24 Ocak 2017 Salı

Kitap Tanıtımı: Tarih ve Tarihçi (III)


Muhammet EBİRİ[1]
Bu hafta ilk iki bölümünün tanıtımlarını tamamladığımız kitabımızın üçüncü ve dördüncü bölümlerini tanıtmaya gayret göstereceğiz. Kitabımızın üçüncü ana başlığı "Tarih ve Hakikat" serlevhasıyla karşılıyor bizleri. Bu başlık, kitabın ilk cümlelerinin açılımı şeklinde dizayn edilmiş desek mübalağa etmiş olmayız herhalde. Özellikle İslam tarihi alanında kesinlik ifade eden bir söylemin kullanılmış olması önemli bir sorun olarak tespit ediliyor. Günümüzde yaşanan olaylar hakkında bile çoğu zaman kesin yargılarda bulunamıyorken tarihi olgular hakkında bu kadar kesin yargılarda bulunabilmek hoş görülmüyor kitabımızda. Hocamız "Birden Çok Tarih" şeklinde bir alt başlık açarak bizi başka diyarlara götürüyor. Yazılan ile yaşanan olayın farklı olduğu bundan dolayı tek bir tarihten söz etmenin mümkün olmadığı ifade edildikten sonra konuyu daha sistematik bir zeminde izah etmek için iki alt başlık daha açılıyor. İlk kısma "Olan ve Yazılan" ismi verilmiş. Burada hocamız, tarihte yaşanan bir olayın genellikle bilmediğimiz bir bağlama ve karmaşık bir sisteme sahip olduğunu ifade ettikten sonra yazılan metnin, mevcut olayın insan zihni tarafından yorumlandıktan sonra ortaya çıktığına değiniyor.  İkinci kısmın başlığı ise "Olan ve Uydurulan". Bu kısımda tarihçinin elinde olmayan zaaflardan dolayı yaşanan hatalardan ziyade kasten yapılan tahrifatlar ele alınıyor. Tarihin önemli bir silah olduğu belirtiliyor. Bazen gerçekte olanla uydurulmuş olanı ayırt etmenin zor olduğu ifade edildikten sonra popüler tarihin buna önayak olduğu ifade edilmiş. "Olaylar Arasındaki Sebep-Sonuç İlişkisi" adlı bir alt başlık görüyoruz ilerleyen sayfalarda. Yazar, bu bölümde her insan gibi tarihçinin de kendi zamanının çocuğu olduğunu ve tarihi olguya da bu minvalde yaklaştığını ayrıntılarıyla ele alıyor. Hoca, son alt başlıkta tarih ve hakikat bağlamında doğal afetleri değerlendiriyor. Doğal olarak aklımıza doğal afetlerin ne sebeple burada ele alındığı gelebilir. Ancak doğal afetler tarihi etkileyen önemli amiller olarak tarihin akışına çok defalar yön vermişlerdir. Hocamız bu unsurun göz ardı edildiğini ve bunun hakikate ulaşmada bir engel olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla doğal afetler bir hakikat arayışı ve tasviri olan tarihçilikte mutlaka hesaba katılması gereken unsurlar olarak duruyor önümüzde.

Kitabımızın dördüncü bugünkü yazımızın ikinci ana başlığı ise "Tarih ve Yorum" başlığı. Bu başlıkta hocamız ilk olarak "Tarihte Kahramanların ve Toplumların Rolü" konusunu tartışıyor. Tarih alanında tartışılan konulardan biri olan, tarihi toplumların mı liderlerin mi yaptığı problemini ele alan hoca bunu Suriye ve Irak Savaşları gibi güncel örneklerden hareketle daha üst bir perdeye taşıyor. Konuyu medeniyetler bazında ele alan yazar, meselenin sadece liderler bazında değerlendirilmesinin eksik olduğunu genişçe izah ediyor. Bir diğer başlıkta tarihin yeniden yazımı tartışılıyor. Tarihin yeniden yazılmasına gerek olup olmadığı sorusuna cevap aranılan bölümde öncelikle yazılan her eserin kendi döneminden izler taşıdığı belirtiliyor. Dolayısıyla yeni metot ve çağdaş eğilimler de göz önüne alınarak tarihin yeniden yazılmasının gerekli olduğu ifade ediliyor. Son olarak çağdaş tarih yazımının, daha önceden yazılmış tarih kitaplarının değerini okurların gözünde azalttığını bir tespit olarak önümüze koyan hoca, tarihin yeni ve tahlilî bir tarzda yeniden yazımını bir ihtiyaç olarak görüyor. Bir sonraki konumuz olgu-bağlam ilişkisi ile alakalı. Bu bölümde olguların kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği, ihata edici bir perspektifi yakalamanın bu şekilde mümkün olduğu değerlendiriliyor. Hoca, hayli ilgimizi çeken bir başlık açarak devam ediyor. Bu başlıkta olguları yorumlama ve din anlayışımız arasındaki ilişki irdelenmiş. Geçmişte yaşanan hadiselerin anlaşılması ve yorumlanması esnasında siyaset, ekonomik koşullar ve kişisel tercihler kadar dini anlayışında belirleyici bir rol oynadığı ifade ediliyor. Bir yönüyle tarihi metinler kişinin dini algısını çok yakından etkilerken diğer yönüyle kişinin din anlayışı tarihi metni anlama ve yorumlama sürecini etkilemektedir. Çift yönlü bir etkileşimin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Kitabımızdan bir örnekle bunu somutlaştıracak olursak Hz. Ali örneğini ele alabiliriz. Bir mezhebin en önemli figürü haline gelen Hz. Ali ile alakalı tarihi metinlerde bir inşa söz konusudur. Ancak aynı şekilde inşa edilen tarihi metinler dini anlayışı etkileyen birer amil de olmuşlardır. Bu örnek mezhep olgusu ve tarih yazımı arasında ne tür etkileşimler olduğunu ve bunun genel manada dini anlayışı dahi nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor. Din anlayışı, genellikle tarihçinin mezhebi mensubiyeti kanalıyla tarih yazımını etkilemiştir. Peki bundan kurtulmak mümkün müdür ? Bu sorunun cevabını kitabı okurken bizzat okumanızı istiyoruz. "İstisnalar ve Genellemeler" başlığı altında tarihi metinlerin yorumlanması sürecinde genellemeler ve istisnaların konumu ele alınıyor. Özellikle tekil örnekler üzerinden genelleme yapmanın yanlışlığı, yapılan genellemelerin ise her zaman istisnalarının olabileceği bu başlık altında etraflıca irdeleniyor. Yazar, herhangi bir tarihi metnin yorumlanışı esnasında bütüncül okumaya önem verdiğini rivayetlerin değerlendirilmesi kısmında vurguladığı gibi burada da yeni bir başlıkla bu vurguyu güçlendiriyor. Meseleye bütüncül bakmak sağlıklı bir yorumun önemli bir öğesi olarak görülüyor. Tarihi hadiseleri yorumlarken olayın bize ulaşmadan önce bir takım süreçlerden geçtiğini ve bu süreçlerde bir takım iletişim kazalarının olabileceğini değerlendiren hocamız, bu hususun sağlıklı bir yorum için önemsenmesi gerektiğini belirtiyor. "İnsanın Fıtratı ve Olgular" sağlıklı bir yorum yapabilmek açısından önemli bir problem olarak duruyor karşımızda. Hocamız burada maddeler halinde meseleye temas ediyor. Biz bu maddelerin üç tanesine değinip bir sonraki başlığımıza geçmek istiyoruz. İlk madde "Çelişkili davranan insan" olarak belirlenmiş. Bu maddede insanların her zaman aynı ruh haline sahip olmadığı, bazen aynı olay karşısında çelişik sayılabilecek davranışlar sergilediği ve bunun da sağlıklı bir yorum için göz ardı edilmemesi gerektiği ifade ediliyor. İkinci olarak kişinin bu tür çelişik davranışlarını savunabildiği ve bunu izah etme yoluna gidebildiği değerlendiriliyor. Son olarak çoğu kişinin eksik bilgiyle hüküm verebildiği ve bu hususun bir tarihçi açısından mutlaka önemsenmesi gerektiği belirtiliyor. Bir diğer konu ise kavramların tarihselliği konusu. Kavramların tarihi süreç içerisinde anlam değişimine uğradıklarını ve her bir kavramın kullanıldığı döneme hatta coğrafyaya göre farklı bir içeriğe sahip olabileceği uzun uzadıya izah ediliyor. Örnek olarak ise hilafet ve ehl-i beyt kavramları ele alınıyor. Bu kavramların yüzyıllar içerisinde nasıl bir değişime uğradığını kitabı okurken görmenizi istiyoruz. Bir diğer önemli problem olarak ise "Bugünden Geçmişe Bakmak" değerlendirilmiş. Bu bölümde her tarihçinin geçmişe kendi döneminden baktığı ve bunu olabildiğince minimize etmeye gayret ermesi gerektiği anlatılmış. Bir tarihi olayı değerlendirirken o döneme gitmek, meseleyi o dönemin konjonktürü içerisinde ele almak gerektiğine vurgu yapılmış. Sözgelimi Nazi döneminde Almanya'da yaşayan bir tarihçi meseleyi bugün Almanya'da yaşayan bir Alman tarihçiden çok daha farklı ele alacaktır. Çünkü tarihçi, ait olduğu kültür yaşadığı dönem ve bölge itibariyle geçen yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere etkilenen bir nesnedir. İşte sağlıklı bir yorum yapabilmek, tarihçinin bu hususlara dikkat etmesiyle mümkün olabilir. Son konumuz ise "Tarihin Kutsanması" ile alakalı. Tarihin kutsanması sağlıklı bir yorumun yapılmasının önünde büyük engellerden birisi olarak görülüyor. Özellikle vukuu bulduğu dönemden sonra bir inanç konusu haline gelen bazı olaylarla ilgili tarihi rivayetlerin bir kısmının tartışılamaz realiteler gibi görülmesi daha sağlıklı bir tarih yorumunu engelleyen önemli bir unsur olarak görülmüş. Ancak tarihin kutsanması denilince akla sadece dinlerin tarih anlayışı gelmemelidir. Bilakis tarihi kutsayan en önemli akımın milliyetçilik olduğunu belirtiyor hocamız. Bunun farklı yansımalarına ve doğurduğu reflekslere de değinen yazar çok önemli tespitler yapmaya devam ediyor. Sözgelimi resmi tarih yazıcılığının kendisine zıt bir unsur söz konusu olmadığı müddetçe bu kutsamayı desteklediği ve muhalif tarihçiliğin ise benzeri ideolojik yaklaşımlara sahip olduğu değerlendiriliyor. Marksist tarih yazımının tarihi, Marksist ideolojinin tefsiri şeklinde okuduğu ve tüm tarihi, sınıfların çatışması olarak gördüğü yaşanan savrulmaların boyutları açısından önemli örnekler olarak dikkatlerimize sunuluyor.

Bu haftaki yazımızda kitabımızın üçüncü ve dördüncü başlıklarını ele alıp çeşitli problemlere değinen bir tanıtım yapmaya gayret ettik. Haftaya görüşmek dileğiyle.





[1] Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Lisans Öğrencisi

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar