KUTSAL MEKÂNLARIN
TAHRİBİNİN TOPLUMSAL HAFIZA ÜZERİNE ETKİSİ*
Metin
BOZAN**
Giriş
Dini literatürümüzde mescitler, türbeler ve
benzeri ziyaretgahların konumu ve ziyaret edilirse nelere dikkat edilmesi
gerektiğine dair detaylı bilgiler ve uyarılar mevcuttur. Ancak uyarılara rağmen
toplumların bu hususu ihmal ettiği de bir vakıadır. Nitekim dikkatlice tetkik
edildiğinde görülecektir ki, toplumsal hafızadaki kutsal, dini literatürdeki
kutsalı kapsayan; ancak ilavelerle zenginleştirilen bir olgudur. Bir başka
ifadeyle toplumsal hafızadaki kutsal, gerçekte olması gereken değil de
“toplumun algısında olan” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İşte bu nedenle çalışmamızda
kutsal mekân kavramıyla gerçekte dini ilmi literatürdekiler değil, vakıayı;
yani toplumun yaşamındaki kutsal olan ve kendisine anlam yüklenenler esas
alınacaktır. Bu nedenle araştırmada hadiseler ya da karizmatik kişilikler
ele alınırken bunların doğru veya yanlışlığı tartışılmayacaktır. Belli
bir dönemde belli grup, gelenek, mezhep, dini yapılanma vb. tarafından tarihi
hadiselere ve kişiliklere yüklenilen anlam dünyası üzerinde durulacaktır. Yine
araştırmada toplumsal hafıza “hatırlama” veya “unutma” ile kastedilecek olan,
belirli değerler etrafında birleşen grup, cemaat, mezhep, dini yapılanma vb.nin
“bellek”inin “hatırladığı” şey olacaktır.
1. Geçmiş ve Toplumsal Hafıza:
“Hatırlama”nın Oluşturulması Bağlamında İnşa Edilen “Tarihsel Algılar”
Geçmiş dediğimiz şey bir olgudur. Buna
“yaşanmış gerçeklik” dememiz de mümkündür. Geçmişte yaşanan hadiseler çeşitli
ihtilaflara yol açmış bu ihtilaflar süreç içerisinde kurumsallaşarak
geleneklerin/dini yapılanmaların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Her ne kadar
gelenekler/dini yapılanmalar vuku bulan hadiselerin yorumlanmasının ürünü ise
de kurumsallaşma süreçlerinde ya da daha sonraki aşamalarda söz konusu
geleneklerin/dini yapılanmaların geçmiş ile hesaplaşması söz konusu olmuştur.
Zira görüşlerin sistematize edilmesi sürecinde ortaya çıkan bazı
zorunlu/sorunlu durumlar ya da muhaliflerin yönelttikleri kimi eleştiriler,
geçmişe dönük bir yeni faaliyeti ortaya çıkarmıştır. Buna göre “geçmiş” yeniden
yorumlanarak bazı verilerin ihmali ve bazılarının ise daha fazla ön plana
çıkarılmasıyla dini yapılanmaların/geleneklerin aklına uygun bir tarih inşa
edilmeye başlanmıştır. Yani “geçmiş”, gelenekler içerisinde yeniden
anlamlandırılarak yeni forma/formlara sokulmuştur.
Geçmişin inşasında dikkat çeken husus, bu faaliyetin
geçmiş ile ilgilenmek kadar; hatta ondan daha ziyade “şimdi ve gelecek” ile
ilgilenmesi ve onları şekillendirme arzusunda olmasıdır. Bu nedenle gelenekler
ve dini yapılanmalar, gelecekte “biz” (ve bazen de “ötekiler”) üzerinden nasıl
bir algı oluşturmak istemişlerse, geçmişi buna uygun bir forma sokmuşlardır.
İyi-kötü/güçlü-zayıf olduğuna bakılmaksızın
girişilen söz konusu faaliyetler ikna edici midir? Bu sorunun cevabı
belirsizdir. Lakin “Geçmiş”in algılar üzerinden aktarılmasının muhalifleri ikna
etmekten ziyade kendi müntesiplerinin bağlılıklarını pekiştirme amacına yönelik
olduğunu söylemek mümkündür. Bu şekilde müntesiplerin başka görüş ve inançlara
kayması engellenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda müntesiplerinin aidiyet
bilinçlerini pekiştirmeye yönelik söylem geliştirilirken çoğu kere
“ötekileştirici” bir dil kullanılarak muhaliflerin
kötülenmesi/düşmanlaştırmasına da özen gösterilmiştir.
Gelenek ve dini yapılanmalar, kendi
müntesiplerinin bağlılıklarını sağlayan “aidiyet bilinçlerini” oluşturmada
çeşitli argümanlar kullanmaktadırlar. Bunların en önemlileri tarihte yaşamış
dini-manevi önderler veya geleneklerin korunması ve yaşatılması için mücadele
etmiş tarihi şahsiyetlerdir. Söz konusu manevi veya tarihi şahsiyetler
sayesinde “hak” olan dava yok olmamış; günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu
şahsiyetlerin sonraki nesillere aktarımı esnasında kullanılan dil ise muzaffer
veya mağlup olmayla paralellikler arz etmiştir.
Bu bağlamda muzaffer toplumların ya da hâkim geleneklerin tercih ettiği
dil genelde kahramanlıklar olmuştur. Mağluplar veya muktedir geleneklerin
ötekileştirdikleri gelenek veya dini yapılanmalar ise bunu genelde acılar
üzerinden geliştirmeye çalışmışlardır. Yani ötekileştirilenler, özellikle de
ötekileştirilmiş etnik kimliklerle özdeşleşmiş gelenekler veya dini
yapılanmalar, aidiyet bilinçlerini daha çok Kerbela benzeri seçilmiş travmalar
üzerinden oluşturmuşlardır.
Söz konusu gelenekler ve dini yapılanmaların
pek çoğu, aidiyet bilinçlerini pekiştirmek maksadıyla “hafıza” oluşturmada
kadim din ve kültürlere, bazen de efsanelere müracaat etmiş; hatta bazen
gerçekte var olmayan mitolojik şahsiyetler üretmişlerdir.
Görülmektedir ki, dini değerler,
kahramanlıklar, acılar, kutsallıklar, mitolojiler, kadim din ve kültürler
üzerinden bir toplumsal bellek/toplumsal hafıza oluşturulmaktadır.
2. Toplumsal Hafıza Bağlamında
Kutsal Mekânlar
Toplumsal
hafızanın yani “ortak bellek”in en önemli unsuru “hatırlama”dır. “Hatırlama”nın
sonraki nesillere aktarımı sözlü, yazılı ve anıt mekanlar olmak üzere üç temel
kaynak üzerinden gerçekleştirilir. (Goody, 2009: 128-132) Konumuz olan kutsal mekanlar ise bunlardan
daha fazla bir şey ifade etmektedir. Zira kutsal mekanlar (Hiyerofani), somut tarihsel yönleri olması nedeniyle
orijine işaret etme bağlamında geçmişin bir hayal olmadığı şuurunu oluşturma
gücüne sahiptirler. (Eliade,
2005: 433) Öte
yandan sözlü anlatılarla süslenen kutsal mekânlar, yer yer kitabe ve
sembol/şekillere de sahiptirler. Böyle durumlarda kutsal mekanlar sözlü, yazılı
ve mekânsal olarak üç boyutla zihinlere hitap etmektedirler. Dolayısıyla aidiyet bilincini oluşturan “ortak bellek”in yani
“hafıza”nın en önemli unsuru olan “hatırlama”nın aktarımının en güçlü
yollarından birisi, kutsal mekanlardır, denilebilir. (Assman, 2015: 23, 52)
Söz konusu kutsal mekanların bir kısmı açık
alanlardadır. Bunlar bazen tabiatın ortasında azametiyle duran muhteşem
kayalar, taş duvarlar, kutsal yollar, su kaynakları, ağaç ve koruluklar ya da
dağlar veya tepelerdir. Öte yandan açık alanlardaki kimi mezarlıklar ve bu
mezarlıklarda bulunan türbeler de doğal kutsal mekanlardır. Nitekim eski
dinlerde mezarlar, ölüler kültünün merkezi olarak kabul edilmektedir. Nitekim
insanlık tarihi kadar eski olan dağ ve tepe kültlerine Bektaşi
Menakıpnamelerinde,Kızılbaşlar, Nusayriler
ve Yezidiler’de de rastlamak mümkündür. Tasavvuf tarihinde de dağlar daha
ziyade inziva, ibadet ve riyazât ile ilişkili olarak zikredilmektedirler.
Kutsal mekanların önemli bir kısmı ise kapalı mekanlardır. Bazı mağara ve
inler, evler, mabet ve türbeler bu kapsamdadır. Söz konusu yapılar, ibadet ve
ayin yerleri olarak takdis edilirken bazen de kutsal kabul edilen bir din
adamının yahut velinin uzlete çekildiği mekân kutsallaştırılabilmektedir. (Bkz.
Yörükan, 1998: 262, Ocak, 1983: 114 vd.; Sarıkçıoğlu, 2011: 88 vd.)
Bazı kutsal mabetlerin ziyaret yeri olarak
genişlemesi ve etrafının imar edilmesi ile etraflarında şehirler dahi inşa
edilmiştir. Kudüs ve Kerbela bunun tipik örnekleridir. Öte yandan Necef, Kum,
Şiraz ve Meşhed kentleri orada bulunan türbeler sayesinde kutsallık kazanmış ve
nüfus açısından gelişmişlerdir. Bununla beraber bazı şehirler de evliya
türbeleri nedeniyle yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Abdulkadir Geylânî’nin
türbesinin bulunduğu Bağdat, Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin türbesinin bulunduğu
Konya bu türlere örnek olarak verilebilir.
3. Kutsal Mekanların
Fonksiyonları
Kutsal mekanların çok ciddi bir işlevselliği
vardır. Zira oluşturulan kutsal mekanlarla hatırlanması istenen zamanın
hadiseleri veya o dönemde yaşamış/yaşadığı kabul edilen mümtaz şahsiyetlerin
cisimleştirilmesi arzu edilir. Burada kültürel bellekteki unsurlar, dış
nesnelerle ilişkilendirilerek somutlaştırılır. (Asmann, 2015: 49, 65) Onları
ziyaret etmenin faziletleri zikredilir, bazıları için Hac ibadeti kadar sevap
kazanılacağı ifade edilir. Bazen de Haccın bizzat ifa edildiği mekâna dönüştürülür.
(Bkz. Bozan, 2012: 106 vd.) Oraları ziyaret edenlerin günahlarından arınacağı;
cennete girmeyi hak edeceği müjdelenir. Bu bağlamda kutsal mekanlara has
ritüeller ihdas edilir. Efsane ve hikayeler üzerinden söz konusu türbelerin
gizemi arttırılır. Özellikle mabed ve tapınakları ziyaret edenler o mekânda
bulunan kutsiyetler üzerinden Tanrılarıyla samimi ve içten iletişime geçip
sorunlarını paylaşır. Yapılan ibadetler, sunulan kurban ve adaklarla dilekler
iletilir. Bu şekilde toplumlar, başlarına gelmiş acı çaresizlikleri aşmak veya
gelecek musibetlere karşı korunmak için bu manevi kişilerin gücüne sığınır ve
onların kendilerine yardım edeceğine inanır. Uhrevi taleplerinin yanı sıra
insanlar, şifa bulma, kısmet açılması, çocuk sahibi olma vb. dertlerine deva
gibi dünyevi isteklerde de bulunur. Bazen de buralarda istihareyle gayb
aleminden güzel bir işaret aranır. Söz konusu kutsal yerler sığınak görevi de
görür. Nitekim kimi zaman buralara sığınan tehdit altındaki masum veya suçlu
kimseler için bir bu mekanlar, “iltica” yerine dönüşür. Kısacası halk, çevrenin
manevi koruyucusu işlevi yüklenen söz konusu kutsal mekanlarda kendisini güven
içerisinde hisseder.
Kutsal mekanların ortak yaşam alanı işlevi de vardır.
Nitekim bazı toplumlarda kutsal mekanlar hayatın o kadar içindedir ki, bayram
ve matem gibi törenlerin yanı sıra festivaller ve düğün gibi türlü eğlence
aktiviteler buralarda düzenlenir. Bazen yeni evlenenler, bazen askere
gönderilenler öncelikle bu mekanları ziyaret eder. Kimi zaman kutsal mekanlar
etrafında aşevleri ve eğitim merkezleri kurulur. Dini/mezhebi inanç esaslarının
aktarılmasında da bu merkezlerin işlevselleştirilebildiğine rastlanır. (Demir,
2017: 243) Bu bağlamda kutsal mekanlar etrafında yaşayanlar, kendilerini bu
mekanlarla özdeşleştirir. Sonraki nesiller de bu mekanları ziyaret ederek kendi
değerlerini yaşatır. Çocuklar bu mekanların etrafında oynayıp kutsal
kişiliklerin efsane ve menkıbelerini dinleyerek büyür. Toplumun sosyal ve
psikolojik yönlerini anlatan bu efsane veya menkıbelerde Allah’a en yakın kabul
edilen velinin ya da kahramanın üzerinden sosyal veya ahlaki değerler sistemi
aktarılır. (Helimoğlu, 1990: 21) Bu şekilde onların etrafında toplumun özlemini
çektiği ideal bir dünya oluşturulur. Zira değerler en mükemmel şekliyle bu
kişilerde yaşanmıştır.
Tüm bunları göz önüne alırsak kutsal mekanlar
geçmişi hatırlamada, kültürel belleği pekiştirmede ve kimlik oluşturmada çok
önemli rollere sahiptir, denilebilir.Nitekim
Necef, Kum Şiraz gibi şehirlerde şehrin Şii kimliğinin kazanılması ve sonraki
kuşaklara aktarılmasında türbeler etkin rol oynamıştır. (Bkz. Demir, 2017: 122)
Zira türbe, anıt ve mabed gibi kutsal mekanlar üzerinden aidiyet bilincini
oluşturan bilgiler, görsele de hitap ettiği için hafızada daha canlı
tutulabilirler. Bu yolla geçmiş ile bugün birleştirilir. “Şimdiki zamanın
ufkuna bir başka zamanın görüntüleri” ve ufku aktarılır. Duygu ve
değerlerle yüklü anlamlar kurulur. Sosyal ideolojik ve mezhebi aidiyetler ve
sorumlulukların devamlılığı sağlanır. Yani var olan ya da oluşturulan mekanlar
üzerinde neyi “hatırlamamız”; diğer bir ifadeyle neyi unutmamamız gerektiği
öğretilir. (Bkz. Assman, 2015: 23, 38, 47, 49, 68). Özellikle mabed ve
türbelerin işlevleri o kadar güçlüdür ki, oralarda yaşayan toplumlar
kendilerinden sonraki kuşaklara bu mekanlar üzerinden toplumsal hafızalarını
aktarırlar.
4. Kutsal Mekanların Tahribinin
Olumsuz Etkileri
Yukarıdaki
değerlendirmelerden de anlaşıldığı gibi toplumsal hafızanın yapı taşları olan
öğelerin muhafazası ve sonraki nesillere intikalinde kutsal mekanlar hayati
önemi haizdir. Zira bunlar toplumsal değerlerin orijinine işaret etmektedir.
Onların yok edilmesi, toplumsal hafızanın yok edilmesi ve dolayısıyla yaşamı anlamlı kılan “değerler”i ortadan kalkma
tehlikesini beraberinde
getirmektedir. Ancak
bir vakıadır ki, tarihsel süreç içinde doğal afetler, çatışmalar veya kasti
tahripler sonucu toplumlara aidiyet bilinci kazandıran pek çok kutsal mekân
yıkılmıştır. Nitekim kimisi bulundukları
yerde tarihsel dini kimlik oluşturan Irak, Suriye, Bahreyn, Pakistan, Afganistan, Mısır,
Libya, Fas, Mali, ve
Somali’de Peygamberler, Sahabe ve Tabiun’a nispet edilen türbeler dahil pek çok
Sünni, Şii, Kakai, Yezidi ve diğer din mensuplarına ait kutsal mekan tahrip edilmiştir.
(Bkz. http://arkeofili.com/?p=1099)
Tamamen yıkılan veya yok edilen pek çok kutsal mekân
bir iki neslin yaşam müddetince soyut olarak işlevini sürdürse de daha
sonraları kaybolup gitmektedir. Özellikle savaş ortamında kutsal mekanlar
üzerinden hikayeleri sonraki nesillere aktaran kimseler de öldürülebilmektedir.
Kutsal mekanlar ve onların sözlü aktarıcılarının yok edilmesiyle efsaneler,
menkıbeler birkaç nesil sonra unutulabilmektedir. Toplumsal hafıza küllerin ve
yıkıntıların altında kalmaktadır.
Halk bazında teorik anlatımdan ziyade menkıbe
ve efsaneler üzerinden gerçekleştirilen toplumsal hafızanın aktarımına vurulan
darbeyle de hafıza silinebilmektedir. Ancak insan tabiatı boşluk kabul
etmemektedir. Sonraki nesiller, bu yönden de dış kültürel tesirlere açık
hale gelmektedir. Nitekim günümüzde küreselleşme ile somut bir şekilde batı
görsel mitolojilerinin hikâye ve efsanelerimizin yerini almış olması bunun
somut bir örneğidir.
Sonuçta savaşlar, yıkımlar ve tarihi yapılara
yönelik bilinçsiz müdahaleler sadece maddi kayıp ve can kaybıyla sınırlı
değildir; toplumun hafızasını da tahrip etmektedir. Sonraki kuşakları kimliksiz
bırakabilmekte; aidiyet bilinçlerini derinden sarsmaktadır. Özellikle
Ortadoğu’da son dönemde yaşananlar, Haçlılar ve Moğolların yaptıkları
tahribatla kıyaslanabilecek hale gelmiştir. Unutulmamalıdır ki, sağlık ve
teknolojik olarak maddi dünyayı bire bir şekilde yeniden inşa etmek mümkündür.
Ama kültürel belleği oluşturan değerleri “hatırlama”nın güçlü araçları olan,
kimisi 3 ya da 5 bin yılda doğal olarak inşa edilen şehirlerin ve şehirlere
kimliğini veren kutsal mekanların tahribiyle ortaya çıkan/çıkacak olan durumun telafi
edilmesi hemen hemen olanaksızdır ve bunun etkileri muhtemelen çok uzun yıllar
kendisini hissettirecektir.
*Bu yazı Metin BOZAN, Kutsal Mekanların Tahribinin Toplumsal Hafıza
Üzerine Etkisi, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Aralık-2018
Cilt:10 Sayı:4 (22), Sayfa:1228-1237. Makalesinden hulasa edilmiştir.
** Prof. Dr. Metin BOZAN, Dicle Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi Öğretim Üyesi.
Kaynakça
ASSMAN, Jan, Kültürel Bellek, Çev. Ayşe
Tekin, Ayrıntı, İstanbul 2015.
BOZAN, Metin, Şeyh Adi B. Müsafir, Hayatı,
Menkıbevi Kişiliği ve Yezidi İnancındaki Yeri, Nubihar, İstanbul 2012
DEMİR, Habip, Horasan’da Şiilik İran’da
Şiiliğin Tarihsel Kökleri, Otto, Ankara 2017
ELİADE, Mircea, Dinler Tarihi, Serhat
Kitabevi, Konya 2005
GOODY, Jack, “Sözlü Kültür”, Millî Folklor,
2009, Yıl 21, Sayı 83, S. 128-132.
HELİMOĞLU Yavuz, Muhsine, Diyarbakır
Efsaneleri, Doruk Yay., Ankara 1990
OCAK, Ahmet Yaşar, Alevi ve Bektaşi
İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yay. İstanbul 1983.
ONAT, Hasan “Kerbela’yı Doğru Okumak” http://www.hasanonat.net/index.php/81-kerbela-y-dogru-okumak
SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Din Fenomolojisi, Fakülte
Kitabevi, Isparta 2011.
YÖRÜKAN, Yusuf Ziya, Anadolu’da Aleviler ve
Tahtacılar, T. C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998. http://arkeofili.com/?p=1099