Mîlâdî 609
yılında Mekke’de dünyaya gelen Hz. Fâtıma (rah) Hz. Peygamber’in (sav) en küçük
kızıdır. Lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehra olmakla beraber, kendisi
“iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betûl ismiyle de tanınmıştır.[1]
Siyer
kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın (rah) adı ilk kez müşriklerin Hz. Peygamber’e (sav) karşı
gerçekleştirdikleri bir saldırı vesilesiyle geçer. Rivayete göre Kâbe’de namaz kılmakta olan Rasûl-i Ekrem’in (sav) secdeye vardığı
sırada müşriklerden Ukbe b. Ebû Muayt tarafından omzuna bir deve işkembesinin
atılması üzerine hadiseye şahit olan küçük yaştaki kızı Fâtıma koşarak
babasının üzerindeki pislikleri temizlemiş, bu esnada bunu yapanlara kızıp
söylenmiştir.[2]
Hz. Peygamber’in (sav) hicretinden kısa bir müddet sonra Hz. Fâtıma (rah), yanında
Hz. Ali (ra) ile onun annesi Fâtıma
bint Esed (rah) olduğu halde üvey
annesi Sevde (rah), kız kardeşi Ümmü Gülsüm (rah) ve Ebû Bekir’in (ra) ailesiyle birlikte
Medine’ye hicret etmiştir.[3]
Evlilik çağına
geldiğinde Hz. Fâtıma (rah) ile ilk önce Hz. Ebû
Bekir (ra) evlenmek istediğini
bildirdi. Ancak Rasûlüllah (sav) kendisinin bu konuda Allah’ın vereceği hükmü
beklediğini bildirerek, onun talebine olumlu cevap vermedi. Hz. Ebû Bekir’in
(ra) ardından Hz. Ömer (ra), Hz. Fâtıma ile evlilik talebinde
bulundu, ancak o da olumsuz cevap aldı. Bu arada Hz. Ali’nin (ra) ailesi, kendisine
Hz. Peygamber’e (sav) giderek kızını ondan istemesi tavsiyesinde bulundular.
Hz. Ali (ra) bunun üzerine Allah Rasûlü’n’e (sav) kızıyla evlenmek istediğini
bildirdi. O da gelen teklifi kızı Fâtıma’ya (rah) bildirdi. Hz. Fâtıma (rah) bu
teklif karşısında susup ses çıkarmayınca, bunun rıza anlamına geldiğini düşünen
Hz. Peygamber (sav) Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın (rah) izdivacına onay verdi.[4]
Evlilik hicretten beş ay sonra Receb ayında gerçekleşti.[5]
Hz. Fâtıma
(sav) ile evlenmeye karar verdiği sırada son derece fakir bir delikanlı olan
Hz. Ali (ra) nikahta geline mehir verecek kadar mala sahip değildi. Bu halini kendisi
şöyle anlatır: “Hz. Peygamber’e kızıyla
evlenmek istediğimi bildirdim, ancak kendisine hiçbir şeyimin olmadığını
söyledim. Bunun üzerine Allah Rasûlü (sav) bana “Hani şöyle şöyle bir günde
sana verdiğim el-Hutamiyye[6]
denen zırhın nerede?” diye sorunca onun yanımda olduğunu söyledim. Bana mehir
olarak bu zırhı Fâtıma’ya vermemi söyledi. Rivayete göre Hz. Ali (ra), Bedir Gazvesi’nde ganimetten payına
düşen zırhı, başka rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak
450 dirhem gümüşü Hz. Fâtıma’ya (rah) mehir olarak vermiştir. Düğün esnasında
Hz. Fâtıma’nın (rah) babasının evinden götürdüğü çeyizi ise kadife bir örtü,
içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve yine deriden
yapılma iki su kabından ibaretti.[7]
Hz. Ali de düğün esnasındaki mal varlıklarını şöyle özetler: “Fâtıma ile
evlendiğimde bir koç derisi dışında yatağımız yoktu. Onu gece yatak, gündüz de
oturmak üzere sergi olarak kullanırdık. Bu zamanda herhangi bir hizmetçimiz de
yoktu”. [8]
Sahabeden Esmâ bint Umeys (rah) ise Ali-Fatıma evliliği esnasında onların
fakirliklerine şu ifadeleriyle şahitlik eder: “Fâtıma ile Ali’nin yatağını
evlendiklerinde ben hazırlamıştım. Yatakları ve yastık olarak kullandıkları şey
hurma lifinden başkası değildi. Ali, düğünde ziyafet verdi. Düğün masrafları
için zırhını bir Yahûdîye yarım çuval arpa karşılığında rehin bırakmıştı”. [9]
Rivayete göre
Ensârdan bir grup Hz. Ali’ye (ra) Fâtıma’yı (rah) istemesini söylediklerinde Hz.
Ali (ra) de bu amaçla Rasûlullah’ın (sav) evine ulaştı. Rasûlullah (s) “Ebû
Tâlib’in oğlunun ihtiyacı nedir?” diye sordu. Hz. Ali, “Ben de Fâtıma bt. Rasûlullah’ı
(s) istediğini söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav), “Hoş geldin! Sen zaten aileden
birisin.” dedi. Daha sonra aralarından herhangi bir konuşma geçmedi. Oradan
ayrılan Hz. Ali (ra) Ensâr’dan grubun yanına döndüğü zaman kendisine ne haber
getirdiğini sorduklarında Hz. Ali “Bana “Hoş geldin!” sözünden başka bir şey
söylediğini bilmiyorum.” dedi. Onlar da “Rasûlullah’ın (sav) söylediği bu
sözlerden biri dahi sana yeter. Sana evden biri gözüyle baktı ve merhaba
demekle sana evinden yer verdi.” dediler. Nitekim Allah Rasûlü (sav) kısa süre
sonra Hz. Ali’nin (sav) kızıyla nikahlanmasına izin verdi. Ardından da kendisine,
“Ey Ali! Düğün için yemek vermek gerekir.” dedi. O da yanında bir adet koçun
bulunduğunu söyledi. Ensâr’dan bir grup her biri avucunda bir miktar un
getirdi. Bu şekilde düğün yemeği için gerekli malzeme de temin edilmiş oldu.
Düğün gecesi geldiğinde Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali’ye, “Benimle
karşılaşıncaya kadar hiçbir şey konuşma.” dedi. Hz. Peygamber (sav) gelince bir
kap istedi, onunla abdest aldıktan sonra abdest suyunu Hz. Ali’nin (ra) üzerine
serpti. Ardından da, “Allah’ım! Her ikisine de mübarek kıl, onlara nesillerini
de mübarek kıl.” diye dua etti.[10]
Ali-Fâtıma
evliliği gerçekleştiğinde yeni çift bir süre Hz. Peygamber’in (sav) evinde
kaldılar. Ancak Allah Rasûlü’nün (sav) ailesi de kalabalıktı, yeni evlilerin
burada uzun süre kalmaları mümkün değildi. Bunun üzerine Ensar’dan Hârise b.
en-Numân, Rasûlullah’a (sav) gelerek “Ya Allah’ın Rasûlü! Duydum ki, Fâtıma’yı
yanına almışsın. İşte benim evlerim. Bunlar Neccâroğullarının sana en yakın
olan evleridir. Şüphesiz ki, kendim de, mallarım da Allah ve Rasûlü içindir.
Allah’a yemin olsun ki, ya Rasûlullah! Benden aldığın mal bana bıraktığından
daha hayırlıdır” sözleriyle yeni evli çiftlere evlerinden birini tahsis etti. [11]
Hz. Fâtıma (rah) Hicretin 3. yılının Ramazan ayında
(Şubat 625) ilk çocuğu olan Hasan’ı, bundan bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında
Hüseyin’i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda küçük yaşta ölen Muhassin ile
Ümmü Gülsüm ve Zeyneb doğdular.[12]
Hz. Ali ile Hz.
Fâtıma zor şartlarda evliliklerini yürütmeye çalıştılar. Zira diğer Müslümanlar
gibi onlar da rahat geçinebilmek için maddî imkanlardan mahrumdular. Rahat bir
hayat sürebilmek için hem paraya, gerekse hizmetçiye ihtiyaç duyuyorlardı. İmkansızlıktan
bunalan Hz. Ali (ra), eşi Fâtıma’ya (rah) bir gün şunları söyledi: “Allah’a
yemin olsun ki, su çekmekten artık göğsüm ağrımaya başladı. Babana bir savaş
esiri verilmiş. Onu bize hizmetçi olarak istesen!” Bunun üzerine Fâtıma (rah)
da kendisinin de değirmen taşında un öğütmekten ellerinin kabardığı şikayetiyle
babasına müracaat etmeye karar verdi. Rasûlullah’a (sav) gittiğinde “Seni
buraya getiren şey nedir ey biricik kızım?” sorusuna muhatap olunca, Fâtıma
(rah), “Sana selam vermek için geldim.” diyerek utandığından bir şey istemeden
geri döndü. Hz. Ali (ra) hanımına ne yaptığını sorduğunda Hz. Fâtıma (rah), utandığından
bir şey isteyemediğini söyledi. Bu sefer her ikisi birlikte Hz. Peygamber’in (sav)
yanına vardılar. Hz. Ali (ra), “Allah’a yemin olsun ki, ya Rasûlullah! Su
taşımaktan göğsüm ağrımaya başladı.” dedi. Onun ardından Hz. Fâtıma (rah) da
“Benim de un öğütmekten ellerim kabardı. Allah sana bir esir nasip etti. Onu
bizim hizmetimize versen!” deyince Rasûlullah (sav) onları şöyle cevap verdi: “Allah’a
yemin olsun ki, şu Suffe ehli aç iken, onlara infak edecek bir şey bulamazken,
onları bırakıp da sizlere verecek değilim. Ben o esirleri satıp ele geçeni Suffe
ehline infak ediyorum.” Bu söz üzerine ikisi de evlerine döndüler. Bu
gelişmeden kısa süre sonra Rasûlullah (sav) bizzat onların evine ziyarete
geldi. Gördü ki her ikisi de yorgana sarılmış halde idiler. Başlarını
örttüklerinde ayakları, ayaklarını örttüklerinde başları açıkta kalıyordu. Onun
gelişini fark edince toparlandılar. Rasûlullah (sav) kendilerine yerlerinde
durmalarını söyledikten sonra “İkinize de benden istediğinizden daha hayırlı
bir şey söyleyeyim mi?” diye sordu. Onlardan “olur” cevabını alınca da “Cibrîl’in
bana öğrettiği sözler var. Her namaz sonrasında on defa “sübhanallah”, on defa “elhamdülillah”,
on defa da “Allahu ekber” dersiniz. Yatağa girdiğinizde de otuz defa “sübhanallah”,
otuz üç defa “elhamdülillah” ve otuz dört defa da “Allahu ekber” dersiniz” dedi.[13]
Her ailede
olduğu gibi bilhassa evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali (ra) ile Fâtıma (rah) arasında küçük çaplı
bazı anlaşmazlıklar meydana gelmiştir. Zaman zaman da Hz. Ali’nin (ra), Hz.
Fâtıma’ya (rah) karşı sert davrandığı olurdu. Nitekim bir defasında Hz. Fâtıma
(rah), babası Allah Rasûlü’ne (sav) giderek kocasını şikayet etti. Hz. Ali de hemen
peşinden gidip Hz. Fâtıma (rah) ile Rasûlullah’ın (sav) konuşmalarını
duyabileceği bir yerde durdu. Hz. Fâtıma (rah), Hz. Peygamber’e (sav) Ali’nin kendisine
karşı sergilediği sert tavır hakkında şikayette bulundu. Rasûlullah (sav) “Ey
biricik kızım! Dinle, kulak ver ve aklet! Kocasının isteklerini yerine
getirmeyen kadını idare etmek mümkün değildir.” dedi. Daha sonra da yanına
gelen Hz. Ali’ye (ra) dönerek niçin eşine böyle davrandığın sordu. Bunun
üzerine Hz. Ali (ra), yaptığından vazgeçtiğini söyleyerek artık eşini hiçbir
şekilde üzmeyeceğine dair söz vermiş, bundan sonra da eşler arasında herhangi
bir tartışma meydana gelmemiştir.[14]
Bu bahiste
zikredilen başka bir rivayete göre ise Hz. Ali (ra) ile Hz. Fâtıma (rah)
arasında bir tartışma olmuştu. O sırada Rasûlullah (sav) onların evine girdi.
Kendisine bir sergi serilince üzerine uzandı. Hz. Fâtıma (rah) bir yanına, Hz.
Ali (ra) de diğer yanına uzandı. Rasûlullah (s), Hz. Ali’nin (ra) elini alıp
göbeği üzerine koydu. Sonra Hz. Fâtıma’nın (rah) da elini alıp göbeğinin
üzerine koyduktan sonra onları barıştırarak aradan çekildi. Hz. Peygamber’i (sav) görenler, “Sen içeri girerken başka bir
hal üzereydin; şimdiyse yüzünde bir hoşnutluk görüyoruz.” dediklerinde Allah
Rasûlü (sav) “Sevdiğim iki kişinin arasını bulunca beni sevinmekten hangi şey
alıkoyabilir ki?” karşılığını vermiştir. [15]
Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali (ra) ile Hz. Fâtıma (rah) arasında
meydana gelen ve neredeyse onların evliliklerine mal olabilecek bir krize de
müdahale ederek onların evliliklerinin kurtulmasına vesile olmuştur. Rivayete
göre Mekke’nin fethinden hemen sonra Hz. Ali (rah) Ebû Cehil’in
kızı Cüveyriyye ile evlenmek istemiş veya Ebû Cehil’in yakınlarının kızlarını
Hz. Ali (ra) ile evlendirmek istemişlerdi. Bu gelişmeden son derece rahatsız
olan Hz. Peygamber (sav) ashâbına hitaben yaptığı konuşmalarda Fâtıma’nın (rah)
kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Rasûlüllah’ın
(sav) kızı ile Allah düşmanının kızının kesinlikle bir araya gelemeyeceğini,
Cenâb-ı Hakk’ın helâl kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber, bu evliliğe
izin vermeyeceğini, Ali’nin (ra) ancak Fâtıma’yı (rah) boşadıktan sonra bir
başka kadınla evlenebileceğini söylemiştir. Hz. Peygamber’in (sav) yaptığı
konuşmada damadı Ebu’l-Âs’ın kendisine verdiği sözde durduğunu belirtmesi, Ebu’l-Âs’a
Zeyneb’in (rah) üzerine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra
getirmekte, aynı şekilde Hz. Ali’den (ra) de böyle bir söz aldığını, fakat
Ali’nin (ra) bunu unutmuş olabileceğini düşündürmektedir. Hz. Peygamber’in
(sav) şiddetli tepkisi sebebiyle Hz. Fâtıma’nın (rah) üzerine evlenmekten
vazgeçen Hz. Ali (ra) Fâtıma’nın (rah) vefatına kadar bir başka kadınla
evlenmemiştir. Buna karşılık Rasûl-i Ekrem (sav) de her fırsatta Ali (ra) ile
Fâtıma’nın (rah) evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de
damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta
zaman zaman her biri Rasûlüllah’ın (sav) kendisini daha çok sevdiğini ileri
sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını ifade etmişlerdir.[16]
Hz. Fâtıma
(rah), eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesinin yanı sıra evliliği döneminde cihad
faaliyetlerinden de geri durmamıştır. Nitekim Uhud Gazvesi’nde on hanımla
birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fâtıma (rah), bu esnada yaralıları tedavi etmiştir.
Bu savaşta Hz. Peygamber’in (sav) dişinin kırılması üzerine yüzündeki kanları
temizlemiş, kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini
Rasûlüllah’ın (sav) yüzüne bastırmak suretiyle kanı durdurmaya çalışmıştır.[17]
Allah Rasûlü
(sav), Hz. Fâtıma’ya (rah) son hastalığı sırasında Kur’ân-ı Kerîm’i
Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını, bu sene Cebrail’in aynı
maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu
söylemesi üzerine Fâtıma (rah) ağlamaya başladı. Hz. Peygamber’in (sav),
ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını, ayrıca onun mümin kadınların
hanımefendisi olduğunu söylemesi üzerine de tebessüm edip sevinmiştir.[18]
Hz. Peygamber’e
(sav) çok düşkün olan Fâtıma (rah) babasının vefatından dolayı çok sarsıldı.
Rasûl-i Ekrem (sav) defnedildikten sonra gördüğü Enes b. Mâlik’e
(ra) “Rasûlüllah’ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz
nasıl razı oldu?” diyerek çıkıştı, ağladı, günlerce gözyaşı döktü. [19]
Hz. Fâtıma (rah), Rasûlüllah’ın (sav) ahirete
irtihalinden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11 (22 Kâsım 632) tarihinde vefat etti.
Cenaze namazını Hz. Abbâs (ra) veya Hz. Ali (ra) kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz.
Ali (ra), Hz. Abbâs (ra) ile oğlu Fazl (ra) tarafından Cennetü’l-Bakî’a
defnedildi.[20]
Rasûlüllah’ın
(sav) hususî terbiyesiyle yetişen Hz. Fâtıma (rah) onun hem haya ve edep gibi özelliklerini,
hem de konuşma tarzından yürüyüşüne kadar birçok vasfını kendinde
barındırmıştır. Bu güzel hasletleri sebebiyle Rasûl-i Ekrem (sav) Fâtıma’yı
(rah) görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından
öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine
gelince Fâtıma (rah) da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. Hz. Peygamber
(sav) sefere giderken aile fertlerinden en son Fâtıma (rah) ile vedalaşır,
seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü.[21]
Kadınlardan en çok Fâtıma’yı (rah), erkeklerden de Ali’yi (ra) sevdiğini
söyleyen Rasûl-i Ekrem (sav), “Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni
sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur” ve “Bana melek gelerek Fâtıma’nın
(rah) cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi” demiş[22]
cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadisinde de önce Hz.
Hatice (rah) ile Fâtıma’nın (rah),
sonra da Âsiye ile Meryem’in
adlarını vermiştir.[23]
Allah Rasûlü (sav), Fâtıma’nın (rah) Hz.
Ali (ra) ile evliliğinden dünya gelen oğulları olan Hasan (ra) ve Hüseyin’i (ra) çok
severdi. Ebû Hureyre (ra) bir gün Allah’ın Rasûlü (sav) ile dışarı çıktıklarını
ve Fâtıma’nın (rah) evine geldiklerinde Peygamber’in (sav) Hasan’ı (ra)
kastederek “Küçük adam orada mı? Küçük
adam orada mı?” buyurduğunu, ardından Hasan’ın (ra) geldiğini, kucaklaştıkları
sırada Allah’ın Rasûlü’nün (sav) : “Ey Allah’ım ben onu seviyorum, senin de onu
ve onu sevenleri sevmeni niyaz ediyorum” diye dua ettiğini bildirmiştir.[24]
Üsâme b. Zeyd’in (ra) rivayetine göre ise Hz.
Peygamber (sav) Hasan’ı (ra) ve onu alır: “Ey Allah’ım!, onları sevdiğim için,
senin de onları sevmeni niyaz ediyorum” diye dua ederdi. Bir başka rivayette
Üsâme b. Zeyd (ra), Rasûlüllah’ın (sav) kendisini ve Hasan’ı (ra) dizlerine
aldığını, bir dizine kendisi, diğer dizine Hasan’ı (ra) oturttuğunu ve “Ey
Allah’ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum, çünkü ben onlara merhamet
ediyorum” diye dua ettiğini söylemiştir. [25] Yine Üsâme b. Zeyd
(ra) şöyle der: “Bir gece bir işim için gittiğimde, Peygamber dışarıya
elbisesinin içinde bir şeyle çıktı. Ben, ona elbisesinin içinde ne olduğunu
sorunca elbisesini açtığında Hasan (ra) ile Hüseyin’i (ra) gördüm. Hz.
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğulları!
Ey Allah’ım ben onları seviyorum, senin de onları ve onları sevenleri sevmeni
niyaz ediyorum”.[26]
[1] İbn Abdilberr, el-İstîâb fî
Ma’rifeti’l-Ashâb, I-VI, Kahire ts, (Dâru Nehdati Mısr), IV, 1893.
[2] Buhârî, Salât, 109.
[3] Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, (thk.
Muhammed Hamidullah), Jerusalem, 1963, s. 269-270.
[4] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), VIII, 19-20.
[5] İbn Sa’d, VIII, 22.
[6] “el-Hutamiyye”
“kılıçları kıran” anlamındadır. Zırhlar imal eden, kendilerine Hatme b. Muhârib
denen Abdülkays’ın bir boyuna nispet edilir.
[7] İbn Sa’d, VIII, 20-21.
[8] İbn Sa’d, VIII, 22.
[9] İbn Sa’d, VIII, 23.
[10] İbn Sa’d, VIII, 21.
[11] İbn Sa’d, VIII, 22-23.
[12] İbn Sa’d, VIII, 26; İbn Abdilberr, IV, 1894.
[13] İbn Sa’d, VIII, 25.
[14] Buhârî, Edeb, 3, 11; İbn Sa’d, VIII,
26.
[15] İbn Sa’d, VIII, 26.
[16] Buhârî, Fedâil, 16, Nikâh, 109;
Müslim, Fedâil, 17.
[17] Vâkıdî, Meğâzî, I, 249.
[18] Buhârî, Menâkıb, 25.
[19] Buhârî, Meğâzî, 83.
[20] Buhârî, Fedâil, 12; İbn Sa’d, VIII,
29-30; İbn Abdilberr, IV, 1898-1899.
[21] İbn Abdilberr, IV, 1895.
[22] Buhârî, Fedâil, 12.
[23] Buhârî, Menâkıb, 25, 31.
[24] Buhârî, Menâkıb, 27; Müslim, Fedâil,
17.
[25] Buhârî, Fedâil, 24.
[26] Buhârî, Menâkıb, 27; Tirmizî, Menâkıb,
31.
0 yorum:
Yorum Gönder