5 Aralık 2017 Salı

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Hurafe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Hurafe akla ve gerçeğe aykırı dü­şen aldatıcı söz anlamına gelir. Bu nedenledir ki, masal, efsane gibi gerçek dışı olarak kabul edilen bilgi ve rivâyetlere hurafe denilmiştir. Ayrıca insanların oluşunu kavramada zorluk çektikleri sihir ve büyü ile ilgili görülen inançlar da genelde bu kelimeyle ifade edilir. Hurafe nevinden bilgi ve inanışların eskiden olduğu gibi günümüz insanları tarafından da ilgi ve alaka gördükleri bir gerçektir.
Genel olarak hurafe mantıkî ta­banı olmayan, gerçek hayatla ilişkisi bu­lunmayan inanç ve uygulamalar, iyilik ve­ya kötülük getirebileceğine inanılan, özellikle de akıl ve tecrübe yoluyla açıklanamayan durumlarda karşımıza çıkar. Bu kelimeye Kur’ân-ı Kerîm’de tesadüf edilmez. Ancak hurafe ile anlam yakınlığı bulunan uydurulmuş söz manasına gelen üstûre kelimesinin çoğulu esâtîr ifadesi bulunmaktadır. Mekke müşrikleri de, insanlar üzerinde etkili olmasını engellemek için Hz. Peygamber’i (sav) şairlik, sihirbazlık, büyücülükle nitelemişler, ona cinlerin, şeytanın musallat olduğu iftirasını atmışlar, kendilerine ulaştırılan âyetleri de büyü ve “Esâtiru’l-Evvelîn” (Eskilerin masalı) olarak vasıflandırmak suretiyle vahyin ilahi meşruiyetini şüpheli göstermeye çalışmışlardır. Kur’ân’da bu hususa şöyle işaret edilmektedir:

“Ey Muhammed! Eğer sana kağıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı, yine onu inkar edenler, “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir” diyeceklerdi. (En‘âm, 6/7). “Bu Kur’ân, başkalarından yazıp aldığı öncekilere ait efsanelerdir. Bunlar ona sabah akşam okunmaktadır” dediler. (Furkân, 25/5).
Hz. Peygamber’in (sav) kendilerine tebliğ ettiği ilahi emirleri eskilerden gelen asılsız hurafeler olarak niteleyen Mekke müşrik ileri gelenlerinden Nadr b. Hâris, Mekke’den Irak bölgesinden bulunan Hire’ye kadar gitmiş, orada halkın dilinde dolaşan eski İran krallarının hikayelerini öğrenmiş, Allah Rasûlü’nün (sav) İslâm dinini tebliğ ettiği insanlara giderek onlara anlatılanların eskilerin masallarından başka bir şey olmadığını, halbuki kendisinin ondan daha güzel söyler, hikayeler bildiğini iddia etmiş ve Hire’de duyduklarını aktarmıştır. Nadr zaman zaman da “Allah’ın indirdiği âyetler gibi ben de indirebilirim. Muhammed’in sözleri niçin benim sözlerimden güzel olsun” demek suretiyle insanları Rasûl-i Ekrem’in (sav) çağrısından uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bütün bunlara karşılık Hz. Peygamber (sav) sabırla ve ısrarla gerek Nadr’a gerekse, diğer müşriklere anlattıklarının uydurulmuş rivâyetler, hurafeler değil, bizzat Allah’ın insanlara iletilmek üzere bildirdiği ilahi hükümler olduğunu, asıl kendilerinin hurafeler uydurduklarını söylemeye devam etmiştir.
Hz. Peygamber (sav) hurafelere karşı mücadelesini sadece Mekke döneminde müşriklere karşı değil, Medine döneminde Müslümanlar arasında da sürdürmüştür. Gerçekten de Cahiliye döneminden kalan pek çok yanlış bilgi ve inançları insanların zihinlerinden atmak tamamen mümkün olmamıştır. Bu sebeple o, insanları akletmeye, düşünmeye, tefekküre çağıran âyetlerden yola çıkarak onları dinen, aklen ve adeten mümkün olmayan bilgi ve inançlardan uzaklaştırmaya çalışmıştır. (Bakara, 2/44, 73,75, 76: Âl-i İmrân, 3/65, 118; Mâide, 5/58, 100; En‘âm, 6/32, 126, 151; Yûnus, 10/16, 42, 100 vb.). Ancak bu kolay mümkün olmamış, İslâm dininin ana kaynağı olan Kur'ân’ın bizzat Hz. Peygamber (sav) tarafında yazılı bir metin haline getirilmiş, hadisler Müslümanlara yol göstermeye devam etmiş olmasına rağmen, bir takım yanlış inançlar Müslümanların düşüncelerinde kalmaya devam etmiştir. Bunun çeşitli sebeplerinden bahsedilebilir. Her şeyden önce insanlar, izah edilemeyen olaylarla karşı karşıya kaldıklarında bunları olağanüstü sebeplerle açıklamayı adet edinmişler, en azından buna meyilli olmuşlardır. Bilhassa bilgi ve anlayış seviyesi düşük ve soyut düşünme kabiliyeti gelişmemiş insan ve toplumlar için bu daha da yaygın bir durumdur. Ayrıca insanların önceki inançlarını zihinlerinden kolayca silemedikleri de bir gerçektir. Bu nedenledir ki, daha önce hurafe kabilinden de olsa belli inanç esaslarını benimsemiş olanlar, İslâm dinine dahil olduklarından sonra da eski itikatlarından bazılarını ister istemez sürdürmüşler, akla ve dine dayanmayan bilgilerle amel etmeye devam etmişlerdir.
Hurafe kültürünün yayılmasında birinci derecedeki etken halkın bilgi düzeyinin düşük olmasıdır. Bu nedenledir ki, Allah Rasûlü (sav) ümmetinin bilgi ve kültür seviyesinin yükseltilmesi için her türlü önlemi almış, gerek Mekke, gerekse Medine döneminde ashabını yanlış inanç ve hurafeler konusunda sürekli olarak uyarmış, onların batıl düşünce ve davranışa yönelmemeleri konusunda azami gayret göstermiştir. Mesela, o, gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini, insana düşenin bulunduğu zamanın şartlarını değerlendirmek olduğunu ve insan için ancak yaptığının karşılığının verileceğini ifade etmiş, büyü, sihir, falcılık gibi gayr-i dinî ve aklî yollara tevessülün yanlış ve haram olduğunu açıklamıştır. Hatta bu tür faaliyetlerle iştigal etmenin Allah'a eş koşmak ve onun elçisinin getirdiklerini inkar etmek anlamlarına geleceğini bildirilmiştir. (Müslim, Selâm, 122, 125). Rasûlüllah (sav) ayrıca İslâm'da uğursuzluk telakki­sinin bulunmadığı, uğursuzluğa inanma­nın kişiyi yöne şirke düşürebileceğini haber vermiştir. (Buhârî, Tıb, 19, Müslim, Selâm, 102-109, Mesâcid, 33)
Hz. Peygamber (sav) insanların gökyüzü hadiseleriyle dünyadaki bütün olaylar arasında birebir irtibat kurmalarını da hurafe olarak kabul etmiştir. Bunların Allah’ın koyduğu “Sünnetullah” denilen ilahi kanunlar gereği gerçekleştiğini açıklamış, dolayısıyla bunlardan başka manalar çıkarmanın yanlışlığına işaret etmiştir.
İbn Sa‘d’ın rivâyetine göre Hz. Peygamber’in (sav) oğlu İbrahim’in öldüğü gün Güneş tutulmuştu.  İnsanlardan bazıları bu hadisenin İbrahim’in ölümüyle irtibatlı olduğunu söylemeye başladıklarında Rasûlüllah (sav) onları şu sözleriyle uyarmıştır:
“Ey insanlar, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Bir kişinin doğması veya ölmesiyle tutulmazlar. Sizler böyle bir hadiseyle karşı karşıya geldiğinizde camilere gidip ibadet ediniz”. (Buhari, Kusuf 1, 15, 17; Müslim, Kusuf, 10).
Hz. Peygamber (sav) bu ifadeleriyle dinen, aklen ve ilmen gerçekliği şüpheli olan inanç ve davranışları aslı olmayan hurafeler olarak belirlemiş ve bunların peşine düşülmemesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Müslümanlar’a düşen de Rasûl-i Ekrem’in (sav) bu tavsiyesi doğrultusunda davranmak olmalıdır.
(Bu konuda bk. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhafîz Şelebi), I-IV, Beyrut ts. I, 321, 384-385; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru’s-Sâdır), I, 142; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem 1963I, 139-140; Hurafe, DİA, Ali Murat Yel-Yusuf Şevki Yavuz, XVIII, 381-384)





0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar