Aşağıda yazacaklarım kişisel
görüşlerimdir ilahiyatçılar adına değildir. Yakın dostlarım ve okuyucularım
bilir ki bazı konularda ilahiyatçıların genelinden farklı düşünürüm.
İlahiyatçılar bir meşrep, bir tarikat, bir cemaat, bir parti değil ki
basmakalıp düşünceleri olsun
Kimi çevreler ilahiyatçıların
olaylar karşısında suskunluğundan yakınmakta ve gerçek İslam’ın ne olduğunu
bize anlatsınlar şeklinde yakınmaktalar. Tespitim o ki, yakınanların bir kısmı
samimi, bir kısmı ise gerçek İslam’ın ne olduğunu öğrendiğinde, feveran edecek
ve karşı tavır alacaktır. Kaldı ki ilahiyatçıların çoğu imkânları çerçevesinde
kendisine düşen görevi yapmaktadır.
İlahiyatçının görevi bu tür çağrılar
olsa da olmasa da gerçek İslam’ın ne olduğu konusunda toplumunu aydınlatmaktır.
Bu nedenle son olaylara dair düşüncelerimi maddeler halinde yazmaya
çalışacağım:
1. İlahiyatçı herhangi bir parti,
iktidar, siyaset, mezhep, cemaat, tarikat veya meşrebin emrinde değildir, olmamalıdır.
İlmiyle herkese bildiği kadarıyla rehberlik etmelidir. Gücünü aşan konularda
susmaktan başka çaresi yoktur.
2. Peygamber efendimiz döneminde
müşrikler İslam’ı genelde kabul ettiler ama din ehli ve dini konularda bilgisi
sahibi olan fakat anlayışlarına batılı karıştırmış olan Ehl-i Kitaptan İslam’ı
kabul edenler çok az oldu. Günümüzde de İslam’a batılı karıştırmış olanların
sahih İslam’a ulaşmaları çok zordur. Bu nedenle sahih İslam’ı anlatma çabası
içerisinde olan ilahiyatçının işi çok zordur.
3. Belki geçmişte uzun dönem İslam
âleminde en güçlü devlete sahip olmamızdan olmamızdandır dindarlarda ve
İslamcılarda kavmi asabiye vardı ama günümüzde zirveye doğru tırmanış
göstermekte ve bize tabi olmayanlara çok rahat kâfir yahut kâfirlerin maşaları diyebiliyoruz.
Oysa bu kesim tekfircilikten çokça şikâyet etmektedir.
4. Laik bir ülkeyiz. Laiklik,
devletin yönetim sistemine ve hukuka dini karıştırmamak anlamına gelir.
Yönetimde dindar ve İslamcı kimseler olsa da devletin laik oluşunu değiştirmez.
Aslında sözünü ettiğimiz yöneticilerin de bu rejimi değiştirmeye güçleri
yetmez. Böyle bir niyetlerinin olduğuna dair açık veya gizli bir emare mevcut
değildir. Bu nedenle yöneticilerin radikal diye tanımlanan örgüt veya kişilere
yönelttikleri hüküm içeren dini söylemleri doğru bulmuyorum. Fayda yerine zarar
getirir kanaatindeyim.
5. IŞİD ve benzeri ‘cihadi selefi’
şeklinde tanımlanan örgütlerin İslam Hukukunda geçmişte oluşan fıkhi görüşleri
dayanak aldıklarını söyleyenler var. Muhafazakârlar ve mezhep mutaassıpları
buna şiddetle karşı çıksalar da söylemlerinde haksız sayılmazlar. Zira
fıkıhtaki o görüşler hem sultanların hâkim oldukları dönemlerde ve o günün
şartlarına göre örfi diye tanımlayabileceğimiz delillere dayanmaktadır.
Söylenen şudur:
İslam’a inanmayanlara (ki
kastedilen, İslami yönetimin hâkim olmadığı bölgelerdir) gidecek ve onlara
şöyle diyeceksin:
a. Ya İslam’ı kabul edersiniz.
b. Ya cizye verip yönetimimizi kabul
edersiniz.
c. Bunları kabul etmiyorsanız
sizinle savaşırız.
Kısacası bu anlatıma göre İslam’da
savaş, ‘saldırı savaşıdır’ ve İslam’ı yayma aracıdır. Oysa Kur’an’da
anlatılanlar İslam’da savaşın, savunma aracı olduğunu gösterir.
Sözü edilen şartlar, savaş sebebi
oluştuktan sonra cephede karşı tarafa aktarılması gereken şartlar olup Müslümanların,
belki savaşa engel oluruz diye ileri sürecekleri şartlardır. Çünkü Müslümanlar
savaşa mecbur kalmadıkça savaşmazlar.
6. Savaş İslam’ın yayılma aracı
değildir; hikmete uygun davranış ve güzel öğüttür. Tarihte buna aykırı davranan
Müslümanların hatası, Müslümanların hatasıdır, İslam’ın değil.
7. “Cihadi Selefi” ifadesini doğru
bulmadığımı ifade etmeliyim. Söz konusu ifade gayr-i Müslimlerin kullandığı bir
ifadedir.
8. IŞİD ve benzeri örgütlerin ortaya
çıkışı tamamen sosyolojik şartların mahsulüdür. Her toplumda şiddete meyilli
fertler olabilir, ancak bu fertlerin organize olup örgüt haline gelmeleri ve
büyümeleri büyük travmalar sonucudur. Dikkat edilirse IŞİD ve benzeri örgütler
ABD’nin işgal ettiği bölgelerde ortaya çıkmışlardır.
Bu yazı kime ait acaba?
YanıtlaSilM. Said Şimşek
Sil