Prof. Dr. Yusuf Ziya Keskin
Suheyb-i Rûmî’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetler içinde bir padişah, bir de onun
sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişah’a, “Ben yaşlandım, bana genç
birini göndersen de ona sihirbazlığı öğretsem” dedi.
Padişah ona bir genç gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip
bulunmaktaydı. Genç ona uğradı, yanında oturdu ve konuşmalarını dinledi,
beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı.
Sihirbaz ona “Niçin geç kaldın?” diyerek kızar ve onu döverdi. Delikanlı bu
durumu rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi: “Sihirbazdan korktuğunda
“evdekiler alıkoydu” de; ailenden çekindiğinde de “sihirbaz alıkoydu” de.
Genç, durumu böylece idare edip giderken bir gün yolda insanların
gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı. Kendi kendine,
“Sihirbazın mı yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim”
diyerek bir taş aldı ve “Ey Allah’ım, rahibin yaptıklarını, sihirbazın yaptıklarından
daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına devam etsinler”
dedi ve taşı hayvana doğru fırlatıp onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha
sonra delikanlı rahibe gelip olayı anlattı.
Rahip ona, “Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira
sen, bu gördüğün mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, sen yakında bir
belaya uğratılacaksın. Böyle bir şey olursa, sakın benim bulunduğum yeri
kimseye gösterme” dedi.
Delikanlı körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları kurtarır ve
diğer hastalıkları da tedavi ederdi. Padişahın o sıralarda kör olmuş bir yakını
bunu duydu. Değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve “Eğer beni tedavi
edersen, bütün bunlar senin olacak” dedi. Delikanlı, “Ben kendiliğimden kimseye
şifa veremem. Şifayı ancak Allah Teâlâ verir. Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan,
ben ona dua ederim, o da (dilerse) sana şifa verir” dedi.
Adam iman etti. Allah Teâlâ da ona şifa verdi.
Adam eskiden olduğu gibi padişahın yanına gelip meclisteki yerini aldı.
Padişah, “Senin gözünü kim iyi etti?” diye sordu. O da, “Rabbim” dedi. Bu defa
Padişah, “Senin benden başka rabbin mi var?” diye gürledi. Adam, “Benim de senin de Rabbi, Allah Teâlâ’dır”
dedi.
Bunun üzerine sinirlenen padişah, adamı
tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonuçta
adam gencin yerini söyledi. Delikanlı getirildi. Padişah ona, “Delikanlı, demek
senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki
sen epeyce işler yapıyormuşsun, öyle mi?” diye sordu. Delikanlı, “Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dır”
dedi.
Padişah delikanlıyı tutuklattı ve rahibin
yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede rahip getirildi ve
kendisine ‘dininden dön!’ denildi. Rahip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine
padişah, bir testere getirtip başının tam ortasından rahibi ikiye biçtirdi.
Rahibin parçalarının her biri bir yana düştü. Sonra Padişahın adamı getirildi
ona da ‘dininden dön!’ denildi. Ancak o da kabul etmedi. Padişah onu da
parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının ortasından
ikiye biçtirdi. Daha sonra delikanlı getirildi ve ‘dininden dön (yoksa
öleceksin)!’ diye tehdit edildi, fakat delikanlı direndi. Padişah delikanlıyı
adamlarından bir gruba teslim etti ve onlara şu talimatı verdi: “Bunu şu dağın
tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ, değilse aşağıya yuvarlayın gitsin.” Delikanlıyı
götürdüler, dağın tepesine çıkardılar. Delikanlı, “Allah’ım, beni bunların elinden nasıl dilersen öylece
kurtar!’ diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve onlar
aşağı yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü.
Padişah ona, “Yanındakiler ne oldu?” dedi. Delikanlı da, “Allah beni onların elinden kurtardı” dedi.
Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından
bir başka gruba teslim etti ve “Bunu Karkur denilen küçük bir gemiye bindirip
denizin ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse denize atın gitsin” dedi.
Delikanlıyı alıp götürdüler. O, “Allah’ım, beni bunların
elinden dilediğin şekilde kurtar!” diye dua etti. Gemi
içindekilerle beraber ala-bora oldu, hepsi boğuldu. Delikanlı sağ-salim
padişahın yanına döndü. Padişah onu görünce, “Yanındakiler ne oldu?” diye
sordu. Delikanlı da, “Allah beni onların elinden
kurtardı” dedi ve ilâve etti: “Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.”
Padişah, “Neymiş onlar?” diye sordu. Delikanlı,
“Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de bir hurma kütüğüne
bağla. Oktanlığımdan bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da ‘Delikanlının
Rabbının adıyla’ de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin”
dedi.
Padişah halkı geniş bir meydanda topladı.
Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. Sonra delikanlının sudağından bir ok aldı,
yayına yerleştirdi. ‘Delikanlının Rabbı olan
Allah adıyla’ deyip oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına
isabet etti. Delikanlı elini şakağına koydu ve oracıkta öldü.
Bunun üzerine halk, “Biz, delikanlının Rabbına iman ettik” dediler.
Daha sonra durumu padişaha ileterek, “Gördün mü,
çekindiğin şey nihayet başına geldi; halk iman etti” dediler. Ardından padişah,
sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler ateşle
doldurulmuştu. Padişah, “Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zorla ateşe atın
(yahut onları ateşe girmeye zorlayın)” dedi. Emri yerine getirdiler. En sonunda
kucağında çocuğu ile bir kadın geldi. Kadın bir ara ateşe girmemek ister gibi
yaptı, sendeledi. Çocuk, “Anneciğim, sık dişini,
sabret, çünkü sen hak din üzeresin!” de(mek suretiyle annesini
cesaretlendir)di.” (Müslim, Zühd, 73). (Hadisin tercümesinde şu kaynaktan
yararlanılmıştır: M. Yaşar Kandemir vd., Riyazus-Salihin Tercüme ve Şerhi,
Erkam Yayınları, İstanbul, 1997, I, 223).
Rivayete göre Necrân halkı
Hıristiyanlığı kabul edince, Himyer Kralı Yahudi Zû Nuvâs onlara savaş açmış,
dinlerinden dönmeyenleri açtığı hendeklerde yaktığı ateşlere atmıştır. (Bkz.
Diyanet Kur’an Meali, Büruc, 85/4-11). Hadiste bahsedilen geçmiş ümmetin,
Necran halkı olması muhtemeldir. Bürûc suresinde şöyle buyurulmaktadır:
“(Mü’minleri yakmak için) hendek
kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir. O vakit, ateşin etrafında
oturmuş, mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar mü’minlere ancak;
göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye
lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir.
Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe
etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır. İman edip salih ameller
işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu
büyük başarıdır.” Bürûc, 85/4-11)
Allah Resulü, Müslümanların gerek Mekke’de,
gerekse Medine’de çektikleri sıkıntılara göğüs germelerini sağlamak, morallerini
yüksek tutmak ve sabretmelerini temin etmek için zaman zaman geçmiş ümmetlerin
başlarından geçen olayları anlatmış, onların da büyük imtihanlara tabi
tutulduklarını hatırlatmış ve böylece müminlerin dinlerine bağlılık ve
güvenlerini canlı tutmaya çalışmıştır.
Rivayette bahsi geçen gencin dünya menfaatlerinin
cazibesine kapılmayıp imanında sebat etmesi, takdire şayandır. Her türlü zulüm
karşısında müminlerin gösterdiği sabır ve cesaret de bütün insanlar için güzel
bir örnektir. Bu arada gencin şehadeti, halkın imanına vesile olmuş ve onun
imanı, Padişahın zulmüne galip gelmiştir. İman hem bedeli, hem de mükâfatı olan
bir gerçekliktir. Zira iman fedakârlık ister, sabır ister, metanet ister.
İmanın mükâfatı olan cennet de bunlarla elde edilir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına
gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek
kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın
yardımı pek yakındır.” Bakara, 2/214.
Rabbim cümlemizi
imanda sebat eden kullarından eylesin.
0 yorum:
Yorum Gönder