Prof. Dr. Âdem Apak
Risâletin
4. yılında (M.614) Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in Teymoğulları kabilesine
mensup Hz. Ebû Bekir (ra), annesi Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b.
Uveymir’dir (rah). Babasının mensup
olduğu Teym kabilesinin soyu Mürre b. Kâ‘b’da Hz. Peygamber’in (sav) nesebiyle
birleşir. Babası Ebû Bekir ilk
evliliğini Kuteyle bint Abdüluzzâ adlı bir hanımla yapmış, bu evlilikten
Abdullah ile kızı Esmâ doğmuştu. Kuteyle İslâmiyet’i kabul etmeyince onu
boşayıp Ümmü Rûmân ile evlendi. Ümmü Rûmân’dan Abdurrahman ile Âişe dünyaya
geldi. Ümmü Rûmân vefat edince Esmâ bint Umeys ile evlendi ve bu hanımından
Muhammed adını verdiği bir oğlu oldu. Vefatından birkaç ay sonra da diğer
hanımı Habîbe bint Hârice’den Ümmü Külsûm adlı kızı dünyaya geldi. Hz. Aişe
(rah) gizli tebliğ dönemi esnasında Hz. Ebû Bekir’in (ra) daveti ile
müslüman olanlar arasında yer alır.[1]
Hz.
Âişe’nin (rah) çocukluğu hakkında fazla bir bilgi yoktur. Hz. Peygamber (sav)
ile nikâhı hicretten önce Mekke’de kıyılmıştır. Babası Rasûl-i Ekrem (sav) ile
daha önce hicret ettiği için aynı yıl (M.622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız
kardeşi Esmâ (rah), Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Sevde (rah), kızları Fâtıma
(rah) ve Ümmü Gülsüm (rah) ile birlikte Medine’ye hicret etti. Hicretin 2. yılı
Şevval ayında (Nisan 624) Hz. Peygamber’le (sav) evlendi.[2]
Hz. Âişe (rah) Rasûl-i Ekrem (sav) ile
evlendikten sonra Müslümanlar arasında mümtaz bir konuma ulaştı. Peygamber
hanımlarının müminlerin anneleri (ümmehâtü’l-mü’minîn) olduklarını bildiren ve
Hz. Peygamber’den sonra, başkalarının onlarla evlenmesini ebediyen yasaklayan
Kur’an âyetleri gereğince kendisi “ümmü’l-mü’minîn” diye anılmaya başladı.[3]
Hz.
Âişe (rah), Rasûl-i Ekrem’in (sav) eşi olduktan sonra Müslümanlar nazarından
üstün bir mevkie kavuştu. Öyle ki bundan sonraki süreçte daima onun yanında
bulundu. Uhud Gazvesi’nde sırtında su taşıma haber toplama ve yaralılara bakma
gibi geri hizmetlerde görev yaptı.[4]
Hudeybiye Musâlahası’na da katıldı. Mekke fethi için hazırlıklara başladığında
seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber (sav), bunu sadece
Âişe’ye (rah) bildirmiş, Hz. Ebû Bekir (ra) bu hazırlığın Mekke için olduğunu
kızından öğrenmiştir.[5]
Hz.
Âişe’nin (rah) iştirak ettiği en mühim seferlerden biri, Hicretin 5. yılı Şaban
ayında (Ocak 627) gerçekleşen Benî Mustalik Gazvesi’dir. Hz. Peygamber (sav)
sefere çıkarken Hz. Âişe’yi (rah) de yanına almış, savaş sonrası Medine’ye
dönülürken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe (rah) devesinden inip bir
ihtiyacını gidermek için ordugâhtan biraz uzaklaşmış, dönüşünde boynundaki
gerdanlığın düştüğünü fark etmişti. Kayıp eşyasını aramaya çıktığı sırada, onun
mahfede olduğu düşünülerek orduya hareket emri verilmişti. Hz. Âişe (rah) geri dönünce
konak yerinde kimseyi bulamadı. Bunun üzerine kendisini almaya gelecekleri
ümidiyle beklemeye başladı. Ordunun artçısı Safvân b. Muattal (ra), Hz. Âişe’yi
(rah) devesine bindirip kafileye yetiştirdi. Bu sefere katılmış olan
münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Âişe (rah) aleyhine iftira ve
dedikoduya başladı. Bazı Müslümanlar da onun bu çirkin iftirasına alet oldular.
Başta Hz. Peygamber (sav) olmak üzere Âişe’nin (rah) ebeveyni dedikodular
sebebiyle çok üzüldüler. Bir ay kadar hastalanan Hz. Âişe (rah), kendisine
yapılan bu iftirayı çok sonra tesadüfen öğrendi. Hz. Peygamber’den (ra) izin
alıp ailesinin evine gidip üzüntüsünden günlerce ağlayıp ıstırap çekti. Nihayet
Nûr süresinin 11-21. âyetlerinde Allah Teâlâ yapılan dedikoduların tamamen
asılsız olduğunu ve Âişe’ye (rah) iftira edildiğini bildirdi.[6]
“Peygamber’in eşi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir
güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuştur. O
kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden
elebaşılık yapana ise büyük azap vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın
müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır”
demeleri gerekmez miydi? Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit
getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah’ın dünya ve âhirette size
lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü büyük bir azaba
uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza
alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi
büyüktür. O’nu işittiğinizde: “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; haşa bu
büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi? Eğer mümin kişilerdenseniz, Allah
buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder. Allah size ayetleri
açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim’dir. Müminler arasından hayâsızlığın
yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap
vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. Allah’ın size lütuf ve merhameti
bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezanızı verirdi. Ey
İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki,
o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah’ın size lütuf ve merhameti
bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini
temize çıkarır. Allah işitir ve bilir”. [7]
Hz.
Peygamber (sav) Hicretin 11. yılı Safer ayının (Mayıs 632) son haftasında
rahatsızlanınca diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe’nin (rah) odasına
geçti ve mübarek başı onun kucağında olduğu halde son nefesini verdi.[8]
Allah Rasûlü’nün (sav) naşı onun odasına defnedildi.[9]
On sekiz yaşında dul kalan Hz. Âişe (rah)
Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur’an hükmüne
uyarak bir daha evlenmedi. Hz. Âişe (rah),
Hz. Peygamber’den (sav) sonra kırk yedi yıl daha yaşadı, altmış beş (veya atmış
altı) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi Medine’de
vefat etti. Onun cenaze namazı Ebû Hüreyre (ra) tarafından kıldırılmış,
vasiyeti üzerine naşı Bakî mezarlığına defnedilmiştir. Onu kabre erkek ve kız kardeşlerinin çocukları (Kasım b.
Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman, Urve b.
Zübeyr ve Abdullah b. Zübeyr) koymuşlardır. [10]
Hz.
Âişe (rah) yetişmesini ve şahsiyetinin olgunlaşmasını Peygamber (sav) evinde
tamamladı. Allah Rasûlü (sav) onu çok severdi. Hz. Ali (ra) bir hadis
rivayetinde ondan “Rasûlüllah’ın sevgilisi” diye söz etmiş, Tâbiînden Mesrûk
ise Hz. Âişe’den (rah) rivayet ettiği hadislerin senedinde, “Allah’ın sevgilisinin
sevgilisi, semadan inen âyetle temize çıkan” ifadesini kullanmıştır.
Hz.
Âişe (rah) ile Hz. Peygamber (sav) arasındaki aile bağı sevgi, anlayış ve
hürmet esası üzerine kurulmuştur. Kendisine büyük yakınlık ve sevgi gösteren
Hz. Peygamber (sav) ile koşu yaptığı, onun omzuna dayanarak Mescid-i Nebî’de
mızraklarıyla savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettiği ve Hz. Peygamber’e
(sav) nazlanmaktan çok hoşlandığı bilinmektedir. Hz. Peygamber (sav) de onunla
bir arada bulunmaktan, bilhassa gece seyahatlerinde kendisiyle sohbet etmekten,
davetlere onunla birlikte katılmaktan, sorularına cevap vermekten pek memnun
olurdu. Esasen Hz. Âişe (rah) zekâsı, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel
konuşması, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’i (sav) en iyi şekilde anlaması
gibi mümtaz vasıfları sayesinde Rasûlüllah’ın (sav) yanında müstesna bir mevki
kazanmıştı. Hz. Peygamber (sav) onun kabiliyetlerinin gelişmesine yardımı
sayesinde baba evindeki eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber (sav) evinde
daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti. Bilemediklerini, anlayamadıklarını,
eksik ve yanlışlarını, hatta Kur’ân ile Hz. Peygamber’in (sav) hadisleri
arasındaki kendi anlayışına göre farklılık arz eden hususları Rasûl-i Ekrem’e
(sav) sormak ve onunla müzakere etmek gibi üstün hasletleri vardı.
Hz.
Peygamber (sav), hanımları arasında Hz. Hatice’den (rah) sonra en çok onu
sevmiş, dünyada en çok kimi sevdiği sorusuna onun adını vermek suretiyle bu
sevgisini açıkça dile getirmiştir.[11]
Hanımları içinde yalnızca Âişe (rah) ile birlikte bulunduğunda kendisine vahiy
geldiğini açıklaması, onun diğer hanımlarından daha itibarlı olduğunu, Hz.
Peygamber’in (sav) ona beslediği sevginin ilâhî kaynağa dayandığını
göstermektedir.[12]
Sahâbîler Hz. Peygamber’e (sav) sunacakları hediyeleri onun odasında bulunduğu
günlerde takdim ederlerdi. Hanımları arasında Rasûlülah’ı (sav) en fazla
kıskanan ve sevgisini kazanmak için en çok gayret sarf eden de Hz. Âişe (rah)
idi.
Hz.
Âişe (rah), Hz. Peygamber’e (sav) karşı beslediği derin sevgi yanında, ona itaat
ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. Geceleri namaz kılar,
günlerinin çoğunu oruçla geçirirdi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmezdi.
Kanaatkâr, mütevazı, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Öksüz ve fakir çocukları
himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina gösterir, sonra da
evlendirirdi. Onun birçok köle ve cariyesini azat ettiği de bilinmektedir.
Hz.
Âişe (rah), Hz. Ebû Bekir (ra) ile Hz. Ömer’in (ra) halîfeliği sırasında her
hangi bir siyasî faaliyete iştirak etmedi. Onun her iki halîfe ile münasebeti
karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde geçti. Halîfe Hz. Ömer (ra), kadınlarla
ilgili fikhî meselelerde daima Hz. Âişe’nin (rah) görüşünü alırdı. Bir suikast
sonucu ağır yaralanınca, Hz. Peygamber’in (sav) ayakucuna defnedilmesi için,
kızı Hafsa (rah) vasıtasıyla kendisinden izin istedi. Hz. Âişe (rah) kendisi
için düşündüğü bu yere “Ömer’i kendime tercih ederim” diyerek onun
defnedilmesine izin vermek suretiyle büyük bir feragat ve fedakârlık örneği
göstermiştir.
Hz.
Âişe (rah) Hz. Osman’ın (ra) on iki yıllık hilâfetinin birinci yarısında ilk
iki halîfe dönemindeki siyasetten uzak durma tavrını sürdürdü. Ancak Hz.
Osman’ın (ra) bazı karar ve tasarruflarının aleyhinde faaliyetlerin başladığı
ikinci devrede halîfeye karşı muhalefet hareketine katıldı. Çeşitli bölgelerden
şikâyet için Medine’ye gelenler, ondan halîfeyi bazı tayinlerden vazgeçirmesini
istediler. Bunun üzerine halîfenin sütkardeşi Mısır Valisi İbn Ebû Serh ile
Kûfe Valisi Velîd b. Ukbe’nin azledilmelerini talep etti. Artık siyasî olaylara
müdâhil olmaya başlayan Hz. Âişe (rah), Hz. Osman’ın (ra) evinde muhasara
edildiği sırada haccetmek üzere Medine’den ayrılıp Mekke’ye gitti. Şehirde
bulunanlar böyle kritik bir dönemde onun Medine’de kalmasının uygun olacağını söyledilerse
de, bu tür talepleri reddetti. Halîfenin şehid edildiğini, yerine Hz. Ali’nin
(ra) halîfe olduğunu Medine’ye dönerken yolda Talha (ra) ve Zübeyr’den (ra)
öğrendi. Onlar Hz. Ali’ye (ra) istemeyerek biat ettiklerini, fakat daha sonra
bu biatten vazgeçtiklerini söylediler. Bunun üzerine Hz. Âişe (rah) yoluna
devam etmek yerine onlarla birlikte Mekke’ye döndü.[13]
Hz.
