EBEDÎ AYDINLIĞA GİDEN
ÇOCUK
Cağfer Karadaş
أعوذ برب الفلق
ق۪يلَ ادْخُلِ
الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ. بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي
وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ
Sabahın Aydınlığının Rabbine
sığınırım!
“Ona, “Cennete gir” denildi.
“Rabbimin beni bağışladığını ve ikrama nail olanlardan kıldığını keşke kavmim
bilseydi!” dedi.”
(Yâsîn 26-27)
*
Çocuktum, henüz küçücüktüm; Gazze
sokaklarında koşar oynardım, kimsenin tavuğuna kış demişliğim, horozuna taş
atmışlığım yoktu.
Bir gece oldu ne olduysa. Karanlıktı her
taraf, tepeme bir ateş düştü. Işıdı bir an her yer, sonra karanlığa gömüldü, binalar
çöktü, herkesler öldü. Enkazın altında yumdum gözlerimi, kırarak dizlerimi,
söyledim en son sözlerimi…
Açtığımda gözlerimi, aydınlıktı her yanım.
Önce ateşin aydınlığı sandım. Gözlerimi kapattım, tekrar açtım. Gene aydınlıktı,
hem de pırıl pırıl, sular akıyordu şırıl şırıl. Bir bahçenin tam ortasında, bir
havuzun en serin kenarında, buldum kendimi Rahman’ın ebedî aydınlık ortamında.
Sizler küçük ışıkların insanları.
Vahşetinizle kıskandırdınız vahşi hayvanları. Onlar sizin yanınızda o kadar
masum ki; işleyemezler asla böyle bir cinayeti. Bu vahşetinizle celladınız olan
Hitleri, yakalarısınız en kısa zamanda belki. Hatta onu da geçersiniz sanki.
Ama akıbetiniz Nazilerin akıbeti illaki.
Benim ışığımı söndürdüğünüzü, sandınız
küçük ateşinizle. Gözünüzde büyüttüğünüz bombalarınızla, mermilerinizle. Bizi
üzeceğinizi sandınız dam başında oynak halinizle. Hadi dünyayı kandırdınız
diyelim ikiyüzlülüğünüzle. Yarın hesap günü ne diyeceksiniz? Kanlı elleriniz,
herkesi sokan dilleriniz, kin nefret dolu kalpleriniz… Cehennemin dibine
gireceksiniz.
Bir
de susanlar, köşe bucak pusanlar, zorda kaçanlar, fırsat kollayanlar, ucuz
kahramanlar… Hele o Nazi artıkları, çekmişler gönderlerine zalim bayrakları;
unutturacaklarını zannediyorlar gaz odalarını, Holokost zindanlarını, dünya
harbi katliamlarını…
Ama o çırpınanlar, sesleriyle, sözleriyle
destek çıkanlar, gönülden duaya duranlar, uykusunu bölüp teheccüde kalkanlar,
kunut dualarıyla Rahman’a el açanlar… Bunlar işte bir gün benim aydınlığıma katılacaklar.
Değil bu aydınlık, öyle bir yanan bir
sönen, sabah doğup akşam batan, gece görünüp gündüz kaybolan… Bunu anlayamaz
gözünü kapatmış, kulağını tıkamış olan; kalbi katılaşmış, vicdanı kararmış, içi
zift kaplamış...
Şehit düşenin aydınlığıdır bu. Yüce
Rabbimin muştusu, şehidin çoşkusu: “Keşke bilseydi kavmim diyordu, nasıl
bağışlanıp ikrama kavuştuğumu”
Sizin olsun geçici ışıklarınız ey kâfirler!
Anlık aydınlığa sevinen ebedî müflisler, bir durup bir yürüyenler, korkudan
dizleri titreyenler, sefih akıllarının ardından gidenler, buz kesmiş vicdanlarını
gizleyenler, kalplerini günah karası bürüyenler, mazluma diklenip zalimin
önünde sürünenler, Aksa’nın duvarının dibinde görünenler, kanlı ellerini mabede
sürenler, rahatları bozulmasın diye iki yüzlerini aynı anda sergileyenler!
Benim
aydınlığım bana yeter! Rabbimin ikramıdır bu. Ne kaybolur ne söner, ne azalır
ne biter, her yana erer, herkese yeter… Yeter ki kul istesin, iman etsin,
hidayete ersin.
Buradayım kardeşlerim. Sizin de
geleceğiniz yerde. Bekliyorum sizi, eninde sonunda gelmenizi, benim gibi
gülmenizi, görmek istiyorum yüzünüzdeki sevincinizi.
Sakın ha üzülmeyin, hatta sevinin!
İmanınız kalbinizde, ikrarınız dilinizde, azminiz olduğu sürece, sağlam
iradenizle, kale gibi bedeninizle; siz adeta Bedir’in cengâverleri, Talût’un
yılmaz erleri. Allah’a dayanın, kopmaz ipine sarılın, sağlam kulpuna tutunun,
ya şehit ya gazi, nasip olsun yeter ki, imanla vermek son nefesi.
Gelin, rahmete gelin, cennete girin,
rızaya erin!
Eninde sonunda olacak olan budur, sakın ha
üzülmeyin!
*
Bakın hele! Ne güzel demiş diyen, müminin
iki haline de sevinen:
“Sevinin Mehmedim başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte
Yarın elbet bizim elbet bizimdir
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.”
(Necip Fazıl)
3 Şevval 1442 / 15 Mayıs 2021