Ebu’l-Beşer
el-Ebyazi
Hurafe akla
ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz anlamına gelir. Bu nedenledir ki, masal,
efsane gibi gerçek dışı olarak kabul edilen bilgi ve rivâyetlere hurafe denilmiştir.
Ayrıca insanların oluşunu kavramada zorluk çektikleri sihir ve büyü ile ilgili
görülen inançlar da genelde bu kelimeyle ifade edilir. Hurafe nevinden bilgi ve
inanışların eskiden olduğu gibi günümüz insanları tarafından da ilgi ve alaka
gördükleri bir gerçektir.
Genel
olarak hurafe mantıkî tabanı olmayan, gerçek
hayatla ilişkisi bulunmayan inanç ve
uygulamalar, iyilik veya kötülük
getirebileceğine inanılan, özellikle de akıl ve tecrübe yoluyla açıklanamayan
durumlarda karşımıza çıkar. Bu kelimeye Kur’ân-ı Kerîm’de tesadüf
edilmez. Ancak hurafe ile anlam yakınlığı bulunan uydurulmuş söz manasına gelen
üstûre kelimesinin çoğulu
esâtîr ifadesi bulunmaktadır. Mekke müşrikleri de, insanlar
üzerinde etkili olmasını engellemek için Hz. Peygamber’i (sav) şairlik,
sihirbazlık, büyücülükle nitelemişler, ona cinlerin, şeytanın musallat olduğu
iftirasını atmışlar, kendilerine ulaştırılan âyetleri de büyü ve “Esâtiru’l-Evvelîn”
(Eskilerin masalı) olarak vasıflandırmak suretiyle vahyin ilahi meşruiyetini
şüpheli göstermeye çalışmışlardır. Kur’ân’da bu hususa şöyle işaret
edilmektedir:
“Ey
Muhammed! Eğer sana kağıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona
dokunsalardı, yine onu inkar edenler, “Bu apaçık büyüden başka bir şey
değildir” diyeceklerdi.
(En‘âm, 6/7). “Bu Kur’ân, başkalarından yazıp aldığı öncekilere ait
efsanelerdir. Bunlar ona sabah akşam okunmaktadır” dediler. (Furkân, 25/5).
Hz.
Peygamber’in (sav) kendilerine tebliğ ettiği ilahi emirleri eskilerden gelen asılsız
hurafeler olarak niteleyen Mekke müşrik ileri gelenlerinden Nadr b. Hâris,
Mekke’den Irak bölgesinden bulunan Hire’ye kadar gitmiş, orada halkın dilinde dolaşan
eski İran krallarının hikayelerini öğrenmiş, Allah Rasûlü’nün (sav) İslâm
dinini tebliğ ettiği insanlara giderek onlara anlatılanların eskilerin
masallarından başka bir şey olmadığını, halbuki kendisinin ondan daha güzel söyler,
hikayeler bildiğini iddia etmiş ve Hire’de duyduklarını aktarmıştır. Nadr zaman
zaman da “Allah’ın indirdiği âyetler gibi ben de indirebilirim. Muhammed’in
sözleri niçin benim sözlerimden güzel olsun” demek suretiyle insanları Rasûl-i
Ekrem’in (sav) çağrısından uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bütün bunlara karşılık Hz.
Peygamber (sav) sabırla ve ısrarla gerek Nadr’a gerekse, diğer müşriklere
anlattıklarının uydurulmuş rivâyetler, hurafeler değil, bizzat Allah’ın insanlara
iletilmek üzere bildirdiği ilahi hükümler olduğunu, asıl kendilerinin hurafeler
uydurduklarını söylemeye devam etmiştir.
Hz. Peygamber
(sav) hurafelere karşı mücadelesini sadece Mekke döneminde müşriklere karşı
değil, Medine döneminde Müslümanlar arasında da sürdürmüştür. Gerçekten de Cahiliye
döneminden kalan pek çok yanlış bilgi ve inançları insanların zihinlerinden
atmak tamamen mümkün olmamıştır. Bu sebeple o, insanları akletmeye, düşünmeye,
tefekküre çağıran âyetlerden yola çıkarak onları dinen, aklen ve adeten mümkün
olmayan bilgi ve inançlardan uzaklaştırmaya çalışmıştır. (Bakara, 2/44, 73,75,
76: Âl-i İmrân, 3/65, 118; Mâide, 5/58, 100; En‘âm, 6/32, 126, 151; Yûnus,
10/16, 42, 100 vb.). Ancak bu kolay mümkün olmamış, İslâm
dininin ana kaynağı olan Kur'ân’ın bizzat Hz. Peygamber (sav) tarafında yazılı bir metin haline getirilmiş, hadisler
Müslümanlara yol göstermeye devam etmiş olmasına rağmen, bir takım yanlış
inançlar Müslümanların düşüncelerinde kalmaya devam etmiştir. Bunun çeşitli
sebeplerinden bahsedilebilir. Her şeyden önce insanlar, izah edilemeyen
olaylarla karşı karşıya kaldıklarında bunları olağanüstü sebeplerle açıklamayı
adet edinmişler, en azından buna meyilli olmuşlardır. Bilhassa bilgi ve anlayış
seviyesi düşük ve soyut düşünme kabiliyeti gelişmemiş insan ve toplumlar için
bu daha da yaygın bir durumdur. Ayrıca insanların önceki inançlarını zihinlerinden kolayca silemedikleri
de bir gerçektir. Bu nedenledir ki, daha önce hurafe kabilinden de olsa belli
inanç esaslarını benimsemiş olanlar, İslâm dinine dahil olduklarından sonra da eski
itikatlarından bazılarını ister istemez sürdürmüşler, akla ve dine dayanmayan
bilgilerle amel etmeye devam etmişlerdir.
Hurafe kültürünün yayılmasında birinci derecedeki etken
halkın bilgi düzeyinin düşük olmasıdır. Bu nedenledir ki, Allah Rasûlü (sav) ümmetinin
bilgi ve kültür seviyesinin yükseltilmesi için her türlü önlemi almış, gerek Mekke, gerekse
Medine döneminde ashabını yanlış inanç ve hurafeler konusunda sürekli olarak uyarmış,
onların batıl düşünce ve davranışa yönelmemeleri konusunda azami gayret
göstermiştir. Mesela, o, gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini, insana
düşenin bulunduğu zamanın şartlarını değerlendirmek olduğunu ve insan için
ancak yaptığının karşılığının verileceğini ifade etmiş, büyü, sihir, falcılık
gibi gayr-i dinî ve aklî yollara tevessülün yanlış ve haram olduğunu
açıklamıştır. Hatta bu tür faaliyetlerle iştigal etmenin Allah'a eş koşmak ve onun elçisinin getirdiklerini
inkar etmek anlamlarına geleceğini bildirilmiştir.
(Müslim, Selâm, 122, 125). Rasûlüllah (sav) ayrıca İslâm'da uğursuzluk
telakkisinin bulunmadığı, uğursuzluğa inanmanın
kişiyi yöne şirke düşürebileceğini haber vermiştir. (Buhârî, Tıb, 19, Müslim,
Selâm, 102-109, Mesâcid, 33)
Hz.
Peygamber (sav) insanların gökyüzü hadiseleriyle dünyadaki bütün olaylar
arasında birebir irtibat kurmalarını da hurafe olarak kabul etmiştir. Bunların
Allah’ın koyduğu “Sünnetullah” denilen ilahi kanunlar gereği gerçekleştiğini
açıklamış, dolayısıyla bunlardan başka manalar çıkarmanın yanlışlığına işaret
etmiştir.
İbn Sa‘d’ın
rivâyetine göre Hz. Peygamber’in (sav) oğlu İbrahim’in öldüğü gün Güneş
tutulmuştu. İnsanlardan bazıları bu
hadisenin İbrahim’in ölümüyle irtibatlı olduğunu söylemeye başladıklarında Rasûlüllah
(sav) onları şu sözleriyle uyarmıştır:
“Ey
insanlar, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Bir kişinin doğması
veya ölmesiyle tutulmazlar. Sizler böyle bir hadiseyle karşı karşıya
geldiğinizde camilere gidip ibadet ediniz”. (Buhari, Kusuf 1, 15, 17; Müslim, Kusuf, 10).
Hz.
Peygamber (sav) bu ifadeleriyle dinen, aklen ve ilmen gerçekliği şüpheli olan
inanç ve davranışları aslı olmayan hurafeler olarak belirlemiş ve bunların
peşine düşülmemesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Müslümanlar’a düşen de Rasûl-i
Ekrem’in (sav) bu tavsiyesi doğrultusunda davranmak olmalıdır.
(Bu konuda
bk. (İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk.
Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhafîz Şelebi), I-IV, Beyrut ts.
I, 321, 384-385; İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru’s-Sâdır), I, 142;
Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, (thk.
Muhammed Hamidullah), Jerusalem 1963I, 139-140; Hurafe, DİA, Ali Murat Yel-Yusuf Şevki
Yavuz, XVIII, 381-384)
0 yorum:
Yorum Gönder