Osman’ın (ra) öldürülmesine karşı çıkanlar ile Ümeyyeoğulları’nın bazı
mensupları, Hz. Âişe’nin yanında toplanarak halîfenin intikamını almak ve
Müslümanlar arasındaki ihtilâflara son vermek üzere Medine veya Şam yerine,
Basra’ya gitmeye onu ikna ettiler. Kendisi de etrafına toplananlarla birlikte
Hz. Osman’ın (ra) katillerini cezalandırmak düşüncesiyle Basra’ya doğru yola
çıktı. Onunla birlikte hareket edenler Basra’ya varınca, Hz. Ali’nin (ra)
valisi Osman b. Huneyf’i bertaraf edip şehre hâkim oldular.[14]
Muâviye
üzerine yürümek için hazırlık yapmakta olan Hz. Ali (ra), Basra’daki
gelişmeleri öğrenince Medine’den Irak’a hareket etti. Hz. Âişe (rah) ile Hz.
Ali (ra) arasında çeşitli mektuplaşmalar ve müzakereler gerçekleşmişse de
Hicretin 36. yılı Cemâziyelâhir’inde (Aralık 656) Müslümanlar arasındaki ilk
kanlı çarpışma engellenemedi. Bu olay, savaşın Hz. Âişe’nin (rah) devesinin
etrafından şiddetlenmiş olması sebebiyle Cemel Vak’ası adıyla meşhur oldu.
Neticede Hz. Âişe (rah) tarafı savaşı kaybetti. Bununla birlikte Halîfe Hz. Ali
(ra) ona esir muamelesi yapılmasına izin vermediği gibi kardeşi Muhammed b. Ebû
Bekir’in nezaretinde onu önce Basra’ya, oradan yanına kattığı Basralı kırk
kadınla birlikte Medine’ye gönderdi. Fakat Hz. Âişe (rah) o yıl da hacca
iştirak etmek istediğinden önce Mekke’ye gidip ardından Medine’ye döndü. [15]
Hz.
Osman’ın (ra) halîfeliğinin son yıllarında başlayıp Cemel Vak’ası’yla sona eren
siyasî faaliyetleri sebebiyle yaşananlar Hz. Âişe’yi (rah) son derece üzmüştür.
Öyle ki, birçok müslümanın ölümüne sebep olan bu acı olayları yaşamaktansa,
daha önce ölmeyi tercih ettiğini söylemiştir. Rivayete göre Peygamber
hanımlarının evlerinde oturmalarını emreden âyeti (Ahzâb 33/33) her okudukça,
baş örtüsü ıslanıncaya kadar ağladığı söylenir. Kendisi Cemel’den sonra
Medine’de sakin bir hayat sürmüş, bir daha siyasete karışmamıştır. Ancak
Muâviye devrindeki bazı icraatı tenkit etmekten de çekinmemiştir. Hz. Ali (ra)
ve taraftarlarına dil uzatmayı reddeden sahâbî Hucr b. Adî’nin (ra)
öldürülmesinden dolayı Muâviye’ye çıkışması buna örnek gösterilebilir.[16]
Hz.
Âişe (rah), Allah Rasûlü’nün (sav) vefat ettiği zaman kendisi çok genç yaşına rağmen
Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünneti en iyi bilen ve muhafaza eden sahâbîlerin başında
yer alır.[17]
Hem baba evinde, hem Hz. Peygamber’in (sav) himayesinde en iyi şekilde yetişti
ve başkalarına nasip olmayan bilgiler edinmiştir. Arap dilini maharetle
kullanmasının yanı sıra Arap şiirini de çok iyi bilirdi. Fesâhat ve belâğatıyla
da maruf bir hatip olduğu için konuşması insanlara çok tesir ederdi. Babasının
vefatı üzerine kabri başında yaptığı dua, Cemel Vak’ası’ndaki hutbesi, ayrıca
bazı mektupları onun edebî kabiliyetini gösteren şaheser örneklerdir. Kendisi
Arap tarihi, nesep ilmi, câhiliyye çağının içtimaî vaziyeti, örf ve âdetleri
hakkında geniş malumat sahibi idi. Şiir ve edebiyat ile tarih ve ensâbı, daha
ziyade bu konularda ihtisas derecesinde bilgi sahibi olan babası Hz. Ebû
Bekir’den (ra) öğrenmişti. Hz. Peygamber’den (sav) aldığı feyz sayesinde İslâm
esaslarının en mümtaz öğreticisi oldu. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetini tefsir
etti. Üstelik küçük yaşından itibaren Kur’ân’ı ezberlemeye başlamış, âyetlerin
kıraat tarzını iyice öğrenmişti. Sünneti de çok iyi kavramış olan Hz. Âişe
(rah), hadislerden yeni hükümler çıkarırdı. Nitekim o, Hz. Peygamber’in (sav)
ashâbı arasında, çok sayıda fetva vermesiyle meşhur olan yedi kişiden biri
kabul edilir.[18]
Öyle ki, Tâbiîn devrinin birçok hukukçusu, yüksek seviyedeki fıkıh bilgisinden
faydalanmak üzere kendisiyle ilmî istişarelerde bulunmuştur.
Hz.
Âişe (rah), kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber’in (sav) hadis ve
sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler îfâ etti.
Onun rivayet ettiği hadislerin sayısı 2210’dur. Bunlardan Buhârî ve Müslim’in
Sahîh’lerinde rivayet ettikleri 297 hadisin 174’ü her iki eserde, elli dördü
yalnız Buhârî’de, altmış dokuzu da yalnız Müslim’de yer almaktadır. Hz. Âişe
(rah) hem Hz. Peygamber’in (sav) diğer hanımlarından, hem de Ebû Hüreyre (ra),
Abdullah b. Ömer (ra) ve Enes b. Mâlik (ra) dışında diğer sahâbîlerden fazla
hadis rivayet etmiş olan tek kadındır.[19]
Binden fazla hadis rivayet ederek “müksirûn” olarak adlandırılan yedi sahâbînin
dördüncüsü kabul edilir. Rivayet ettiği hadislerin çoğunu doğrudan doğruya Hz.
Peygamber’den (sav) nakletmiştir. Aktardığı hadislerin muhtevaları
incelendiğinde, başta Rasûlüllah’ın (sav) peygamberliği, aile hayatı, günlük
yaşayışı, savaşları, Veda Haccı ve vefatı ile ahlâkı olmak üzere, câhiliyye
dönemi tarihi, kadınlara dair özel hükümler, Mekke ve Medine devirlerindeki
Müslümanların çeşitli faaliyetleri, ibadetler ve ibadetler tarihi, gaybın
bilinmesi, kıyamet, ölüm ve âhiret hayatına dair bazı kelâmî mesele ve
haberleri ihtiva ettiği görülür.
Hz.
Âişe’nin (rah) en belirgin özelliklerinden biri de İslâm dininin esaslarını
anlatma hususundaki gayretidir. Öyle ki, Hz. Peygamber’den (sav) sonra onun
evi, kadın erkek, büyük küçük birçok kimsenin huzuruna gelip kendisini
dinlediği, varsa sorusunu sorup cevabını aldığı bir ilim ve irfan ocağı
olmuştur. Onun döneminde ashâbdan bazılarının vefat etmiş olması, birçoğunun da
fetihler sebebiyle muhtelif bölgelere dağılması sonucunda Medine’de çok az
sahâbî kalmıştı. Hz. Âişe’nin (rah) varlığı sayesinde, “Peygamber şehri Medine”
ilim merkezi olma hususiyetini devam ettirmiştir. Şehirde onun yıllarca süren
eğitim ve öğretim faaliyetleri sonunda İslâm ilimlerinin temellerinin atılması
ve ilmî hareketin gelişmesi yanında, hadis ve fıkıh sahalarında Medine ekolü
teşekkül etmiştir. Hz. Âişe (rah) yalnızca şifahî sorularla değil, aynı zamanda
muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanların mektupla ilettikleri
sorulara da muhatap olmuştur. Hz. Âişe vefatına kadar her yıl hac için Mekke’ye
gittiğinde, muhtelif yerlerden gelenlerin kendisini çadırında ziyaret
etmelerine ve soru sormalarına izin verirdi. Kendisi Hz. Peygamber (sav)
zamanından başlamak üzere kadınların eğitim ve öğretimiyle çok yakından meşgul
oldu; çevresinde ders dinleyen ve hadis nakleden birçok kız ve kadın yer aldı.
Böylece o hem kendi uygulamaları, hem de yetiştirdiği öğrencileri ile İslâm
dünyasında kadınların ilimle meşgul olmaları gerektiğini, hiçbir tereddüde
meydan vermeyecek şekilde göstermiş oldu.[20]
[1] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), VIII, 58, 62;
İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb,
I-VI, Kahire ts, (Dâru Nehdati Mısr), IV, 1881.
[2] Buhârî, Nikâh, 39, 40.
[3] Ahzâb
33/6, 53.
[5] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye,
(thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., IV,
39.
[6] Buhârî, Meğâzî, 34; İbn Hişâm,
III, 310-315.
[7] Nûr, 24/11-21.
[8] Buhârî, Menâkıb, 19; Meğâzî,
844, 85, 86.
[9] İbn Hişâm, IV, 312-315.
[10] İbn Sa’d, VIII, 76-78; İbn Abdilberr, IV,
1885.
[11] Buhârî, Fedâil, 1, 5; İbn Mâce, Mukaddime,
27.
[12] İbn Sa’d, VIII, 66-67.
[13] Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI,
Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân); Câmiu’l-Beyân, I-XXX, Mısır 1968, IV,
649-650.
[14] Taberî, IV, 468-475.
[15] Taberî, IV, 534, 542.
[16] Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf V, (thk. Goiten, S.D.F), Jerusalem 1963, V,
261-264.
[17] İbn Abdilberr, IV, 1883.
[18] İbn Hazm, Ensâbü’l-Fütyâ, (nşr.
İhsan Abbâs-Nâsırüddin el-Esed), Kahire ts., s. 323.
[19] Ekrem Ziya Ömerî, Bâki b. Mahled
el-Kurtubî ve Mukaddimetü Müsnedih, Medine, 1984, s. 23-24.
[20] Ayrıca bk. Ayşe Abdurrahman, Terâcimu
Seyyidâti Beyti’n-Nübüvve, Kahire ts., s. 256-283; Kazıcı, Ziya, Hz.
Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, s. 136-187; Fayda, Mustafa, “Âişe”, DİA,
II, 201-205.
S.aleyküm değerli hocam.
YanıtlaSilYazınızın girişindeki bir bilgi kafama takıldı.
Hz. Ebubekir, ilk eşi müslüman olmayı kabul etmeyince ( islamiyetin doğuşu 610) ondan boşanıp hz. Aişenin annesiyle evleniyor.
Hz aişe bu evlilikten sonra dünyaya geliyor ve gizli davet döneminde (islamiyetin ilk üç yılı) hz. Ebubekirin etkisiyle islamiyeti kabul ediyor.
Soru: bu nasıl mümkün oluyor.
Adem Hoca'mızın mail olarak yazdığı cevabı aşağı kopyaladım.
YanıtlaSil"Arkadaş anladığım kadarıyla Hz. Aişe'nin bu kadar erken dönemde müslüman olmaması gerektiğini düşünerek böyle soru sormuş. Herşeyden önce Hz. Aişe'nin doğumu ve çocukluğu konusunda kaynaklarımızda net bilgiler yoktur. Ayrıca Hz. Aişe'nin evlilik yaşı üzerinden ne zaman doğdu hususu üzerine de hala tartışmalar devam etmektedir. Ayrıca gizli davetin ne kadar sürdüğü konusu da net değildir. (Soruda bu sürenin üç yıl olduğu kabul edilmiş). Hz. Aişe'nin kısa biyoğrafisinin ele alındığı bu yazıda da tabiatıyla bu tür konuların gündeme getirilmesinin de imkanı yoktur. Metnin bu kısmının Hz. Aişe'nin İslamiyetin Mekke döneminde ve küçük yaşında babası başta olmak üzere bir ailesiyle birlikte müslüman olduğu şeklinde anlaşılması kanaatimce zihinde oluşan problemin izalesine yardımcı olacaktır.
Bu konuda ayrıca DİA'daki Hz. Aişe maddesine de bakılabilir.
muhabbetle
Adem Apak"
Teşekkür ederim hocam. Hayırlı çalışmalar
Sil