Şehba Yazıcı
Hz.
Peygamber’in risaletinin ilk günlerinden itibaren onun destekçisi olan Hz. Ali,
günümüzde bir masal kahramanından farksız olarak telakki edilmektedir.
Efsaneleştirilmiş bir kişiliğe sahip olan Hz. Ali, erdemli, ilkeli ve İslâm
esaslarına bağlı bir hayat sürmüştür. Onun aynı zamanda Hz. Peygamber’in damadı
olması, kendisini Müslümanların liderliğine yakıştırmasına sebep olan önemli
bir amildir. Öte yandan Muaviye, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan
gruptandır ve Hz. Ali’nin aksine Raşid halifeler döneminde aktif bir idareci olarak
rol almıştır. Bu durum da Muaviye’de liderliğe layık olduğuna dair bir inanç
meydana getirmiş ve Muaviye ne iktidar mücadelesinden ne de bu mücadelede her
türlü yöntemi kullanmaktan çekinmemiştir. Elimizdeki eser, tarihin önemli iki
kahramanının mücadelesini ele almakta ve mücadele sürecini incelemektedir.
Yazara
göre, bu inceleme esnasında takınılacak tutum önem arz etmektedir. Çünkü bu
tutum, olayları aktarmada tercihlere, rivayetleri yandaş bir perspektifle
sunmaya, rivayet uydurmaya ve Kur’an ayetlerini arzular doğrultusunda te’vil
etmeye neden olabilmektedir. Bu durumda araştırmacının yukarıda ismi geçen iki
kahramandan hangisini tercih ettiklerinin bir önemi yoktur. Hangisinin tarafı
tutulursa tutulsun, olayın anlatımı o doğrultuda şekillenecek ve gerçeklerle
arzulananlar birbirine karışacaktır. Burada mühim olan herhangi bir tarafın
haklılığını baz almadan bir yaklaşım sergileyebilmektir. Öte yandan sert bir
üslubun kullanılmasına da lüzum olmayıp eleştiri üslubu dikkatle ortaya
konmalıdır.
Yazar,
mücadeleye öncelikle Ümeyyeoğulları-Hâşimoğulları rekabeti perspektifinden
bakmakta ve bu görüşünü, Kureyş kabilesinin bu iki kolunun mücadelelerinin
köklü geçmişini ortaya koymakla temellendirmektedir. Söz konusu iki kabile
Abdimenaf’ta birleşmekte, ancak mücadele de bu dönemden itibaren başlamaktadır.
Mücadeleyi münferit olaylara bağlamak ve bazı kabile liderlerine hasretmek söz
konusu değildir. Nitekim yazar, Arap toplumunda bireysel kimlik yerine kolektif
kimliğin ön plana çıktığını vurgulamaktadır. Yazarın burada kolektif kimliğe
vurgu yapması birçok durumu ve alınan kararların arkasındaki mantığı
açıklamaktadır. Bu minvalde yapılan okumanın daha sağlıklı sonuca götüreceği
muhakkaktır. Bir kere bireysel karar mekanizması ile kitlesel karar mekanizması
arasında küçümsenemeyecek bir fark vardır. Yine de bazı şahsî kararların da
alındığı göz önünde bulundurulmalıdır. Sıffîn savaşında Hz. Ali’nin kardeşi
Âkil b. Ebi Talip’in Muaviye’nin ordusunda bulunması bu bağlamda
değerlendirilebilir.
Yazar,
dedelerinin mücadelelerini ortaya koyduktan sonra Hz. Peygamber’in risaletinin
başladığı yıllardan başlayarak, Bedir ve Uhud savaşları gibi önemli olayları
Ümeyyeoğulları-Hâşimoğulları mücadelesi çerçevesinde anlatmıştır. Raşid
halifeler dönemi ise bu açıdan önem arz etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber
kabileyi her şeyin üzerinde tutan bir anlayışı reddederek bu düşünceye sahip
zihniyete savaş açmıştır. Dolayısıyla o, ashabında zaman zaman gördüğü bu tarz
davranışları eleştirerek büyük ölçüde din kardeşliğinin esas olduğu bir toplum
tesis etmiştir. Ancak onun vefatıyla birlikte Müslümanlar arasında yeniden
yükselen anlayış kabilecilik olmuş ve zamanla din kardeşliği ikinci plana
gerilemiştir. Bu dönemde anlatılan olaylar artık Hz. Ali ve Muaviye odaklıdır.
Hz.
Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerindeki durumlarını inceleyen yazar,
Hz. Ali’nin bu süreçte siyasetten uzaklaşmasını ve bunun olası nedenleri ile
Muaviye’nin siyasetteki konumunu sürekli yükselttiğini ifade etmiştir. Bu durum
mücadelelerinde önemli bir rol oynamıştır. Hatta yazar, Hz. Ali’nin bazı yanlış
kararlarında siyasetten uzak kaldığı bu sürecin etkisinin olabileceğini belirtmiştir.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde Hz. Ali’nin siyasetten bu denli uzak
tutulması dikkat çekicidir. Yazar, Hz. Ali’nin çok başarılı olduğu askerî
sahada, fetih hareketlerinin yoğun olduğu Hz. Ömer döneminde dahi
görevlendirilmediğini vurgulamıştır. Hz. Ali’nin, Hz. Osman döneminde
karışıklıklar esnasındaki tutumları da incelenmeye değerdir. Hz. Osman’ın
kuşatma altına alınmasından önce, Hz. Ali, asiler, Hz. Osman’la Medine’de
görüşmeye geldiklerinde arabulucu olarak çalışmıştır. Yazara göre Hz. Ali’nin
Hz. Osman ile asiler arasında arabuluculuk yapması, hakemlik şekline
dönüştürülmüş olsaydı, İslâm dünyasında ortaya çıkan iktidar-muhalefet
çatışmasının silahla çözülmesi yerine kurumsallaşmış yeni bir yöntem
geliştirilebilirdi. Asilerin Medine’den ayrıldıktan sonra geri dönerek halifeyi
muhasara ettikleri süreçte Hz. Ali’nin tavrının kesin olarak belirlenmesi
güçtür. Çünkü Hz. Ali kuşatmanın kaldırılması için Hâşimoğullarının lideri
olarak ciddi bir girişimde bulunmamış ve bazı kaynakların savunduğu gibi
“elinden gelen her şeyi” yapmamıştır. Onun imkânları dâhilinde yeterince
çabaladığına dair düşünce birçok rivayetin ihdas edilmesine neden olmuştur.
Nitekim Hz. Osman asilere karşı valilerinden yardım istemesine rağmen, onun Hz.
Ali’nin yardım tekliflerini reddettiği söylenmektedir. Hz. Ali’nin oğullarını
koruma maksadıyla gönderdiğine dair rivayete ise yazar, ihtiyatla yaklaşmıştır.
Ancak Hz. Ali’nin fiilen asilere destek verdiğini iddia etmek de yersizdir.
Öte
yandan Muaviye cephesinde Ümeyyeoğullarının da böyle bir girişimde
bulunmadıkları görülmektedir. Muaviye ordu göndermişse de bu ordu Medine’ye
varamadan Hz. Osman şehit edilmiştir. Ancak Ümeyyeoğullarının sessizliği
dikkate şayandır. Yazar burada Muaviye’nin asilerin Hz. Osman’ı katletmesine
sessiz kalışının, onun siyaseti muvacehesinde değerlendirilmesini yersiz bulmuş
ve Muaviye’nin kasıtlı olarak eylemsiz kaldığına dair suçlayıcı ifadelerin
sadece bir polemik olduğunu vurgulamıştır.
Yazar,
Hz. Ali ve Muaviye’nin yetiştikleri ortamı ve hayatlarında meydana gelen
hadiseleri de anlatarak, mücadelede gösterdikleri tavrı anlama bağlamında okuyucunun
zihninde bir Ali ve bir Muaviye karakteri meydana getirmiştir. Bilhassa çizdiği
Hz. Ali tablosu, günümüzdeki Hz. Ali algısından farklıdır ve gerçekçidir. Yazara
göre İslâm kültürünün içinde yüzyılların birikimiyle oluşan bir Ali kimliği söz
konusudur. Hz. Ali’ye dair efsanevî algılara ve inançlara meydan okuyan bu
açıklamalar, onun bazı hasletlerinin aldığı kararlara nasıl tesir ettiğini
göstermektedir. Mesela Hz. Ali’nin kırılgan bir yapıya sahip olduğuna işaret
etmiştir ki okuyucunun zihninde bazı kararların alınmasında bu yapısının tesiri
canlanmaktadır. Öte yandan yazarın Hz. Ali’yi kötülemek ve sanıldığının aksine
iyi bir insan ve Müslüman olmadığı gibi bir iddiasının olmadığını belirtmek
gerekir. Hz. Ali, yazara göre ilkesel bir duruş sergilemiş ve yüksek bir dini
hassasiyete sahip olması zaman zaman siyasetini olumsuz etkilemiştir.
Hz.
Ali hilafete geldiğinde Hz. Osman gibi kendi akrabalarını atamış ve Hz.
Osman’ın valilerini azletmiştir. Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmaları
konusunda ise Hz. Ali ciddi bir girişimde bulunmamıştır. Bunun birçok nedeni
olabilir, ancak Hz. Ali’nin bu hususta elinden fazla bir şey gelmediğine dair
görüş doğru kabul edilmemelidir. Hz. Ali’nin merkezi Kûfe’ye taşıması önemli
bir gelişmedir. Bundan sonra mücadele Şam-Irak merkezli olarak devam edecektir.
Hz. Ali’nin aleyhinde gelişen olaylara neden olan kararlarından biri de Mısır
valisini azletmesidir.
Hilafeti
talep etme hususunda Hz. Ali’nin çıkış noktası Hz. Peygamber’e olan yakınlığı,
Muaviye’nin ise Hz. Osman’ın kanını talep etmektir. Bu iki iddianın da Arap
siyasî aklının ve geleneklerinin ürünü olduğu görülmektedir. Tarafların
kozlarını paylaştıkları ve mücadelede bir kırılma noktası olan Sıffîn savaşı
önemlidir. Yazar bu savaşı, savaş esnasında orduların durumunu, Ammar b. Yasir’in
durumu gibi bazı tartışmalı rivayetleri incelemiştir. Savaşı lehine çevirmeyi
başaran Hz. Ali ordusu, karşı tarafın Kur’an’ın hakemliğine başvurma talebiyle
afallamış ve ordunun içinde muhalif sesler yükselmiştir. Hz. Ali bu sesleri
bastıramamış ve zaferi elde edecekken tahkimi kabul etmek durumunda kalmış ve hakem
seçiminde bile sözünü geçirememiştir. Hz. Ali’nin Ebu Musa’yı hakemi olarak
istememesinin olası nedenlerini inceleyen yazar, iddiaların aksine Ebu Musa’nın
hakemlik için yetersiz olduğuna dair görüşü reddetmiştir. Buna göre Hz. Ali’nin
onu istememesinin sebebi, Ebu Musa’nın tarafsız tutumudur. Bilhassa Muaviye’nin
hakeminin Amr gibi kendi destekçilerinden biri olması, Hz. Ali’nin haklı olarak
karşı çıktığı bir durum olmuştur. Hakemlik hususunda alınan kararlarda bazı
açıkların olması Amr tarafından iyi değerlendirilerek Muaviye lehine bir sonuç
alınmasını sağlamıştır.
Kaynakların
olayları sunuşunda Hz. Ali ve ashabını kurtarma operasyonu yapıldığına dikkat
çeken yazar, Ali-Muaviye mücadelesinin bir iktidar-muhalefet mücadelesi
olduğunu vurgulamıştır. Başından sonuna olayların bu muvacehede okunmaları gerekmektedir.
Bilimsel ve aynı zamanda akıcı bir üslup kullanan yazar,
tarihî kişileri itham edici ifadelerden kaçındığı gibi, onları öven ve
haklılıklarını savunan cümlelerden de uzak durmuştur. Yazar ayrıca sık sık
yönelttiği sorularla okuyucuyu olaylar hakkında farklı pencerelerden düşünmeye
sevk etmiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder