amr b. Luhay gösterilir. Rivayete göre Amr, ticaret amacıyla gittiği Şam bölgesinde yaşayan Amalikalıların putlara taptıklarını gördüğünde, niçin böyle yaptıklarını sormuş, onlar putlardan yardım istediklerinini onların da kendilerine yardım ettiklerini cevabını vermişlerdir. Bunun üzerine Amr, oradan aldığı Hübel isimli putu Kâbe’ye getirip halkından buna tapınmalarını istemiştir. Onun Mekke’de başlattığı putperestlik hareketi, Kâbe’nin başka putlarla doldurulmasının ilk adımı olmuştur. (Buhârî, Menâkıb 9).
Mekke'de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kâbe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı adeta bir puthâneye çevirdiler; ayrıca zaman içerisinde tavafı çıplak yap­maya başladılar. Hz. İbrahim'in dinine bağlı Hanîfler gibi birçok kişi ise Kâbe'yi putperest anlayışın dışında ziyarete de­vam etti. Mekke müşrikleri Kâbe'yi ve etrafını putlarla doldurmalarına rağmen hiçbir zaman onu bu putlara nispet et­memişler, daima Beytullah olarak gör­müşlerdir. Fakat kendilerini Allah'a yak­laştırdığına inandıkları putlara kurban ke­sip dua etmekten de vazgeçmemişlerdir. Müşrikler bir yandan da Kâbe'nin imarına çalışır ve hacılara ücretsiz olarak su ve yemek dağıtırlardı.[1]
Kureyşliler'e itibar ve ticarî avantaj sağ­layan Kâbe kıskançlık ve düşmanlıkların da odak noktası olmuş, Habeşistan'ın Ye­men valisi Ebrehe Mekke'yi ele geçirip burayı yıkmak istedi. Fakat hedefini gerçekleştiremeden geriye döndü. (Fîl, 105/1-5).
Hz. Muhammed (sav) 35 yaşında iken, Mekkeliler yıkılmaya yüz tutan ve seller sebebiyle büyük tahribata uğrayan Kâbe’yi yeniden yapmaya ve tavanını yükseltmeye karar verdiler. Bunun için Cidde kıyılarında fırtınaya yakalanıp karaya vuran bir geminin kerestelerini satın aldılar. Mekke‘de bulunan Kıptî bir marangozun yardımıyla Kâbe’yi yeniden inşaya başladılar. İnşa esnasında Hz. Peygamber (sav) amcası Abbâs ile birlikte taş taşımıştır. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 25).
Mekke’de bütün kabilelerin ortak katılımıyla gerçekleşen inşa faaliyeti Hacerü’l-Esved’in yerine konulması aşamasına gelince durdu. Zira kabilelerden her biri bu görevi kendilerinin yerine getirmesi gerektiğini düşünüyordu. Anlaşmazlık neredeyse bir çatışmaya dönüşmek üzereydi. Neticede Kureyş’in en yaşlılarından olan Mahzûm kabilesi reislerinden Ebû Ümeyye b. Muğîre, Bâbü’ş-Şeybe (Bâbüsselâm) kapısından ilk giren kişinin hakemliğine başvurulmasını teklif etti. Onun görüşünün kabul edilmesiyle gelecek şahıs beklenmeye başlandı. Sonunda kapıdan Hz. Peygamber’in (sav) girdiğini görünce oradakilerden her biri onun Emin kişi olduğunu ifade ederek hakemliğine razı olacaklarını açıkladılar. Yanlarına gelince meseleyi kendisine aktardılar. Teklifi kabul eden Rasûl-i Ekrem (sav) sırtındaki abasını çıkarıp yere serdi, ardından Hacerü’l-Esved’i elleriyle örtünün üzerine yerleştirdi. Daha sonra her kabileden bir kişinin abanın ucundan tutmasını ve taşın konulacağı yere kadar birlikte götürülmesini istedi. Yerine ulaştırıldığında Hacerü’l-Esved’i elleriyle yerleştirdi. Bunun ardından Kâbe’nin inşasına kaldığı yerden devam edildi.[2]
Mekke Müslümanların kontrolüne geçtikten sonra Hz. Peygamber (sav) Kâbe’ye giderek ilk tavafını gerçekleştirdi. Adından “Hak geldi batıl zâil oldu, Muhakkak ki batıl zâil olucudur.” (İsrâ, 15/81) âyetini okuyarak içeride bulunan bütün putları parçaladı. Allah Rasûlü (sav) diğer taraftan ashâbına Kâbe’deki resimlerin de silinmesini emretti. Bu faaliyetlerin tamamlanmasından sonra Bilal-i Habeşî’ye işaret ederek Kâbe üzerinde ezan okumasını istedi.( Buhârî, Mezâlim ve’l-Ğasb 32, Meğâzî 48, 49) Böylece Kâbe uzun zaman sonra yeniden Tevhid inancının merkezi haline gelmiş oldu. Rasûlüllah (sav) daha sonra Kâbe etrafında toplanmış olan insanlara şu veciz hitabesini sundu:
“Allahtan başka ilah yoktur. O’nun eşi ve ortağı yoktur. Allah vaadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. İyi biliniz ki bütün câhiliyye adetleri, bütün mal ve kan davaları ayağımın altındadır. Sadece Kâbe hizmeti (hicâbe) ve hacılara su dağıtılması (sikâye) bunun dışındadır. Ey Kureyşliler, Allah sizden câhiliyye gururunu, soyla, babayla övünmeyi gidermiştir. Bütün insanlar Âdem‘den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.”[3]






[1]         İbn Hişâm, es-Sîre, I, 137; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 70.
[2]         İbn Hişâm, es-Sîre, I, 204-211; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 145-146.
[3]         Vâkıdî, Meğâzî, 2:  835-837; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 54-55, 59; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 136-137, 143.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar