Hz. Muhammed (sav) hac mevsiminde çadır çadır dolaşarak
İslam toplumunun Medineli birkaç kişide hayat bulmasını sağlamış, Akabe
görüşmeleri ve sözleşmeleriyle tohum fideye dönüşmüştür. Bu fidelerin ağaç,
ardından da ormanlar halini alması Yesrib şehrinde gerçekleşecektir. Hz.
Peygamber’in hicretiyle beraber Yesrib, Medine olacak; bu şehirden hareketle
medeniyet, İslam medeniyeti yüz yıllar boyu vücut bulacaktır. Farklı din, dil
ve kavme mensup insanların asırlarca birlikte, huzur içerisinde yaşadığı İslam
medeniyetine insanlık şahit olacaktır. Medine’den medeniyete giden yolun
başında atılan sağlam adımları bilmek gerekmektedir. Böylece Medine’yi ve İslam
medeniyetini anlayan Müslüman her zamanda ve mekânda aynı medeniyeti
oluşturmanın gayreti içinde olacaktır.
I. Akabe biatiyle birlikte Musab b. Umeyr ile Abdullah b.
Ümmü Mektum Medine’ye Hz. Peygamber tarafından gönderilmiştir. Onların görevi
insanları İslam’a davet etmek, onlara namaz kıldırmak ve Kuran-ı Kerim’i
öğretmek idi. Bu iki kişiden bir tanesi büyük bir servet ve zenginlikten sonra
maddi olarak çok sıkıntılı bir hayatı yaşamakta, diğeri ise bir rivayete göre
doğuştan, başka bir rivayete göre ise beş yaşında görme yetisini kaybeden görme
engellidir. İnsanların ihtidası, şuurlu ve bilinçli bir hale gelmesinde zenginliğinin
ya da herhangi bir engelinin olmaması şart değildir. Maddi imkânlar olmasa da
insan bazı yetilerinden mahrum olsa da bu hizmeti en güzel biçimde yürütebilir.
Medine’deki Musab b. Umeyr, Medineli Esad b. Zurare ile
Müslümanlara Cuma namazı kıldırmaya başlamıştır. Bu güvenliğin olduğu her yerde
Cuma namazının kılınabileceğini gösterdiği gibi, Müslümanların cumaları
özellikle bir araya gelerek birbirlerinden haberdar olmalarının gerekliliğini
de ortaya koymaktadır. Her mahalledeki Müslümanları birleştiren, onları yekvücut
haline getiren, birbirinin derdiyle hemhal olduran bir özelliğe sahiptir Cuma
namazları.
Allah Rasulü’nün Medine’ye hicretten sonra ilk yaptığı iş
önce Kuba’da ama daha önemlisi şehrin merkezinde mescid inşa etmek olmuştur.
“Hz. Peygamber, ‘Yeryüzü benim için mescid kılınmıştır.’[1]
buyurmuştur. Bu da İslam’da mescidin sadece namaz ikamesi için olmadığını,
bunun dışında hem dini hem de kültürel bir merkez olarak çok önemli bir yere
sahip olduğunu göstermektedir.”[2] Mescid
inşa ederken mescidin parasını bizatihi ödemiş, mescid inşaatında kendisi de
çalışmıştır. Bunlar bizim için örneklik teşkil eden hususlardır. “Hz. Peygamber
“Allah’ım, ecir ahiret ecridir. Ensar ve muhacirlere merhamet et” diyordu. Bu
yolla birlikte dua etme, zikir yapma, dilekte bulunma ve yakarışta bulunmayı
öğrenmişlerdir. Hz. Peygamber, bu vesile ile dua ederken ensara öncelik
tanımış, onların adını muhacirlerden önce anmıştır. Bu mesajla bir başka
değişim ve dönüşüm daha yapılmış, insanlar o toplumda mescidi mensup olduğu
aile, kabile ve soy ile anılmamış, tamamı ensar/yardımcı olma vasfıyla
anılmışlardır. Onlar Müslüman olma vasfının yanında muhacirlere ve onların
başında Hz. Peygambere destek vermeleri, himaye etmeleri ve onu korumada
tutmaları, onlara bu vasfı kazandırmıştı. Hz. Peygamber mescit yaparken dahi
onları ve muhacirleri vasıflarıyla anmış, onlara dua etmiştir. Bu toplumda
ensar ve muhacir olma vasfının dışında her hangi bir kimliğe ve alt kimliklere
yer verilmesine gerek görülmemiştir. Daha sonra inecek olan ayetler de onları
bu vasıflarıyla anacaktır.”[3]
Allah Rasulü’nün Medine’de ilk yaptığı iş müâhât (kardeşlik)
olayıdır. Müslümanlar siyasi görüşü, mezhebi, meşrebi, tarikatı ne olursa olsun
kardeştir. Bu, inanç bağına dayalı bir kardeşliktir. Birbiri için canını veren,
mal varlığını birbiriyle paylaşan bir kardeşliktir. Kardeşlik projesinin en
önemli sonucu sağlam bir toplum, sağlam bir devlet oluşturulmuştur. Bugün bir
Müslüman özellikle din görevlisi, görev yaptığı yerde görüşü ne olursa olsun
sağlam ve muhkem bir toplum oluşması için İslam kardeşliğini ilk sırada
gözetmelidir. Bu noktada alt kimlikleri göz ardı etmeli ve hizmetini İslam
kardeşliği esasına göre yürütmelidir. Mezhep, meşrep, tarikat, cemaat bağlılığı
olsa bile bunu gündeme getirmemelidir. Medine’deki ilk kardeşlik esnasında
kardeşlerin birbirlerine mirasçı olabilmeleri ve Bedir savaşından sonra miras
ile ilgili hükümlerin belirlenmesine kadar bunun devam etmesi önemli bir
ayrıntıdır.
Medine’den medeniyete giden yolda atılan bir adım da nüfus
sayımıdır. Askeri amaçla gerçekleştirilen bu sayımda 1500 erkeğin olduğu
belirlenmiştir. Bu bize insanların potansiyellerini öğrenmenin önemini
anlatmaktadır. Herhangi bir faaliyet gerçekleştirileceği zaman, elimizdeki
insan gücünün becerisi, yeteneği, maddi imkânını bilmemize imkân
veren bir faaliyettir bu. İnsanı bilmeden, tanımadan, insanı merkez almadan
sağlam bir toplum oluşma/oluşturma imkânı yoktur. Muhkem bir toplum
oluşturmadan bir medeniyet kurma ihtimali de söz konusu değildir.
İslam medeniyetinin en önemli vasıflarından birisi hoşgörü
medeniyeti olmasıdır. İnsanı insan olması hasebiyle önemseyen bu bağlamda
farklı inanç mensuplarının rahatça yaşayabildiği İslam medeniyeti, önde gelen
birçok medeniyetten bu anlamda farklılık göstermektedir. Farklı inanç
mensuplarına değil yaşam hürriyeti aynı zamanda dini düşünce ve kanaatlerini
hem yaşama hem de ifade edebilme hürriyeti tanıyan İslam medeniyetinin
temelinde Medine’deki farklı isimlerle anılan farklı kesimlerin imza attığı
Medine Vesikası yer almaktadır. Farklı inanç kesimleri de dâhil olmak üzere
toplumun her katmanının hak ve sorumluluklarının belirlendiği; eğitim, ekonomi
ve hukuk vb. alanlarda teşkilatlanmanın gerçekleştirildiği bu vesika bir
anayasa niteliğinde bulunduğu çağın ötesinde hükümler içermektedir. Müâhât
(kardeşlik) inanç bağıyla insanları bir arada tutarken, bu vesika aynı devlet
çatısı altında vatandaş bağıyla insanların barış ve huzur içerisinde yaşamasını
teminat altına almıştır. Horasan’dan Anadolu’ya, Suriye’den Endülüs’e kadar
farklı din mensuplarının birlikte yaşadığı, görüş ve düşüncelerini açıkladığı
ve rahatça ibadetlerini yapabildiği bir ortamın referansı Medine Vesikası
olmuştur.
Medeniyet belli bir toprak diliminde olacağı gibi bir vatan
da belli sınırlar içerisinde yer alır. Bu sebeple Hz. Peygamber, Kab b. Malik’i
Medine şehir devletinin sınırlarını belirlemesi için görevlendirmiştir. Çünkü
sınırları belli olan bir toprak parçası ancak vatan olabilirdi.[4] Bir
Müslüman da hizmetini yürütürken, insanlara İslamiyet’i ve güzelliklerini
ulaştırırken en yakınından başlayıp kademe kademe ilerlemeli, sınırlarını iyi
belirlemelidir. Yine insanların en temel hak ve hürriyetlerinden mahrum olma
anlamına gelen vatansızlığın, bir sorun olduğu unutulmamalıdır.
Böylece kurulan Peygamber şehri asırlar boyunca model
alınacak şehirler ve İslam toplumlarıyla birlikte İslam Medeniyetinin temelini
oluşturmuştur. İslam medeniyeti elbette ki farklı medeniyetlerden faydalanmış,
onlarla etkileşim içinde olmuştur. Ancak tevhide dayalı bir şekilde insanı
merkeze alan, bu bağlamda insanın dinine, diline, rengine, mezhebine bakmayan
bir medeniyet oluşturarak, bütün medeniyetlerden çok farklı özelliklere sahip olmuştur.
İslam medeniyetinin çocuklarının bugünkü işler acısı halinden kurtulması ve
dünyaya örnek bir toplum oluşturması İslam medeniyetini yeniden yaşaması ve
yaşatması ile mümkün olacaktır.
maşallah
YanıtlaSil