Prof. Dr. Adem APAK
Endülüs, günümüzde
İspanya ve Portekiz’in yer aldığı İberik Yarımadası’nın Müslümanların fethinden
sonra aldığı isimdir. Hz. Ebû Bekir döneminde başlatılan ilk İslâm fetihlerinin son halkası İspanya’nın fethidir.
Miladi 710 yılına kadar Kuzey Afrika’yı büyük oranda
kontrol altına alan Müslümanlar buradan Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına
geçme kararı aldılar. Bu amaçla Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr, Tarîf b.
Malik isimli komutanının gerçekleştirdiği ilk keşif seferinin ardından yardımcısı
Târık b. Ziyad komutasındaki öncü birliğini İspanya topraklarına gönderdi. Müslümanlar
burada karşılarına çıkan Kral Rodrigo kumandasındaki büyük
bir Vizigot ordusunu mağlup ettikten sonra sırasıyla Malaga,
Elvira,
Cordoba, ve nihayet Vizigotlar’ın başşehri Toledo’yu
ele geçirdiler. Diğer taraftan Mûsâ b. Nusayr da 712 yılında Kuzeyf Afrika’dan harekete
geçerek emrindeki orduyla Sevilla,
Carmona, Niebla, Meyrida gibi önemli
İspanyol merkezlerini zaptettikten sonra Toledo’da Târık b. Ziyad ile buluştu. Bundan sonra İspanya’nın kuzeyinde
iki koldan başlatılan fetih hareketiyle bir yıl içerisinde Leon, Galicia,
Lerida, Barcelona ve Zaragoza şehirleri teslim alındı. Emevî halifesi Velid
b. Abdülmelik döneminde Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyad tarafından gerçekleştirilen bu fetihler
sonucunda Müslümanların hâkimiyetine giren Endülüs’te Batı Avrupa’yı hedef alan
yeni akınlar başlatıldı. Bu faaliyetler, Emevîlerin komutanı Abdurrahman
el-Ğâfikî’nin valiliği döneminde Ekim-Kasım 732 tarihinde gerçekleşen ve
Müslümanların ağır yenilgisiyle neticelenen Balâtü’ş-Şühedâ (Vak‘atü
Balât=Gazvetü Balât) Poitiers savaşıyla
durduruluncaya kadar devam etti.
İspanya’nın
Müslümanlar tarafından fethi burada yeni bir toplum yapısı meydana getirdi. Daha
önce ülkede yerleşik bulunan Hıristiyan çoğunluk Hispano-Romen ve yine Hıristiyan
olan Vizigotlar ile azımsanmayacak sayıya ulaşan Yahudi unsurlara
ilave olarak Araplar, Berberîler’den müteşekkil yeni topluluklar bir araya gelmiş
oldu. Bu çeşitliliğe daha sonra mühtedi İspanyollar (müvelled) ve Orta ve Doğu
Avrupa menşeli azınlıklar (sekâlibe) de eklendi. Dolayısıyla Endülüs’te gerek Emevîler döneminde, gerekse daha sonraki süreçte bu
unsurlar arasında inanç ve etnik kaynaklı mücadeleler gündeme gelmiştir.
Endülüs’e fetihle
birlikte Araplardan yaklaşık 40-50 bin kişi gelmiş, bunun birkaç katı Müslüman
Berberî de bölgeye yerleşmiştir. Gerek Araplar,
gerekse Berberîler yeni mekânlara kabileler halinde iskân edildikleri için bu
yerleşme şekli içtimaî kaynaşmanın gecikmesine sebep olmuştur. Berberîler Endülüs’ün fethinde
Araplardan daha fazla pay sahibi olmalarına rağmen, gerek siyasî sorumluluk
üstlenme, gerekse iktisadî imkanlardan faydalanmada ikinci plânda tutuldukları
gerekçesiyle Kuzey Afrika’da büyük bir isyan başlatmışlar,
zamanla isyanı Endülüs topraklarına yaymışlardır. Diğer taraftan ülkeye yeni
gelen Arap kabileleri de geçmişe soy rekabetlerini buraya da taşımışlar, onlar
kendilerini tarihî kökleri olan Mudarî veya Yemenî, ya da Kaysî-Kelbî
gruplaşması içinde kabul etmişlerdir. Bu bölünme daha sonraki yıllarda gerek
Araplar arası iktidar mücadelelerinde, gerekse Endülüs’ün genel siyasetinde
önemli derecede etkinlik göstermiştir. Bütün bu gelişmeler ise Endülüs’te sürekli
olarak yönetim probleminin yaşanmasına ve siyasî istikrarsızlığa sebep
olmuştur.
Endülüs’teki iç karışıklık
ve yönetim problemleri devam ederken Şam’daki Emevîler devleti Abbâsîler
tarafından ortadan kaldırıldı. Yeni yönetimin takibinden kurtulan Halife
Hişam b. Abdülmelik’in torunlarından Abdurrahman
b. Muaviye önce Mısır, ardından da Kuzey Afrika’ya gitti. 755 yılında ise Endülüs
topraklarına geçti. Burada Emevî yanlısı grupları birleştirdikten sonra bölgede
kontrolü elinde bulunduran vali Yûsuf el-Fihrî’yle giriştiği siyasî mücadeleyi başarıyla
tamamlayıp Kurtuba’da bağımsız bir devlet kurdu. Dolayısıyla 756 yılından itibaren
İspanya topraklarında Endülüs Emevîleri dönemi başlamış oldu.
I.
Abdurrahman yönetimi ele almasının ardından ülkede geçmişten gelen Arap-Berberî
ve Araplar arasındaki Mudar ve Yemen merkezli çekişmeleri etkisiz hale getirmeye
çalıştı. Akabinde gerçekleştirdiği seferlerle kuzeyde Frankları geri çekilmeye
zorladı. 788 yılında vefat eden I. Abdurrahman, oğlu I. Hişam’a iç
karışıklıkları asgariye indirilmiş, Abbâsîler tarafından tanınan bağımsız bir
devlet bıraktı. Miladi 788-796 yıllarında Endülüs Emevîleri’ni
yöneten I. Hişam, ülkedeki önemsiz iç problemleri hallettikten sonra İspanya’nın kuzeyindeki Hıristiyan topluluklar üzerinde
hakimiyet kurdu. Onun zamanında İslâmlaşmaya
önem verilmesi sebebiyle yerli halktan pek çoğu Müslüman oldu. Hişam’ın
ardından emirliğini üstlenen I. Hakem dönemi (796-820) ise genelde iç problemler
ve ayaklanmalarla geçti. Bu isyanlar halifenin aldığı sert tedbirlerle
bastırılabildi. Ancak karışıklıklardan istifade eden Franklar 801 yılında
Barselona’yı Müslümanlardan aldılar.
I. Hakem’in ardından tahta geçen oğlu II. Abdurrahman (822-852)
Endülüs Emevîleri’ne en parlak dönemlerinden birini yaşatmıştır. Dahilî istikrarın
sağlanması sebebiyle bu dönemde ülkede refah düzeyi arttı. Arapça dilinin
kullanılması ve İslâmlaşma faaliyetleri yaygınlaştı. Endülüs topraklarını
düşman saldırıları karşısında başarılı bir şekilde koruyan Müslümanlar bu
süreçte Bizans İmparatorluğu ile diplomatik ilişkiler kurdular. II.
Abdurrahman’dan sonra Endülüs topraklarında muhtelif sebeplerle dahilî
problemler baş gösterdi. Bilhassa Berberî ve İspanyol asıllı Müvelled’lerin
çıkardıkları isyanlar ülkeyi her anlamda zaafa düşürdü. Bunu fırsat bilen Hıristiyanlar
da Müslümanlar karşısında üstünlük sağlamaya başladılar. Miladi 882 yılında
başlayan dahilde ve dış politikadaki istikrarsızlık ve gerileme III.
Abdurrahman’ın emirliğe gelmesine kadar devam etti.
Yönetimi üstlenmesinden
itibaren bilhassa merkezî idareye çekidüzen vermek isteyen III.
Abdurrahman öncelikli olarak ülkenin çeşitli bölgelerinde isyan çıkaran Arap, Berberî
ve Müvelled toplulukları itaat altına aldı. Dolayısıyla onunla birlikte Endülüs’ün
siyasî bütünlüğü yeniden temin edilmiş oldu. Emir, bir yandan kurduğu birliği
devam ettirebilmek, diğer yandan da Kuzey Afrika’da
hızlı bir şekilde yayılan Şii Fâtımîlerle güçlü bir şekilde mücadele edebilmek
amacıyla 929 yılında kendisini Nasır-Lidînillah unvanıyla halife
ilan etti. Bu şekilde Abbâsî hilafetine karşı yeni bir Sünni halifelik ortaya
çıkmış oldu. III. Abdurrahman bu girişiminin ardından gerek Fâtımîler, gerekse
İspanyol krallıklarına karşı ciddî mücadele başlattı. Başarılı askerî seferler
sonucunda bir taraftan Leon ve Pamplona krallıklarını vergiye bağlarken, diğer
taraftan da Kuzey Afrika’da Fâtımîlere karşı kesin bir üstünlük sağladı.
III. Abdurrahman’ın 961
yılında ölümü üzerine yerine alim kişiliği ile tanınan oğlu II. Hakem
geçti. Onun döneminde (961-976) daha önce sağlanan dahilî istikrar sebebiyle
İspanyollara karşı elde edilmiş bulunan üstünlük muhafaza devam ettirildi. II. Hakem
zamanındaki asıl gelişim ise ilim ve sanat alanında gerçekleşti. Öyle
ki, Endülüs bu süreçte İslâm medeniyetinin en önemli
merkezlerinden biri haline geldi.
II. Hakem’den sonra oğlu II. Hisam’ın (976-1009, 1010-1013) çocuk yaşta tahta geçmesinden faydalanan Hacib İbn Ebû Âmir ve onun iki oğlu Abdülmelik ile Abdurrahman iktidarı tamamen
ellerine alarak Endülüs Emevîleri’nde kendi
adlarıyla anılan Âmiriler dönemini
başlattılar. Onlar elde ettikleri siyasî güç sayesinde istedikleri devlet
adamlarını azledip, istediklerinin göreve gelmesini sağladılar. Hatta ülkeyi
yönetecek halifelerin tespitinde de birinci derecede rol oynadılar. Kendi
adlarına para bastırma ve hutbe okutma gibi faaliyetlere girişmeleri üzerine ülke
halkı Âmirilere karşı ayaklanarak yönetimin yeniden halifelere geçmesini sağladı.
Ancak ülkede iç karışıklar önü alınamaz hale geldiği için siyasî birliğin temini
yine de mümkün olmadı. Bu olumsuzluklara Emevîler arasıdaki taht kavgaları da eklenince
devletin çöküşü hızlandı. Nihayet 756’da bağımsız bir emirlik olan Endülüs Emevîleri
Devleti 1031 yılında tarih sahnesinden silindi.
Emevîlerin yıkılmasından sonra Endülüs’te
bağımsız site devletlerinin hüküm sürdüğü Mülûkü’t-Tavâif dönemi başladı. 1031
yılından 1090 tarihine kadar geçen bu dönemde küçük şehir devletleri kendi
aralarında mücadele ettiler. Bunlar zaman zaman da birbirlerine üstünlük
sağlamak amacıyla rakipleri aleyhine Hıristiyan krallıklarla işbirliğine girdiler.
Bu durum ülkede Müslüman hakimiyetinin zayıflamasına sebep oldu. Hıristiyanların
da daha önce kaybettikleri topraklarını yeniden ele geçirmeye başladılar. Öyle
ki, 1057
yılında Kastilya Kralı I. Fernando bağımsız
devletlerden Eftasîleri, 1062’de Tuleytula’daki Zunnûnîleri ve nihayet İşbiliye’deki Abâdîleri ağır haraca bağladı. 1085
yılında ise Kastilya Kralı VI.
Alfonso ise Endülüs’ün Kurtuba’dan
sonra ikinci büyük şehri olan Tuleytula’i
zaptetti. Tehlikenin artması üzerine Endülüs’teki Müslümanların varlığının tehlikeye
düştüğünü gören bazı emir ve ulemâ kendilerine yardımcı olmaları için Kuzey
Afrika’da kurulan Murâbıtlar devletinden yardım istediler. Çağrıya cevap veren Murâbıtların
sultanı Yusuf b. Tafşin Endülüs’e geçerek 1086 yılında VI. Alfonso’yu mağlup edip
ülkedeki birliği sağladı, ardından da Endülüs’ü Murâbıtlara bağlı bir vilayet
haline getirdi.
Murâbıtların Kuzey Afrika’da zayıflaması ve
1147 yılında yıkılmasıyla Endülüs tekrar siyasî kargaşa içine düştü. Bundan faydalanan
İspanyol krallıklar sırasıyla Meriye, Turtûşe ve Laride’ye Müslüman emirlerin
elinden aldılar. Bu defa Endülüs Müslümanlarının yardıma yine Kuzey Afrika’da
hüküm süren Muvahhidler hanedanı yetişti. Süratle Endülüs’e gelen Muvahhidler Hıristiyan
ordularını geri püskürttükleri gibi pek çok kaybedilmiş şehri geri aldılar. Ayrıca
1195 yılında birleşik Hıristiyan ordusunu ağır bir mağlubiyete uğrattılar. Bunun
üzerine hazırlanan yeni bir bir Haçlı ordusu 1212 yılında Muvahhidleri mağlup
edince Endülüs Müslümanları yine düşman saldırılarına açık hale geldiler.
Nitekim Hıristiyan krallar saldırıya geçerek pek çok bağımsız Müslüman emirliği
ortadan kaldırmaya başladılar. 1227’de başlayan istilâ hareketi 1250’ye kadar sürdü.
Sonuçta Müslümanların elinde sadece Gırnata (Benî Ahmer) emirliği kaldı.
Güç şartlara rağmen 1462
yılına kadar izlediği denge politikası sebebiyle varlığını iki buçuk asır devam
ettiren Benî Ahmer Devleti, Endülüs’ün yeniden Hıristiyanlaştırılması (Reconquista)
projesinin sonucu olarak Kastilya ve Leon Krallıklarının saldırılarına maruz
kaldı. 1489’a kadar Gırnata Emirliği’nin başşehrin
dışında el-Hâme (Alhama), Ronda, Levşe (Loja), Mâleka,
Beyyâşe ve Meriye gibi belli başlı şehirler kaybedildi. Sıra
Gırnata’ya geldiğinde Müslümanlar şehrin müdafaası için büyük
bir gayret sarf ettilerse de 1492’de teslim olmak
zorunda kaldılar. Bu şekilde İslâm hâkimiyetinin
Endülüs’teki en son bağımsız kalesi de düşmüş oldu. Gırnata’nın
kaybedilmesinden itibaren İspanya’da kalan Müslümanlar Hıristiyanlığı
kabul edenler de dahil olmak üzere bir asrı aşkın
bir süre çok büyük sıkıntı içerisinde yaşadılar ve sonunda
tamamen ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar.
İspanya’daki son bağımsız
devletin ortadan kalkmasından on yıl sonra 1502 tarihinde şehirde kalmış olan
Müslümanlar Osmanlı Sultanı II. Bayezid’e elçi göndererek mâruz
kaldıkları dinî baskıları ve bu baskılar karşısındaki çaresizliklerini
dile getirip yardım talebinden bulundular. II. Bayezid bunun üzerine Kemal
Reis kumandasında bir donanmayı Akdeniz’e gönderdi. Kemal Reis İspanya
kıyılarında kurtardığı Müslümanların Osmanlı topraklarına taşınmalarını
sağladı.
İspanyollar, 1609-1614 yılları arasında ülkede
kalan Müslümanların hemen tamamını Endülüs’ten uzaklaştırdılar. Bu
sırada Osmanlı tahtında bulunan I. Ahmed, hem
Avusturya hem de İran seferleriyle uğraşması ve donanmanın yeterince güçlü
olmaması sebepleriyle İspanya’ya karşı harekete geçemedi. Bununla
beraber Fas, İngiltere, Fransa ve Venedik
gibi devletlere elçiler göndererek Osmanlı Devleti’ne
sığınmak isteyen Endülüs Müslümanlarına yardımcı olunmasını
istedi. Bu sayede birçok Endülüslü Kuzey Afrika’daki Osmanlı topraklarına ve
İstanbul’a ulaştırıldı.
KAYNAKLAR
İbn
Abdilhakem, Ebû’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah (257/870), Futûhu Mısr ve
Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey),
Kâhire 1991, s. 204-226; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I-IX, Beyrut 1986, IV, 119-124, 128-129; Makkarî, Nefhu’t-Tîyb Min Ğusni’l-Endelüsi’r-Ratîb, (thk. İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut 1986, I, 229-243, 290-298;
Sâlim, Abdülaziz,
Tarihu’l-Müslimîn ve Asruhum fi’l-Endelüs, Mısır 1961, s. 66-160; Sûfî, Hâlid, Tarihu’l-Arab
fi’l-Endülüs, ? 1980 (Câmiatu
Karyunus-Külliyetü’l-Edeb), s. 75-171; Hâccî, Abdurrahman Ali, et-Tarihu’l-Endelüs,
Kahire 1983, s. 46-47; Munis, Huseyn, Fethü’l-Endelüs, Cidde 1985, s.
52-112; Vekîl, el-Emevîyyûn, I-II, Beyrut Dımeşk 1995, II, 73-111; İnan,
Muhammed Abdullah, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs,
I-II, Kahire 1969, I, 67, 92-112, 117-118; İmadüddin,
S. Muhammed, Endülüs Tarihi, (çev. Yûsuf Yazar), Ankara 1990, s.53-54; Özdemir,
Mehmet, Endülüs Müslümanları I, Ankara 1994, s. 31 vd.;
Apak, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem İslâm Tarihindeki Etkileri, İstanbul
2004, s. 252-261; Provençal, E. Levi, “Emeviler”, İA, IV, 248-257; Özdemir
Mehmet, “Endülüs”, DİA, II, 211-216.
Çok güzel bi.çalışma ypmissiniz.Allah rzı olsun.
YanıtlaSilguzel calisma yapmissiniz emeginize saglik ama gorsel de koysaydiniz guzel
YanıtlaSiliyi cok tesekkurler proje odevimde cok katki sagladi
YanıtlaSilÇok teşekkürler. Afrikalı leo kitabını okurken bunları araştırma gereği hissettim
YanıtlaSil