13 Aralık 2017 Çarşamba

Abbasilerin İlk Asrında Arap-Bizans İlişkileri

Prof. Dr. Adem APAK

GİRİŞ
Arap-Bizans münasebetlerinin geçmişi, esasında Romalılar döneminde M.Ö. IV ile M.S. 106 yılları arasında hüküm süren Nabâtî Krallığı’na kadar ulaşır. İslâmiyet’in zuhurundan sonra Hicazlı Araplar ile Bizans İmparatorluğu arasındaki resmî ilişkiler ise Hz. Peygamber’in (sav) dine davet mektuplarıyla başlatılır. Mûte savaşı, Bizans ile Müslümanların ilk önemli karşılaşması, aynı zamanda Hicaz Araplarının Yarımada dışını hedef alarak gerçekleştirdikleri ilk askerî faaliyet olmuştur. Hulefâ-i Râşidîn dönemi İslâm dininin Arap Yarımadası dışına hızla yayılmaya başladığı ve Bizans’ın uzun zamandır Sâsânîlere karşı korumak için mücadele verdiği toprakların, Müslümanların eline geçtiği dönemi temsil eder. Bizans bu süreçte meydana gelen fetih hareketlerine mukavemet gösterememiş ve kısa süre içinde Suriye ve Filistin’den çekilmek zorunda kalmıştır. Arap Bizans münasebetlerin en yoğun olduğu İslam tarihi dönemi ise Emevi asrıdır. Bizans ile yapılan savaşlarda Müslümanlar genelde taarruz eden, Bizanslılar ise savunmaya çekilen taraf konumunda olmuşlardır. Ancak bununla birlikte her iki devlet için de tam bir üstünlük gerçekleşmemiştir. Gerek Arapların gerekse Bizans’ın zaman zaman rakibine üstünlük sağladığı dönemler olmuş, ancak bu üstünlük uzun süre devam etmemiştir. Bunda her iki tarafın da kendi iç problemleri ve saltanat mücadeleleriyle baş etmek durumunda kalmalarının etkisi büyüktür. Bununla birlikte gerçekleştirilen savaşlar bir hâkimiyet mücadelesinden çok prestij sağlama ve kendi asıl bölgelerini koruma düşüncesiyle cereyan etmiştir. Bizans için öncelikli koruma alanı İstanbul, Emevîler için ise Şam toprakları olmuştur.

Hişam b. Abdülmelik’ten sonra Anadolu’da Arap-Bizans mücadelesi duraklama dönemine girmiştir. Zira Emevîler bu tarihten itibaren sürekli olarak iç problemlerle ilgilenmek zorunda kalmışlardır. Bu nedenle Arapların Anadolu seferleri gündemden düşmüştür. Bu devletin yıkılmasından sonra da Anadolu üzerinde nüfuz mücadelesi Bizans ile Abbâsîler arasında gerçekleşmiştir. Ancak başkentlerini daha doğuya taşımaları sebebiyle Abbâsîler’in Bizans ile mücadelesi ancak asgarî düzeyde gerçekleşmiştir. Bunun sebebi ise iki tarafın da birtakım iç problemlerle meşgul olma­larıdır. Bilindiği gibi bu dönemde yıllarca devam eden mücadeleler so­nunda İslâm devletinde önemli bir iktidar değişikliği olmuş ve yönetim Emevî ailesinden Ab­bâsîlerin eline geçmişti. Bunun bir neticesi olarak İslâm devletinin baş­kenti, Dımaşk'tan Bağdat'a nakledilince güç merkezi Suriye'den Irak'a doğru kaymıştır.
ABBASİLER DÖNEMİNDE ARAP-BİZANS İLİŞKİLERİ
Emevilerle mukayese edildiğinde daha düşük seviyede olsa da İlk Asır Abbasi halifeleri Bizans ile siyasi, askeri ve diplomatik ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Ebu'l-Abbas dönemi, Abbasî İmparatorluğu’nun ku­ruluşunun gerçekleştiği bir devirdir. Halife kısa süren hilâfeti esnasın­da ancak iç güvenliği sağlamakla meşgul olmuştur. Kanlı bir ihtilâl ve arkasından birbirini takip eden isyanlar, halifeye komşularına karşı aktif bir politika takibi fırsatını vermemiştir. Dolayısıyla onun kısa süren halifeliği döneminde dış politik gelişmelerde dikkate değer bir adım gerçekleşmemiştir. Bunun sonucu olarak onun zamanında Arapların Bizans İmparatorluğu’na karşı geleneksel yaz ve kış seferleri durmuş, hatta bu dönemde Rum orduları Malatya’ya saldırarak şehri yağlamamışlar, pek çok müslümanı öldürmüşlerdir.[1]
İkinci Abbasî halifesi Ebû Ca'fer el-Mansur (136-158/754-775) döne­minde meydana gelen dahili problemler ve iç isyanlar sebebiyle dış politik alanda gözle görünür bir faaliyete şahit olunmaz. Bu sebeple onun halifeliği döneminde komşu devletlere karşı önemli as­kerî harekâta rastlanmamaktadır. Taberistan’ın fethi bunun tek istisnası olarak görülebilir.[2] Bununla birlikte onun zamanında sınırların emniyet içinde bulunmasına azamî itina gösterilmiştir. Belâzürî’nin aktardığına göre halife, bilhassa Akdeniz sahilleri boyunca kale ve şehirleri gözden geçirmiş, tamir edip sağlamlaştırmıştır.[3] Bunu ardından da sınır ihlallerine fırsat vermemek için küçük akınlar düzenlenmiştir. Nitekim Abbasi orduları Bizans'a karşı taktik nitelikli yaz ve kış seferleri yapmışlardır. Salih b. Ali ile Abbas b. Muhammed’in komuta ettikleri seferlerde herhangi bir şehir veya kale fethi gerçekleşmemiştir.[4]
Hicretin 139. (M. 756) yılında Abbasi halifesi ile Bizans İmparatoru V. Konstantinos arasından bir fidye anlaşması imzalandı. Abbasiler döneminde Bizanslılarla gerçekleştirilen bu ilk anlaşmayla halife, imparatorun daha önce Malatya ve Erzurum gibi İslam topraklarına saldırısı sırasında almış olduğu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasını sağladı.[5] Hicretin 140. (M.757-758) yılında halife Mansur, İmam İbrahim’in kardeşi Abdülvehhâb ile Hasan b. Kahtabe emrindeki bir orduyu daha önce Rumların işgal etmiş oldukları Malatya’ya gönderdi. Şehrin imarı yeniden gerçekleştirilip bölgeye yaklaşık 40 bin asker yerleştirildi. Bizans kralı bunun üzerine büyük bir ordu ile harekete geçip Ceyhan’a kadar geldi. Ancak bölgede büyük bir Arap ordusunun bulunduğunu haber alınca geriye döndü. Malatya’nın güvenliğinin sağlanması üzerine daha önce şehri terk etmiş olan halk yeniden şehirlerine geldiler.[6]
Mansur döneminde iki ülkenin karşılıklı olarak gerçekleştirdiği askeri seferlerle birlikte elçilerin gidip gelmesi suretiyle diplomatik ilişkiler canlı tutulmuştur. Nitekim Hicretin 157. yılında halife Bağdat’a gelen Rum elçilerle görüşmeler yapmış, onları şehri gezdirmiş, ardından da onlardan Bağdat hakkındaki olumlu ve olumsuz izlenimlerini almıştır. Gelen elçi heyeti başkanı şehri beğenmiş, ardından da gördüğü eksiklikleri halifeye bildirmiştir. Mansur’un sorusu üzerine elçi, şehrin çok güzel olduğunu, ancak çarşının şehrin içinde kurulmuş olmasının sakıncalarının bulunduğunu ifade ederek, halifeyi ülke aleyhine çalışan casusların tüccar kimliği altında şehre girip bazı devlet sırlarına vakıf olabilecekleri hususunda uyarmıştır. Elçi ayrıca şehrin yeşilliğini ve suyunu yetersiz bulduğunu ifade etmiştir.[7]
Üçüncü Abbasi halifesi Mehdî'nin halifeliği sırasında Bizans İmparatorluğu ile Mansur zamanına nazaran büyük mücadeleler yaşandı. Halife öncelikli babası­nın takip ettiği dış siyaseti benimseyerek hudutlara gereken ehemmiyeti vermiş, asker ve istihkâm bakımından takviye etti. 159'da (776) halife­nin amcası Abbas b. Muhammed, 160 (777)[8] ve 161 (778) yıllarında Sümâme b. Velîd el-Absî, 162'de[9] (779) Hasan b. Kahtabe 164'te (781)[10] Abdülkerîm (Abdülkebîr) b. Abdülhamîd kumandasında Anadolu'ya seferler düzenlendi.[11] Ayrıca oğlu Harun’u 163 (780)[12] ve 165 (781-82) yıllarında ünlü kumandan ve devlet adamlarının da yer aldığı orduların başında Bizans'a karşı sefere gönder­di.[13] Bu seferler neticesinde bir­çok kale ele geçirilerek İstanbul Boğazı’nın doğu yakasındaki Khalkedon'a (Kadıköy) kadar ulaşıldı. Henüz küçük yaştaki oğlu VI. Konstantinos adına Bizans'ı yönetmekte olan İrene, yıllık 70.000 (veya 90000) dinar vergi karşılığında üç yıl sü­reli bir barış anlaşması yapmak zorunda kaldı.[14]
Harun er-Reşîd, halifeliği döneminde İslâm devletinin en büyük rakibi olan Bi­zans imparatorluğuna karşı devam etmekte olan seferlere büyük ehem­miyet gösterdi. Bilhassa bu devletle olan sınırların yeniden tanzim ve tahki­mine gayret gösterdi. Öncelikli adım olarak Hicretin 170   (786-787) yılında Suğur eş-Şâmiye'yi Suğur el-Cezîre'den ayırarak burasını Avâsım adıyla yeni bir askerî valilik haline getirdi.[15] Avâsım'a da­hil olan sınır şehirlerini tahkim ettirerek buralarda devamlı oturan ve Bizans'a karşı sefer yapan askerî birlikler yerleştirdi. Bu süre zarfında Bizans ile olan savaşlar gerek kara, gerekse denizde kesintisiz bir şekilde devam etti.[16] Hicretin 172. (M.788) yılında İshak b. Süleyman komutasındaki bir ordu Rum toprakları üzerine sefer gerçekleştirdi.[17] 174 (790) yılında Mısır'dan Kıbrıs üzerine yürümekte olan İslâm donanması, Antalya açıklarında karşısına çıkan Bizans donanmasını bozguna uğrattı. 176 (792) yılında Rum topraklarına yürüyen Abdurrahman b. Abdülmelik burada bir kalenin fethini gerçekleştirdi.[18] 181 (797) yılında Bizzat Harun er-Reşîd’in emrinde hareket eden ordu Orta Anadolu'da bulunan Safsaf kalesini ele geçirdi.[19] Diğer taraftan komutanlarından Abdülmelik b. Salih Ankara'ya kadar ilerledi ve Matmura'yı (Niğde ile Aksaray arasındaki Melendiz dağlık bölgesi) zaptetti.[20] İmparatoriçe İrene'nin isteği üzerine iki taraf arasında barış antlaşması imzalandı.[21] Fakat İrene’den sonra Nikeforos'un imparator ol­masından sonra bu antlaşma bozuldu. Yeni imparator ödenmekte olan ver­giyi kestiği gibi, daha önce ödenmiş vergilerin de iadesini talep etti.[22] İmparatorun bu hareketine çok sinirlenen Harun er-Reşîd, ona şu kısa mektu­bu yazdı:
«Bismillâhirrahmanirrahim,
Mü'minlerin emiri Harun'dan bir Rum köpeği olan Nikeforos'a;Ey kâfir ananın oğlu! Gerçekten senin mektubunu okumuş bulu­nuyorum. Cevabına gelince bu, senin kulaklarının işitmesi için değil, gözlerinin görmesi için olacaktır.[23]
 Harun er-Reşîd, Bizans İmparatoru’na yazdığı mektubun hemen ardından 187 (804) ilkbaharında ikinci Bi­zans seferini gerçekleştirdi. Kendisi Heraklea (Ereğli) üzerine yürürken komutanlarını da bölgedeki diğer kaleler üzerine gönderdi. İmparator Nikefo­ros, ordusuyla halifenin karşısına çıktı ise de tutunamadı. Bunun üzerine Harun er-Reşîd'e barış teklif etmek zorunda kaldı. Kışın yaklaşması sebebiyle halife haraç vermek ve yıkılmış kaleleri yapmaması şartıyla Nikeforos ile bir anlaşma imzalandı.[24] An­cak İslâm kuvvetlerinin çekilmesi üzerine Nikeforos kabul ettiği sulh şartlarına uymadı. Üstelik 188 (805) yılında bazı kaleleri tahkim ede­rek Tarsus üzerine bir ordu gönderdi. Neticede Tarsus Bizanslıların eline geç­ti. Buna mukabil Masîsa komutanı şehri teslim etmediği gibi onları mağlup ederek çok miktarda esir aldı.[25]
189        (806) yılında Harun er-Reşîd, bizzat sefere çıkarak bir aylık bir muhasaradan sonra Heraklea'yı ve arka­sından da Tuvana'yı fethetti. Aynı anda komutanları ise Orta Anadolu'da yedi kaleyi daha zaptettiler. Bu sırada Balkanlar'da Bulgarlar tarafından tehdit edilmekte olan im­parator Nikeforos, Harun er-Reşîd'e vergi vermek ve huduttaki kale­leri tahkim etmemek şartlarıyla yeni antlaşma teklif etti. Halife bu teklifi kabul edince karşılıklı sulh yapıldı.[26] Bu anlaşmasın gerçekleşmesinin ardından iki taraf arasında iyi niyet ortamını sağlayan bir gelişme yaşandı: Halife Harun’un Ereğli’yi kuşatması esnasında ele geçirilen Bizans esirleri arasında İmparator Nikephorus’un oğlunun nişanlısı da bulunuyordu. Bizans İmparatoru elçi göndermek suretiyle gelin adayının kendilerine teslim edilmesi ricasında bulundu. Bunun üzerine Harun Reşid, talep edilen esiri şanına layık bir tören ve kıymetli hediyelerle Bizans başkentine uğurladı. Bu jeste karşılık olarak Bizans kralı da halifeye çok kıymetli eşyalar yanında dört adet av köpeği ile üç değerli at göndererek minnettarlığını arzetmiştir.[27]
Bu dönemde Bizans üzerine deniz seferleri de gerçekleştirilmiştir. Nitekim İslâm donanması, Humeyd b. Mayûf komutasında 189 (805) yılın­da Kıbrıs'ı hedef alan bir akın gerçekleştirdi. Sefer sonucunda bol miktarda esir ve ganimet ele geçirildi. Müslüman askerler ada halkı ile antlaşma yaptıktan sonra geri döndüler.[28]
Halife Hicretin 191. (M.806-807) yılında Yezîd b. Muhalled el-Hübeyrî’yi Bizans topraklarına gönderdi. Ancak Bizans orduları Tarsus’a iki konaklık bir mesafede başta kendisi onun birliklerinin büyük bir kısmını ortadan kaldırdılar. Bu yıl içinde Herseme b. Ayan da Anadolu üzerine bir yaz seferi düzenledi. Benzer şekilde halif Said b. Selm b. Kuteybe’yi Maraş’a, Muhammed b. Yezîd’i de Tarsus’a gönderdi. Aynı yılda Herseme, Tarsus şehrinin yeniden imar edilmesi ve yerleşimin yeniden temin edilmesi görevini üstlendi. Bu doğrultuda Horasan ahalisinden bir topluluk ile, Massîsa ve Antakya halkından biner kişi Tarsus’a intikal ettirildiler. Şehrin inşası ise 192 (807) yılında tamamlandı.[29] Harun Reşid’in halifelik döneminin son yıllarında Bizans ile ilişkiler genelde esir müdabeleleri şeklinde gerçekleşmiştir.[30]
Abbasiler’de Harun er-Reşîd'in ölümünden sonra halife olan Emin (193-198/809-813) ile kardeşi Me'mun arasındaki taht mücadeleleri sırasında Emin'in öldürülmesiyle, Me'mun'un yirmi yıl sürecek hali­felik dönemi (198-218/813-833) başlamıştı. Bu dönemde de savaşların yanı sıra karşılıklı elçilik he­yetleri ve hediyeler gönderildiği, bilimsel amaçlı işbirliğinin yapıldığı görülmektedir. Halifeliğe geldiği yıllarda Memun ile kendisi iyi eğitim görmüş ve ilme meraklı olan Bizans İmparatoru Theopilos (829-842) arasında dikkate değer ilişkiler gerçekleşmiştir. Nitekim tahta çıktıktan sonra hocası Synkellos Ionnes Grammetikos’u (Yuhanna en-Nahvî) Abbasi sarayına elçi olarak göndermiştir.[31] Buna karşılık Halife Memun da Bizans İmparatoru’na bir elçi göndermiştir. Elçi, beraberindeki mektupları imparatora ilettikten sonra bir süre daha burada kalmış, bu esnada şehirde bulunan Müslüman esirleri de ziyaret etme imkanı bulmuştur. Başkente geri dönüşünden sonra da esirlerin durumunu halifeye arzedip onların salıverilmeleri için girişimlerde bulunulmasını istemiş. Bunun sonucunda iki ülke arasında esir mübadelesi gerçekleştirilmiştir.[32]
Me'mûn'un hayatının son devresini Bizans ile yaptığı harpler iş­gal eder. Bu dönemde her iki devlet de iç problemler ile uğraşmaktan dolayı yirmi beş yıldan beri birbirleriyle ciddî bir hesaplaşmaya gi­dememişlerdi. 215 (830) yılında bütün şiddetiyle yeniden başlayan bu mücadelenin sebepleri açık olarak kaynaklarda belirtilmemiştir. İlk akla gelen ise Azerbaycan'da gittikçe kuvvetlenmekte olan Bâbek'i teşvik ve tahrik eden Bizans'ı katî bir mağlu­biyete uğratmak gayesidir. Zira Bizans kay­nakları Bâbek ile imparator Theophilos arasında bir anlaşmanın mev­cudiyetini kaydetmektedirler. Hattâ aynı kaynaklarda Bizans birlikleri arasında Bâbek'in taraftarlarının bulunduğuna dair malumat da yer alır.[33]
Me'mûn, Anadolu'ya gaza maksadıyle 24 Muharrem 215 (23 Mart 830) tarihinde Bağdat'tan hareket ederek Musul-Urfa-Antakya ve Tar­sus üzerinden Bizans topraklarına girdi. Kapadokya bölgesinde Mâcide ve Kurra (bugünkü Küre) kasabalarını tahrip etti. Diğer taraftan Aşnas et-Türkî, Ucayf b. Anbase ve Cafer b. Dinar el-Hayyat adlı ko­mutanlar Sundus ve Sinan kalelerini fethettiler. Halife bu yılın Eylül ayının başlarında Tarsus'a ve oradan da kışı geçirmek için Dımaşk'a döndü. Me'mûn, Orta Anadolu'ya girdiği sırada oğlu Abbas da Malatya taraflarında fetihler gerçekleştirmiştir.[34]
Ertesi yıl Bizanslılar yeniden hücuma geçtiler. Bizzat imparator Theophilos Toroslar'ı aşarak Masîsa ve Tarsus civarına geldi. Karşısına çıkan İslâm kuvvetlerini mağlup ederek yedi bin esirle geri döndü.[35]  Me'mûn, imparatorun İslâm topraklarına olan bu taarruzunu ha­ber alınca, bizzat harekete geçerek 19 Cemaziyelevvel 216 (4 Temmuz 831)'da Anadolu'ya girdi. Onun bu seferi üç ay kadar devam etti. Bu süre içinde Külek boğazından geçen halife, doğruca Heraklea (bugünkü Ereğli) üzerine yürüdü. Harun er-Reşîd tarafından 805'te zaptedilmiş, fakat kısa bir müddet sonra yeniden Bizanslıların eline düşmüş bulunan bu mühim kale Me'mûn'a teslim oldu.[36]
Me'mûn bundan sonra oğlu Abbas ile kardeşi Mutasım’ı ayrı ayrı kuvvetlerin başında, Anadolu’nun muhtelif bölgelerine sevketti. Diğer bir birliğin başında gönderilen Yahya b. Aksem, Tuvana (bu­günkü Kilise-Hisar)'yi alarak, tahrip etti. Mutasım aynı bölgede Cardiliya adını taşıyan müstahkem kaleleri ele geçirdi. Bizzat Me'mûn, yeraltı mahzen ve istihkâmlarını hâvî, Araplar'ın Matamir (Matmura) dedikleri (şimdiki Aksaray ile Niğde arasında Melendiz dağ böl­gesi) mıntıkada başarılı fetihler gerçekleştirdi. Halifenin oğlu Abbas'ın başarısı ise, daha fazla oldu. Antigu (bugünkü Niğde), Haşin ve Ahrab kalelerini aldıktan sonra, karşısına çıkan imparator Theophilos'un ordusununa kesin bir yenilgiye uğrattı.[37]
Me'mûn'un, ertesi yıl Bizans'a gaza etmeden önce, Mısır isyanını bastırmak üzere, 15 Zilhicce 216 (23 Ocak 832)'da Şam'dan Mısır'a hareket etmiş, isyancıları bastırdıktan son­ra 25 Nisanda Şam'a dönerek derhal sefer hazırlıklarına başlamıştır. Me'mûn bu seferinde, hedef olarak Lü'lü'e kalesini seçmiş ve bu kale uzun müddet mukavemet etmiştir. Bu esnada yaklaşan imparator Theophilos'un kuvvetleri Abbasî ordusu tarafından mağlup edildiğin­den, Bizanslılar canları bağışlanmak şartı ile teslim oldular. Me'­mûn sefer mevsiminin geçmesi üzerine, Lü'lü'e muhasarasının neti­cesini beklemeden Şam'a döndü. Bu arada imparator, sulh için bir de­fa daha halifeye müracaat edip iki taraf esirlerinin değiştirilmesini teklif etmiş ise de, yine red cevabı almıştır.[38]
Me'mûn'un 218 (833)'de oğlu Abbas'ı Tuvana'nın imarına memur etmesi ve oraya müslüman ahaliyi yerleştirilmesi, ha­lifenin bu seferleri gerçek bir fetih faaliyeti olarak düşündüğünü göstermektedir. Ya'kûbî'de bulunan bir kayıt da bu hususu doğrulamaktadır. Karde­şi Ebû İshak'a, oğlu Abbas'a ve Bağdat'ta yerine bırakmış olduğu İshak b. İbrahim'e bulundukları bölgelerden asker toplamaları hakkın­da verdiği emirler, onun daha büyük çapta harekâta girişmek fikrin­de olduğunu gösterir. Kendisine sulh için bir daha müracat edip, ül­kesinde mevcut bütün müslüman esirlerin iadesini teklif eden impara­tora, İslâmiyet, cizye veya kılıçtan birini tercih etmesi şeklindeki ce­vabı da, Me'mûn'un Bizans'a kesin bir darbe indireceğine emin bu­lunduğunun delilidir. Ancak bu hedefi gerçekletirmeye halifenen ömrü vefa etmemiştir.[39]
Me'mûn'un Anadolu şehirlerine Araplar'ı iskân gayesinin tahak­kukuna ölümü mâni oldu. Halife, imparatorun elçisine red cevabı verdiği Bedendün (Pozantı) suyu kenarındaki ordugâhında kısa ve ateşli bir hastalıktan sonra vefat etti.[40]
Halife Me'mûn'un ölümüyle nihayete eren İslâm-Bizans mücade­lesi dört yıllık bir fasıladan sonra Halife Mu'tasım döneminde (218-227/833-842) Theophilos'un (223/M.837) yılında harekete geçmesiyle yeniden başlamış oldu. Bizans İmparatoru’nun hiç bir se­bep yokken İslâm ülkesine karşı sardırı düzenlemesinde Bâbek'in önem­li bir rol oynadığı muhakkaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Bâbek kendi durumunun kötüye gitmesi üzerine Bizans’a elçiler göndermek suretiyle imparatoru Abbasî devletine karşı tahrik etmiştir. Bâbek'in bu şekilde kendi yükünün bir kısmını Bizans imparatoruna yüklemek ve rahat nefes almak gayesinde olduğu açıktır.[41] 
İmparator Theophilos topladığı büyük bir ordu ile İslâm mem­leketlerine doğru yürüdü. Oldukça büyük bir kuvetle İstanbul'dan ha­reket eden imparator orta Anadolu'ya geldiği sırada kuvvetlerini iki kısma ayırarak bir kısmını doğuya, Erzurum üzerine gönderdi. Ken­disi de asıl orduğun başında olduğu halde yukarı Fırat havzasına doğru yürüdü. Bugünkü Sultansu kenarında bulunan Zibatra (Zozopetra, bugünkü Doğanşehir)'yi yağma ve tahrip etti. Theophilos, Zibatra'nın tahribinden sonra Malatya üzerine yürü­dü. Malatya, Zibatra'nın uğradığı akıbetten kapılarını açmak ve içer­de bulunan esirleri serbest bırakmak suretiyle kurtuldu. Fırat'ın di­ğer sahilindeki Şimşat (Arsamosata, Palu ile Harput arasında) ise ta­mamen tahrip edildi. Buna mukabil Erzurum, yalnız surları hasara uğramakla bu felâketi atlatabildi. Karşısına çı­kacak hiç bir kuvvetin olmamasına rağmen Theophilos, muhtemelen Bâbek'in esir edilmesini haber alınca İstanbul'a döndü. İmparator büyük zafer alaylarıyla karşılandı, hipodromda şenlikler yapıldı.[42] Zibatra ve diğer şehirlerin tahribi ve halkının katledilmesi İslâm âleminde büyük infial meydana getirdi. Halife Mu'tasım derhal mukabil sefere çıkmak istedi ise de Bâbek üzerine gönderilen birlikler henüz merkeze dönmemişlerdi. Üstelik mevsim de böyle bir seferin yapılmasına elverişli değildi. Bununla beraber Sugur ahalisini teskin etmek için Uceyf b. Anbase komutasındaki bir orduyu yardıma gönderdi.[43]
837-838 yıllarını hazırlıklarla geçiren halife Mu'tasım, 1 Nisan 838 (H.223) tarihinde Samarra'dan hareket etti. Seferin hedefi Amorion (Ammuriye) idi. Seferin gayesi ise Zibat­ra'nın öcünün alınması idi. Abbasî birlikleri iki koldan Anadolu'ya gi­recekti. Afşîn idaresindeki otuz bin kişilik kol Malatya taraflarından ilerlerken, bizzat Mu'tasım'ın başında bulunduğu ana kısım ise Tar­sus ve Gülek boğazı yoluyla Anadolu'ya nüfuz edecekti. Halifenin ha­rekete geçtiğini öğrenen Theophilos, İstanbul'dan hareket ederek Es­kişehir'de karargâh kurdu. Buradan Amorion'un müdafaasını takviye etmek için yardımcı kuvvetler gönderdikten sonra hareketine devam etti. İslâm birliklerinin ilk hedefi Ankara idi. Burada Mu'tasım, Afşîn ile birleşecek ve beraberce Amorion üzerine yürünecekti. 19 Haziran'da Tarsus'tan hareket eden Mutasım'ın öncü kuvvetleri komutanı Aş­nâs, önden giderek ordunun emniyetini temin etmekte idi. Aşnâs ele geçirdiği esirlerden Bizans İmparatoru’nun Afşîn tarafından mağlup edilerek İstanbul'a döndüğünü öğrendi. Mutasım'dan tekrar yardım­cı kuvvetleri alan Aşnâs, Ankara'ya gelerek şehri ele geçirdi. Bir gün sonra Mutasım ve kısa bir zaman sonra da Afşîn Ankara'ya ulaş­tılar.
İmparator Theophilos, Kızılırmak sahiline geldiği zaman, halife kuvvetlerinin bir kısmının Armeniakon tarafından ülkesine girdiğini öğrendi. Önce bu birlikleri bertaraf ettikten sonra halifeyi karşılama­ya karar vererek doğuya doğru hareket etti. Afşîn ile Theophilos'un birlikleri Yeşilırmak’ın güney kısmındaki Dazmana (Bugünkü Kazova)'da karşılaştılar. Temmuz 838 tarihinde başlayan muharebenin ilk anlarında Bizans kuvvetleri galip durumda idiler. Fakat Afşin'in ordusunda bulunan on bin kadar Türk askerinin düşman üzerine ok yağdırması muharebenin kaderini Müslümanlar lehine değiştirdi. İm­parator gece karanlığından istifade ederek canını zor kurtarabildi. Artık halifenin karşısına çıkacak Bizans kuvveti kalmamıştı. Mu'tasım'a el­çiler göndererek sulh talebinde bulundu ise de, halife ancak sulh görüşmelerine Amorion'un fethinden sonra başlanabileceğini bildirmesi üzerine çaresiz merkezine döndü.
Arap birlikleri birkaç gün Ankara'da kaldıktan sonra yeniden tanzim edilerek Amorion'a doğru hareket etti. Sağ kanat kuvvetleri­ne Afşîn, sol kanat kuvvetlerine Aşnâs, merkeze ise Mu'tasım komuta ediyordu. Ankara'dan hareketten bir hafta sonra İslâm birlikleri nihayet Amorion önüne geldiler. Muhasara 1 Ağustos 838 tarihinde başladı. Şeh­rin surları komutanlar arasında, taksim edilerek hücum mahalleri tes­pit edilmiş oldu. Her komutan kendisine ayrılan mahalde faaliyet gös­teriyordu. Ordunun yanında mancınık gibi muhasara aletleri de bulunuyordu. Halife kuvvetlerinin bütün güçleriyle hücum etmelerine rağmen surun kuvvetli olması ve mahsurların iyi müdafaa etmeleri neticeyi geciktiriyordu. Nihayet surun zayıf noktası tespit edilerek mancınıklar bu kesimi dövmeye başladılar. 12 Ağustos 838 tarihinde Amorion, Mu'tasım tarafından fethedildi. Bol miktarda esir ve gani­met ele geçirildi.[44]
Bir müddet Amorion'da kalan Mutasım, Theophilos'un sulh talep eden ikinci elçi heyetinin isteklerini de reddettikten sonra Konya-Ereğli ve Tarsus üzerinden Samarra'ya döndü. Amorion seferi Bizans'a karşı girişilen ve başarı ile neticelenen en büyük seferlerden birisidir. Fa­kat bu seferde de bir fetih ve yerleşme politikası takip edilmediği için binbir zorlukla ele geçirilen şehir yine Bizans’a terk edilmiştir. Amorion seferinden sonra durumu oldukça sarsılan Theophilos ba­zı Avrupa devletlerine ve Endülüs Emevî halifesine elçiler göndere­rek yardım talebinde bulundu. Fakat İmparator, elçilerinin iyi kabul görmesine rağmen fiili yardımı elde edemedi. Halife Mu'tasım'ın Bizans İmparatoru’nun sulh teklifini reddetme­si onun seferlere devam etmek emelinde olduğunu göstermektedir. Fa­kat ordu içinde Abbas b. Me'mûn lehine bir hareketin ortaya çıkarıl­ması böyle bir seferin yapılmasına mâni olmuştur. Merkeze döndük­ten sonra da Mazyâr b. Karin'in isyan etmesi ve Afşîn meselesi yeni bir sefere imkân vermemiştir. Buna rağmen onun halifeliğinin son yıllarına kadar Sugur'daki birlikler mun­tazam akınlarına devam ederek başarılı neticeler almışlardır.[45]
Halife Vâsık devrinde (227-232/842-847) Bizans'a karşı büyük bir deniz seferinin ya­pıldığı hakkında Bizans kaynaklarında geniş bilgilerin bulunmasma rağmen, İslâm kaynakları bu konuda en ufak bir bilgi vermemektedirler. Zikredilen kaynaklara göre Müslümanlar Amorion'a karşı kazandıkları kesin zaferi müteakip deniz yoluyla İstanbul üzerine bir sefer yapma hazırlığına giriştiler. Birkaç yıllık hazırlıklardan sonra 227/842 yılında dört yüz parçadan müteşekkil donanma Apodinar (Ebû Dinar) komutasında hareket etti. Fırtınanın yaklaştığının öğrenilme­si üzerine Bizans başşehrinde müdafaa hazırlıklarına başlandı. Fakat İslâm donanması Kırlangıç burnu (Selidonia, Selidon burnu) açıkla­rında korkunç bir fırtınaya tutularak mahvoldu. Ancak yedi gemi Su­riye sahillerine dönebildi.
Müslümanların felâketle neticelenen bu seferinden sonra Bizans İmparatoru, saray erkânından Theoktistos komutasındaki donanma­yı Girit üzerine gönderdi. 18 Mart 843 tarihinde İstanbul'dan hareket eden donanma Girit önlerine gelerek demirledi. Girit'teki Müslümanlar gelen Bizans donanması karşısında tutunamayacaklarını anlaya­rak bir harp hilesine başvurdular: Theoktistos'un birlikleri arasında İstanbul'da karışıklıkların çıktı­ğı ve hattâ imparatorun tahttan indirildiği şayiasını yaydılar. The­oktistos, ordusunun büyük bir kısmını Girit önlerinde bırakarak kendisi İstanbul'a döndü. Başsız kalan ordu Müslümanlar tarafından im­ha edildi. Girit'teki bu başarısızlığına rağmen Theoktistos, imparatoriçe Theodora tarafından Anadolu'ya karşı gönderilen ordunun komu­tanlığına getirildi. Bizans ordusu, kesin olarak yeri tayin edilemeyen fakat Orta Anadolu'da olduğu tahmin edilen Mavropotamos yakının­da müslümanlar karşısında ağır bir mağlubiyete uğradı.[46]
Halife Vâsık, Bizans'a karşı kazanılan bu son başarılara rağmen harbin devamına taraftar değildi. Nitekim (231/845) yılında Bizans elçisinin Samerra'ya gelerek iki tarafın elinde bulunan esirlerin değiştirilmesi teklifini memnuniyetle kabul etti. Hattâ kendisi de Ahmed b. Ebî Kuteybe adlı birisini İstanbul'a göndererek imparatora mukabelede bulundu. Esirlerin mübadelesi, daha önce de olduğu gibi Silifke ile Tarsus arasında iki devlet arasında hududu teşkil eden Lamis (Gök­su) suyu üzerinde yapıldı.[47] Esir mübadelesinin hemen arkasından Ah­med b. Saîd b. Selm b. Kuteybe'nin Anadolu'ya bir akın yaptığını görülür. Ancak mevsimin kış olması yüzünden başarılı bir netice elde edemediği gibi epeyce de kayıp vermiştir.[48]
İlk Abbasi asrının son halifesi kabul edilen Mütevekkil döneminde de iki taraf arasındaki ilişkiler bir fetih siyasetinden ziyade karşılıklı akınlar şeklinde gerçekleşmiştir. Bunda iki imparatorluğun iç problemlerinin büyük payı vardır. Mütevekkil’den itibaren Abbasi halifelerinin Türkler ile mücadeleye girişmeleri ve uzun süre tahtta kalamamaları, Bizans’a karşı eskiden olduğu gibi geniş askeri harekâta girişmelerini engellemiştir.





[1]      Halîfe b. Hayyât, Tarih, 331; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 261-262; Ya‘kûbî, Tarih, II, 362; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 322; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, I, 266.
[2]      İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 31; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 367-368; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 77.
[3]      Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 223.
[4]      Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 337; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 228; Taberî, Tarih, VII, 497, 500; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 23;  İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 359-360.
[5]      Taberî, Tarih, VII, 500.
[6]      Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 338; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 264-265; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 365; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, II, 7.
[7]      Taberî, Tarih, VII, 653; İbnü’l-Ferrâ, Rusûlü’l-Mülûk, (nşr. Selahuddin el-Müniccid), Beyrut 1972, s. 76; Bağdâdî, Medînetü’s-Selâm, I, 388-389; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 194-195; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 21; İbnü’l-İbrî, Tarihu Muhtasari’d-Düvel, Beyrut 1890, s. 123.
[8]      Ya‘kûbî, Tarih, II, 402; Taberî, Tarih, VIII, 116; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 53.
[9]      Ya‘kûbî, Tarih, II, 402; Taberî, Tarih, VIII, 136, 142; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 247; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 55, 60
[10]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 355; Ya‘kûbî, Tarih, II, 402; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 62. İbnü’l-Cevzî bu seferin iki yıl önce gerçekleştiğini rivayet ediyor. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 256-257.
[11]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 356; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 270; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 64; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 146.
[12]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 355; Ya‘kûbî, Tarih, II, 396; Taberî, Tarih, VIII, 144-145, 146-148; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 263-264; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 63.
[13]    Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 230; Ya‘kûbî, Tarih, II, 396.
[14]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 356; Ya‘kûbî, Tarih, II, 396; Taberî, Tarih, VIII, 152-154; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 277-278; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 65; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 147. Bu konuda ayrıca bk. Dûrî, Abdülaziz, el-Asru’l-Abbâsî el-Evvel, s. 94-95.
[15]    Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 223; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 328; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, II, 21. Avâsım ve Suğûr hakkında bk. Honingman, E., Bizans Devletinin Doğu Sınırı, (çev. Fikret Işıltan), İstanbul 1970; Bonner, M., The Emergency of the Thughur: The Arab-Byzantine Frointer in the Earyl Abbasid Age, Ph.d., Princeton University, 1989.
[16]    İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 329-331.
[17]    Taberî, Tarih, VIII, 236; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, 343.
[18]    İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 20.
[19]    Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, II, 25; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 177.
[20]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 367-368; Taberî, Tarih, VIII, 268; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 57; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 105-106.
[21]    Taberî, Tarih, VIII, 269.
[22]    Taberî, Tarih, VIII, 307; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 117-118; İbnü’l-İbrî, Tahiru Muhtasari’d-Düvel, s. 129; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 193-194.
[23]    Taberî, Tarih, VIII, 307-308; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 138; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 118; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, II, 28; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 194.
[24]    Taberî, Tarih, VIII, 308, 310; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 138; İbnü’l-Ferrâ, Rusûl ve’l-Mülûk, s. 80; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 118.
[25]    Taberî, Tarih, VIII, 313; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 154, 180.
[26]    Taberî, Tarih, VIII, 307-310, 320-322; Ezdî, Tarihu’l-Mevsıl, (nşr. Ali Habîbe), Kahire 1967, s. 309; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 180-182; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 122-123. Bu konuda bk.Işş, Yûsf, Târihu Asri’l-Hilâfeti’l-Abbâsiyye, s. 80-82. bk. Dûrî, Abdülaziz, el-Asru’l-Abbâsî el-Evvel, s. 113-116; Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (çev. Fikret IşıltanL), Ankara 1991, s. 182.
[27]    Taberî, Tarih, VIII, 321; Ezdî, Tarihu’l-Mevsıl, s. 309; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 203.
[28]    Taberî, Tarih, VIII, 320, 322; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, 182-183; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 123; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 203.
[29]    İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 127.
[30]    Taberî, Tarih, VIII, 338, 340; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 128.
[31]    Bury, J.B., A History of the Eastern Roman Empire from the Fall of Irene the Accession of Basil (A.D. 802-867), London 1912, s. 256-258, 474-476; Râhilî, es-Sefâratü’l-İslâmiyye, Riyad 1993, s. 56.
[32]    İbnü’l-Ferrâ, Rusûl ve’l-Mülûk, s. 87-89.
[33]    Bu konuda bk. Işş, Yûsf, Târihu Asri’l-Hilâfeti’l-Abbâsiyye, s. 97; Işltan, Fikret, “Memun”, İA,
[34]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 465; Taberî, Tarih, VIII, 623-624; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, X, 265-266; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 219-220; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 269.
[35]    Taberî, Tarih, VIII, 625.
[36]    Taberî, Tarih, VIII, 625; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 220; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 270.
[37]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 465-466; Taberî, Tarih, VIII, 625.
[38]    Taberî, Tarih, VIII, 628-630; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,IV, 42-44; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, X, 274, XI, 3-4; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 271.
[39]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 469-470; Taberî, Tarih, VIII, 631; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, X, 15.
[40]    Memun’un Bizans ile ilişkileri hakkında bk. Dûrî, Abdülaziz, el-Asru’l-Abbâsî el-Evvel, s. 171-173.
[41]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 475-480.
[42]    Taberî, Tarih, IX, 55-56; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,IV, 59-60; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, XI, 77-78; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 246-247..
[43]    İbn Tayfur, Kitâbu’l-Bağdâd, s. 143-144; Taberî, Tarih, IX, 56-57; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 247.
[44]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 392-393; Ya‘kûbî, Tarih, II, 476; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb,IV, 60; Makdisî, Kitabu’l-Bed’ ve’t-Tarih, VI, 118-119; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, XI, 79-83; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 248-251; İbn Tiktaka, el-Fahri, s. 229-230; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasar, II, 50; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 286-288..
[45]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 581;Taberî, Tarih, IX, 57-71; Dûrî, Abdülaziz, el-Asru’l-Abbâsî el-Evvel, s. 193-197.
[46]    Vasiliev, Byzance et les Arabes, I, la Dynastie a’Amorium, Bruxelles 1935, s.191-198.
[47]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 482; Taberî, Tarih, IX, 132, 141-144; İbnü’l-İbrî, Tarihu Muhtasari’d-Düvel, s. 141; İbn Kesir, el-Bidâye, X, 303-3-7; Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 394.
[48]    Taberî, Tarih, IX, 142; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, XI, 164. İlk Abbasi asrında Arap-Bizans ilişkileri hakkında bk. Avcı, Casim, İslâm Bizans İlişkileri, İstanbul 2003, s. 87-102.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar