24 Ocak 2017 Salı

Medine'den Medeniyete...

Doç. Dr. Mithat ESER
Hz. Muhammed (sav) hac mevsiminde çadır çadır dolaşarak İslam toplumunun Medineli birkaç kişide hayat bulmasını sağlamış, Akabe görüşmeleri ve sözleşmeleriyle tohum fideye dönüşmüştür. Bu fidelerin ağaç, ardından da ormanlar halini alması Yesrib şehrinde gerçekleşecektir. Hz. Peygamber’in hicretiyle beraber Yesrib, Medine olacak; bu şehirden hareketle medeniyet, İslam medeniyeti yüz yıllar boyu vücut bulacaktır. Farklı din, dil ve kavme mensup insanların asırlarca birlikte, huzur içerisinde yaşadığı İslam medeniyetine insanlık şahit olacaktır. Medine’den medeniyete giden yolun başında atılan sağlam adımları bilmek gerekmektedir. Böylece Medine’yi ve İslam medeniyetini anlayan Müslüman her zamanda ve mekânda aynı medeniyeti oluşturmanın gayreti içinde olacaktır.
I. Akabe biatiyle birlikte Musab b. Umeyr ile Abdullah b. Ümmü Mektum Medine’ye Hz. Peygamber tarafından gönderilmiştir. Onların görevi insanları İslam’a davet etmek, onlara namaz kıldırmak ve Kuran-ı Kerim’i öğretmek idi. Bu iki kişiden bir tanesi büyük bir servet ve zenginlikten sonra maddi olarak çok sıkıntılı bir hayatı yaşamakta, diğeri ise bir rivayete göre doğuştan, başka bir rivayete göre ise beş yaşında görme yetisini kaybeden görme engellidir. İnsanların ihtidası, şuurlu ve bilinçli bir hale gelmesinde zenginliğinin ya da herhangi bir engelinin olmaması şart değildir. Maddi imkânlar olmasa da insan bazı yetilerinden mahrum olsa da bu hizmeti en güzel biçimde yürütebilir.
Medine’deki Musab b. Umeyr, Medineli Esad b. Zurare ile Müslümanlara Cuma namazı kıldırmaya başlamıştır. Bu güvenliğin olduğu her yerde Cuma namazının kılınabileceğini gösterdiği gibi, Müslümanların cumaları özellikle bir araya gelerek birbirlerinden haberdar olmalarının gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Her mahalledeki Müslümanları birleştiren, onları yekvücut haline getiren, birbirinin derdiyle hemhal olduran bir özelliğe sahiptir Cuma namazları.
Allah Rasulü’nün Medine’ye hicretten sonra ilk yaptığı iş önce Kuba’da ama daha önemlisi şehrin merkezinde mescid inşa etmek olmuştur. “Hz. Peygamber, ‘Yeryüzü benim için mescid kılınmıştır.’[1] buyurmuştur. Bu da İslam’da mescidin sadece namaz ikamesi için olmadığını, bunun dışında hem dini hem de kültürel bir merkez olarak çok önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir.”[2] Mescid inşa ederken mescidin parasını bizatihi ödemiş, mescid inşaatında kendisi de çalışmıştır. Bunlar bizim için örneklik teşkil eden hususlardır. “Hz. Peygamber “Allah’ım, ecir ahiret ecridir. Ensar ve muhacirlere merhamet et” diyordu. Bu yolla birlikte dua etme, zikir yapma, dilekte bulunma ve yakarışta bulunmayı öğrenmişlerdir. Hz. Peygamber, bu vesile ile dua ederken ensara öncelik tanımış, onların adını muhacirlerden önce anmıştır. Bu mesajla bir başka değişim ve dönüşüm daha yapılmış, insanlar o toplumda mescidi mensup olduğu aile, kabile ve soy ile anılmamış, tamamı ensar/yardımcı olma vasfıyla anılmışlardır. Onlar Müslüman olma vasfının yanında muhacirlere ve onların başında Hz. Peygambere destek vermeleri, himaye etmeleri ve onu korumada tutmaları, onlara bu vasfı kazandırmıştı. Hz. Peygamber mescit yaparken dahi onları ve muhacirleri vasıflarıyla anmış, onlara dua etmiştir. Bu toplumda ensar ve muhacir olma vasfının dışında her hangi bir kimliğe ve alt kimliklere yer verilmesine gerek görülmemiştir. Daha sonra inecek olan ayetler de onları bu vasıflarıyla anacaktır.”[3]
Allah Rasulü’nün Medine’de ilk yaptığı iş müâhât (kardeşlik) olayıdır. Müslümanlar siyasi görüşü, mezhebi, meşrebi, tarikatı ne olursa olsun kardeştir. Bu, inanç bağına dayalı bir kardeşliktir. Birbiri için canını veren, mal varlığını birbiriyle paylaşan bir kardeşliktir. Kardeşlik projesinin en önemli sonucu sağlam bir toplum, sağlam bir devlet oluşturulmuştur. Bugün bir Müslüman özellikle din görevlisi, görev yaptığı yerde görüşü ne olursa olsun sağlam ve muhkem bir toplum oluşması için İslam kardeşliğini ilk sırada gözetmelidir. Bu noktada alt kimlikleri göz ardı etmeli ve hizmetini İslam kardeşliği esasına göre yürütmelidir. Mezhep, meşrep, tarikat, cemaat bağlılığı olsa bile bunu gündeme getirmemelidir. Medine’deki ilk kardeşlik esnasında kardeşlerin birbirlerine mirasçı olabilmeleri ve Bedir savaşından sonra miras ile ilgili hükümlerin belirlenmesine kadar bunun devam etmesi önemli bir ayrıntıdır.
Medine’den medeniyete giden yolda atılan bir adım da nüfus sayımıdır. Askeri amaçla gerçekleştirilen bu sayımda 1500 erkeğin olduğu belirlenmiştir. Bu bize insanların potansiyellerini öğrenmenin önemini anlatmaktadır. Herhangi bir faaliyet gerçekleştirileceği zaman, elimizdeki insan gücünün becerisi, yeteneği, maddi imkânını bilmemize imkân veren bir faaliyettir bu. İnsanı bilmeden, tanımadan, insanı merkez almadan sağlam bir toplum oluşma/oluşturma imkânı yoktur. Muhkem bir toplum oluşturmadan bir medeniyet kurma ihtimali de söz konusu değildir.
İslam medeniyetinin en önemli vasıflarından birisi hoşgörü medeniyeti olmasıdır. İnsanı insan olması hasebiyle önemseyen bu bağlamda farklı inanç mensuplarının rahatça yaşayabildiği İslam medeniyeti, önde gelen birçok medeniyetten bu anlamda farklılık göstermektedir. Farklı inanç mensuplarına değil yaşam hürriyeti aynı zamanda dini düşünce ve kanaatlerini hem yaşama hem de ifade edebilme hürriyeti tanıyan İslam medeniyetinin temelinde Medine’deki farklı isimlerle anılan farklı kesimlerin imza attığı Medine Vesikası yer almaktadır. Farklı inanç kesimleri de dâhil olmak üzere toplumun her katmanının hak ve sorumluluklarının belirlendiği; eğitim, ekonomi ve hukuk vb. alanlarda teşkilatlanmanın gerçekleştirildiği bu vesika bir anayasa niteliğinde bulunduğu çağın ötesinde hükümler içermektedir. Müâhât (kardeşlik) inanç bağıyla insanları bir arada tutarken, bu vesika aynı devlet çatısı altında vatandaş bağıyla insanların barış ve huzur içerisinde yaşamasını teminat altına almıştır. Horasan’dan Anadolu’ya, Suriye’den Endülüs’e kadar farklı din mensuplarının birlikte yaşadığı, görüş ve düşüncelerini açıkladığı ve rahatça ibadetlerini yapabildiği bir ortamın referansı Medine Vesikası olmuştur.
Medeniyet belli bir toprak diliminde olacağı gibi bir vatan da belli sınırlar içerisinde yer alır. Bu sebeple Hz. Peygamber, Kab b. Malik’i Medine şehir devletinin sınırlarını belirlemesi için görevlendirmiştir. Çünkü sınırları belli olan bir toprak parçası ancak vatan olabilirdi.[4] Bir Müslüman da hizmetini yürütürken, insanlara İslamiyet’i ve güzelliklerini ulaştırırken en yakınından başlayıp kademe kademe ilerlemeli, sınırlarını iyi belirlemelidir. Yine insanların en temel hak ve hürriyetlerinden mahrum olma anlamına gelen vatansızlığın, bir sorun olduğu unutulmamalıdır.
Böylece kurulan Peygamber şehri asırlar boyunca model alınacak şehirler ve İslam toplumlarıyla birlikte İslam Medeniyetinin temelini oluşturmuştur. İslam medeniyeti elbette ki farklı medeniyetlerden faydalanmış, onlarla etkileşim içinde olmuştur. Ancak tevhide dayalı bir şekilde insanı merkeze alan, bu bağlamda insanın dinine, diline, rengine, mezhebine bakmayan bir medeniyet oluşturarak, bütün medeniyetlerden çok farklı özelliklere sahip olmuştur. İslam medeniyetinin çocuklarının bugünkü işler acısı halinden kurtulması ve dünyaya örnek bir toplum oluşturması İslam medeniyetini yeniden yaşaması ve yaşatması ile mümkün olacaktır.







[1] Buhari, Teyemmüm, 1.
[2] Mustafa Karataş, “Hz. Peygamber’in Yerleşim ve Şehirleşmeye Yönelik Çabaları: Medine Örneği”, İstanbul İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013,  28, s. 65-66.
[3] Mevlüt Koyuncu, “Medine Şehir Devleti”, SAÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2009 II,  s. 93.

1 yorum:

Yazarlar