9 Ocak 2017 Pazartesi

Kitap Tanıtımı: Tarih ve Tarihçi (I)

 
         Bu hafta inceleyeceğimiz ilk eser, İslam tarihi alanında önemli bir isim olan Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN hocanın "Tarih ve Tarihçi" isimli eseri olacaktır. Öncelikle kitabın yazarı hakkında kısa bir bilgilendirme yapmamız gerekir:
 1964' te Mardin'in Ömerli ilçesinde doğan hocamız, 1987' de Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun olmuş ve aynı yıl Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde İslam Tarihi ve Uygarlığı Bilim Dalında yüksek lisansa başlamıştır. 1989'da yüksek lisansını 1994'te ise doktorasını tamamlamıştır.[2]1992 yılında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne İslam Tarihi araştırma görevlisi olarak atanan hoca, 1994 yılında yardımcı doçent unvanını almıştır. 1996 yılında doçent, 2003'te ise profesör unvanını alan hoca, 1994 ile 2011 yılının ilk yarısına kadar İslam Tarihi ve Sanatları Bölüm Başkanlığı görevini yürütmüş ve Aralık 2012'den beri İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde çalışmaktadır.
Çalışmalarını daha çok İslam Tarihi'nin ilk dönem siyasi tarihi, özellikle de muhalif gruplar üzerine yoğunlaştıran hocanın yayınlanmış birçok çalışması bulunmaktadır. Son olarak hocanın birçok önemli çalışmada editörlük yaptığını da ifade etmekte fayda vardır.
Kitabımızın yazarı ile alakalı kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra kitapla ilgili kısma geçebiliriz. Öncelikle hocamız, kitaba "Geçmişi, olguların hakikatini anlamak ve anlatmak için araştıranlara ve yazanlara..." cümlesiyle giriş yaparak ziyadesiyle anlam yüklü bir gönderme yapıyor. Kitaba ruhunu veren cümlenin bu cümle olduğunu söylemek abartı olmaz herhalde. Bu cümleden hareketle paragraflar dolusu çıkarım yapmak mümkün olmakla beraber biz, hocanın tarihe, hem özü itibariyle hem de bir ilim olarak nasıl yaklaştığına değinerek iktifa etmek istiyoruz. Cümlenin ilk kelimesi olan geçmiş kelimesinin zatında, tarihin bir ilim olarak ilgilendiği alanın, bizatihi yaşanmışlığı bulunan alanlar olarak belirlendiğini görüyoruz. Bir diğer ifadeyle tarih olması gerekenle değil olmuş olanla ilgilenir. Herhangi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına, geçmiş kelimesinden sadece geriye dönük bir faaliyet veya güncelliği olmayan bir çabanın kastedilmediğini de eklemek gerekir. Üzerinde durmamız gereken bir diğer hususta olguların hakikati hususudur. Hakikat kelimesinin birçok izahı olmakla beraber, hakikatin "mutlak gerçeklik"[3] olarak ele alınması kanaatimizce en doğru yaklaşımdır. Hakikat kavramını bu bağlamda değerlendirirsek tarihin, esasında yazarın zihninde bir çeşit hakikat arayışı ve tasviri olarak konumlandırıldığını da söyleyebiliriz. Anlamak ve anlatmak, araştırmak ve yazmak ameliyelerinin özü itibariyle bir sistematiğe tabi tutulduğunu ve kendi içerisinde yekdiğerine atıflar içerdiğini düşünüyoruz. Zira anlatmaktan önce anlamak, yazmaktan önce araştırmak gerekir. Bu iki ameliyenin de her ne kadar farklı boyutları olsa da her birinin ortak nesnesi geçmiş ve geçmişteki olgulardır. Son olarak araştırmak ve anlamak hakikat arayışına, anlatmak ve yazmak ise hakikat tasvirine denk düşmektedir.
Kitabımızın işlenen konular itibariyle beş ana başlık altında ele alındığını, genel anlamda sonuç başlığı ve ek ile birlikte toplamda yedi bölümden oluştuğunu söyleyebiliriz. Kitabımızın ana konularını tarih ile tarihçi, kaynaklar, hakikat, yorum ve medeniyet ilişkileri oluşturmakta. Bu hususların her biri ayrı bir başlıkta gerek durum tespitleri gerek mevcut problemler gerekse de olması gerekenler itibariyle çeşitli yönleriyle ele alınmış. Bizde bu hafta ilk kitabımızın ilk başlığını kısaca tanıtmaya gayret göstereceğiz.
İlk başlığımız olan Tarih ve Tarihçi kısmında genel anlamda tarih ile tarihçi arasındaki ilişki ele alınmış. Tarihin anlatılması ve tarih bilincinin inşa edilmesi sürecinde en önemli aktörün tarihçi olduğu belirtildikten sonra bir alt başlıkta tarihçinin nesnelliği ve öznelliği incelenmiş. Tarihçinin tarih bilincini inşa eden bir özne olarak bu bağlamdaki konumu ele alınırken İstanbul'un fethinin, Müslüman yazarlar tarafından bir fetih olgusu olarak işlenirken, Batılı veya Hristiyan tarihçiler tarafından ise bir istila olarak işlendiğine dikkatlerimizi çekiyor hocamız. Görüldüğü üzere tarihi bir olgu, o olguyu işleyen diğer bir ifadeyle inşa eden tarihçiyle yakından ilişkilidir. Peki, öyleyse tarihçinin nesnelliğinden nasıl söz edilebilir? Yazarımız zihnimizde parlayan bu soruyu tarihçinin doğa bilimlerindeki gibi bir nesnelliğe asla sahip olamayacağını ifade ettikten sonra kendi ifadeleriyle şöyle cevaplıyor: "Olguları yorumlamaya gelince tarihçinin, yaşadığı toplumdan, bağlı olduğu kültürel çevreden, aldığı eğitimden ve bizzat yaşadığı tecrübelerden etkilenmeyecek şekilde bir nesnelliğinden söz etmek mümkün değildir." Yazar ayrıca tarihçinin, elinden gelen çabayı gösterdikten sonra onu aşan sebeplerden dolayı öznel olmakla suçlanamayacağını ifade etmektedir. Öznellik ile ilgili olarak yazar, bazı tarihçilerin, çeşitli sebeplerle bilinçli olarak öznelliği tercih ettiğini söylemekte ve vakanüvislerin bu hususa örnek olabileceklerini belirtmektedir. Ayrıca bu öznelliğin ilk dönem İslam Tarihi eserlerinden günümüze kadar eserlerdeki bazı yansımalarına da değinmeyi de ihmal etmeyen yazarımız bu bölüm için yeni alt başlıklar, bizim için ise yeni ufuklar açarak devam ediyor. Tarih ve tarihçi ilişkisinde çok önemli bir unsur olan tarihçinin etkileyen bir özne olmasının yanı sıra aynı zamanda etkilenen bir nesne olduğuna da değiniyor yazarımız. Hakikat arayışında ve tasvirinde etkileyen bir özne, içerisinde bulunduğu toplum, kültürel yapı, insani zaaflar gibi unsurlardan ötürü ise etkilenen bir nesne olan tarihçi, bu yönüyle nazar-ı dikkatimize sunuluyor. Biraz sonra büyük İslam tarihçisi Vâkıdî'nin konu edildiği bir bölümle karşılaşıyoruz. Bu kısımda yönetici-tarihçi ilişkisini somut bir örnek üzerinden okuma imkânı buluyoruz. Tarih ve Tarihçi kısmının son alt başlığı olan İdeal Tarihçi başlığına geçmeden önce İbn Haldûn'a değiyor gözlerimiz. Yazar uzun uzadıya İbn Haldûn'a değinen bir başlık açmayı da ihmal etmemiş. Bu bölümde ise İbn Haldûn'un tarihçilere yönelttiği eleştiriler karşılıyor bizi. Tarihçilerin eleştirildiği noktaları uzun uzun ele alma şansımız olmadığından bu kadarla iktifa edip hocanın, son alt başlık olarak belirlediği İdeal Tarihçi kısmına geçebiliriz. İdeal Tarihçi ile ilgili dokuz tane kriter belirleniyor başlığımızın altında. Bunların üç tanesini ifade edip geri kalan kısmını kitabı okuduğunuzda görmenizi istiyoruz. Hocamız öncelikle "Tarihçi, ele aldığı dönemin kahramanlarını kavga ettirmez." Diyor. Günümüzde bazılarının kendilerini Sıffin Savaşı'nda hissettiğini ifade ettikten sonra "Kişinin canı kavga istiyorsa kendi zamanından birini seçmeli" diye de ekliyor. İkinci olarak "Tarihçi, mimardır." Diyor hocamız. Bu hususun yukarıda değindiğimiz üzere hakikatin tasviri hususu ile yakından alakalı olduğunu düşünüyoruz. Son kriter olarak ise tarihçinin, belgeyle konuşması gerektiğini ifade ederek bu başlığı ve bu haftaki yazımızı kapatıyoruz.

Haftaya ikinci başlığımız olan Tarih ve Kaynaklar bölümünü ele alacağız. Selametle kalın...





[1] Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Lisans Öğrencisi
[2] Hoca doktorasını Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde tamamlamıştır.
[3] A. Teyfur Erdoğdu'nun Tarih Yazıcılığında Gerçek (Realite)-Hakikat (Verıte) Sorunsalı isimli makalesine bakılabilir. 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar