25 Ocak 2017 Çarşamba

“Ali-Muaviye Kavgası” İsimli Eserin Değerlendirilmesi

 Şehba Yazıcı
Hz. Peygamber’in risaletinin ilk günlerinden itibaren onun destekçisi olan Hz. Ali, günümüzde bir masal kahramanından farksız olarak telakki edilmektedir. Efsaneleştirilmiş bir kişiliğe sahip olan Hz. Ali, erdemli, ilkeli ve İslâm esaslarına bağlı bir hayat sürmüştür. Onun aynı zamanda Hz. Peygamber’in damadı olması, kendisini Müslümanların liderliğine yakıştırmasına sebep olan önemli bir amildir. Öte yandan Muaviye, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan gruptandır ve Hz. Ali’nin aksine Raşid halifeler döneminde aktif bir idareci olarak rol almıştır. Bu durum da Muaviye’de liderliğe layık olduğuna dair bir inanç meydana getirmiş ve Muaviye ne iktidar mücadelesinden ne de bu mücadelede her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmemiştir. Elimizdeki eser, tarihin önemli iki kahramanının mücadelesini ele almakta ve mücadele sürecini incelemektedir.
Yazara göre, bu inceleme esnasında takınılacak tutum önem arz etmektedir. Çünkü bu tutum, olayları aktarmada tercihlere, rivayetleri yandaş bir perspektifle sunmaya, rivayet uydurmaya ve Kur’an ayetlerini arzular doğrultusunda te’vil etmeye neden olabilmektedir. Bu durumda araştırmacının yukarıda ismi geçen iki kahramandan hangisini tercih ettiklerinin bir önemi yoktur. Hangisinin tarafı tutulursa tutulsun, olayın anlatımı o doğrultuda şekillenecek ve gerçeklerle arzulananlar birbirine karışacaktır. Burada mühim olan herhangi bir tarafın haklılığını baz almadan bir yaklaşım sergileyebilmektir. Öte yandan sert bir üslubun kullanılmasına da lüzum olmayıp eleştiri üslubu dikkatle ortaya konmalıdır.
Yazar, mücadeleye öncelikle Ümeyyeoğulları-Hâşimoğulları rekabeti perspektifinden bakmakta ve bu görüşünü, Kureyş kabilesinin bu iki kolunun mücadelelerinin köklü geçmişini ortaya koymakla temellendirmektedir. Söz konusu iki kabile Abdimenaf’ta birleşmekte, ancak mücadele de bu dönemden itibaren başlamaktadır. Mücadeleyi münferit olaylara bağlamak ve bazı kabile liderlerine hasretmek söz konusu değildir. Nitekim yazar, Arap toplumunda bireysel kimlik yerine kolektif kimliğin ön plana çıktığını vurgulamaktadır. Yazarın burada kolektif kimliğe vurgu yapması birçok durumu ve alınan kararların arkasındaki mantığı açıklamaktadır. Bu minvalde yapılan okumanın daha sağlıklı sonuca götüreceği muhakkaktır. Bir kere bireysel karar mekanizması ile kitlesel karar mekanizması arasında küçümsenemeyecek bir fark vardır. Yine de bazı şahsî kararların da alındığı göz önünde bulundurulmalıdır. Sıffîn savaşında Hz. Ali’nin kardeşi Âkil b. Ebi Talip’in Muaviye’nin ordusunda bulunması bu bağlamda değerlendirilebilir.
Yazar, dedelerinin mücadelelerini ortaya koyduktan sonra Hz. Peygamber’in risaletinin başladığı yıllardan başlayarak, Bedir ve Uhud savaşları gibi önemli olayları Ümeyyeoğulları-Hâşimoğulları mücadelesi çerçevesinde anlatmıştır. Raşid halifeler dönemi ise bu açıdan önem arz etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber kabileyi her şeyin üzerinde tutan bir anlayışı reddederek bu düşünceye sahip zihniyete savaş açmıştır. Dolayısıyla o, ashabında zaman zaman gördüğü bu tarz davranışları eleştirerek büyük ölçüde din kardeşliğinin esas olduğu bir toplum tesis etmiştir. Ancak onun vefatıyla birlikte Müslümanlar arasında yeniden yükselen anlayış kabilecilik olmuş ve zamanla din kardeşliği ikinci plana gerilemiştir. Bu dönemde anlatılan olaylar artık Hz. Ali ve Muaviye odaklıdır.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerindeki durumlarını inceleyen yazar, Hz. Ali’nin bu süreçte siyasetten uzaklaşmasını ve bunun olası nedenleri ile Muaviye’nin siyasetteki konumunu sürekli yükselttiğini ifade etmiştir. Bu durum mücadelelerinde önemli bir rol oynamıştır. Hatta yazar, Hz. Ali’nin bazı yanlış kararlarında siyasetten uzak kaldığı bu sürecin etkisinin olabileceğini belirtmiştir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde Hz. Ali’nin siyasetten bu denli uzak tutulması dikkat çekicidir. Yazar, Hz. Ali’nin çok başarılı olduğu askerî sahada, fetih hareketlerinin yoğun olduğu Hz. Ömer döneminde dahi görevlendirilmediğini vurgulamıştır. Hz. Ali’nin, Hz. Osman döneminde karışıklıklar esnasındaki tutumları da incelenmeye değerdir. Hz. Osman’ın kuşatma altına alınmasından önce, Hz. Ali, asiler, Hz. Osman’la Medine’de görüşmeye geldiklerinde arabulucu olarak çalışmıştır. Yazara göre Hz. Ali’nin Hz. Osman ile asiler arasında arabuluculuk yapması, hakemlik şekline dönüştürülmüş olsaydı, İslâm dünyasında ortaya çıkan iktidar-muhalefet çatışmasının silahla çözülmesi yerine kurumsallaşmış yeni bir yöntem geliştirilebilirdi. Asilerin Medine’den ayrıldıktan sonra geri dönerek halifeyi muhasara ettikleri süreçte Hz. Ali’nin tavrının kesin olarak belirlenmesi güçtür. Çünkü Hz. Ali kuşatmanın kaldırılması için Hâşimoğullarının lideri olarak ciddi bir girişimde bulunmamış ve bazı kaynakların savunduğu gibi “elinden gelen her şeyi” yapmamıştır. Onun imkânları dâhilinde yeterince çabaladığına dair düşünce birçok rivayetin ihdas edilmesine neden olmuştur. Nitekim Hz. Osman asilere karşı valilerinden yardım istemesine rağmen, onun Hz. Ali’nin yardım tekliflerini reddettiği söylenmektedir. Hz. Ali’nin oğullarını koruma maksadıyla gönderdiğine dair rivayete ise yazar, ihtiyatla yaklaşmıştır. Ancak Hz. Ali’nin fiilen asilere destek verdiğini iddia etmek de yersizdir.
Öte yandan Muaviye cephesinde Ümeyyeoğullarının da böyle bir girişimde bulunmadıkları görülmektedir. Muaviye ordu göndermişse de bu ordu Medine’ye varamadan Hz. Osman şehit edilmiştir. Ancak Ümeyyeoğullarının sessizliği dikkate şayandır. Yazar burada Muaviye’nin asilerin Hz. Osman’ı katletmesine sessiz kalışının, onun siyaseti muvacehesinde değerlendirilmesini yersiz bulmuş ve Muaviye’nin kasıtlı olarak eylemsiz kaldığına dair suçlayıcı ifadelerin sadece bir polemik olduğunu vurgulamıştır.
Yazar, Hz. Ali ve Muaviye’nin yetiştikleri ortamı ve hayatlarında meydana gelen hadiseleri de anlatarak, mücadelede gösterdikleri tavrı anlama bağlamında okuyucunun zihninde bir Ali ve bir Muaviye karakteri meydana getirmiştir. Bilhassa çizdiği Hz. Ali tablosu, günümüzdeki Hz. Ali algısından farklıdır ve gerçekçidir. Yazara göre İslâm kültürünün içinde yüzyılların birikimiyle oluşan bir Ali kimliği söz konusudur. Hz. Ali’ye dair efsanevî algılara ve inançlara meydan okuyan bu açıklamalar, onun bazı hasletlerinin aldığı kararlara nasıl tesir ettiğini göstermektedir. Mesela Hz. Ali’nin kırılgan bir yapıya sahip olduğuna işaret etmiştir ki okuyucunun zihninde bazı kararların alınmasında bu yapısının tesiri canlanmaktadır. Öte yandan yazarın Hz. Ali’yi kötülemek ve sanıldığının aksine iyi bir insan ve Müslüman olmadığı gibi bir iddiasının olmadığını belirtmek gerekir. Hz. Ali, yazara göre ilkesel bir duruş sergilemiş ve yüksek bir dini hassasiyete sahip olması zaman zaman siyasetini olumsuz etkilemiştir.
Hz. Ali hilafete geldiğinde Hz. Osman gibi kendi akrabalarını atamış ve Hz. Osman’ın valilerini azletmiştir. Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmaları konusunda ise Hz. Ali ciddi bir girişimde bulunmamıştır. Bunun birçok nedeni olabilir, ancak Hz. Ali’nin bu hususta elinden fazla bir şey gelmediğine dair görüş doğru kabul edilmemelidir. Hz. Ali’nin merkezi Kûfe’ye taşıması önemli bir gelişmedir. Bundan sonra mücadele Şam-Irak merkezli olarak devam edecektir. Hz. Ali’nin aleyhinde gelişen olaylara neden olan kararlarından biri de Mısır valisini azletmesidir.
Hilafeti talep etme hususunda Hz. Ali’nin çıkış noktası Hz. Peygamber’e olan yakınlığı, Muaviye’nin ise Hz. Osman’ın kanını talep etmektir. Bu iki iddianın da Arap siyasî aklının ve geleneklerinin ürünü olduğu görülmektedir. Tarafların kozlarını paylaştıkları ve mücadelede bir kırılma noktası olan Sıffîn savaşı önemlidir. Yazar bu savaşı, savaş esnasında orduların durumunu, Ammar b. Yasir’in durumu gibi bazı tartışmalı rivayetleri incelemiştir. Savaşı lehine çevirmeyi başaran Hz. Ali ordusu, karşı tarafın Kur’an’ın hakemliğine başvurma talebiyle afallamış ve ordunun içinde muhalif sesler yükselmiştir. Hz. Ali bu sesleri bastıramamış ve zaferi elde edecekken tahkimi kabul etmek durumunda kalmış ve hakem seçiminde bile sözünü geçirememiştir. Hz. Ali’nin Ebu Musa’yı hakemi olarak istememesinin olası nedenlerini inceleyen yazar, iddiaların aksine Ebu Musa’nın hakemlik için yetersiz olduğuna dair görüşü reddetmiştir. Buna göre Hz. Ali’nin onu istememesinin sebebi, Ebu Musa’nın tarafsız tutumudur. Bilhassa Muaviye’nin hakeminin Amr gibi kendi destekçilerinden biri olması, Hz. Ali’nin haklı olarak karşı çıktığı bir durum olmuştur. Hakemlik hususunda alınan kararlarda bazı açıkların olması Amr tarafından iyi değerlendirilerek Muaviye lehine bir sonuç alınmasını sağlamıştır.
Kaynakların olayları sunuşunda Hz. Ali ve ashabını kurtarma operasyonu yapıldığına dikkat çeken yazar, Ali-Muaviye mücadelesinin bir iktidar-muhalefet mücadelesi olduğunu vurgulamıştır. Başından sonuna olayların bu muvacehede okunmaları gerekmektedir. Bilimsel ve aynı zamanda akıcı bir üslup kullanan yazar, tarihî kişileri itham edici ifadelerden kaçındığı gibi, onları öven ve haklılıklarını savunan cümlelerden de uzak durmuştur. Yazar ayrıca sık sık yönelttiği sorularla okuyucuyu olaylar hakkında farklı pencerelerden düşünmeye sevk etmiştir.
                                                                                                         


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar