Bu hafta ilk iki bölümünün
tanıtımlarını tamamladığımız kitabımızın üçüncü ve dördüncü bölümlerini
tanıtmaya gayret göstereceğiz. Kitabımızın üçüncü ana başlığı "Tarih ve
Hakikat" serlevhasıyla karşılıyor bizleri. Bu başlık, kitabın ilk
cümlelerinin açılımı şeklinde dizayn edilmiş desek mübalağa etmiş olmayız
herhalde. Özellikle İslam tarihi alanında kesinlik ifade eden bir söylemin
kullanılmış olması önemli bir sorun olarak tespit ediliyor. Günümüzde yaşanan
olaylar hakkında bile çoğu zaman kesin yargılarda bulunamıyorken tarihi olgular
hakkında bu kadar kesin yargılarda bulunabilmek hoş görülmüyor kitabımızda.
Hocamız "Birden Çok Tarih" şeklinde bir alt başlık açarak bizi başka
diyarlara götürüyor. Yazılan ile yaşanan olayın farklı olduğu bundan dolayı tek
bir tarihten söz etmenin mümkün olmadığı ifade edildikten sonra konuyu daha
sistematik bir zeminde izah etmek için iki alt başlık daha açılıyor. İlk kısma
"Olan ve Yazılan" ismi verilmiş. Burada hocamız, tarihte yaşanan bir
olayın genellikle bilmediğimiz bir bağlama ve karmaşık bir sisteme sahip
olduğunu ifade ettikten sonra yazılan metnin, mevcut olayın insan zihni tarafından
yorumlandıktan sonra ortaya çıktığına değiniyor. İkinci kısmın başlığı ise "Olan ve
Uydurulan". Bu kısımda tarihçinin elinde olmayan zaaflardan dolayı yaşanan
hatalardan ziyade kasten yapılan tahrifatlar ele alınıyor. Tarihin önemli bir
silah olduğu belirtiliyor. Bazen gerçekte olanla uydurulmuş olanı ayırt etmenin
zor olduğu ifade edildikten sonra popüler tarihin buna önayak olduğu ifade
edilmiş. "Olaylar Arasındaki Sebep-Sonuç İlişkisi" adlı bir alt
başlık görüyoruz ilerleyen sayfalarda. Yazar, bu bölümde her insan gibi
tarihçinin de kendi zamanının çocuğu olduğunu ve tarihi olguya da bu minvalde
yaklaştığını ayrıntılarıyla ele alıyor. Hoca, son alt başlıkta tarih ve hakikat
bağlamında doğal afetleri değerlendiriyor. Doğal olarak aklımıza doğal afetlerin
ne sebeple burada ele alındığı gelebilir. Ancak doğal afetler tarihi etkileyen
önemli amiller olarak tarihin akışına çok defalar yön vermişlerdir. Hocamız bu
unsurun göz ardı edildiğini ve bunun hakikate ulaşmada bir engel olduğunu
belirtiyor. Dolayısıyla doğal afetler bir hakikat arayışı ve tasviri olan
tarihçilikte mutlaka hesaba katılması gereken unsurlar olarak duruyor önümüzde.
Kitabımızın dördüncü bugünkü
yazımızın ikinci ana başlığı ise "Tarih ve Yorum" başlığı. Bu
başlıkta hocamız ilk olarak "Tarihte Kahramanların ve Toplumların
Rolü" konusunu tartışıyor. Tarih alanında tartışılan konulardan biri olan,
tarihi toplumların mı liderlerin mi yaptığı problemini ele alan hoca bunu
Suriye ve Irak Savaşları gibi güncel örneklerden hareketle daha üst bir perdeye
taşıyor. Konuyu medeniyetler bazında ele alan yazar, meselenin sadece liderler
bazında değerlendirilmesinin eksik olduğunu genişçe izah ediyor. Bir diğer
başlıkta tarihin yeniden yazımı tartışılıyor. Tarihin yeniden yazılmasına gerek
olup olmadığı sorusuna cevap aranılan bölümde öncelikle yazılan her eserin
kendi döneminden izler taşıdığı belirtiliyor. Dolayısıyla yeni metot ve çağdaş
eğilimler de göz önüne alınarak tarihin yeniden yazılmasının gerekli olduğu
ifade ediliyor. Son olarak çağdaş tarih yazımının, daha önceden yazılmış tarih
kitaplarının değerini okurların gözünde azalttığını bir tespit olarak önümüze
koyan hoca, tarihin yeni ve tahlilî bir tarzda yeniden yazımını bir ihtiyaç
olarak görüyor. Bir sonraki konumuz olgu-bağlam ilişkisi ile alakalı. Bu
bölümde olguların kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği, ihata
edici bir perspektifi yakalamanın bu şekilde mümkün olduğu değerlendiriliyor.
Hoca, hayli ilgimizi çeken bir başlık açarak devam ediyor. Bu başlıkta olguları
yorumlama ve din anlayışımız arasındaki ilişki irdelenmiş. Geçmişte yaşanan
hadiselerin anlaşılması ve yorumlanması esnasında siyaset, ekonomik koşullar ve
kişisel tercihler kadar dini anlayışında belirleyici bir rol oynadığı ifade
ediliyor. Bir yönüyle tarihi metinler kişinin dini algısını çok yakından
etkilerken diğer yönüyle kişinin din anlayışı tarihi metni anlama ve yorumlama
sürecini etkilemektedir. Çift yönlü bir etkileşimin söz konusu olduğunu
söyleyebiliriz. Kitabımızdan bir örnekle bunu somutlaştıracak olursak Hz. Ali
örneğini ele alabiliriz. Bir mezhebin en önemli figürü haline gelen Hz. Ali ile
alakalı tarihi metinlerde bir inşa söz konusudur. Ancak aynı şekilde inşa
edilen tarihi metinler dini anlayışı etkileyen birer amil de olmuşlardır. Bu
örnek mezhep olgusu ve tarih yazımı arasında ne tür etkileşimler olduğunu ve
bunun genel manada dini anlayışı dahi nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Din anlayışı, genellikle tarihçinin mezhebi mensubiyeti kanalıyla tarih
yazımını etkilemiştir. Peki bundan kurtulmak mümkün müdür ? Bu sorunun cevabını
kitabı okurken bizzat okumanızı istiyoruz. "İstisnalar ve
Genellemeler" başlığı altında tarihi metinlerin yorumlanması sürecinde
genellemeler ve istisnaların konumu ele alınıyor. Özellikle tekil örnekler
üzerinden genelleme yapmanın yanlışlığı, yapılan genellemelerin ise her zaman
istisnalarının olabileceği bu başlık altında etraflıca irdeleniyor. Yazar,
herhangi bir tarihi metnin yorumlanışı esnasında bütüncül okumaya önem
verdiğini rivayetlerin değerlendirilmesi kısmında vurguladığı gibi burada da
yeni bir başlıkla bu vurguyu güçlendiriyor. Meseleye bütüncül bakmak sağlıklı
bir yorumun önemli bir öğesi olarak görülüyor. Tarihi hadiseleri yorumlarken
olayın bize ulaşmadan önce bir takım süreçlerden geçtiğini ve bu süreçlerde bir
takım iletişim kazalarının olabileceğini değerlendiren hocamız, bu hususun
sağlıklı bir yorum için önemsenmesi gerektiğini belirtiyor. "İnsanın
Fıtratı ve Olgular" sağlıklı bir yorum yapabilmek açısından önemli bir
problem olarak duruyor karşımızda. Hocamız burada maddeler halinde meseleye
temas ediyor. Biz bu maddelerin üç tanesine değinip bir sonraki başlığımıza
geçmek istiyoruz. İlk madde "Çelişkili davranan insan" olarak
belirlenmiş. Bu maddede insanların her zaman aynı ruh haline sahip olmadığı,
bazen aynı olay karşısında çelişik sayılabilecek davranışlar sergilediği ve
bunun da sağlıklı bir yorum için göz ardı edilmemesi gerektiği ifade ediliyor.
İkinci olarak kişinin bu tür çelişik davranışlarını savunabildiği ve bunu izah
etme yoluna gidebildiği değerlendiriliyor. Son olarak çoğu kişinin eksik
bilgiyle hüküm verebildiği ve bu hususun bir tarihçi açısından mutlaka
önemsenmesi gerektiği belirtiliyor. Bir diğer konu ise kavramların tarihselliği
konusu. Kavramların tarihi süreç içerisinde anlam değişimine uğradıklarını ve
her bir kavramın kullanıldığı döneme hatta coğrafyaya göre farklı bir içeriğe
sahip olabileceği uzun uzadıya izah ediliyor. Örnek olarak ise hilafet ve ehl-i
beyt kavramları ele alınıyor. Bu kavramların yüzyıllar içerisinde nasıl bir
değişime uğradığını kitabı okurken görmenizi istiyoruz. Bir diğer önemli
problem olarak ise "Bugünden Geçmişe Bakmak" değerlendirilmiş. Bu
bölümde her tarihçinin geçmişe kendi döneminden baktığı ve bunu olabildiğince
minimize etmeye gayret ermesi gerektiği anlatılmış. Bir tarihi olayı
değerlendirirken o döneme gitmek, meseleyi o dönemin konjonktürü içerisinde ele
almak gerektiğine vurgu yapılmış. Sözgelimi Nazi döneminde Almanya'da yaşayan
bir tarihçi meseleyi bugün Almanya'da yaşayan bir Alman tarihçiden çok daha
farklı ele alacaktır. Çünkü tarihçi, ait olduğu kültür yaşadığı dönem ve bölge
itibariyle geçen yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere etkilenen bir nesnedir.
İşte sağlıklı bir yorum yapabilmek, tarihçinin bu hususlara dikkat etmesiyle mümkün
olabilir. Son konumuz ise "Tarihin Kutsanması" ile alakalı. Tarihin
kutsanması sağlıklı bir yorumun yapılmasının önünde büyük engellerden birisi
olarak görülüyor. Özellikle vukuu bulduğu dönemden sonra bir inanç konusu
haline gelen bazı olaylarla ilgili tarihi rivayetlerin bir kısmının
tartışılamaz realiteler gibi görülmesi daha sağlıklı bir tarih yorumunu
engelleyen önemli bir unsur olarak görülmüş. Ancak tarihin kutsanması denilince
akla sadece dinlerin tarih anlayışı gelmemelidir. Bilakis tarihi kutsayan en
önemli akımın milliyetçilik olduğunu belirtiyor hocamız. Bunun farklı
yansımalarına ve doğurduğu reflekslere de değinen yazar çok önemli tespitler
yapmaya devam ediyor. Sözgelimi resmi tarih yazıcılığının kendisine zıt bir
unsur söz konusu olmadığı müddetçe bu kutsamayı desteklediği ve muhalif
tarihçiliğin ise benzeri ideolojik yaklaşımlara sahip olduğu değerlendiriliyor.
Marksist tarih yazımının tarihi, Marksist ideolojinin tefsiri şeklinde okuduğu
ve tüm tarihi, sınıfların çatışması olarak gördüğü yaşanan savrulmaların
boyutları açısından önemli örnekler olarak dikkatlerimize sunuluyor.
Bu haftaki yazımızda kitabımızın
üçüncü ve dördüncü başlıklarını ele alıp çeşitli problemlere değinen bir
tanıtım yapmaya gayret ettik. Haftaya görüşmek dileğiyle.
0 yorum:
Yorum Gönder